Mndrs78
Asistan
Alintidir
bu konu ile ilgili bir Allah(c.c) dostunun kaleminden ,ayet ve hadisler isiginda asagiya yazi ekleyecegim,insaAllah faydalanalim.....
ORGAN NAKLİ VE VASİYETİ CÂİZ MİDİR?
Bu Hususta Mahlûkun Hükmü Yoktur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Böyle Buyuruyor:
“Kendi kendinizi katletmeyin.” (Nisâ: 29)Bu bir emr-i ilâhî’dir.
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara: 195)Bu da bir emr-i ilâhî’dir.
“Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir.” (Nisâ: 93)Bu ilâhî bir hükümdür.
KİM BU ÂYET-İ KERİME’LERİ GÖRÜP CÂİZ OLDUĞUNU SÖYLERSE KÜFRE KAYAR.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Ebu Dâvud: 3207)
•
“Bir adamın yarası vardı. (Istırabına dayanamayıp) kendisini öldürünce Allah-u Teâlâ: ‘Kulum acele ederek bana geldi, ben de ona cenneti haram kıldım.’ buyurdu.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 668)
İlahi Hüküm:
Bir kimse organlarının alınmasını vasiyet etmekle, kendisini katlettiği için bu bir intihardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Kendi kendinizi katletmeyin!” (Nisa: 29)
Bu bir emr-i ilâhi’dir.
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!”(Bakara: 195)
Bu da bir emr-i ilâhi’dir.
Bu mesuliyet organlarının alınmasını vasiyet edenlere âittir.
İkinci mesuliyet ise vasiyet etmediği halde, vârisin de haberi olmadığı halde, öldü diye organlarını alan doktorlara ve bu fetvâyı verenlere âittir.
Bu husustaki Âyet-i kerime’de ise Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kim ki bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir.”(Nisa: 93)
İşte bunlar bu Âyet-i kerime’nin kapsamına girmektedirler. Hem bu fetvayı veren, hem de bu katli yapan aynı mesuliyetin içine girer. Bu bir katldir, bunlar katildir.
İşte Âyet-i kerime! İtirazınız varsa Âyet-i kerime ile cevap verin! Bu böyledir!
Vasiyet Katliamdır:
Organ nakli ve vasiyeti hususunda mahlukun hükmü yoktur. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde kesin olarak emir buyuruyor:
“Kendi kendinizi katletmeyin!” (Nisa: 29)
Kim ki bu Âyet-i kerime’yi görüp caiz olduğunu söylerse küfre kayar.
Bu doğrudan doğruya bir katliamdır. Kişi kendisine en büyük eziyeti yapıyor. Ve kendi eliyle kendini katlediyor.
Bir insan kendini katlederse ebedi cehennemdedir. Şöyle ki,
Organ nakli ve vasiyetinde bulunmak bir intihardır.
Bir kimse organlarının alınmasını vasiyet etmekle, kendisini katlettirdiği için, bu bir intihardır.
Zira organ nakli daha kişi ölmeden, organlar canlı iken yapılıyor. Beyin fonksiyonlarının durmuş olduğuna hükmedilerek nakil yapılıyor. Halbuki o anda kalb çalışır vaziyettedir. İşte bu kişinin takdir-i ilâhi ile bitkisel hayattan çıkma imkanı ve ihtimali de vardır. Misalleri de çoktur. Fakat daha kalb durmamışken organlar alındığı için, bu bir intihar oluyor.
Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Bir adamın yarası vardı. (Istırabına dayanamayıp) kendisini öldürünce Allah-u Teâlâ:
‘Kulum acele ederek bana geldi, ben de ona cenneti haram kıldım.’ buyurdu.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 668
Ashab-ı kiram’dan Câbir bin Semüre -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah Aleyhisselâm’a kendisini öldüren bir adam getirilmişti, üzerine namaz kılmadı.” (Müslim: 978
Bununla birlikte Ashab-ı kiram’ına “Arkadaşınızın cenaze namazını kılın.” buyurduğu da rivayet edilmiştir.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Her kim kendini bir demir parçası ile öldürürse, demiri elinde, onu karnına saplar bir halde cehennem ateşinde ebedi ve daimi olarak kalacaktır.
Her kim zehir içer de kendini öldürürse o kimse de zehirini cehennem ateşinde ebedi ve daimi kalarak içecektir.
Her kim de dağdan yuvarlanır da kendini öldürürse, o da cehennem ateşinde ebedi ve daimi olarak yuvarlanacaktır.” (Müslim: 109)
“Cezâ amel cinsinden olur.” kaidesine göre, intihar eden kimse, ne suretle canına kıymışsa, o şekilde azaba maruz kalacaktır.
Bu gibi kimselerin cehennemde ebedî kalması, haram olan intiharı helâl saydığı takdirdedir.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Kendi kendini boğan kimse, cehennemde kendini boğa boğa, kendini vuran kimse de cehennemde kendine vura vura azab eder.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 669)
Kişi emr-i ilâhi gelmeden kendini öldürdüğü için Allah-u Teâlâ’nın takdirine karışmış oluyor. Bunun için de cehenneme giriyor. Çünkü O’nun verdiği canı ancak O alır.
Bir insan da organlarını vasiyet etmekle; ilâhî takdire müdahale etmiş, kendisinin öldürülmesine izin verdiği için takdire karışmış, Hazret-i Allah’ın emanetini çiğnemiş ve kendisini katletmiş, böylece de azaba müstehak olmuş olmaktadır. O’nun verdiği organı yine O alır. Kimin malını kime ve ne sıfatla veriyorsun? Halbuki Hazret-i Allah belki ona sıhhatini tekrar iade edecekti, sağlık verecekti. Diğer taraftan kendisinin adına karar veren varisleri de böyle bir işleme izin verdikleri için bu katliama sebep oluyorlar.
Binaenaleyh organ nakli organlar canlı iken yapılıyor, çünkü kalp durduktan sonra organlar işe yaramıyor. Nice insanlar bitkisel hayattan (beyin ölümü) çıktıktan sonra dirilmiş, yaşamışlardır.
Bu yüzden organın işe yaraması için kalp durmadan organların alınması icab ettiğine göre, insanın da hayata dönmesi muhtemel iken bu esnada alınan organlar veren kişi için intihardır, kişi vermediği halde zorla alınırsa katilliktir. Her ikisi de haramdır
Hadis-i Şerif’e Dikkat!:
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir:
Tufeyl bin Amr ed-Devsî -radiyallahu anh- Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek “Yâ Resulellah! Muhkem bir kal’aya ve muhafızların yanına gitmek ister misin?” demiş. (Câbir ‘Cahiliye devrinde Devs kabilesine ait muhkem bir kal’a vardı.’ diyor.)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buna râzı olmamıştı. Çünkü Allah muhafızlığı Medine’li Ensar’a ayırmıştı.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine’ye hicret edince Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- de Medine’ye hicret etti. Onunla birlikte kavminden bir zât da hicret etti. Fakat Medine’de sıkıldılar. O zât hastalandı ve sabırsızlık ederek oklarını aldı, onlarla parmak eklerini kesti. Derken ellerinden kan fışkırmaya başladı, sonra da öldü.
Daha sonraki günlerde Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- onu rüyasında gördü. Kılık kıyafeti güzel olmasına rağmen elleri sarılı idi. Tufeyl -radiyallahu anh- ona “Rabbin sana ne yaptı?” diye sordu. O da “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına hicret ettiğim için beni affetti.” diye cevap verdi. Tufeyl -radiyallahu anh- “Neden seni ellerini sarmış görüyorum?” deyince:
“Bana ‘Senin bozduğun bir organını biz düzeltemeyiz.’ denildi.” cevabını verdi.
Tufeyl -radiyallahu anh- bu rüyayı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e anlattığında:
“Allah’ım! Onun ellerini de affeyle!” diye duâ etti. (Müslim: 116)
Bunca Hadis-i şerif’leri görüp organ nakli ve vasiyetinin caiz olduğunu söylerse küfre kayar. Çünkü bu bir intihardır, intihar ise hem katliamdır, hem haramdır.
Belirli Bir Ömür:
Allah-u Teâlâ’nın sonsuz hikmetlerini ihtiva eden iradesinin gerektirdiğine göre, insanların her birine belli bir ecel tayin ve taksim etmiştir.
Âyet-i kerime’sinde buyuruyor:
“Aranızda ölümü biz takdir ettik. (Ne zaman öleceğinizi belirleyen biziz.)” (Vâkıa: 60)
İnsanların hayat süreleri değişik değişiktir. Kimi uzun kimi kısadır. Büyük küçük, genç ihtiyar hiç kimse belirlenmiş olan vakti gelmeden ölmez. Vakti gelince de bir dakika tehir olmaz.
“Ve bizim önümüze geçilmez.” (Vâkıa: 60)
Hiç kimse O’nu iradesinden alıkoyamaz. Her dilediğini dilediği şekilde yapar.
Hazret-i Allah böyle buyururken, bunlar bir insanı öldürüyorlar veya fetvasını veriyorlar. Böylece Hazret-i Allah’ın önüne geçiyorlar. Gadab-ı ilâhî’yi celbediyorlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O sizi çamurdan yaratmış, sonra da size bir ecel takdir etmiştir. Bir de O’nun katında belli bir ecel vardır. Böyle iken siz hâlâ şüphe edip duruyorsunuz.” (En’am: 2)
Hiç bir şey tesadüf değildir. Her biri mutlaka ilm-i ilâhide takdir edilmiş ve levh-i mahfuzda yazılmış olarak meydana gelir. Bütün bunlar Allah-u Teâlâ’ya göre çok kolaydır. O’na göre öldükten sonra diriltmek de kolaydır.
“Allah eceli gelince hiç bir canı geri bırakmaz. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Münafikun: 11)
Hüküm O’nundur. Mahluk ise onun işine karışamaz. Ruh ise onun bilgisindedir. O bir emr-i ilâhî’dir.
“De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsra: 85)
Binaenaleyh bir kimse organları vasiyet etmekle veya varis ise organların alınmasına izin vermekle, doktor ise öldü diye almakla, ilahi takdire müdahale etmiş, Hazret-i Allah’ın emanetini çiğnemiş oluyor. Belki Hazret-i Allah yaşatacaktı.
Ölü Hayattaki Gibi Aynı Acıyı Duyuyor:
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Ebu Dâvud: 3207 - İbn-i Mâce: 1616)
Hadis-i şerif’ten; kişinin hayatta iken eziyet duyduğu şeylerden ölü iken de eziyet duyduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim Ashab-ı kiram’dan İbn-i Mesud -radiyallahu anh-:
“Bir mümine ölü iken eziyet etmek, hayatta iken eziyet etmek gibidir.” demiştir.
Hadis-i şerif’ten maksat; dirinin kemiğini kırmak haram olduğu gibi, ölünün kemiğini kırmak da haramdır.
Süyutî, Ebu Dâvud’un haşiyesinde, bu Hadis-i şerif’in sebebini şöyle zikretmektedir:
Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber, bir cenazeye çıktık. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- kabrin kenarında oturdu, biz de beraberinde oturduk. Mezar kazıcısı toprak altından bir bacak veya kol kemiği çıkardı. Onu kırmak istedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Onu kırma! Senin onu ölü iken kırman, onu diri iken kırman gibidir. Lâkin onu kabrin kenarında toprağa göm.” buyurdu.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Günah hususunda ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (İbn-i Mâce: 1617)
Daha önce de arzedildiği üzere, Medine-i münevvere’ye hicret eden Devs kabilesinden bir zât hastalanmış ve sabırsızlık ederek oklarla parmak eklerini kesmiş, ellerinden kan fışkırmaya başlamış, sonra da ölmüştü. Daha sonraki günlerde Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- onu rüyasında gördü. Kılık kıyafeti güzel olmasına rağmen elleri sarılı idi. “Rabbin sana ne yaptı?” diye sorduğunda “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına hicret ettiğim için beni affetti.” dedi. “Neden seni ellerini sarmış görüyorum?” deyince:
“Bana ‘Senin bozduğun bir organı biz düzeltemeyiz.’ denildi.” cevabını verdi. (Müslim: 116)
Organ nakli ölüye eziyettir, eziyet ise haramdır.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Bir müslümana eziyet eden, bana eziyet etmiş gibi olur. Bana edilen eziyet ise Allah’a edilen ezâ gibidir.” (C. Sağir: 8269)
Kim ki bu Hadis-i şerif’leri görüp caiz olduğunu söylerse küfre kayar.
Bir de var ki, organ naklinde vücud hayattaki gibi aynı acıyı duyar. Çünkü ruh alınmıştır amma, cesed ile irtibatı vardır. Diş de cansız fakat acıyor, içindeki sinir irtibatı sağlıyor.
Hazret-i Allah bütün ruhları lâhut âleminde yarattı. Sonra kâinatın en aşağısına indirdi.
Bu mülk âleminde cesetlere giren ruhlar mülk elbisesine bürünerek cismânî ruh oldular.
Hakiki hayat ölümden sonra başlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.” buyurmuşlardır. (K. Hafâ c.2, sh. 312, 2795)
Çürüyen elbisedir ve hükümsüzdür. Ruh intikal etmiş olduğu berzahta o âleme mahsus lâtif bir kalıba bürünür. Kabirde insan, dünyada iken huy edindiği sıfatlara göre elbise giyer.
Meselâ hırsızlık yapan fare sıfatında, âilesini kıskanmayan domuz sıfatında, başkalarına hırlayan kelp sıfatında, büyük düşman ejderha sıfatında, diğer düşmanlar yılan sıfatında bir kalıp içine girer.
Hayvanî sıfatlardan arınanlar, orada insan şeklinde ve sıfatındadırlar. Mükemmel bir hayat sürerler; oturur, kalkar ve gezerler yer ve içerler.
Mahşere çıktıkları zaman da oranın elbisesini giyerler.
Bu ne zaman belli olacak? Perde kalktığı zaman.
Vücud bir elbisedir. Elbisenin altındaki elbise görünmediği için zanla hareket ediliyor.
Bu görünen dış âlemdir, içini göremezsiniz. Bunların hepsi o kapalı âlemin altındadır.
Kapalı bir âlem var, fakat dıştakiler bilmiyor.
“Onlar dünyâ hayatının yalnız görünen dış kısmını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler.” (Rum: 7)
Âyet-i kerime’si bunu ispat eder.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki sen bundan gafildin. İşte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.” (Kaf: 22)
Kabirde fevkalâde bir hayat mevcuttur. Berzah âlemi ile dünya arasında hassas bir perde vardır. Kabirdekiler dünyaya emirsiz gelemiyor, dünyadakiler de onların hâlini göremiyorlar.
Bir Âyet-i kerime’de:
“O Allah ki iki denizi birbirine salıverip yaklaştırmıştır. Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki ise tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına birbirlerine karışmalarına engel olan bir perde koymuştur.” buyuruluyor. (Furkan: 53)
Nitekim ünlü Fransız deniz araştırmacısı kaptan Kusto, uzun araştırmalardan sonra iki denizin arasındaki hassas perdeyi görmesi ile bu hakikata vakıf oldu.
Onun araştırıp bulduğu gibi sen de araştırırsan, sen de gerçek mânâda ilâhi bir lütfa erişirsen; âlem-i berzah ile irtibat kurabilirsin ve bu esrarı çözmüş olursun. Şu kadar var ki, milyonlarda bir kişi bu lütfa mazhar olur.
Uzak bir memlekette bulunan bir evlâdından haber alabilmen, onun yazacağı bir mektup veya edeceği bir telefona bağlı olduğu gibi; âlem-i berzahtaki durum da, oradaki fevkalâde hayat da ancak Hazret-i Allah ve Habib-i Ekrem’inin -sallallahu aleyhi ve sellem- beyanları ile anlaşılır.
Âyet-i kerime:
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana hiç kimse haber veremez.” (Fatır: 14)
Vücud bir elbisedir. Onu ayakta tutan, düşündüren, konuşturan, hareket ettiren ruhtur. O bir emr-i ilâhidir.
Âyet-i kerime’de:
“Resulüm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindendir.” buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Uyku halinde iken ruh; bedenden çıkarak misâl ve melekût âlemine intikal eder, Arşurahman’a yükselir.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerin ruhunu yanında tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir.
Şüphesiz ki bunda iyi düşünen kimseler için öğütler ve ibretler vardır.” (Zümer: 42)
Ruh ile vücudun ilgisi olduğu için, ruh rüyâ gördüğü zaman beden de etkilenir. Vücud güzel rüyalardan neşelenip haz duyduğu gibi, korkunç rüyalardan da üzüntü duyar.
Yani rüyâyı ruh görüyor, vücuda da tesiri oluyor. Demek ki ruh ile cesed arasında irtibat var.
Ölüm kati bir tükeniş değildir, diyar değişikliğidir.
Biz burada imtihan sahasındayız. Gerçek hayat ölümden sonra başlar. Ya sefa, ya cefa.
Âyet-i kerime’de:
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” buyuruluyor. (Mülk: 2)
Zira bu dünya hayatı hayalidir, süfli bir âlemdir. İçi bilinmediği için yanlış hüküm veriliyor.
Ashab-ı kehf’in mağaradaki hayatları hakkında Kur’an-ı kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar mağaranın genişçe bir yerinde idiler.” (Kehf: 17)
Görünüşte dar yerde, fakat Cenâb-ı Hakk Âyet–i kerime’sinde onları geniş bir vâdide yaşattığını bildiriyor. Yani iç âlemin dışarıdan görülmediğini ifade ediyoruz.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Nihayet onlardan her birine ölüm geldiği vakit der ki ‘Rabbim! Beni dünyaya geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve yararlı iş işlerim.’
Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah bir perde vardır.” (Müminun: 99-100)
“Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de ‘Firavun hânedanını azabın en çetinine sokun’ denilir.” (Mümin: 46)
Allah-u Teâlâ günahkâr kişilerin âhirete intikal ettiklerinde:
“Keşke benim için (dünyaya) dönüş imkânı bulunsa da iyilerden olsam!” (Zümer: 58
“Rabbimiz! Gördük, işittik. Artık bizi dünyaya geri döndür de salih bir amel işleyelim.” diyeceklerini haber vermektedir. (Secde: 12)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir mezar ziyaretinde şöyle buyurmuştur:
“Ey mümin kavimlerin yurdu! Size selâm olsun. İnşaallah biz de arkanızdan gelip size katılacağız.” (Müslim)
Diğer Hadis-i şerif’lerinde ise buyururlar ki:
“Bir ölü tabuta konulup taşınırken, iyi bir kişi ise ‘Beni bir an evvel yerime ulaştırınız!’ der. Kötü bir kişi ise ‘Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?’ diye feryat eder.
Bu sesi insanlardan başka her mahluk duyar. Eğer insan da bunu duymuş olsa, derhal bayılırdı.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 652)
“Bir kul kabrine konulduğunda, cenazeye gelenler dönüp giderlerken onların ayak seslerini işitir.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 658)
“Ölü, yakınlarının kendisine ağlamasından dolayı azab görür.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 638)
“Yas tutularak ardından ağlanan ölü, bundan ötürü azab görür.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 640)
“Vasiyet etmeksizin vefat eden mümin, çevresinde gömülü bulunan ölüler ile konuşma ve muhabbet etmeye izinli olamaz.” (C. Sağîr; sh. 167)
“Ölülerinizi salih insanların civarına defnediniz. Zira diriler fena komşudan eziyet gördükleri gibi ölüler de fenaların karşılıklı konuşmalarıyla rahatsız olur.” (C. Sağîr; sh.13)
“Borçlu kimse kabirde mahpustur.” (C. Sağîr; sh. 36)
“Biriniz ölünce sabah ve akşam ona gideceği yer gösterilir. Cennetlik ise, cennet ehlinin makamlarından bir makam; cehennemlik ise cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ona ‘Burası senin yerindir’. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir denir.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 678)
Yani bunları size kabirde fevkalâde bir hayat olduğunu belirtmek için arzediyoruz.
Bir Yahudi karısı ölmüştü, ev halkı başında ağlaşıyorlardı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan geçerken şöyle buyurdu:
“Bunlar ölülerine ağlıyorlar. Ölü ise kabrinde azab görüyor.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 639)
Bir defasında da iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdular:
“Bunlar azab görüyorlar. Halbuki azab görmeleri büyük bir şey için değildir. Birisi idrar sıçramasından sakınmazdı. Diğeri de koğuculuk ederdi.” (Buhari)
Bedir savaşında öldürülen müşriklerin ileri gelenlerinden yirmidördü’nün cesetlerinin kör bir kuyuya atılmasını emretmişti. Daha sonra kuyunun başına gelerek “Siz Allah’a ve Resulullah’a itaat etseydiniz sevinirdiniz. Biz Rabbimizin bize vaadini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad etmiş olduğu azâbı gerçekleşmiş buldunuz mu?” buyurdu.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz “Yâ Resulellah!... Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu kokmuş cesetlere mi sesleniyorsun?” deyince şu sözü söylediler:
“Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim bu söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onların bana cevap vermeye güçleri yetmez.” (Buhari)
bu konu ile ilgili bir Allah(c.c) dostunun kaleminden ,ayet ve hadisler isiginda asagiya yazi ekleyecegim,insaAllah faydalanalim.....
ORGAN NAKLİ VE VASİYETİ CÂİZ MİDİR?
Bu Hususta Mahlûkun Hükmü Yoktur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Böyle Buyuruyor:
“Kendi kendinizi katletmeyin.” (Nisâ: 29)Bu bir emr-i ilâhî’dir.
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara: 195)Bu da bir emr-i ilâhî’dir.
“Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir.” (Nisâ: 93)Bu ilâhî bir hükümdür.
KİM BU ÂYET-İ KERİME’LERİ GÖRÜP CÂİZ OLDUĞUNU SÖYLERSE KÜFRE KAYAR.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Ebu Dâvud: 3207)
•
“Bir adamın yarası vardı. (Istırabına dayanamayıp) kendisini öldürünce Allah-u Teâlâ: ‘Kulum acele ederek bana geldi, ben de ona cenneti haram kıldım.’ buyurdu.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 668)
İlahi Hüküm:
Bir kimse organlarının alınmasını vasiyet etmekle, kendisini katlettiği için bu bir intihardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Kendi kendinizi katletmeyin!” (Nisa: 29)
Bu bir emr-i ilâhi’dir.
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!”(Bakara: 195)
Bu da bir emr-i ilâhi’dir.
Bu mesuliyet organlarının alınmasını vasiyet edenlere âittir.
İkinci mesuliyet ise vasiyet etmediği halde, vârisin de haberi olmadığı halde, öldü diye organlarını alan doktorlara ve bu fetvâyı verenlere âittir.
Bu husustaki Âyet-i kerime’de ise Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kim ki bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir.”(Nisa: 93)
İşte bunlar bu Âyet-i kerime’nin kapsamına girmektedirler. Hem bu fetvayı veren, hem de bu katli yapan aynı mesuliyetin içine girer. Bu bir katldir, bunlar katildir.
İşte Âyet-i kerime! İtirazınız varsa Âyet-i kerime ile cevap verin! Bu böyledir!
Vasiyet Katliamdır:
Organ nakli ve vasiyeti hususunda mahlukun hükmü yoktur. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde kesin olarak emir buyuruyor:
“Kendi kendinizi katletmeyin!” (Nisa: 29)
Kim ki bu Âyet-i kerime’yi görüp caiz olduğunu söylerse küfre kayar.
Bu doğrudan doğruya bir katliamdır. Kişi kendisine en büyük eziyeti yapıyor. Ve kendi eliyle kendini katlediyor.
Bir insan kendini katlederse ebedi cehennemdedir. Şöyle ki,
Organ nakli ve vasiyetinde bulunmak bir intihardır.
Bir kimse organlarının alınmasını vasiyet etmekle, kendisini katlettirdiği için, bu bir intihardır.
Zira organ nakli daha kişi ölmeden, organlar canlı iken yapılıyor. Beyin fonksiyonlarının durmuş olduğuna hükmedilerek nakil yapılıyor. Halbuki o anda kalb çalışır vaziyettedir. İşte bu kişinin takdir-i ilâhi ile bitkisel hayattan çıkma imkanı ve ihtimali de vardır. Misalleri de çoktur. Fakat daha kalb durmamışken organlar alındığı için, bu bir intihar oluyor.
Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Bir adamın yarası vardı. (Istırabına dayanamayıp) kendisini öldürünce Allah-u Teâlâ:
‘Kulum acele ederek bana geldi, ben de ona cenneti haram kıldım.’ buyurdu.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 668
Ashab-ı kiram’dan Câbir bin Semüre -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah Aleyhisselâm’a kendisini öldüren bir adam getirilmişti, üzerine namaz kılmadı.” (Müslim: 978
Bununla birlikte Ashab-ı kiram’ına “Arkadaşınızın cenaze namazını kılın.” buyurduğu da rivayet edilmiştir.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Her kim kendini bir demir parçası ile öldürürse, demiri elinde, onu karnına saplar bir halde cehennem ateşinde ebedi ve daimi olarak kalacaktır.
Her kim zehir içer de kendini öldürürse o kimse de zehirini cehennem ateşinde ebedi ve daimi kalarak içecektir.
Her kim de dağdan yuvarlanır da kendini öldürürse, o da cehennem ateşinde ebedi ve daimi olarak yuvarlanacaktır.” (Müslim: 109)
“Cezâ amel cinsinden olur.” kaidesine göre, intihar eden kimse, ne suretle canına kıymışsa, o şekilde azaba maruz kalacaktır.
Bu gibi kimselerin cehennemde ebedî kalması, haram olan intiharı helâl saydığı takdirdedir.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Kendi kendini boğan kimse, cehennemde kendini boğa boğa, kendini vuran kimse de cehennemde kendine vura vura azab eder.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 669)
Kişi emr-i ilâhi gelmeden kendini öldürdüğü için Allah-u Teâlâ’nın takdirine karışmış oluyor. Bunun için de cehenneme giriyor. Çünkü O’nun verdiği canı ancak O alır.
Bir insan da organlarını vasiyet etmekle; ilâhî takdire müdahale etmiş, kendisinin öldürülmesine izin verdiği için takdire karışmış, Hazret-i Allah’ın emanetini çiğnemiş ve kendisini katletmiş, böylece de azaba müstehak olmuş olmaktadır. O’nun verdiği organı yine O alır. Kimin malını kime ve ne sıfatla veriyorsun? Halbuki Hazret-i Allah belki ona sıhhatini tekrar iade edecekti, sağlık verecekti. Diğer taraftan kendisinin adına karar veren varisleri de böyle bir işleme izin verdikleri için bu katliama sebep oluyorlar.
Binaenaleyh organ nakli organlar canlı iken yapılıyor, çünkü kalp durduktan sonra organlar işe yaramıyor. Nice insanlar bitkisel hayattan (beyin ölümü) çıktıktan sonra dirilmiş, yaşamışlardır.
Bu yüzden organın işe yaraması için kalp durmadan organların alınması icab ettiğine göre, insanın da hayata dönmesi muhtemel iken bu esnada alınan organlar veren kişi için intihardır, kişi vermediği halde zorla alınırsa katilliktir. Her ikisi de haramdır
Hadis-i Şerif’e Dikkat!:
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilmiştir:
Tufeyl bin Amr ed-Devsî -radiyallahu anh- Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek “Yâ Resulellah! Muhkem bir kal’aya ve muhafızların yanına gitmek ister misin?” demiş. (Câbir ‘Cahiliye devrinde Devs kabilesine ait muhkem bir kal’a vardı.’ diyor.)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buna râzı olmamıştı. Çünkü Allah muhafızlığı Medine’li Ensar’a ayırmıştı.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medine’ye hicret edince Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- de Medine’ye hicret etti. Onunla birlikte kavminden bir zât da hicret etti. Fakat Medine’de sıkıldılar. O zât hastalandı ve sabırsızlık ederek oklarını aldı, onlarla parmak eklerini kesti. Derken ellerinden kan fışkırmaya başladı, sonra da öldü.
Daha sonraki günlerde Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- onu rüyasında gördü. Kılık kıyafeti güzel olmasına rağmen elleri sarılı idi. Tufeyl -radiyallahu anh- ona “Rabbin sana ne yaptı?” diye sordu. O da “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına hicret ettiğim için beni affetti.” diye cevap verdi. Tufeyl -radiyallahu anh- “Neden seni ellerini sarmış görüyorum?” deyince:
“Bana ‘Senin bozduğun bir organını biz düzeltemeyiz.’ denildi.” cevabını verdi.
Tufeyl -radiyallahu anh- bu rüyayı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e anlattığında:
“Allah’ım! Onun ellerini de affeyle!” diye duâ etti. (Müslim: 116)
Bunca Hadis-i şerif’leri görüp organ nakli ve vasiyetinin caiz olduğunu söylerse küfre kayar. Çünkü bu bir intihardır, intihar ise hem katliamdır, hem haramdır.
Belirli Bir Ömür:
Allah-u Teâlâ’nın sonsuz hikmetlerini ihtiva eden iradesinin gerektirdiğine göre, insanların her birine belli bir ecel tayin ve taksim etmiştir.
Âyet-i kerime’sinde buyuruyor:
“Aranızda ölümü biz takdir ettik. (Ne zaman öleceğinizi belirleyen biziz.)” (Vâkıa: 60)
İnsanların hayat süreleri değişik değişiktir. Kimi uzun kimi kısadır. Büyük küçük, genç ihtiyar hiç kimse belirlenmiş olan vakti gelmeden ölmez. Vakti gelince de bir dakika tehir olmaz.
“Ve bizim önümüze geçilmez.” (Vâkıa: 60)
Hiç kimse O’nu iradesinden alıkoyamaz. Her dilediğini dilediği şekilde yapar.
Hazret-i Allah böyle buyururken, bunlar bir insanı öldürüyorlar veya fetvasını veriyorlar. Böylece Hazret-i Allah’ın önüne geçiyorlar. Gadab-ı ilâhî’yi celbediyorlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O sizi çamurdan yaratmış, sonra da size bir ecel takdir etmiştir. Bir de O’nun katında belli bir ecel vardır. Böyle iken siz hâlâ şüphe edip duruyorsunuz.” (En’am: 2)
Hiç bir şey tesadüf değildir. Her biri mutlaka ilm-i ilâhide takdir edilmiş ve levh-i mahfuzda yazılmış olarak meydana gelir. Bütün bunlar Allah-u Teâlâ’ya göre çok kolaydır. O’na göre öldükten sonra diriltmek de kolaydır.
“Allah eceli gelince hiç bir canı geri bırakmaz. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Münafikun: 11)
Hüküm O’nundur. Mahluk ise onun işine karışamaz. Ruh ise onun bilgisindedir. O bir emr-i ilâhî’dir.
“De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsra: 85)
Binaenaleyh bir kimse organları vasiyet etmekle veya varis ise organların alınmasına izin vermekle, doktor ise öldü diye almakla, ilahi takdire müdahale etmiş, Hazret-i Allah’ın emanetini çiğnemiş oluyor. Belki Hazret-i Allah yaşatacaktı.
Ölü Hayattaki Gibi Aynı Acıyı Duyuyor:
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Ebu Dâvud: 3207 - İbn-i Mâce: 1616)
Hadis-i şerif’ten; kişinin hayatta iken eziyet duyduğu şeylerden ölü iken de eziyet duyduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim Ashab-ı kiram’dan İbn-i Mesud -radiyallahu anh-:
“Bir mümine ölü iken eziyet etmek, hayatta iken eziyet etmek gibidir.” demiştir.
Hadis-i şerif’ten maksat; dirinin kemiğini kırmak haram olduğu gibi, ölünün kemiğini kırmak da haramdır.
Süyutî, Ebu Dâvud’un haşiyesinde, bu Hadis-i şerif’in sebebini şöyle zikretmektedir:
Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Biz Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber, bir cenazeye çıktık. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- kabrin kenarında oturdu, biz de beraberinde oturduk. Mezar kazıcısı toprak altından bir bacak veya kol kemiği çıkardı. Onu kırmak istedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Onu kırma! Senin onu ölü iken kırman, onu diri iken kırman gibidir. Lâkin onu kabrin kenarında toprağa göm.” buyurdu.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Günah hususunda ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (İbn-i Mâce: 1617)
Daha önce de arzedildiği üzere, Medine-i münevvere’ye hicret eden Devs kabilesinden bir zât hastalanmış ve sabırsızlık ederek oklarla parmak eklerini kesmiş, ellerinden kan fışkırmaya başlamış, sonra da ölmüştü. Daha sonraki günlerde Tufeyl bin Amr -radiyallahu anh- onu rüyasında gördü. Kılık kıyafeti güzel olmasına rağmen elleri sarılı idi. “Rabbin sana ne yaptı?” diye sorduğunda “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanına hicret ettiğim için beni affetti.” dedi. “Neden seni ellerini sarmış görüyorum?” deyince:
“Bana ‘Senin bozduğun bir organı biz düzeltemeyiz.’ denildi.” cevabını verdi. (Müslim: 116)
Organ nakli ölüye eziyettir, eziyet ise haramdır.
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Bir müslümana eziyet eden, bana eziyet etmiş gibi olur. Bana edilen eziyet ise Allah’a edilen ezâ gibidir.” (C. Sağir: 8269)
Kim ki bu Hadis-i şerif’leri görüp caiz olduğunu söylerse küfre kayar.
Bir de var ki, organ naklinde vücud hayattaki gibi aynı acıyı duyar. Çünkü ruh alınmıştır amma, cesed ile irtibatı vardır. Diş de cansız fakat acıyor, içindeki sinir irtibatı sağlıyor.
Hazret-i Allah bütün ruhları lâhut âleminde yarattı. Sonra kâinatın en aşağısına indirdi.
Bu mülk âleminde cesetlere giren ruhlar mülk elbisesine bürünerek cismânî ruh oldular.
Hakiki hayat ölümden sonra başlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.” buyurmuşlardır. (K. Hafâ c.2, sh. 312, 2795)
Çürüyen elbisedir ve hükümsüzdür. Ruh intikal etmiş olduğu berzahta o âleme mahsus lâtif bir kalıba bürünür. Kabirde insan, dünyada iken huy edindiği sıfatlara göre elbise giyer.
Meselâ hırsızlık yapan fare sıfatında, âilesini kıskanmayan domuz sıfatında, başkalarına hırlayan kelp sıfatında, büyük düşman ejderha sıfatında, diğer düşmanlar yılan sıfatında bir kalıp içine girer.
Hayvanî sıfatlardan arınanlar, orada insan şeklinde ve sıfatındadırlar. Mükemmel bir hayat sürerler; oturur, kalkar ve gezerler yer ve içerler.
Mahşere çıktıkları zaman da oranın elbisesini giyerler.
Bu ne zaman belli olacak? Perde kalktığı zaman.
Vücud bir elbisedir. Elbisenin altındaki elbise görünmediği için zanla hareket ediliyor.
Bu görünen dış âlemdir, içini göremezsiniz. Bunların hepsi o kapalı âlemin altındadır.
Kapalı bir âlem var, fakat dıştakiler bilmiyor.
“Onlar dünyâ hayatının yalnız görünen dış kısmını bilirler. Ahiretten ise habersizdirler.” (Rum: 7)
Âyet-i kerime’si bunu ispat eder.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Andolsun ki sen bundan gafildin. İşte şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir.” (Kaf: 22)
Kabirde fevkalâde bir hayat mevcuttur. Berzah âlemi ile dünya arasında hassas bir perde vardır. Kabirdekiler dünyaya emirsiz gelemiyor, dünyadakiler de onların hâlini göremiyorlar.
Bir Âyet-i kerime’de:
“O Allah ki iki denizi birbirine salıverip yaklaştırmıştır. Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki ise tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına birbirlerine karışmalarına engel olan bir perde koymuştur.” buyuruluyor. (Furkan: 53)
Nitekim ünlü Fransız deniz araştırmacısı kaptan Kusto, uzun araştırmalardan sonra iki denizin arasındaki hassas perdeyi görmesi ile bu hakikata vakıf oldu.
Onun araştırıp bulduğu gibi sen de araştırırsan, sen de gerçek mânâda ilâhi bir lütfa erişirsen; âlem-i berzah ile irtibat kurabilirsin ve bu esrarı çözmüş olursun. Şu kadar var ki, milyonlarda bir kişi bu lütfa mazhar olur.
Uzak bir memlekette bulunan bir evlâdından haber alabilmen, onun yazacağı bir mektup veya edeceği bir telefona bağlı olduğu gibi; âlem-i berzahtaki durum da, oradaki fevkalâde hayat da ancak Hazret-i Allah ve Habib-i Ekrem’inin -sallallahu aleyhi ve sellem- beyanları ile anlaşılır.
Âyet-i kerime:
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana hiç kimse haber veremez.” (Fatır: 14)
Vücud bir elbisedir. Onu ayakta tutan, düşündüren, konuşturan, hareket ettiren ruhtur. O bir emr-i ilâhidir.
Âyet-i kerime’de:
“Resulüm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindendir.” buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Uyku halinde iken ruh; bedenden çıkarak misâl ve melekût âlemine intikal eder, Arşurahman’a yükselir.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerin ruhunu yanında tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir.
Şüphesiz ki bunda iyi düşünen kimseler için öğütler ve ibretler vardır.” (Zümer: 42)
Ruh ile vücudun ilgisi olduğu için, ruh rüyâ gördüğü zaman beden de etkilenir. Vücud güzel rüyalardan neşelenip haz duyduğu gibi, korkunç rüyalardan da üzüntü duyar.
Yani rüyâyı ruh görüyor, vücuda da tesiri oluyor. Demek ki ruh ile cesed arasında irtibat var.
Ölüm kati bir tükeniş değildir, diyar değişikliğidir.
Biz burada imtihan sahasındayız. Gerçek hayat ölümden sonra başlar. Ya sefa, ya cefa.
Âyet-i kerime’de:
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” buyuruluyor. (Mülk: 2)
Zira bu dünya hayatı hayalidir, süfli bir âlemdir. İçi bilinmediği için yanlış hüküm veriliyor.
Ashab-ı kehf’in mağaradaki hayatları hakkında Kur’an-ı kerim’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar mağaranın genişçe bir yerinde idiler.” (Kehf: 17)
Görünüşte dar yerde, fakat Cenâb-ı Hakk Âyet–i kerime’sinde onları geniş bir vâdide yaşattığını bildiriyor. Yani iç âlemin dışarıdan görülmediğini ifade ediyoruz.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Nihayet onlardan her birine ölüm geldiği vakit der ki ‘Rabbim! Beni dünyaya geri döndür. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar ve yararlı iş işlerim.’
Hayır, bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilip kaldırılacakları güne kadar, önlerinde geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah bir perde vardır.” (Müminun: 99-100)
“Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah akşam ateşe sunulur. Kıyamet koptuğu gün de ‘Firavun hânedanını azabın en çetinine sokun’ denilir.” (Mümin: 46)
Allah-u Teâlâ günahkâr kişilerin âhirete intikal ettiklerinde:
“Keşke benim için (dünyaya) dönüş imkânı bulunsa da iyilerden olsam!” (Zümer: 58
“Rabbimiz! Gördük, işittik. Artık bizi dünyaya geri döndür de salih bir amel işleyelim.” diyeceklerini haber vermektedir. (Secde: 12)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir mezar ziyaretinde şöyle buyurmuştur:
“Ey mümin kavimlerin yurdu! Size selâm olsun. İnşaallah biz de arkanızdan gelip size katılacağız.” (Müslim)
Diğer Hadis-i şerif’lerinde ise buyururlar ki:
“Bir ölü tabuta konulup taşınırken, iyi bir kişi ise ‘Beni bir an evvel yerime ulaştırınız!’ der. Kötü bir kişi ise ‘Eyvah! Beni nereye götürüyorsunuz?’ diye feryat eder.
Bu sesi insanlardan başka her mahluk duyar. Eğer insan da bunu duymuş olsa, derhal bayılırdı.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 652)
“Bir kul kabrine konulduğunda, cenazeye gelenler dönüp giderlerken onların ayak seslerini işitir.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 658)
“Ölü, yakınlarının kendisine ağlamasından dolayı azab görür.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 638)
“Yas tutularak ardından ağlanan ölü, bundan ötürü azab görür.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 640)
“Vasiyet etmeksizin vefat eden mümin, çevresinde gömülü bulunan ölüler ile konuşma ve muhabbet etmeye izinli olamaz.” (C. Sağîr; sh. 167)
“Ölülerinizi salih insanların civarına defnediniz. Zira diriler fena komşudan eziyet gördükleri gibi ölüler de fenaların karşılıklı konuşmalarıyla rahatsız olur.” (C. Sağîr; sh.13)
“Borçlu kimse kabirde mahpustur.” (C. Sağîr; sh. 36)
“Biriniz ölünce sabah ve akşam ona gideceği yer gösterilir. Cennetlik ise, cennet ehlinin makamlarından bir makam; cehennemlik ise cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ona ‘Burası senin yerindir’. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir denir.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 678)
Yani bunları size kabirde fevkalâde bir hayat olduğunu belirtmek için arzediyoruz.
Bir Yahudi karısı ölmüştü, ev halkı başında ağlaşıyorlardı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oradan geçerken şöyle buyurdu:
“Bunlar ölülerine ağlıyorlar. Ölü ise kabrinde azab görüyor.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 639)
Bir defasında da iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdular:
“Bunlar azab görüyorlar. Halbuki azab görmeleri büyük bir şey için değildir. Birisi idrar sıçramasından sakınmazdı. Diğeri de koğuculuk ederdi.” (Buhari)
Bedir savaşında öldürülen müşriklerin ileri gelenlerinden yirmidördü’nün cesetlerinin kör bir kuyuya atılmasını emretmişti. Daha sonra kuyunun başına gelerek “Siz Allah’a ve Resulullah’a itaat etseydiniz sevinirdiniz. Biz Rabbimizin bize vaadini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad etmiş olduğu azâbı gerçekleşmiş buldunuz mu?” buyurdu.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz “Yâ Resulellah!... Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu kokmuş cesetlere mi sesleniyorsun?” deyince şu sözü söylediler:
“Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim bu söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onların bana cevap vermeye güçleri yetmez.” (Buhari)