Konuya usul tarafından yaklaşılırsa daha doğru olacağı kanaatindeyim. Aşağıdaki yazıyı bıkkınlık göstermeden okur ve yorumunuzu yaparsanız memnun olurum. En azından sabah 1 saat boşuna yorulmamış olurum. Konu biraz daha uzun arzu ederseniz kalan kısmınıda ilave ederim. Eser EL MUVAFAKAT sh.250 ŞATİBİYE AİT (İSLAMİ İLİMLER METODOLOJİSİ)
Velilerdeki ilham, keşif ve kerametlerin bağlayıcılığına ilişkin usül bilgisi-1
Hz.Peygamber’in gerçek firaset, doğru ilham, açık keşif, sadık rüya gibi harikuladeliklerin gereği ile olmak üzere sakındırmada, müjdelemede, korkutmada ve teşvikte bulunduğu sabittir. Bu durumda, bu özelliklerinden birine sahip olan bir kimsenin de aynı şekilde davranması doğru bir davranış olacak; yaptığı iş meşruiyet dairesi dışında kalmış olmayacaktır. Ancak, gerekli şarta uymuş olması gerekecektir.
Hz.Peygamber sav. Bunun gereği ile olmak üzere emir, yasak, sakındırma, müjdeleme ve irşad yoluyla amelde bulunmuştur. Bunu yaparken de, bu hususun kendinse ait bir özellik olduğunu, ümmetinin böyle bir hususiyeti bulunmadığını bildirmemiştir. Bu da, bu konuda ümmetin de aynı hükümde olduğunu gösterir. Aynen, kendisinden sadır olan ve sadece kendisine has olduğuna dair bir delil bulunmayan diğer bütün davranışlarda olduğu gibi, bu konuda da durum aynı olacaktır. Buna delil olarak, ümmetine yönelik olarak vermiş oldukları müjdeleri yeterlidir. Bunlardan beklenen amaç sadece, hayırlı amellere atılmayı ve kötü işlerden de geri durmayı temin için müjdeleme ve korkutma olmaktadır.
Örnek olmak üzere şunları arz edebiliriz: Abdullah b.Ömer riyasında iki melek görmüş ve onlar “Namazı da çok kılsın, ne iyi adamsın, sen!” demişler. (Bunu Abdullah, Hafsa’ya anlatmış, Hafsa da Peygamberimize anlatmış ve) o “Eğer çokça gece namazı kılsa, Abdullah gerçekten Salih bir kuldur” buyurmuş. Ravi (Nafi), bundan böyle Abdullah’ın çokça gece namazı kılmaya devam ettiğini söylemiştir.
Hz.Peygamber sav. Ebu Zer’e: “Gerçek şu ki, ben seni zayıf görüyorum ve ben şüphesiz ki kendim için sevdiğimi senin için de severim. Sakın ola ki, iki kişi (de olsa) onların başına geçme, yetim malı idaresini üzerine alma” buyurmuştur. Salabe b.Hatıp, kendisine Allah’ın çok mal vermesi için dua etmesi ricasında bulunduğu zaman, “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” Buyurmuşlardır. Enes hakkında ise, “Allah’ım! Onun malını ve evladını çoğalt” buyurmuşlardır. Hz.Peygamber, çeşitli insanlara, kendilerinde bulunan firasete itimatla onlar için en üstün olan amelin ne olduğuna dair rehberlikte bulunmuştur. (Gabya vakıf olma esası üzerine buyurdukları da olmuştur) Bu cümleden olmak üzere: “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah fethi onun elinde müyesser kılacaktır” buyurmuş ve ertesi günü sancağı Hz.Ali’ye vermiş; Allah da fethi olun elinde nasip etmiştir. Osman b.Affan hakkında da: “Umulur ki, Allah sana bir gömlek giydirecektir; eğer onu çıkarmanı senden isterlerse, onu çıkarma” buyurmuştur. Bu örneklerde, faydalı tavsiyelerini gayba vukufiyeti üzerine bina etmiştir. Onların saçaklı yaygıları olacağını, her birinin sabah bir takım akşam ayrı bir takım elbise giyeceklerini, önlerine bir tabağın konulup öbürünün kaldırılacağını bildirmiş ve hadisin sonunda da: “Bugünkü halinizle siz, o gününüzden daha hayırlısınız” buyurmuşlardır. Muaviye’nin saltanatından bahsetmiş ve kendisine öğütte bulunmuştur. Ammar’ın asi bir topluluk tarafından öldürüleceğini bildirmiştir. Namazı vaktinden geri bırakacak emirlerin geleceğinden bahsetmiş ve sonra bu gibi durumlar karşısında nasıl yapacaklarını tavsiye etmiştir. Kendisinden sonra, başkalarının ashaba tercih edileceği bir zamanla karşılaşacaklarını ve (havuzda kendisiyle karşılaşıncaya kadar) sabırlı olmalarını salık vermiştir. Bu ve benzeri daha sayılamayacak kadar pek çok gayıptan bildirilmiş haber vardır ki, bunlar sayesinde imanlar pekişmiş, tasdik artmış, uyarma, müjdeleme vb. gibi faydalar gerçekleşmiştir.
Ashap da, bu gibi firaset, keşf, ilham ve uykuda bildirme gibi yollarla amelde buluna gelmiştir. Hz.Ebubekir'in: “Şüphesiz onlar iki erkek iki de kız kardeşlerindir.” Sözü, Hz.Ömer’in minberde: “Ya Sariya! Dağa! Dağa!” diye keşf yoluyla nasihatta bulunması; insanlara kıssa anlatmak isteyen bir kimseye “Korkarım, Süreyya’ya ulaşacak kadar şişersin” diyerek ona bu işi yasaklaması; rüyasını anlatan ve ay ile güneşin birbiriyle savaştıklarını gördüğünü söyleyen kimseye “Sen hangisiyle beraberdin?” diye sorması onun da “Ay ile” diye cevap verince; “Sen mahvedilmiş ayetle beraberdin; asla bir iş üstlenemezsin” demesi gibi.
Selef-i salihten ve ondan sonra gelen nesillerdeki alimlerden ve velilerden –Allah bizleri onlardan istifadeye muvaffak kılsın- bu türden nakledilebilecek pek çok vardır.
Ancak burada, bu tür şeylerin gerekleriyle amel edebilmek için aranan şart üzerinde durmamız gerekmektedir.
Yukarıda belirtilen keşif vb. gibi şeylerin dikkate alınıp, onlarla amel edilebilmesi için mutlaka şer’i bir hüküm ya da dini bir kaideye ters düşmemesi gerekmektedir. Dini bir kaide ya da şer’i bir hükmü ihlal eden bir şey haddizatında hak olan bir şey değildir; o ya hayaldir ya vehimdir ya da şeytanın ilkası (telkini) olmaktadır. Bunlar bazen içerisinde haktan unsur da taşıyabilir; bazen de haktan hiçbir şey taşımaz. Bun durumda bunların dikkate alınması doğru değildir; çünkü şer’an sabit olunan bir esasa ters düşmektedir. Şöyle ki; Hz.Peygamber’in getirmiş olduğu şeriat geneldir, özel değildir. Onun esasları bozulamaz; onun hükümleri altına girmeyen bir mükellefin olması düşünülemez. Durum böyle olunca, şu anda üzerinde durduğumuz kabilden olan ve şeriat tarafından konulmuş bulunan esaslara ters düşen her şey sakat ve batıl olacaktır.
Buna verilecek misallerden biri İbn Rüşd’e sorulan şöyle bir sorudur: Bir hakim, kendisine gelen bir davada, adaletleriyle bilinen iki şahidin şehadette bulunmasından sonra, rüyasında Hz.Peygamber’in kendisine “Bu şahitlikle hüküm verme; çünkü o batıldır” dediğini görürü. Bu durumda ne yapacaktır? İşte böylesi bir rüya, ne bir emir ve yasak; ne müjdeleme ve korkutma konusunda dikkate alınmayacaktır; çünkü şer’i kaidelerden birisiyle ters düşmekte ve şer’i bir hükmü ihlale uğratmaktadır. Bu türden olan diğer örneklerde de durum aynıdır. Hz.Ebubekir, bir adam öldükten sonra, görülen bir rüya üzerine onun vasiyetini yerine getirmiştir” şeklinden yapılan rivayet özel bir uygulamadır ve çeşitli ihtimalleri taşıdığı için genel bir kaideyi bozabilecek güçte değildir. Çünkü bu uygulamanın muhtemelen varislerin rızası üzerine gerçekleştirilmiş olması mümkündür ve böylece şer’i bir aslın ihlale uğraması söz konusu olmayacaktır.
Buna göre, bir kimse mükaşefe yoluyla belli bir suyun gasbedilmiş ya da necis olduğunu, ya da şu şahidin yalancı olduğunu vb. anlasa, açık bir gerekçe (sebep) olmadığı sürece, bu mükaşefe doğrultusunda amel etmesi doğru olmayacaktır; dolayısıyla böyle bir durumda asla su yok farz edilerek teyemmüm alınamayacak; şahidin şehadeti reddedilemeyecektir. Çünkü zahirde şeriatın getirdiği kurallar gereğince başka hükümler sabittir ve bu hükümler sadece mükaşefe veya firaset gibi şeylere dayanılarak terk edilemez. Nitekim aynı şekilde uykuda görülen riyaya da itimat edilemez. Eğer bunlar caiz olacak olsaydı, o takdirde zahirle hükmetme gerekçelerinin bulunmasına rağmen şer’i hükümlerin bunlarla bozulması caiz olurdu. Böyle bir netice asla sahih değildir.
Sahih’te şöyle gelmiştir: “Siz davalarınızı bana getiriyorsunuz ve huzurumda muhakeme oluyorsunuz. Belki içinizden bazıları kendisini daha iyi savunuyor ve ben de sonuçta işittiğim doğrultusunda (zahire göre) hükmediyorum..” Hz.Peygamber sav bu hadislerinde hükmü, işitilen şeylerin gereğine ve diğer şeylerin terkine bağlamıştır. Hz.Peygamber, kendisine arzedilen hükümlerin pek çoğunun aslına vakıf bulunuyor; onların haklı ya da haksız olduklarını biliyordu. Buna rağmen o, ancak ve ancak duyduğuna göre hükümde bulunuyor; bilgisi doğrultusunda hüküm vermiyordu. Bu husus hakimin kendi bilgisiyle (subjektif olarak) hükümde bulunmasının yasaklanmasına bir dayanak olmaktadır.
İmam malik, kendisinden meşhur olarak nakledilen görüşüne göre, hakimin, huzurunda kesin olarak yalancı oldukları bilinmeyen adil şahitlerin şehadette bulunması durumunda, kendi bilgisi aksine de olsa hüküm vermek zorunda olduğunu belirtmiştir. Çünkü, onların şehadetleri gereği hükümde bulunmazsa, kendi bilgisiyle hükmetmiş olacaktır. Hakimin bu bilgisi başka başka şeylerin de karışabileceği harikuladeliklerden değil, hiç kuşku içermeyen adetlerden çıkarılmıştır. Hakimin kendi bilgisine dayanarak hükümde bulunabileceği görüşünde olanlarda, nihayet görüşlerini yine harikuladeliklerden değil, adetlerden elde edilen bir bilgi üzerine kurmaktadırlar. Bu yüzden Hz.Peygamber, kendisi en büyük hüccet olduğu halde, şahsi bilgisine dayanarak hüküm vermede bulunmamıştır. Devam edecek…