Niçin Mürşid-i Kamil'e ihtiyaç vardır...

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Velilere de gayb bildirilirken önüne arkasına koruyucular konuyor mu? Bu sorum sana çünkü bu senin iddian.
Nasıl bir akıl yürütmeyle bu sonucu çıkardın(velilere de gaybın bildirildiği sonucunu) gerçekten merak ettim.Şu ayetlerde ilgimi çekti.


Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri Maarif adlı eserinde şöyle buyurmuştur:

'Bir de öyle bir makama erişmiş veli vardır ki, doğrudan doğruya arada Kur'an ve Hadis vasıta olmaksızın hareket eder. Bu, evvelkinden de nadirdir. Evvelki makamda bulunan veliyi herkes ittifak ile kabul eder ve onu bulur, görüşür, konuşur. Fakat bu ikinciyi kimse anlayamaz.' (syf.257)
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Müeyyedüddin Mahmud el-Cendi -kuddise sırruh- Hazretleri aynı adlı eserinde:

'Onlar resullerden ve nebilerden olan velilerin daha da üzerinde bulunan enbiyaü'l-evliya; yani Peygamberler gibi olan veliler'dir. İyi anla...' buyuruyor. (142a yaprağı)
 

Red Baron

Aktifleşmemiş
Katılım
11 Eyl 2007
Mesajlar
189
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri Maarif adlı eserinde şöyle buyurmuştur:

'Bir de öyle bir makama erişmiş veli vardır ki, doğrudan doğruya arada Kur'an ve Hadis vasıta olmaksızın hareket eder. Bu, evvelkinden de nadirdir. Evvelki makamda bulunan veliyi herkes ittifak ile kabul eder ve onu bulur, görüşür, konuşur. Fakat bu ikinciyi kimse anlayamaz.' (syf.257)

İslamda bütün insanların eşit olduğuna inanıyorum.Peygamberler bile bizim gibi beşerdirler,onlarda bizim sorumlu olduğumuz gibi sorumludurlar.Peygamberimize sorulan soruları O'da Kurana göre cevaplıyordu.Kuranı aşan bir makam bilmiyorum.

Bahsettiğiniz "Kimsenin anlıyamayacağı VELİ 'i " ben hiç anlıyamam,o beni ilgilendirmez.

Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri ...
Ben bu zatı bilmiyorum,kitaplarını da okumadım.Her kitabı okuyup onu değerlendirmeye (doğru mu yanlış mı ) ömrümüz yetmez.

Özetle hepimizin kabul edeceği,İslamın kitabı Kuran üzerinden iddialarımızı delillendirsek daha doğru, daha pratik olmaz mıydı?
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Allah-u Teala bu sırr-ı ilahi'yi dilediğine bildirir. Onlar bunu biliyorlar. Amma isterse açıklarlar, isterse açıklamazlar.

Nitekim Ayet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisin kimseye göstermez." (Cin:26)

"Ancak razı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar." (Cin:27)

Allah dilediği kuluna, dilediği kadarını bildirir. Onun haricinde mahlukun Hakk'a ait bilgisi olmaz.

Allah-u Teala Nebi'ye vahiy vasıtasıyla Veli'ye ise ilham vasıtasıyla dilediğini ilka eder. Muallimi Allah-u Teala olduğu için ona O öğretiyor.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretlerinden rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"Sizden önce gelip geçen ümmetler içinde Allah-u Teala tarafından kendilerine ilham olunan insanlar vardır.
Eğer ümmetim içinde de böyle bir kimse varsa, o da şüphesiz ki Ömer'dir." (Buhari)

İlhamdan hasıl olan ilme Ledün ilmi denir.

Bu husus Hazreti Ömer -radiyallahu anh- Efendimize şamil olduğu gibi, ümmet-i Muhammed'in arasında da böylelerinin bulunacağına işarettir.


İlham; Kalbe gelen his tir.

Kalbe gelen his; melekii de olabilir, şeytaanii de olabilir.

İlham, BİLGİ içerir. Yani bir manası bir anlamı bir mesajı olmalıdır.
İnsan bu kalbine gelen hissi yanlışta anlayabilir, doğru da.

İlham; ZAN dır. Zanna göre hükmetmek ise caiz değildir.
Kesin Bilgi Allahın yolladığı VAHİY dir.


Rasuller hariç hiçbir insanın kalbi, Allah tarafından 24 saat gözetimde değildir, olamazda aksini iddia eden ya İslam dinine hiç girmemiştir yada "ortak koşarak iman eden" lerdendir.

İslam dinin tamamlandığını söyleyen Rabbimize inatla "Allahtan DİN ADINA, İLHAM/BİLGİ/VAHİY" aldığını iddia edenler bu ümmetin bölücüleridir

ayettede belirtiği gibi inanç birliğini yıkarak gruplara ayrılmıştır ve her grup kendi bulduğu doğru uzerine yasamaya devam etmiştir




"Ancak razı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar." (Cin:27)


allah gaybın bilgisini ayettede geçtiği gibi sadece ve sadece ama iyi anlayın diye vurguluyorum SADECE nebi ve resullere oda sadece bildirmek istediği kadarını bildirir

sen bu ayete velileri katarak ayeti çarpıtıyorsun ekleme yapıyorsun. allahtan korkan bir insan böyle yapmaz kendini musluman olarak gören resulü nebisi kuranı kitabı olarak gören bir müslüman böyle yapmaz böyle yaptığı taktirde allahın gazabına ugrayacagı apacıktır


allah nebisine bile kurana ekleme yapsaydı sah damarını koparırdık ayeti dururken

insanların haklı cıkayım diye yaptıklarını elbetteki allah görüryor ve duyoyordur

bu tür iftiralardan tövbe etmeli ve allahın kuranda isimlendirdiği müslümanlardan

ve müslümanlara yüklenilen görevi yine kuran ve sünnet ışığında yasamalıyız

kurtulus budur .
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Konuya usul tarafından yaklaşılırsa daha doğru olacağı kanaatindeyim. Aşağıdaki yazıyı bıkkınlık göstermeden okur ve yorumunuzu yaparsanız memnun olurum. En azından sabah 1 saat boşuna yorulmamış olurum. Konu biraz daha uzun arzu ederseniz kalan kısmınıda ilave ederim. Eser EL MUVAFAKAT sh.250 ŞATİBİYE AİT (İSLAMİ İLİMLER METODOLOJİSİ)

Velilerdeki ilham, keşif ve kerametlerin bağlayıcılığına ilişkin usül bilgisi-1

Hz.Peygamber’in gerçek firaset, doğru ilham, açık keşif, sadık rüya gibi harikuladeliklerin gereği ile olmak üzere sakındırmada, müjdelemede, korkutmada ve teşvikte bulunduğu sabittir. Bu durumda, bu özelliklerinden birine sahip olan bir kimsenin de aynı şekilde davranması doğru bir davranış olacak; yaptığı iş meşruiyet dairesi dışında kalmış olmayacaktır. Ancak, gerekli şarta uymuş olması gerekecektir.

Hz.Peygamber sav. Bunun gereği ile olmak üzere emir, yasak, sakındırma, müjdeleme ve irşad yoluyla amelde bulunmuştur. Bunu yaparken de, bu hususun kendinse ait bir özellik olduğunu, ümmetinin böyle bir hususiyeti bulunmadığını bildirmemiştir. Bu da, bu konuda ümmetin de aynı hükümde olduğunu gösterir. Aynen, kendisinden sadır olan ve sadece kendisine has olduğuna dair bir delil bulunmayan diğer bütün davranışlarda olduğu gibi, bu konuda da durum aynı olacaktır. Buna delil olarak, ümmetine yönelik olarak vermiş oldukları müjdeleri yeterlidir. Bunlardan beklenen amaç sadece, hayırlı amellere atılmayı ve kötü işlerden de geri durmayı temin için müjdeleme ve korkutma olmaktadır.

Örnek olmak üzere şunları arz edebiliriz: Abdullah b.Ömer riyasında iki melek görmüş ve onlar “Namazı da çok kılsın, ne iyi adamsın, sen!” demişler. (Bunu Abdullah, Hafsa’ya anlatmış, Hafsa da Peygamberimize anlatmış ve) o “Eğer çokça gece namazı kılsa, Abdullah gerçekten Salih bir kuldur” buyurmuş. Ravi (Nafi), bundan böyle Abdullah’ın çokça gece namazı kılmaya devam ettiğini söylemiştir.

Hz.Peygamber sav. Ebu Zer’e: “Gerçek şu ki, ben seni zayıf görüyorum ve ben şüphesiz ki kendim için sevdiğimi senin için de severim. Sakın ola ki, iki kişi (de olsa) onların başına geçme, yetim malı idaresini üzerine alma” buyurmuştur. Salabe b.Hatıp, kendisine Allah’ın çok mal vermesi için dua etmesi ricasında bulunduğu zaman, “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” Buyurmuşlardır. Enes hakkında ise, “Allah’ım! Onun malını ve evladını çoğalt” buyurmuşlardır. Hz.Peygamber, çeşitli insanlara, kendilerinde bulunan firasete itimatla onlar için en üstün olan amelin ne olduğuna dair rehberlikte bulunmuştur. (Gabya vakıf olma esası üzerine buyurdukları da olmuştur) Bu cümleden olmak üzere: “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah fethi onun elinde müyesser kılacaktır” buyurmuş ve ertesi günü sancağı Hz.Ali’ye vermiş; Allah da fethi olun elinde nasip etmiştir. Osman b.Affan hakkında da: “Umulur ki, Allah sana bir gömlek giydirecektir; eğer onu çıkarmanı senden isterlerse, onu çıkarma” buyurmuştur. Bu örneklerde, faydalı tavsiyelerini gayba vukufiyeti üzerine bina etmiştir. Onların saçaklı yaygıları olacağını, her birinin sabah bir takım akşam ayrı bir takım elbise giyeceklerini, önlerine bir tabağın konulup öbürünün kaldırılacağını bildirmiş ve hadisin sonunda da: “Bugünkü halinizle siz, o gününüzden daha hayırlısınız” buyurmuşlardır. Muaviye’nin saltanatından bahsetmiş ve kendisine öğütte bulunmuştur. Ammar’ın asi bir topluluk tarafından öldürüleceğini bildirmiştir. Namazı vaktinden geri bırakacak emirlerin geleceğinden bahsetmiş ve sonra bu gibi durumlar karşısında nasıl yapacaklarını tavsiye etmiştir. Kendisinden sonra, başkalarının ashaba tercih edileceği bir zamanla karşılaşacaklarını ve (havuzda kendisiyle karşılaşıncaya kadar) sabırlı olmalarını salık vermiştir. Bu ve benzeri daha sayılamayacak kadar pek çok gayıptan bildirilmiş haber vardır ki, bunlar sayesinde imanlar pekişmiş, tasdik artmış, uyarma, müjdeleme vb. gibi faydalar gerçekleşmiştir.

Ashap da, bu gibi firaset, keşf, ilham ve uykuda bildirme gibi yollarla amelde buluna gelmiştir. Hz.Ebubekir'in: “Şüphesiz onlar iki erkek iki de kız kardeşlerindir.” Sözü, Hz.Ömer’in minberde: “Ya Sariya! Dağa! Dağa!” diye keşf yoluyla nasihatta bulunması; insanlara kıssa anlatmak isteyen bir kimseye “Korkarım, Süreyya’ya ulaşacak kadar şişersin” diyerek ona bu işi yasaklaması; rüyasını anlatan ve ay ile güneşin birbiriyle savaştıklarını gördüğünü söyleyen kimseye “Sen hangisiyle beraberdin?” diye sorması onun da “Ay ile” diye cevap verince; “Sen mahvedilmiş ayetle beraberdin; asla bir iş üstlenemezsin” demesi gibi.

Selef-i salihten ve ondan sonra gelen nesillerdeki alimlerden ve velilerden –Allah bizleri onlardan istifadeye muvaffak kılsın- bu türden nakledilebilecek pek çok vardır.

Ancak burada, bu tür şeylerin gerekleriyle amel edebilmek için aranan şart üzerinde durmamız gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen keşif vb. gibi şeylerin dikkate alınıp, onlarla amel edilebilmesi için mutlaka şer’i bir hüküm ya da dini bir kaideye ters düşmemesi gerekmektedir. Dini bir kaide ya da şer’i bir hükmü ihlal eden bir şey haddizatında hak olan bir şey değildir; o ya hayaldir ya vehimdir ya da şeytanın ilkası (telkini) olmaktadır. Bunlar bazen içerisinde haktan unsur da taşıyabilir; bazen de haktan hiçbir şey taşımaz. Bun durumda bunların dikkate alınması doğru değildir; çünkü şer’an sabit olunan bir esasa ters düşmektedir. Şöyle ki; Hz.Peygamber’in getirmiş olduğu şeriat geneldir, özel değildir. Onun esasları bozulamaz; onun hükümleri altına girmeyen bir mükellefin olması düşünülemez. Durum böyle olunca, şu anda üzerinde durduğumuz kabilden olan ve şeriat tarafından konulmuş bulunan esaslara ters düşen her şey sakat ve batıl olacaktır.

Buna verilecek misallerden biri İbn Rüşd’e sorulan şöyle bir sorudur: Bir hakim, kendisine gelen bir davada, adaletleriyle bilinen iki şahidin şehadette bulunmasından sonra, rüyasında Hz.Peygamber’in kendisine “Bu şahitlikle hüküm verme; çünkü o batıldır” dediğini görürü. Bu durumda ne yapacaktır? İşte böylesi bir rüya, ne bir emir ve yasak; ne müjdeleme ve korkutma konusunda dikkate alınmayacaktır; çünkü şer’i kaidelerden birisiyle ters düşmekte ve şer’i bir hükmü ihlale uğratmaktadır. Bu türden olan diğer örneklerde de durum aynıdır. Hz.Ebubekir, bir adam öldükten sonra, görülen bir rüya üzerine onun vasiyetini yerine getirmiştir” şeklinden yapılan rivayet özel bir uygulamadır ve çeşitli ihtimalleri taşıdığı için genel bir kaideyi bozabilecek güçte değildir. Çünkü bu uygulamanın muhtemelen varislerin rızası üzerine gerçekleştirilmiş olması mümkündür ve böylece şer’i bir aslın ihlale uğraması söz konusu olmayacaktır.

Buna göre, bir kimse mükaşefe yoluyla belli bir suyun gasbedilmiş ya da necis olduğunu, ya da şu şahidin yalancı olduğunu vb. anlasa, açık bir gerekçe (sebep) olmadığı sürece, bu mükaşefe doğrultusunda amel etmesi doğru olmayacaktır; dolayısıyla böyle bir durumda asla su yok farz edilerek teyemmüm alınamayacak; şahidin şehadeti reddedilemeyecektir. Çünkü zahirde şeriatın getirdiği kurallar gereğince başka hükümler sabittir ve bu hükümler sadece mükaşefe veya firaset gibi şeylere dayanılarak terk edilemez. Nitekim aynı şekilde uykuda görülen riyaya da itimat edilemez. Eğer bunlar caiz olacak olsaydı, o takdirde zahirle hükmetme gerekçelerinin bulunmasına rağmen şer’i hükümlerin bunlarla bozulması caiz olurdu. Böyle bir netice asla sahih değildir.

Sahih’te şöyle gelmiştir: “Siz davalarınızı bana getiriyorsunuz ve huzurumda muhakeme oluyorsunuz. Belki içinizden bazıları kendisini daha iyi savunuyor ve ben de sonuçta işittiğim doğrultusunda (zahire göre) hükmediyorum..” Hz.Peygamber sav bu hadislerinde hükmü, işitilen şeylerin gereğine ve diğer şeylerin terkine bağlamıştır. Hz.Peygamber, kendisine arzedilen hükümlerin pek çoğunun aslına vakıf bulunuyor; onların haklı ya da haksız olduklarını biliyordu. Buna rağmen o, ancak ve ancak duyduğuna göre hükümde bulunuyor; bilgisi doğrultusunda hüküm vermiyordu. Bu husus hakimin kendi bilgisiyle (subjektif olarak) hükümde bulunmasının yasaklanmasına bir dayanak olmaktadır.

İmam malik, kendisinden meşhur olarak nakledilen görüşüne göre, hakimin, huzurunda kesin olarak yalancı oldukları bilinmeyen adil şahitlerin şehadette bulunması durumunda, kendi bilgisi aksine de olsa hüküm vermek zorunda olduğunu belirtmiştir. Çünkü, onların şehadetleri gereği hükümde bulunmazsa, kendi bilgisiyle hükmetmiş olacaktır. Hakimin bu bilgisi başka başka şeylerin de karışabileceği harikuladeliklerden değil, hiç kuşku içermeyen adetlerden çıkarılmıştır. Hakimin kendi bilgisine dayanarak hükümde bulunabileceği görüşünde olanlarda, nihayet görüşlerini yine harikuladeliklerden değil, adetlerden elde edilen bir bilgi üzerine kurmaktadırlar. Bu yüzden Hz.Peygamber, kendisi en büyük hüccet olduğu halde, şahsi bilgisine dayanarak hüküm vermede bulunmamıştır. Devam edecek…
 

CENDEL

Asistan
Katılım
5 Nis 2007
Mesajlar
424
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.cendel.blogcu.com
Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri Maarif adlı eserinde şöyle buyurmuştur:

'Bir de öyle bir makama erişmiş veli vardır ki, doğrudan doğruya arada Kur'an ve Hadis vasıta olmaksızın hareket eder. Bu, evvelkinden de nadirdir. Evvelki makamda bulunan veliyi herkes ittifak ile kabul eder ve onu bulur, görüşür, konuşur. Fakat bu ikinciyi kimse anlayamaz.' (syf.257)

Müeyyedüddin Mahmud el-Cendi -kuddise sırruh- Hazretleri aynı adlı eserinde:

'Onlar resullerden ve nebilerden olan velilerin daha da üzerinde bulunan enbiyaü'l-evliya; yani Peygamberler gibi olan veliler'dir. İyi anla...' buyuruyor. (142a yaprağı)

Bu anlayış tüm tarikatlerde varmı ?

Bide buna günümüzde yaşayan biriyle örnek verebilirmisiniz ?
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
peygamberlerden üstün veliler iddiası batıldır.

filancayı öveceğim derken kaş yaparken göz çıkarmaktan başka birşey değildir.

her dönemin buna benzer safsata sözleri olmuştur. şeriata uymayan her tarikat anlayışı batıl ve butlandır. ölçü şeriattır. tarikatı şeriata giydireceğiz, şerıatı tarikata göre kesip biçmeyeceğiz...

bu zamanda hakkında bu kadar konuşulan tarikatların ekserisinden bir tane bile yetişmiş insan bulabilmek hakikatte nadirattandır. öyleyse

luzumsuz ve boş işler vesselam bu işin laflaşmasında zaman geçirmek...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Millet ne deeeeeeeeer ? Hakikat ne der ?

peygamberlerden üstün veliler iddiası batıldır.
filancayı öveceğim derken kaş yaparken göz çıkarmaktan başka birşey değildir.
luzumsuz ve boş işler vesselam bu işin laflaşmasında zaman geçirmek...

Millet ne deeeeeeeeer ? Hakikat ne der ?
Bilmez ki sorsun, bilse sorardı.Sormaz ki bilsin ,sorsa bilirdi !!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Ama nerde böyle hakikatleri bir araştırıcı ??????


İşte bir insan kendisini her şeyden haber dar olduğunu ve her şeyi bildiğini zannederse böyle şeyler söyleyebilir. Peki ya, hakikat nasıldır. Ve böyle bir iddia gerçekte nedi,r ?
Hep beraber büyük zatların bu tür ifadeleri ne anlama geliyor okuyalım. :

Allah-u Tealâ'nın Sevgililerinin İfşaatlarına ait İzah ve Açıklamalar :
Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtemü’l-evliyâ hakkındaki asılsız düşünceleri izâle etmek için “Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinde şöyle buyurmuştur:
“Şimdi sen Allah erlerinden birinin: ‘Velâyet nübüvvetten yüksektir!’ dediğini, veyâ ondan böyle bir rivâyet nakledildiğini işitirsen, bil ki o ancak bizim söylediğimiz bu hakîkati kastetmiştir. Hattâ onlardan birinin: ‘Velî, nebî ve resûlden üstündür!’ dediğini de işitirsen, o bu sözüyle tek bir şahsı murâd etmiştir. Çünkü o şahsın nebî ve resûl olması cihetiyle işgâl ettiği makamdan, (onun) velî olması cihetiyle işgâl ettiği mertebe daha tam ve kâmildir. Yoksa nebîye bağlı olan velî hiçbir zaman nebîden yüksek değildir. Zirâ tâbî olan kimse, tâbî bulunduğu şeyde aslâ tâbî olunanı geçemez. Eğer tâbî olan, tâbî olunanı geçebilseydi tâbî olmazdı. Bunu iyi anla!..(“Fusûsu’l-Hikem”, s. 177-178)
Hâtemü’l-enbiyâ’dan üstün olması aslâ mümkün değildir, zîrâ o ona tâbîdir. Bu üstünlük ise diğer bâzı peygamberlere âittir.
Onun “velâyet”i doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın “velâyet”idir. Resulullah Aleyhisselâm’ın “velâyet”inin üstünde hiçbir “velâyet” olmadığı için, diğer peygamberlerin velâyeti dahi ondan aşağı kalıyor. Çünkü o, onun “velâyet”idir. “Risâlet” ve “nübüvvet” kesilmiştir, peygamberlerin devri kapanmıştır. Amma o yol durduğu için onu o yola sürmüştür, peygamber vekâletini o yürütür.
Abdülkâdir-i Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhü’l-Gayb” adlı eserinde buyurur ki:
“O resûl ve nebîlerin vekîlidir, peygamberler bunu vekil etmişlerdir.” (“Fütûhü’l-Gayb”, 33. Makâle)
Onların vazîfeleri bitti, onlar çekildiler ve onların vazîfesini o yapacak, onları aratmayacak!..
“Nübüvvet”in üstünde hiçbir rütbe olamayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük bir şeref tasavvur edilemez!..
Nitekim İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri de şöyle buyurmuşlardır:
“Bu zât, geçmiş ümmetlerdeki ulü’l-azm peygamberlerin işini görür.” (“Mektûbât”, 234. Mektup)
Bunun sebeb-i hikmeti şudur ki; o zamanlar ümmet az idi, hedef küçüktü, günümüzde ise insanlar çoğaldı, hedef büyüdü. Fakat onun “Nûr”u, yağan karların erimesine vesîle oldu!..
Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem Şerhi”nde Hâtemü’l-evliyâ’nın; Hâtemü’l-enbiyâ Aleyhisselâm’ın mertebesine, zâtına, hâline, ahlâkına ve yaptıklarının hepsine tâbî olan en kâmil vâris
olduğunu beyân ederek şöyle buyurmuştur:
“Hâtemü’l-velî, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in mertebesine, zâtına, hâline, ahlâkına ve yaptıklarının hepsine tâbî olan vâristir.” (“Kitâbu Şerhü’l-Fusûs li’ş-Şeyh Müeyyedüddîn el-Cendi”, Şehid Ali Paşa, nr. 1240, vr. 136b)
Allah-u Teâlâ asırlar önce bu zevât-ı kirâm’a esrârını duyurmuş... Yoksa bu sırlar, gösterilmedikçe bilinecek şeyler değildir!..
Yâni sanmayın ki size bildirilenlerin hepsi bildirilmiştir! Tek kelime ile onun ahlâkı ile ahlâklanacak, tabiatı ile tabiatlanacak. O’nun ahlâkı da Hazret-i Kur’an olduğuna göre, o yolda yürüten Sâhibim’e sonsuz şükürler olsun!..
Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye”de yer alan bir ifşaatında, bu “Hâtemü’l-velâye”nin Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir.
Buyururlar ki:
“Velâyet-i Muhammediyye’nin Hâtem’i bu Arap soyundan bir kişidedir ki, o bu milletin en asillerinden bir zâttır.” (“Fütûhâtü’l-Mekkiyye”, s. 214, trc. S. Alpay)
Diğer bir beyanları ise şöyledir:
“İşte bu sona getirecek ve bizim beklediğimiz Mehdî değildir. Bu ancak kendi ehl-i beytinden olacak birisidir.” (“Fütûhâtü’l-Mekkiyye”, s. 216)
Bütün bu lütuflar İlâhî hüküm ve takdirdir, mahlûkun bunda hiçbir dahli ve hükmü yoktur. Ona âit hiçbir şey yoktur, hüküm Allah-u Teâlâ’nındır. Mahlûk hükümsüzlüğünü bilmeli, O’nun takdîrine râzı olmalıdır. O murâd ettiğini yapar, nefis hiçbir zaman pâye almamalıdır.
Gerçekten hükümsüzüm. Hayatta ne bulduysam hep aşağıda buldum, hiçlikte ve hükümsüzlükte buldum; yukarıda hiçbir şey bulamadım. Var olan O’dur; yaratır, yaşatır, öldürür, diriltir, amma senin bir yumurta kadar hükmün yoktur. Bu nokta çok mühimdir.
Daha önceki sohbetlerimizde Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin bir beyanını arzetmiştik.
Buyurur ki:
“Kemâlin gâyesine ulaşıp da O’nu tevhîd eden, kâinat mertebesinde O’nun vahdâniyyet’ini müşâhade eden; isimlerin ve sıfatların bilinmesiyle ilgili ilimlere sâhip olup Tevhîd’in nihâyetine eren kimse düşünceye sığmaz!” (“Risâletü’l-Kudsiyye”, vr. 78b)
Allah-u Teâlâ onda tecellî ettiği zaman, kendisine yaklaştırıp kapıyı araladığı zaman, ona neyi verdiğini herhangi bir kimsenin bilmesi mümkün değildir.
Bu iki kandil üzerinde akıl yürütmeyin, herhangi bir mütâlâa yapmayın! Allah-u Teâlâ bu iki kandili yarattığı zaman, o kandillere neler koyduğunu yalnız O bilir, başka bir kimse bilmez. O öyle murâd etmiş, ezelden öyle takdîr etmiştir; Hâtemü’n-nebî’yi de, Hâtemü’l-velî’yi de Âdem Aleyhisselâm’dan evvel yaratmıştır. Bu lütuf mahlûka âit değildir, bir bilgi ve ilgi dâhilinde hiç değildir. Beşerî akılla idrâk edilemez, burada ilim yürütülemez. Niçin? Allah-u Teâlâ’nın ne koyduğunu kimse bilmediği için!..
Bu noktada size bir husûsu hatırlatalım:
İbrâhim Aleyhisselâm’ın ilk eşi olan Hazret-i Sâre Vâlidemiz’in hiç çocuğu olmuyordu, yaşı da hayli ilerlemişti. Ümîdi olamamakla beraber kendisi de Allah-u Teâlâ’dan bir çocuk istirhâmında bulunup duruyordu.
Dilerse dilediğini dilediği şekilde gerçekleştiren Allah-u Teâlâ, Hazret-i Sâre’ye bir evlât lütfetmeyi diledi. Melekler genç ve güzel birer erkek sûretine girerek İbrâhim Aleyhisselâm’a misâfir oldular ve İshâk adında bir oğlu olacağını müjdelediler.
Hazret-i Sâre Vâlidemiz de bu hiç beklenmedik sevinçli haberi duyar duymaz, beşer olması hasebiyle titremeye başlamış, âdetâ kendinden geçmişti.
Melekler ise:
“Allah’ın işine mi şaşıyorsun?” dediler. (Hûd: 73)
Bu Âyet-i kerime çok mühimdir. Her şey O’nun hükmüne dayanır. Bu gibi işlere sakın şaşmayın! Bu O’nun işidir, O’nun hükmüdür, şaşmamak lâzımdır. O nasıl murâd ettiyse öyle oluyor, O nasıl takdir ettiyse o husûle geliyor.
Allah-u Teâlâ bir kulunu kurtaracaksa, varlığına âit olan bütün hassaları atar, ona kendi lûtfunu koyar. O’nunla konuştuğu zaman nefsin hükmü kalmaz; “Sâhib’im bunu lütfetti!” der. Bu böyledir, artık Allah-u Teâlâ onun nefsine hükmettirmez.





 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Kur'an'ı kerimdeki ayetleri değerlendirdiğiniz zaman lütfen bir usul okuyun.
cımbızla çekip ayetlere istediklerinizi söyletmeyin.
siyak sibak ilişkisi nerede
ayeti yorumlarken peygamberlerin özel hususiyetleri nerede
dolayısıyla kuranın peygamber kıssalarından verdiği örneklemelerin amacı nerede
ayet ile vakıa arasındaki ilişki nerede
İsmail Cerrahoğlunun tefsir usulü- tefsir tarihi
suat yıldırımın hz.peygamberin tefsir usulünü okuyunda ondan sonra ayetler hakkında konuşabilecekmisiniz görelim.
tasavvufuda alıntı yazılarla katlettiniz sanırım. Vesselam
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Asılan yazıda şahsımıza ait bir cümle yoktur.
Hepsi büyük şahsiyetlerin beyanlarıdır.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
<SPAN class=font81><SPAN style="FONT-FAMILY: Arial">Şanı büyük Allah mealen buyuruyor ki:
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Ben dikkatinizi usul kitaplarına çekmek istiyorum:
bu yazıları ulu orta yazdığınız zaman itirazlarla birlikte küfürle ithama kadar iş götürülüyor. İsmail cerrahoğlu tefsir usulünde 20 den fazla madde sıralıyor.
yine tefsir tarihinde tefsirin islam tarihindeki işlenme biçimi ele alınıyor ve her dönemin aliminin öncelikleri ele alınıyor. yine suat yıldırımın eserinde ayetlerin tefsirinde önceliğin Hz.Peygambere ait olduğunu ve dolayısıyla çok yönlü bir hadis bilgisi ve usulünden bahsediliyor. artık akaid usulünü falan söylemiyorum. ama şurası bir hakikat velilerin sözlerinin nasıl algılandığına dikkat etmemiz gerekiyor. bir usul yazısı yazdım takip ettinizmi bilmiyorum, devam da edebilirim çünkü yarım kaldı. eser kıymetli bir şahsa ait. islam tarihinde bilinen ve değer verilen ŞATIBİ'ye ait . ayrıca şu an içinde günümüz tasavvuf ekollerine hitaben hergün sitede yayınlamaya çalıştığım TASAVVUF/TARİKAT USULÜNE FARKLI BİR YAKLAŞIM isimli bir konum var. (incelemenizi umarım) amacım tasavvufu yermek değil. ama Kur'an ve Sünnet perspektifinden bakmazsanız olaya sıkıntılar doğacaktır. Vesselam
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
PEKİ BU FORUMDA HİÇ BİR YERE BAĞLI DEĞİLİM DİYENLER ACABA Niçin Mürşid-i Kamil'e ihtiyaç vardır... ANLAMINI BİLMİYORLARMI ???
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
<SPAN class=font81><SPAN style="FONT-FAMILY: Arial">Şanı büyük Allah mealen buyuruyor ki:


De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun! Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir.” (Ali İmran: 31)




İnkarcılardan öyleleri vardır ki, Allah'ın dostu olduklarını söylerler. Gerçekte ise, bu dostluktan fersah fersah uzaklardadırlar. Tersine, Allah'ın düşmanlığını kazanmışlardır.

<SPAN class=font81>Münafıklar da böyledir. Zahirde Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur, tevhid kelimesini söylerler. Fakat gerçekte, içlerinden bunun aksine inanmışlardır. Mesela, içlerinden;
Allahın resulünün itaatkar bir melek olması gerekir, yahut Hz. Muhammed sadece ümmilere, gönderilmiş bir peygamberdir ve kitap ehline gönderilmemiştir.” dedikleri halde, dışlarında itikadlarını saklarlar. Yahudi ve Hıristiyanlar böyle olan topluluklardır. Sözleri şudur


O insanların sadece avam kısmına elçi olarak gönderilmiştir, Allah'ın veli kullarına değil. Zira velilerin elçilere ihtiyaçları yoktur. Onların tanrıya gidecekleri özel yolları vardır. Nitekim, kendine has bir yoldan Allah'a giden Hızır'ın da Musa'ya ihtiyacı yoktu
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Bir yere bağlılığın insanı gözü kör, kulağı sağır etmemesi gerekir. Tarikat meşreplerinin de İslami hareket fıkhına uygun çözümler üretmesi ve İslam'ın yaşanmasında ve tebliğinde kendine düşen görevi yapması icabeder. Ben şahsen bir yere bağlıyım. ama kendimi ifade ederken bütünü kapsayacak şekilde Ben islam cemaatine üyeyim diyorum. ci, cu olmak ayrılık ve parçalanma getirmedimi bu ülkede. Vesselam
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun! Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici ve çok merhamet sahibidir.” (Ali İmran: 31)




İnkarcılardan öyleleri vardır ki, Allah'ın dostu olduklarını söylerler. Gerçekte ise, bu dostluktan fersah fersah uzaklardadırlar. Tersine, Allah'ın düşmanlığını kazanmışlardır.

<SPAN class=font81>Münafıklar da böyledir. Zahirde Müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur, tevhid kelimesini söylerler. Fakat gerçekte, içlerinden bunun aksine inanmışlardır. Mesela, içlerinden;
Allahın resulünün itaatkar bir melek olması gerekir, yahut Hz. Muhammed sadece ümmilere, gönderilmiş bir peygamberdir ve kitap ehline gönderilmemiştir.” dedikleri halde, dışlarında itikadlarını saklarlar. Yahudi ve Hıristiyanlar böyle olan topluluklardır. Sözleri şudur


O insanların sadece avam kısmına elçi olarak gönderilmiştir, Allah'ın veli kullarına değil. Zira velilerin elçilere ihtiyaçları yoktur. Onların tanrıya gidecekleri özel yolları vardır. Nitekim, kendine has bir yoldan Allah'a giden Hızır'ın da Musa'ya ihtiyacı yoktu

Sıddıklık (Bütün Kalbini, Sırrını, İçini ve Dışını Allah Rasulüneteslim etmek.) Mertebesi, Muhaddeslik (Kalbine ve derunune bir şey ilham edilmek.) Mertebesinden Çok Yukarıdadır.
Bir veli de, kalbine doğan her şeye itimad etmemelidir. Şeri ölçülerin mihenginden geçirmeden, kalbine doğanları gerçek kabul edip, piyasaya sürmemelidir. İçine doğan ilhamı, önüne çıkan olayları, Allah Resulünün getirdiği prensiplere arzetmelidir. Bu prensiplere uyanları kabul etmeli, uymayanları ise reddetmelidir. Eğer tereddüde düşerse Allah'a havale etmelidir. Yani, ne red ve ne de kabul etmelidir.<SPAN style="FONT-SIZE: 14pt">
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İmam-ı Rabbani hz.lerinin hayatını okudum baştan sona tevhid ve cihad var. kendi dönemindeki tarikat meşreplerini birleştirmiş ayrıca bidatlerden de temizlemiş. ekber şaha karşı olan mücadelesini bir okuyun lütfen.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin mektupları (bana öyle geliyor) tevhidi içeriklerle dopdolu ve insanı aynen Seyyid Kutupun fizilalini okuduğunuz gibi etkiliyor ve hareketlendiriyor.
Şeyh şamil in müridlerine ençok yaptırdığı ölüm rabıtası . bu onları şehitliğe hazırlıyor. kadiri olmasıda ayrı bir hareketlilik. Vesselam
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
el karia kardeşim sizin mesajlarınız tam çıkmıyor herhalde. vesselam
 
Üst