ömerusta şu yazımı hele bir oku ve ona göre düşün!Dikkat et İslam'a hem içeriden hemde dışarıdan saldırıyorlar.Sinsi İslam düşmanlar çoktur.Sen imanını kurtarmaya bak!"Acabalarla" cennete gidemezsin!
Senin küfre girmeni asla arzu etmem.Ahiretini mahf etmemeye gayret et!.O kafirlerin Kur'an hakkında verdikleri yalan yanlışlara sakın aldanma!.Onlar kendi tercüme ettirdikklerini çarptırıyorlar, hepsi bu!..
Allah'ın Kitâbı ve Rasûlünün Sünneti olmadan İslâm dininin esaslarını nasıl öğrenilebiliriz ki?..
Yüce Allah'ın Kitâbı, Allah Rasûlünün ve kendi dilleriyle Kur'an'ın nâzil olduğu Ashâb-ı Kirâm'ın tefsir ettiği şekilden başka türlü bir tefsir şekli nasıl mümkün olabilir? Sahâbîler, Kur'an'ı, günümüzde çocukların öğrendiği şekilde öğrenmiyorlardı. Onlar Kur'an'ı ihtivâ ettiği anlamlarıyla birlikte öğreniyorlar, anlayamadıkları şeyleri Allah'ın Rasûlüne soruyorlar ve anlayıp öğrendikleri şeylerle hemen amel ediyorlardı. Sahabe, Kur'an ve Hadislerde anlayamadıkları yerlerde "bana göre" diyerek kendi mücerred görüşlerine ve hevâlarından kaynaklanan vehimlerine dayanarak Allah ve Rasûlüne iftira etmiyorlardı.
Nasslar üzerinde bilgisizce dillerini, fiillerini ya da kalemlerini oynatmak asla onların vasıfları değildi. Onlar, zanna, vehme, hevâ ve heveslerine uymaktan tüm varlıklarıyla sakınmaktaydılar. Onlar bizlere sadece Kur'an'ın nazmını nakletmekle yetinmediler. Kur'an'ın nazmının yanında manasını da bize naklettiler. Sahabîler, akıl ve mantık oyunlarıyla oynayarak ve oyalanarak ömür tüketmediler. Onların döneminde felsefe ile kendileri başka vadilerde idiler. Onlar, Kur'an ve Sünnet vadisinin saâdetli cemaati idi. Onlar, İslâm adına öncelikle şunları kalplerine nakşettiler: İşittik ve itaat ettik, Allah ve Rasûlü en iyi bilir...
Rasûlullah'tan işittikleri karşısında "biraz düşünelim" demediler, itiraz etmediler, akıllarını öne alıp nakilleri tartışmadılar, hevâlarına uymayanları fâsid te'vîller ile iptal edip inkâr yoluna sapmadılar; Bazen akıllarının kavrayamadığı şeyler de oldu ama bunun nedeninin kendi akıllarındaki, kavrayışlarındaki ve ilimlerindeki bir zaaftan kaynaklandığını anlayacak bir olgunluğa sahip idiler.
Çünkü onlar biliyorlardı ki, gayb konularını da akıl ihata edemiyor, müteşâbih konular da böyle hatta kul, Allah'ı biliyor ama bilgisiyle O'nu kuşatamıyor... İşte bütün bunlardan dolayı onlar, her durumda: "Allah ve Rasûlüne itaat ettik" dediler.
Çünkü Allah ve Rasûlünün her hususta en iyi bilen olduğunu, itikâd olarak önceden kalplerine yerleştirmişlerdi. Bu nedenle ayrıca kalplerini mesken tutacak olan şek ve şüphelerle mücadele etmek durumunda kalmıyorlardı. Daha doğrusu kendi öz benlikleriyle çatışmadan huzur, esenlik, selâmet, birlik ve dirlik içinde Allah'a kulluk ediyorlardı. Onlar makam, mevki, şan, şöhret, itibar, kariyer, diploma, mezuniyet, doktora, at, araba, yazlık, kışlık, as, eş, iş için değil sadece Allah'a kulluk için yaşıyorlardı. Onları anlatmaktan dil de kalem de âciz kalır. Zira onlar ibâdet boyutunda insanlar idiler.
İsyan boyutundaki insanların dünyalık beklentileri ile, onların dünyadan beklentileri ya da gelecek hesapları arasında dağlar kadar uzaklık ve mesafeler bulunmaktadır. Onlar tüm güzellikleri, manevî ve ahlâkî erdemleri kuşandılar, gıpta edilen bir nesil inşâ ettiler. Hem de tarihte bir benzerine rastlamak mümkün olmayan bir çağın mümessilleri olarak... Çağın adı: Mutluluk (saâdet) çağı. Bu çağ, felsefî ideolojilerle ya da ideologların fikrî tartışmaları ve yönlendirmeleri ile, çok seslilik ile inşâ edilmedi. O çağın inşâsında, temel de, duvarlar da, çatı da hatta o binanın iç ve dış dizaynının her teferruatı da vahyin yönlendirmeleri ile vücuda gelmişti.
O çağın insanlarının mutluluk anlayışları, nefislerinin isteklerini tatmin etmek değildi. İlkel toplumlarda en yüce gaye kabul edilen bu davranışı onlar "ilkellik" olarak görmekteydiler. Ve onlar Allah ve Rasûlüne itaat ederek huzur ve mutluluğu elde etmişlerdi. Onların huzurlarını günah işlemek kaçırır idi. Zaman zaman günah işledikleri durumlar olursa, o günahlarının affedilmesi için bütün mesailerine tevbe ve istiğfâra teksif edecek şekilde ihlâs timsâli kimselerdiler. O mübârek insanlar, günahlardan sakınıp kaçmayı huzursuzluktan kaçmakla bir görürlerdi.
Onlar, huzuru, Allah'a teslimiyyette görmekteydiler. İşte bu erdemleri nedeniyle o güzel insanlar, Ümmet-i Muhammed için, örnek oldular. Âdeta gökteki yıldızlar gibi, kendilerini örnek alanlara ışık saçtılar. Kıymet ve faziletlerinden dolayı yüksek makamlara çıkmak istercesine yıldızların arasına karıştılar... Şu an birçok kimsenin çok uzağında kimseler haline geldiler!