mezhep şart mı???

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

hidayet(3)

Üye
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
81
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ilk sorum bu olacak.şimdiden sölüorum kızmayın bana

Mezhep zehebe(gitti)kökünden geliyor.Mezhep gidilen yol demektir.İslamda ki fıkıh veya akaid konularını insanlar bilememekteler.Neyin helal neyin haram olduğunu Kur'anı kendileri bilemedikleri için,mezhepler çıkmıştır.Eskiden 300 civarındaydı,sonra 4 tanesi hak diğerleri batıl mezhep dediler.Dünyada şu anda işlevliğini kaybetmemiş 2 mezhep kalmıştır.Mezheplerde gravitasyon(geriye dönüş) başlamıştır.Tüm mezhepler daha sonra hükmünü kaybedip kuran ve sünnete dönüş olacaktır.Örneğin imam ebu hanefinin veya imam şafii'nin mezhebi yoktu.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hidyaet(3) abim, sen hangi mezhebtensin? Yani hangi yolu izliyorsun? Lütfen açık cevap ver..
 

imanhavuzu

Üye
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
76
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir
Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır, tıbben vacibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine,zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur."

İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle hânefîlere nisbeten köylülüğe ve bedevîliğe daha yakın olup Cemâatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hâcâtta kendi derdini söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatihayı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı Azam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizâm etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir Cemâat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, hânefî mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.

Hem meselâ, mâdem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tadil edip nefs-i emmâreyi terbiye eder. Elbette ekser etbâı, köylü ve nim-bedevî ve amelelikle meşgul olan Şafiî mezhebi'ne göre: "Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medenî şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i hânefîye göre "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var."

İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle ecnebi kadınlarla ihtilâta, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtelâ olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmâresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, Şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtal eder, bulaşma" mânevî kulağında bir sada-yı semâvî çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartıyla âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtelâ değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için Şeriat, mezheb-i hânefî namıyla ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur.Bir dirhem kadar fetva vardır." der, onu vesveseden kurtarır. İşte denizden iki katre sana misâl.. onlara kıyas et. Mizân-ı Şârânî mizanıyla, Şeriat mizanlarını bu Sûretle müvazene edebilirsen et.
sözler
işte kardeşim rabbimiz dinimizi kolaylaştırmak için bizlere binevi avukatlar göndermiştir diye biliriz .
 

Satuk Buğra

Profesör
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
1,121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Dört mezhebin dışında hak mezhep olmadığını söyleyen aklı başında bir alim varmıdır? Zaten dört mezhebin dışında hak mezhep yok diyen alim olamaz ya haindir yada cahildir. Çünkü ehli sünnet mezhepleri çıkış zamanlarında 15 den fazla idi. Ehli Sünnet Mezhepleri bu gün dörttür. Yalnız İslam ehli sünnetten ibaret değildir. Şia İslamın ana caddesidir. Kendilerini şii diye adlandırmaya çalışan gulat ismailiyye ve grubiye ne şiidir nede müslümandırlar. Onlar şia ve islamın dışındadırlar. Şiada hak mezhep İmamiye ve Zeydiyyedir.
 

HARIS

Asistan
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kardeşlerim Acizane kısa izah edelim... Bir Müçtehid yahut Müceddid Hümündeki bir Alim'in Tüm Mezhep ve İtikadı bildiğinden Bir Mezhebe Uyması Şart değildir... ! Çünkü İçtihad etme kapasitesine ulaşmıştır... Lakin Gerekmedikçe İçtihad edilemiyeceğini... ! ve İçtihad ederken Alim, Ulema'ya göre değerlendireceği muhakkaktır... ! Çağ, Zaruret şartları akabininde erteleme, yönlendirme kapasitesine sahiptir... ! Lakin yapacağı İçtihad kendisini ve Uyanları bağlar... ! Kur'an ve sahih Sünnette(Hadiste) bulduğunuz apaçık bir şey olursa yapılan içtihad sıralama ile kaale alınmaz... ! Kur'an Sünnet İcma Kıyas şeklindedir...!

Mezhep Şart mı ? Dendiğinde İki sorgu meydana getirilir... !

1-) Şart mı ?

2-) Şart değil mi ?

Üçüncü bir sorgu Alanı bırakmaz... ! Bu Vesile ile Açıklamalar İlim düzeyinde Eksik olur... !

Müçtehid ve Müceddid Alimler dahil Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki Mezheplerini büyük görmüşler ve Kabul etmişlerdir... Bu Vesile ile O Büyük Alimlerin Derin ilmini Bilmeden yapılacak konuşma yahut açıklama yerinde olmayabilir... !

Cahil ve Bildiği dağarcığından bakacak kişi ! Nefsi ve İlmi eksikliği onu Mezhebe Uymak Şart değilmiş ! Sorgusuna getirmesi kolay olacaktır ! Bu Vesile ile Allah muhafaza Kur'an ve Hadis İlimlerinin yanı sıra Konuların Siyak ve Sibakını bilmediği için Kafasına göre Rey, Kıyas yapabilir... Bu Durum Tehlikelidir... !

MÜCTEHİD



Ayet ve hadislere dayanarak hüküm çıkaran İslâm bilgini; İslâm hukukçusu; alim, fakîh.

İctihad, sözlükte güç, takat ve çaba anlamına gelen "cehd" kökünden "iftial" vezninde olup, bir şeyi elde etmek için olanca gücünü harcamak demektir. Âyet ve hadislerden kıyas ve benzeri yollarla hüküm çıkarma anlamında mecazen kullanılır. Ayet ve hadislerden hüküm çıkarma gücüne sahip olan fakîh zata da "müctehid" denir (Zebîdî, Tâcû'l-Arûs, II, 329; Şâfiî, er-Risale, s. 477, el-Ümm, VII, 275). İctihad, ya şer'î delillerden hüküm çıkarma şeklinde olur, ya da çıkarılan bu hükümlerin toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur.

İslâm hukukunda şer'î hükümler kesin delillere yani açık ayet ve hadislere veya icmaa dayanıyorsa ictihada gerek kalmaz. Mecelle, bunu "Mevrid-i nas'da ictihada mesağ yoktur" prensibiyle ifade etmiştir (madde, 14). Ancak nassların sübûtu veya delaleti zannî olup, kesinlik ifade etmez veya âyet ve hadislerde çözümü bulunmayan meselelerle karşılaşılırsa, reyle (ictihad) hareket edileceği, bizzat Hz. Peygamber tarafından, Muâz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken açıklanmıştır. Hz. Muhammed, Muâz'a Yemen'de ne ile hükmedeceğini sormuş; Muaz, "Allah'ın Kitabı ile" cevabını vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) "Allah'ın Kitabında bir hüküm bulamazsan?" buyurunca; "Rasulünün sünnetiyle" demiştir. "Onda da bulamazsan"sorusuna ise Muaz, "Reyimle ictihad ederim" cevabını vermiştir. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Rasulünün elçisini, Peygamberinin razı olduğu şekilde muvaffak kılan Allah'a hamd olsun" (Tirmizi, Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Şafii, el-Ümm, VII, 273). Arapça'yı iyi bildikleri ve Hz. Peygamberle beraberlik sayesinde Allah ve Rasûlünün maksadını çok iyi anladıkları için Sahabe neslinden müctehidlerin sayısı bir hayli çoktur. Ancak kendilerinden hüküm ve fetva nakledilen Sahabe müctehidi yüzotuz kadardır. Bunlardan yedi tanesi fetvaları birer kitab olacak kadar çoktur. Fukâhâ-Seb'a denen bu sahabiler şunlardır; Hz. Ömer, Ali, Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer (İbnü'l-Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, thk. M. Muhyiddin Abdulhamid, Mısır 1955, I, 14 vd).

Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eşârî'ye gönderdiği mektupta onu kıyas ve ictihada teşvik etmiş yine aynı konuda Kâdî Şurayh'a (ö. 78/697) şöyle demiştir: "Kitâptan açıkça anlayabildiğinle hükmet. Eğer kitabın tamamını bilemezsen Rasulullah'ın hükmettiği ile hükmet. Bunun hepsini bilmezsen, doğru yolda olan alimlerin kazalarıyla hükmet. Bunların da hepsini bilemezsen, reyinle ictihad et, alim ve salih kişilerle de istişare et" (Şîrâzî, Tabakât, s: 7; İbnü'l-Kayyim, a.g.e., I, 204).

Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmak ve ictihad gerektiren konuları çözebilmek için bir takım şartlara ihtiyaç vardır. Bu esaslar fıkıh usulünün tedvini ile birlikte, ilk defa Müctehid imamlar devrinde tesbit edilmiştir. Bir müctehidde bulunması gereken özellikleri şöylece ifade edebiliriz:

a) Arapçayı bilmek.

Fıkıh usûlü bilginleri bu noktada ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur'ân bu dille inmiş, Hz. Peygamberin sünneti de aynı dille ifade edilmiştir. İslâm şerîatında araştırma yapan kimsenin nasslardan hüküm çıkarma gücü, Arapçanın sır ve inceliklerini bilmesi oranındadır. Şâtıbî bu konuda şöyle der: "Arapçayı anlamakta mübtedî olan kimse, şerîatı anlamakta da mübtedîdir. Arâpçayı orta derecede anlayan kimse, şerîatı anlamakta da orta durumdadır. Bu, son dereceye ulaşmamıştır. Arapçada son dereceye ulaşan kimse, şerîatı anlamakta da son dereceye ulaşır. Dolayısıyla onun anlayışı şerîatte hüccet olur; tıpkı sahabîlerin ve Kur'ân'ı hakkıyla anlayan bilginlerin anlayışlarının huccet oluşu gibi... Bunların seviyesine ulaşmayan kimselerin şerîat konusundaki anlayışları kendi seviyeleri ölçüsünde eksiktir. Anlayışı eksik olan herkesin görüşü ise ne bir hüccet olur, ne de başkaları tarafından kabul edilir" (eş-Şâtibî, el-Muvâfakât, IV,114). Ancak maslahat veya mefsedet kabilinden bir manâ ve illete bağlı olan konularda Arapça bilmeyen de prensipleri kavrayıp uygulama alanını belirleyebilir. Kıyas ictihadlarının çoğu bu kabildendir (eş-Şâtıbî, a.g.e., IV, 162, 165).

Müctehidin Arapça bilgisi genel olarak, Arapça'nın inceliklerini kapsamalıdır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm, Arapçanın en beliğ ve en fasihini teşkil eder. Bu yüzden, ayetlerden hüküm çıkaracak kimse, Kur'ân'ın belâgat, fesahat ve sırlarını bilmelidir ki, bu sayede onun içine aldığı hükümleri kavrayabilecek duruma gelmiş olsun.

b) Kur'ân İlmine sahip olmak

Kur'ân, İslâm'ın direği, şer'î hükümlerin esasıdır. Kur'ân ilmi çok geniştir. Bunu tam olarak bilen Hz. Peygamberdir. Bu yüzden bilginler, müctehid için Kur'ân'da hüküm ifade eden beş yüz kadar âyetin inceliklerini, özelliklerini bilmek gerekir demişlerdir. Bu ayetlerin âmm-has*, mutlak* mukayyed*, nâsih-mensuh, Sünnetle ilgili durumlarını bilmek gerekir. Diğer yandan Kur'ân'ın geri kalan bütün âyetlerini de topluca (icmâlî olarak) bilmek gerekir. Çünkü Kur'ân bir bütün olup parçaları birbirinden ayrılmaz. Kur'ân'ın hüküm bildiren ayetlerini diğerlerinden ayırdetmek, şüphesiz bütün Kur'ân'ı bilmekle mümkün olabilir.

Ebu Bekir el-Cassas (ö. 370/980) ile İbnü'l-Arabî (ö. 543/1148) gibi bilginler "Âhkâmü'l-Kur'ân"adlı eserlerinde hüküm âyetlerini açıklamaya çalışmışlardır. Ebû Abdillah el-Kurtubî (ö. 671 H.), "el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân" ; es-Sâbûnî de, "Tefsîru Âyati'l-Ahkâm" adlı eserleriyle hüküm âyetlerinin tefsîrini yapmışlardır.

c) Sünneti bilmek.

Bu şart üzerinde de bilginlerin ittifakı vardır. İctihadın bölünebileceğini kabul etmeyenlere göre bir müctehidin teklifî hükümleri içine alan bütün hadisleri okuması, onların amaçlarını kavraması, onlarla ilgili özellikleri bilmesi gerekir. Yine onun, sünnetin nasih ve mensuhunu, âmm ve hass'ını, mutlak ve mukayyedini bilmesi gerektiği gibi; hüküm hadislerinin rivayet yollarını, senedlerini, hadis rivayetlerinin kuvvet derecelerini de bilmesi gerekir.

Hadis rivayet edenlerin hal tercemeleri ile adâlet ve zabt bakımından durumları hakkında bir çok eserler yazılmıştır. Kütüb-i Sitte gibi sahih hadis mecmuaları meydana getirilmiş ve bunlar üzerine bir çok âlimler tarafından şerhler yazılmak suretiyle hadisler senetleri bakımından tasnif edilmiş ve İslâm hukukçularının bazı hadisler üzerindeki görüş ayrılıkları ortaya konulmuştur. Bu hadis çalışmaları müctehidin bunlara başvurarak hüküm çıkarmasını kolaylaştırmaktadır. Hükümlerle ilgili bütün hadislerin ezbere bilinmesi şart değildir. Ancak gerektiğinde yerlerinin, başvurma metodlarının ve hadis rivâyetlerinin bilinmesi yeterlidir (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, s., 382 vd).

d) Üzerinde icma ve ihtilaf edilen konuları bilmek.

Üzerinde icma (ittifak) meydana gelen konuları bilmek yanında Sahabe, Tabiî ve onlardan sonra gelen müctehidlerin ihtilâfa düştükleri konuları bilmek gerekir. Ancak bütün icmâ yerlerini ezberlemek şart değildir. Araştırma konusu yapılan mesele hakkında icmâ veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmek yeterlidir. Medine ve Irak fıkhının metod ve farklarını bilme yanında; doğru olanla doğru olmayan, naslara yakın olanla uzak olan şeyler arasında karşılaştırma yapabilecek akıl, anlayış ve değerlendirme gücüne sahip olmak gerekir. Gerçekte Asr-ı saadette ve daha sonra yaşamış büyük hukukçuların görüşlerini incelemek, delil ve temayülleri bakımından onlar arasında karşılaştırmalar yapmak kişinin muhâkeme gücünü ve araştırma melekesini geliştirir.

Müctehidlerin ittifak ve ihtilaf ettikleri meseleleri, ihtilaf sebeplerini açıklayan eserler meydana getirilmiştir. eş-Şirâzî'nin (ö. 476/1083) "el-Mühezzeb" adlı eseri ve Nevevî'nin buna yazdığı şerh, İbn Hazm'ın (ö. "456/1063) "el-Muhallâ" sı İbn Rüşd'ün (ö. 595/1199) "Bidâyetü'l-Müctehid" ve İbn Teymiyye'nin (ö. 728/1327) "el-Fetâvâ" adlı eserleri bunlar arasında zikredilebilir.

e) Kıyas bilmek

İctihad, bütün şekil ve metodlarıyla kıyası bilmeyi gerektirir. Hattâ imam Şâfiî'ye göre ictihad kıyastan ibarettir. Kıyasın metodunu bilmek; naslardan hüküm çıkarma esaslarını öğrenme ve ictihad yapılacak konuya en yakın olan nassı seçme imkânını sağlar. Kıyası bilmek şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:

1- Kıyasın dayanacağı asıl hükmü bilmek. Bu dayanağın ayet, hadis veya icma olması, bunlarla ilgili gerekli bilgilere sahip olunması da gereklidir.

2- Kıyas kaide ve prensiplerini bilmek. Meselâ belirli ve özel bir durumu ifade ettiği sabit olan bir nas üzerine kıyas yapılamaz. Kendisine dayanılan asıl hükmün illetini tesbit ettikten sonra hükme bağlanacak yeni meselede (fer'î) de aynı illetin gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmak gerekir.

3- Önceki müctehidlerin kıyas metodlarını bilmek. el-İsnevî (ö. 772/1370) "Kıyas bilmek bir ictihad kaidesi ve sayısız hükümlerin açıklanmasına götüren bir yoldur" der (el-İsnevî, Şerhu Minhâci'l-Usûl, III, 310 (İbn Emîr'in Takrîri kenarında) Mısır 1316; Şafii, a.g.e., s., 477).

f) Hükümlerin amaçlarını bilmek İslâmî hükümlerin amaçları, belli bir nas'dan değil, bütün nasların toplamından anlaşılabilir. Bu hükümlerin asıl amacı insanlar için rahmet olmaktır. Ayette; "Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiyâ, 21/107) buyurulur. İslâm'da güçlük ve sıkıntının kaldırılması, zorluğun değil kolaylığın tercih edilmesi bu rahmetin bir sonucudur. Emredilen bazı güçlükler büyük zararları gidermek amacına yöneliktir. Cihadın farz kılınışı böyledir. Nitekim âyette şöyle buyurulur: "Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. Şüphesiz Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Gerçekten Allah, güçlü ve yücedir" (el-Hacc, 22/40).

Maslahata göre fetva vermede, gerçek maslahatlarla (toplum yararı) nefsî ve şehevî arzulardan gelen bir vehimden ibaret olan maslahatları birbirinden ayırdetmek gerekir. Böylece mazarratı defetme, maslahatı celbetme, bütün insanlara faydalı olan şeyleri tercih etme, başka bir deyimle toplum yararını kişisel yararın üstünde tutma melekesi gelişir.

g) Doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahip olmak.

Müctehidin gerçek fikirleri yanlış olanlardan ayırdetme melekesine sahip olması gerekir. Bu da doğru bir anlayış ve keskin bir görüşe sahip olmakla gerçekleşebilir.

h) İyi niyet ve sağlam bir itikad sahibi olmak.

İslâm dinî, ancak kalbi iman ve ihlasla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir dindir. İtikadı bozuk kimse bid'at ve nefsî arzularının peşine düşer; tarafsız bir gönülle naslara yönelemez. Kötü niyet düşünceyi de kötüleştirir. Bu yüzden büyük müctehidler fıkıhla şöhret yapmadan önce ihlâs ve takvâlarıyla meşhur olmuşlardır. İhlaslı kimse gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassub göstermez. Büyük imamların hepsi; "Bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının görüşü yanlıştır, fakat doğru da olabilir" demişlerdir (Ebû Zehrâ, a.g.e., s. 388, 389; İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, Trc. Abdulkadir Şener, Ankara 1968, 1969, s. 125, 126).

İşte İslâm hukukçularının müctehidde bulunmasını gerekli gördükleri şartlar bunlardır. Bu şartları kendisinde toplayan müctehide "mutlak veya müstakil müctehid" denir.

Fıkıh usulü bilginleri müctehidleri yedi tabakaya ayırırlar: 1) Şerîatte müctehidler. Ca'feru's-Sadık, Muhammed el-Bâkır, Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi. 2) Müntesip mutlak müctehidler. Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer, el-. Müzenî, Abdurrahman b. Kasım gibi. 3) Mezhebte müctehidler. Tahâvî, Kerhî, Serahsî, İsfereyânî ve Şîrazî gibi. 4) Tercih yapan müctehidler. Bazı usulcüler önceki tabakayla bunu bir saymışlardır. 5) İstidlâl sahibi müctehidler. Bunlar; "Şu görüş rivâyet bakımından daha sağlam ve delilî yönünden daha kuvvetlidir" gibi açıklamalar yapmışlardır. 6) Hafızlar tabakası. Bunlar taklidçi olup, öncekilerin tercihlerini bilmede huccet sayılırlar. 7) Mukallidler tabakası. Bunlar, fıkıh kaynaklarını anlayabilir, fakat görüş ve rivayetler arasında tercih yapamazlar.

Dayandığı Kitap, Sünnet, İcmâ delillerinden biri bilinmeksizin bir müctehidin sözünü alıp bununla amel etmeye "taklid"; deliline bakmak, öğrenmek ve ictihadına katılmak suretiyle bir müctehidin reyini benimsemeye ise "ittiba" denir. eş-Şevkânî'ye (ö. 1250/1832) göre sahabe, Tâbiûn ve Tebe-i tâbiîn içinde ictihad edecek dereceye ulaşamayanlar belirli bir müctehidi taklîd etmiyor; onlardan problemleriyle ilgili delilleri sorup öğrenerek bunlara ittiba ediyorlardı. Taklid bu nesillerden sonra ortaya çıkmıştır. Taklid yerine, ittiba ruh ve alışkanlığının geliştirilmesi gerekir. Bu durum, ilim adamlarını delilleri öğrenmeye zorlar, delillerin kuvvetli olanı ile zayıf olanım tartışma imkânı doğar. Bunun gerçekleşmesi için delillerin zikredildiği temel eserlere yönelmek, te'lif edilecek İslâm hukuku kitaplarında hükümlerin dayandığı delilleri de göstermek gereklidir. Bunun sonucunda araştırıcılar, vahiy, Sünnet ve icmâi ümmet üzerinde düşünme ve değerlendirme imkânı bulurlar.
 

zeygue

Aktifleşmemiş
Katılım
17 Kas 2006
Mesajlar
1,262
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
Mezhep Şart mı ? Dendiğinde İki sorgu meydana getirilir... !

1-) Şart mı ?

2-) Şart değil mi ?
Mezhepler hangi derde deva olmuşlar kim neye ne çözüm getirmiş bilsek bir şey söylerdik.Adı var kendi yok bir durumla karşı karşıyayız.
Hangi mezhep neyi savunuyor,hangi delile dayanıyor bilen yok.
Benim mezheplerle ilgili tek bildiğim biri kan abdesti bozar demiş diğeri kadına dokunmak bozar demiş ...
Niye demiş nasıl demiş bilene helal olsun.:clap2:
Herkes bu konuyu çok iyi biliyor bir ben cahil kaldım anlaşılan,:wallbash[1]:
çünkü mezhepsiz suçlamaları uçuşuyor.Öyle ya adam mezheplerin görüş ve delillerini yalayıp yutmuş ki karşısındakine mezhepsiz diyor.
 

seyyidabdullah

Asistan
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Mezhepler rahmettir.

Allahın selamı üzerinize olsun

Bu konuda kardeşler özellikle söylenmesi gereken bazı şeyleri zaten yazmışlar. Burada benim görüşüm şu :

Bu gün avam tabakası ve biz cahil ve fakirler için tek yol(istisnası yok) Bir müçtehit imamın yolunu seçip uygulamaktır. Çünkü düzen va şartlar bizleri korkunç bir kum fırtınası içine hapsetmiştir. İmani ve ameli bir çok konuda imamların görüşü olmasa ecnebilerden hiç farkımız kalmayacak. Öyle cahiliz ki birisi akşam namazı kaç rekattır diye sorsa bilemeyiz. Ancak deriz ki Ben imam azam ebu hanifeden öğrendim 3 rekattır.

Bu sebeple günümüz şartlarında Bir mutlak müçtehit imamın yolunu yani bir mezhebi öğrenmek ve takip esastır ve ŞARTTIR.

Hangi imam olacağını seçerken özellikle dikkat edilmesi gereken konu Kaynakların korunmuş olarak bize ulaşmış olması gereğidir. 4 mezhep konusu buradan çıkar. Günümüzde en iyi korunarak ve şerh edilerek bize ulaşmış imani ve ameli yol 4 mezheptir. Aslında Ehli sünnet yolu mezhepleri daha fazladır. Ancak kaynaklar bozulmuş ve tahrif edilmiştir. Örneğin İmamı Azamın hocası Seyyid İmam Cafer Sadık Hazretleri Büyük bir müçtehittir. Ancak yolu daha sonra bozulmuş ve günümüze ulaşmamıştır. Süfyan Sevri hazretleri büyük bir müçtehittir. Ancak takipçileri zamanla azalmış ve kaybolmuştur.

Bu konunun lehinde ve hilafında olan zevatı inceleyince Bu konunun vehameti iyice ortaya çıkıyor.

Lehinde olanlar:
Son yüzyılda Anadolu coğrafyasına damgasını vuran altın şahsiyetlere bir bakalım.

1. Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri ve nice seyyidler , Said-i Nursi Hazretleri , Süleyman H. Tunahan hazretleri , Elmalılı Hamdi ve Ömer nasuhi Bilmen hazretleri ve bunların takipçisi muhterem insanlar. Ve adını unutup sayamadığımız daha niceleri. Dünya coğrafyasında daha niceleri vardır ve aynı fikirlere sahiptirler.

Bu efendilerim diyorlar ki : "Biz bir mezhebin yolunu tutuyoruz. Sizlerede tutmanızı tavsiye ediyoruz. Aman ha ana cadde olan Ehli sünnet yolundan ayrılmayın.Ehli sünnet yolu da büyük 4 imamın yoludur. Esasları bellidir. İhtilafları bellidir. İhtilaflarda rahmet gizlidir .Yöntemleri bellidir."

Ayrıca muteber görülen neredeyse tüm tefsirler Genelde 4 mezhep üzerine görüşlere yer verirler.

Büyük hadis imamlarının çok büyük çoğunluğu 4 mezhebi takib ederler.

Tasavvuf ehlinin ve Seyyidler Ordusunun oldukça yüksek oranda bir kısmı 4 mezhebi taklid ederler. Benim atalarım içinde künyesi el-hanefi olan Şeyhler vardır.

Bu efendilerim Bir şey diyor iseler dikkat etmek lazım.

2. Hilafında olan kişiler ise :TV ekranlarında sıkça boy gösteren , Hadis inkarcısı ,Türkçe kurancı ,ezancı ve namazcı , Tesettüre muhalif hatta düşman ve mezhep düşmanı olan kişiler. Belli düzeyde bilgiye sahipler ve bu bilgiyi GELENEKSEL islam adını verdikleri Ehli sünnet karşısında acımasızca kullanıyorlar. Diyorlarki :"Bütün imamlar zamanına aittir , Doğruyu ben biliyorum. Bütün hadislerin uydurma olma şüphesi vardır onlara uymayın , imamlarda kendi zamanlarına hitap eder. onlarada uymayın ya bana uyun yada aklınızı kullanın benim kuran tercümemi kullanarak hüküm çıkartıp ona uyun"

Şimdi aklını burada kullan işte. Akıl kantarına koy bu efendilerimle diğer sözde profesöleri. Tart bakalım kim ağır bastı.

Yukarda bizi Ehli sünnet yoluna ve 4 imama çağıran insanları küçümsemiyorsak ve bunların Statüko tarafından niye ezilmek istendiğini görür isek doğru yolu daha iyi görürüz vesselam.

Şöyle bir geçmişe bakarsanız bütün akaidi bidat fırkalarının bu mantıkla yoldan çıktığını görürsünüz. Şia , hariciler , mutezile , cebriye , kaderiyye , vehhabilik vb. bütün yanlış yollar aynı mantıkla yola çıkmış ve ana caddeden ayrılmışlardır. Yolları yanlış ve bidattir.

Ben hiç bir mezhebi takip etmeyeceğim diyen şahıslara Uyarım şudur ki :
Yol yakın iken Mezheplerden birini seçin. (Türkiye için en kaynağı çok olanı Hanefi mezhebidir. ) Ve bunun gereklerini öğrenin , uygulayın ve öğretin. Bu aşamadan sonra hala gücünüz var ise(bence günümüz şartlarında olmayacak) imamların kaynaklarını araştırıp o hükme nasıl ulaştığını bulabilirsiniz.
Ama asla ayete ve hadise bakıp Fikir üretmeyin. Hele imamların aleyhinde hiç fikir üretmeyin yol burada çatallaşıyor işte. Şia işte burada yanıldı sahabenin yolunu bırakıp kendi yollarına gittiler. Gün geldi Hz Ali ile bile ters düştüler. Gün geldi Allah şerri yaratmaz sadece hayrı yaratır dediler. Mutezile burada yanıldı ve Meclisi terk etti. Cebriyye burada yanıldı ve kulların sorumluluğu yoktur herkes cennete gidecek dedi. Kaderiyye İşlerin hepsini kullar yapar Allah müdahale edemez dedi. Dedi ve Yoldan sapmış 72 fırkadan biri oldu.

Sahabe peygamber varken ona sorardı Çünkü o peygamberdi ve enbilgili idi .Sözleri hüküm oldu. Öldükten sonra En bilgili olanlarına sormaya başladılar. Tabiin eğer yakınında sahabe varsa ona sorardı yoksa en bilgili olanlarına sormaya başladılar. Daha sonra kitap yazma adeti gelişti ve meseleler asırlar sonrasına ulaştı.

Biz bu yolun en adi ve enaşağı neferleri kuralı bozmuyoruz ve bize ensağlam ulaştığına inandığımız en bilgili imamın yolunu takip ediyoruz. Ümit ederim ki bir gün Açacak kimse olmadığından kapalı duran içtihat kapısını açacak bir Alim gelir ve Bizleri irşad eder. Bu alimin özelliklerini biz biliyoruz. Şu anda bu makama soyunan hiç bir zat bu makamın dibinde toz dahi olamaz.

Allahın Selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Aleyküm selam ve Rahmetullahi ve Berekatuh..

Seyyidimin Hakkı ve hakikati ifade eden her bir cümlesine, hatta her bir kelimesine teşekkür eder hayır dualarda bulunurum.. Kendisinden bu günahkar ve hali perişan kimseye dua etmesini rica ederim..

Evet, Mezhepsizler, yani bir büyük Müçtehit alime uymayanlar aldanırlar ve şaşırır kalırlar.. Her türlü tehlikeye ve zarara uğrama ihtimaline daha fazla açıktırlar.. Peygamber Efendimizin ve Ashabının izlerini her an kaybedecek olanların başında da bunlar gelirler.. Hele, Nuh Tufanından beter tufanın koptuğu bu ahirinde ahiri zamanımızda..

Bunlarla ilgili şunu hatırlatayım: Bu kimseler amel ve ibadet edecekken mutlaka birilerine ya da bir takım eserlere müracat edecekler; boşluğu öğrendikleri bu hükümler ile dolduracaklardır.. Yani Mezhepsizlik imkansızdır.. "Ben hiç bir mezhebe bağlı değilim" diyen de kendisine tesadüf eden bilgilere ve yeri geldiğinde kendi aklına dini yaşantısında yer verecek, bunlardan biriktirdikleriyle bir yol tutturmuş olacaklardır.. Bu durumda iki ihtimal olur: Ya bütün iman edilmesi gereken hususların, işlenmesi gereken amellerin ve de Allah'ın rızasını getiren muamelatın hepsinde isabet edecektir ya da edemeyecek ana yoldan ayrılacaktır..

Eğer, içtihat edecek derecede ilim sahibi olmayan bir kimse ise yanılması ve ana yoldan ayrılması işten bile değildir.. Çünkü içtihat işi ilimsiz asla olmaz! 12 yüksek ilimde, diğer alimlerce kabul ve tastik edilecek bir üst ilim seviyesine çıkma, imam olma da o kadar kolay bir iş değildir.. Benim gibi daha burnunun ucunu görmekten aciz kimseler için böyle bir ilmi imamet ise sadece tatlı bir rüyadan ve gerçekleşmesi Allah'ın çok çok çok özel lutfundan ibarettir.. Belki de nefsimin bana hazırlayacağı bir felaket uçurumudur..

Bilmiyorum bu riskleri göze almaya değer mi?

Halihazırda büyük İmamlara, alimler, evliyalar, asfiya, şehidler ve salih kimseler dahil Ümmetin çoğunluğu asırlardır uyagelmişler; bu yolların selametli olduğu aklen, ilmen ve şehadeten belli olmuştur..

Çoğunluğun gittiği yolu kabul etmeyip; ben kendi bildiğim gibi giderim demek bir takım nefsani şaşırtmaların ve kalbi rahatsızlıkların da alameti olabilir.. Dikkatli olunmasını hararet ile tavsiye ederim..


"Ümit ederim ki bir gün, açacak kimse olmadığından kapalı duran içtihat kapısını açacak bir Alim gelir ve bizleri irşad eder. Bu alimin özelliklerini biz biliyoruz. Şu anda bu makama soyunan hiç bir zat bu makamın dibinde toz dahi olamaz."

Amenna ve Saddakna.. Buyurduğunuz zamana yakın olduğumuzu zan ediyorum.. Allah en iyisini bilir ama, işaret ve alametleri zuhur etmeye başlamıştır.. O mübarek kimse, inşallah bizi düzgün bir akide, salih bir amel, ihlaslı bir kalb, ahlaklı bir sine içinde bulur.. Allah'tan Sevgili Habibinin hürmetine cümlemize dilerim..
 

Satuk Buğra

Profesör
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
1,121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Mezhep müctehid olana şart değil, mukallit olana şarttır. Mesele bu kadar açık ve basit. Ancak mezhepçilik şart değil, diğer islam mezheplerini batıl ve bidat ehli görmek şart olmadığı gibi dalalettirde. Helede böyle bir zamanda. İslam düşmanları çakmağı çakmış ateşi tutuşturmak üzere iken malzeme vermekten daha büyük bir cinayet olamaz bu konuda.
 

hidayet(3)

Üye
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
81
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Hidyaet(3) abim, sen hangi mezhebtensin? Yani hangi yolu izliyorsun? Lütfen açık cevap ver..


Sevgili hirahos ben hanifi mezhebindenim.Bu demek değilki mezhepler sona ermeyecek.!!Kurana geri dönülmeyecek...Dünyada şu anda şii,hanefi ve şafî mezhepleri çoğunluktadır.Mezhepçiliğin sonunuda Irakta görmekteyiz.Ben doğdum.Sen hanefisin dediler bizde hanefi olduk.Mezhep seçmek bizim elimizdemi?Bir kişi çıkıp desinki ben mezhebimi 15 yaşında akıl edip buldum.Veyahut 30 yaşında mezhep değiştirdim diyen var mı?Eğer bir kişi varsa ikinci bir kişi var mıdiye soracağım..Bilmeyenler için mezhep şarttır.Bilenler için şart değildir.Selam ve dua ile.
 

hidayet(3)

Üye
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
81
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kardeşlerim Acizane kısa izah edelim... Bir Müçtehid yahut Müceddid Hümündeki bir Alim'in Tüm Mezhep ve İtikadı bildiğinden Bir Mezhebe Uyması Şart değildir... ! Çünkü İçtihad etme kapasitesine ulaşmıştır... Lakin Gerekmedikçe İçtihad edilemiyeceğini... ! ve İçtihad ederken Alim, Ulema'ya göre değerlendireceği muhakkaktır... ! Çağ, Zaruret şartları akabininde erteleme, yönlendirme kapasitesine sahiptir... ! Lakin yapacağı İçtihad kendisini ve Uyanları bağlar... ! Kur'an ve sahih Sünnette(Hadiste) bulduğunuz apaçık bir şey olursa yapılan içtihad sıralama ile kaale alınmaz... ! Kur'an Sünnet İcma Kıyas şeklindedir...!

Mezhep Şart mı ? Dendiğinde İki sorgu meydana getirilir... !

1-) Şart mı ?

2-) Şart değil mi ?

Üçüncü bir sorgu Alanı bırakmaz... ! Bu Vesile ile Açıklamalar İlim düzeyinde Eksik olur... !

Müçtehid ve Müceddid Alimler dahil Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki Mezheplerini büyük görmüşler ve Kabul etmişlerdir... Bu Vesile ile O Büyük Alimlerin Derin ilmini Bilmeden yapılacak konuşma yahut açıklama yerinde olmayabilir... !

Cahil ve Bildiği dağarcığından bakacak kişi ! Nefsi ve İlmi eksikliği onu Mezhebe Uymak Şart değilmiş ! Sorgusuna getirmesi kolay olacaktır ! Bu Vesile ile Allah muhafaza Kur'an ve Hadis İlimlerinin yanı sıra Konuların Siyak ve Sibakını bilmediği için Kafasına göre Rey, Kıyas yapabilir... Bu Durum Tehlikelidir... !

MÜCTEHİD



Ayet ve hadislere dayanarak hüküm çıkaran İslâm bilgini; İslâm hukukçusu; alim, fakîh.

İctihad, sözlükte güç, takat ve çaba anlamına gelen "cehd" kökünden "iftial" vezninde olup, bir şeyi elde etmek için olanca gücünü harcamak demektir. Âyet ve hadislerden kıyas ve benzeri yollarla hüküm çıkarma anlamında mecazen kullanılır. Ayet ve hadislerden hüküm çıkarma gücüne sahip olan fakîh zata da "müctehid" denir (Zebîdî, Tâcû'l-Arûs, II, 329; Şâfiî, er-Risale, s. 477, el-Ümm, VII, 275). İctihad, ya şer'î delillerden hüküm çıkarma şeklinde olur, ya da çıkarılan bu hükümlerin toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur.

İslâm hukukunda şer'î hükümler kesin delillere yani açık ayet ve hadislere veya icmaa dayanıyorsa ictihada gerek kalmaz. Mecelle, bunu "Mevrid-i nas'da ictihada mesağ yoktur" prensibiyle ifade etmiştir (madde, 14). Ancak nassların sübûtu veya delaleti zannî olup, kesinlik ifade etmez veya âyet ve hadislerde çözümü bulunmayan meselelerle karşılaşılırsa, reyle (ictihad) hareket edileceği, bizzat Hz. Peygamber tarafından, Muâz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken açıklanmıştır. Hz. Muhammed, Muâz'a Yemen'de ne ile hükmedeceğini sormuş; Muaz, "Allah'ın Kitabı ile" cevabını vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) "Allah'ın Kitabında bir hüküm bulamazsan?" buyurunca; "Rasulünün sünnetiyle" demiştir. "Onda da bulamazsan"sorusuna ise Muaz, "Reyimle ictihad ederim" cevabını vermiştir. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Rasulünün elçisini, Peygamberinin razı olduğu şekilde muvaffak kılan Allah'a hamd olsun" (Tirmizi, Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Şafii, el-Ümm, VII, 273). Arapça'yı iyi bildikleri ve Hz. Peygamberle beraberlik sayesinde Allah ve Rasûlünün maksadını çok iyi anladıkları için Sahabe neslinden müctehidlerin sayısı bir hayli çoktur. Ancak kendilerinden hüküm ve fetva nakledilen Sahabe müctehidi yüzotuz kadardır. Bunlardan yedi tanesi fetvaları birer kitab olacak kadar çoktur. Fukâhâ-Seb'a denen bu sahabiler şunlardır; Hz. Ömer, Ali, Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer (İbnü'l-Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, thk. M. Muhyiddin Abdulhamid, Mısır 1955, I, 14 vd).

Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eşârî'ye gönderdiği mektupta onu kıyas ve ictihada teşvik etmiş yine aynı konuda Kâdî Şurayh'a (ö. 78/697) şöyle demiştir: "Kitâptan açıkça anlayabildiğinle hükmet. Eğer kitabın tamamını bilemezsen Rasulullah'ın hükmettiği ile hükmet. Bunun hepsini bilmezsen, doğru yolda olan alimlerin kazalarıyla hükmet. Bunların da hepsini bilemezsen, reyinle ictihad et, alim ve salih kişilerle de istişare et" (Şîrâzî, Tabakât, s: 7; İbnü'l-Kayyim, a.g.e., I, 204).

Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmak ve ictihad gerektiren konuları çözebilmek için bir takım şartlara ihtiyaç vardır. Bu esaslar fıkıh usulünün tedvini ile birlikte, ilk defa Müctehid imamlar devrinde tesbit edilmiştir. Bir müctehidde bulunması gereken özellikleri şöylece ifade edebiliriz:

a) Arapçayı bilmek.

Fıkıh usûlü bilginleri bu noktada ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur'ân bu dille inmiş, Hz. Peygamberin sünneti de aynı dille ifade edilmiştir. İslâm şerîatında araştırma yapan kimsenin nasslardan hüküm çıkarma gücü, Arapçanın sır ve inceliklerini bilmesi oranındadır. Şâtıbî bu konuda şöyle der: "Arapçayı anlamakta mübtedî olan kimse, şerîatı anlamakta da mübtedîdir. Arâpçayı orta derecede anlayan kimse, şerîatı anlamakta da orta durumdadır. Bu, son dereceye ulaşmamıştır. Arapçada son dereceye ulaşan kimse, şerîatı anlamakta da son dereceye ulaşır. Dolayısıyla onun anlayışı şerîatte hüccet olur; tıpkı sahabîlerin ve Kur'ân'ı hakkıyla anlayan bilginlerin anlayışlarının huccet oluşu gibi... Bunların seviyesine ulaşmayan kimselerin şerîat konusundaki anlayışları kendi seviyeleri ölçüsünde eksiktir. Anlayışı eksik olan herkesin görüşü ise ne bir hüccet olur, ne de başkaları tarafından kabul edilir" (eş-Şâtibî, el-Muvâfakât, IV,114). Ancak maslahat veya mefsedet kabilinden bir manâ ve illete bağlı olan konularda Arapça bilmeyen de prensipleri kavrayıp uygulama alanını belirleyebilir. Kıyas ictihadlarının çoğu bu kabildendir (eş-Şâtıbî, a.g.e., IV, 162, 165).

Müctehidin Arapça bilgisi genel olarak, Arapça'nın inceliklerini kapsamalıdır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm, Arapçanın en beliğ ve en fasihini teşkil eder. Bu yüzden, ayetlerden hüküm çıkaracak kimse, Kur'ân'ın belâgat, fesahat ve sırlarını bilmelidir ki, bu sayede onun içine aldığı hükümleri kavrayabilecek duruma gelmiş olsun.

b) Kur'ân İlmine sahip olmak

Kur'ân, İslâm'ın direği, şer'î hükümlerin esasıdır. Kur'ân ilmi çok geniştir. Bunu tam olarak bilen Hz. Peygamberdir. Bu yüzden bilginler, müctehid için Kur'ân'da hüküm ifade eden beş yüz kadar âyetin inceliklerini, özelliklerini bilmek gerekir demişlerdir. Bu ayetlerin âmm-has*, mutlak* mukayyed*, nâsih-mensuh, Sünnetle ilgili durumlarını bilmek gerekir. Diğer yandan Kur'ân'ın geri kalan bütün âyetlerini de topluca (icmâlî olarak) bilmek gerekir. Çünkü Kur'ân bir bütün olup parçaları birbirinden ayrılmaz. Kur'ân'ın hüküm bildiren ayetlerini diğerlerinden ayırdetmek, şüphesiz bütün Kur'ân'ı bilmekle mümkün olabilir.

Ebu Bekir el-Cassas (ö. 370/980) ile İbnü'l-Arabî (ö. 543/1148) gibi bilginler "Âhkâmü'l-Kur'ân"adlı eserlerinde hüküm âyetlerini açıklamaya çalışmışlardır. Ebû Abdillah el-Kurtubî (ö. 671 H.), "el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân" ; es-Sâbûnî de, "Tefsîru Âyati'l-Ahkâm" adlı eserleriyle hüküm âyetlerinin tefsîrini yapmışlardır.

c) Sünneti bilmek.

Bu şart üzerinde de bilginlerin ittifakı vardır. İctihadın bölünebileceğini kabul etmeyenlere göre bir müctehidin teklifî hükümleri içine alan bütün hadisleri okuması, onların amaçlarını kavraması, onlarla ilgili özellikleri bilmesi gerekir. Yine onun, sünnetin nasih ve mensuhunu, âmm ve hass'ını, mutlak ve mukayyedini bilmesi gerektiği gibi; hüküm hadislerinin rivayet yollarını, senedlerini, hadis rivayetlerinin kuvvet derecelerini de bilmesi gerekir.

Hadis rivayet edenlerin hal tercemeleri ile adâlet ve zabt bakımından durumları hakkında bir çok eserler yazılmıştır. Kütüb-i Sitte gibi sahih hadis mecmuaları meydana getirilmiş ve bunlar üzerine bir çok âlimler tarafından şerhler yazılmak suretiyle hadisler senetleri bakımından tasnif edilmiş ve İslâm hukukçularının bazı hadisler üzerindeki görüş ayrılıkları ortaya konulmuştur. Bu hadis çalışmaları müctehidin bunlara başvurarak hüküm çıkarmasını kolaylaştırmaktadır. Hükümlerle ilgili bütün hadislerin ezbere bilinmesi şart değildir. Ancak gerektiğinde yerlerinin, başvurma metodlarının ve hadis rivâyetlerinin bilinmesi yeterlidir (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, s., 382 vd).

d) Üzerinde icma ve ihtilaf edilen konuları bilmek.

Üzerinde icma (ittifak) meydana gelen konuları bilmek yanında Sahabe, Tabiî ve onlardan sonra gelen müctehidlerin ihtilâfa düştükleri konuları bilmek gerekir. Ancak bütün icmâ yerlerini ezberlemek şart değildir. Araştırma konusu yapılan mesele hakkında icmâ veya ihtilaf bulunup bulunmadığını bilmek yeterlidir. Medine ve Irak fıkhının metod ve farklarını bilme yanında; doğru olanla doğru olmayan, naslara yakın olanla uzak olan şeyler arasında karşılaştırma yapabilecek akıl, anlayış ve değerlendirme gücüne sahip olmak gerekir. Gerçekte Asr-ı saadette ve daha sonra yaşamış büyük hukukçuların görüşlerini incelemek, delil ve temayülleri bakımından onlar arasında karşılaştırmalar yapmak kişinin muhâkeme gücünü ve araştırma melekesini geliştirir.

Müctehidlerin ittifak ve ihtilaf ettikleri meseleleri, ihtilaf sebeplerini açıklayan eserler meydana getirilmiştir. eş-Şirâzî'nin (ö. 476/1083) "el-Mühezzeb" adlı eseri ve Nevevî'nin buna yazdığı şerh, İbn Hazm'ın (ö. "456/1063) "el-Muhallâ" sı İbn Rüşd'ün (ö. 595/1199) "Bidâyetü'l-Müctehid" ve İbn Teymiyye'nin (ö. 728/1327) "el-Fetâvâ" adlı eserleri bunlar arasında zikredilebilir.

e) Kıyas bilmek

İctihad, bütün şekil ve metodlarıyla kıyası bilmeyi gerektirir. Hattâ imam Şâfiî'ye göre ictihad kıyastan ibarettir. Kıyasın metodunu bilmek; naslardan hüküm çıkarma esaslarını öğrenme ve ictihad yapılacak konuya en yakın olan nassı seçme imkânını sağlar. Kıyası bilmek şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:

1- Kıyasın dayanacağı asıl hükmü bilmek. Bu dayanağın ayet, hadis veya icma olması, bunlarla ilgili gerekli bilgilere sahip olunması da gereklidir.

2- Kıyas kaide ve prensiplerini bilmek. Meselâ belirli ve özel bir durumu ifade ettiği sabit olan bir nas üzerine kıyas yapılamaz. Kendisine dayanılan asıl hükmün illetini tesbit ettikten sonra hükme bağlanacak yeni meselede (fer'î) de aynı illetin gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmak gerekir.

3- Önceki müctehidlerin kıyas metodlarını bilmek. el-İsnevî (ö. 772/1370) "Kıyas bilmek bir ictihad kaidesi ve sayısız hükümlerin açıklanmasına götüren bir yoldur" der (el-İsnevî, Şerhu Minhâci'l-Usûl, III, 310 (İbn Emîr'in Takrîri kenarında) Mısır 1316; Şafii, a.g.e., s., 477).

f) Hükümlerin amaçlarını bilmek İslâmî hükümlerin amaçları, belli bir nas'dan değil, bütün nasların toplamından anlaşılabilir. Bu hükümlerin asıl amacı insanlar için rahmet olmaktır. Ayette; "Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiyâ, 21/107) buyurulur. İslâm'da güçlük ve sıkıntının kaldırılması, zorluğun değil kolaylığın tercih edilmesi bu rahmetin bir sonucudur. Emredilen bazı güçlükler büyük zararları gidermek amacına yöneliktir. Cihadın farz kılınışı böyledir. Nitekim âyette şöyle buyurulur: "Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. Şüphesiz Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Gerçekten Allah, güçlü ve yücedir" (el-Hacc, 22/40).

Maslahata göre fetva vermede, gerçek maslahatlarla (toplum yararı) nefsî ve şehevî arzulardan gelen bir vehimden ibaret olan maslahatları birbirinden ayırdetmek gerekir. Böylece mazarratı defetme, maslahatı celbetme, bütün insanlara faydalı olan şeyleri tercih etme, başka bir deyimle toplum yararını kişisel yararın üstünde tutma melekesi gelişir.

g) Doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahip olmak.

Müctehidin gerçek fikirleri yanlış olanlardan ayırdetme melekesine sahip olması gerekir. Bu da doğru bir anlayış ve keskin bir görüşe sahip olmakla gerçekleşebilir.

h) İyi niyet ve sağlam bir itikad sahibi olmak.

İslâm dinî, ancak kalbi iman ve ihlasla aydınlanmış olanların idrak edeceği bir dindir. İtikadı bozuk kimse bid'at ve nefsî arzularının peşine düşer; tarafsız bir gönülle naslara yönelemez. Kötü niyet düşünceyi de kötüleştirir. Bu yüzden büyük müctehidler fıkıhla şöhret yapmadan önce ihlâs ve takvâlarıyla meşhur olmuşlardır. İhlaslı kimse gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassub göstermez. Büyük imamların hepsi; "Bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının görüşü yanlıştır, fakat doğru da olabilir" demişlerdir (Ebû Zehrâ, a.g.e., s. 388, 389; İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, Trc. Abdulkadir Şener, Ankara 1968, 1969, s. 125, 126).

İşte İslâm hukukçularının müctehidde bulunmasını gerekli gördükleri şartlar bunlardır. Bu şartları kendisinde toplayan müctehide "mutlak veya müstakil müctehid" denir.

Fıkıh usulü bilginleri müctehidleri yedi tabakaya ayırırlar: 1) Şerîatte müctehidler. Ca'feru's-Sadık, Muhammed el-Bâkır, Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi. 2) Müntesip mutlak müctehidler. Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer, el-. Müzenî, Abdurrahman b. Kasım gibi. 3) Mezhebte müctehidler. Tahâvî, Kerhî, Serahsî, İsfereyânî ve Şîrazî gibi. 4) Tercih yapan müctehidler. Bazı usulcüler önceki tabakayla bunu bir saymışlardır. 5) İstidlâl sahibi müctehidler. Bunlar; "Şu görüş rivâyet bakımından daha sağlam ve delilî yönünden daha kuvvetlidir" gibi açıklamalar yapmışlardır. 6) Hafızlar tabakası. Bunlar taklidçi olup, öncekilerin tercihlerini bilmede huccet sayılırlar. 7) Mukallidler tabakası. Bunlar, fıkıh kaynaklarını anlayabilir, fakat görüş ve rivayetler arasında tercih yapamazlar.

Dayandığı Kitap, Sünnet, İcmâ delillerinden biri bilinmeksizin bir müctehidin sözünü alıp bununla amel etmeye "taklid"; deliline bakmak, öğrenmek ve ictihadına katılmak suretiyle bir müctehidin reyini benimsemeye ise "ittiba" denir. eş-Şevkânî'ye (ö. 1250/1832) göre sahabe, Tâbiûn ve Tebe-i tâbiîn içinde ictihad edecek dereceye ulaşamayanlar belirli bir müctehidi taklîd etmiyor; onlardan problemleriyle ilgili delilleri sorup öğrenerek bunlara ittiba ediyorlardı. Taklid bu nesillerden sonra ortaya çıkmıştır. Taklid yerine, ittiba ruh ve alışkanlığının geliştirilmesi gerekir. Bu durum, ilim adamlarını delilleri öğrenmeye zorlar, delillerin kuvvetli olanı ile zayıf olanım tartışma imkânı doğar. Bunun gerçekleşmesi için delillerin zikredildiği temel eserlere yönelmek, te'lif edilecek İslâm hukuku kitaplarında hükümlerin dayandığı delilleri de göstermek gereklidir. Bunun sonucunda araştırıcılar, vahiy, Sünnet ve icmâi ümmet üzerinde düşünme ve değerlendirme imkânı bulurlar.






Mezhepler teknoloji,bilim ve medeniyet geliştikçe ihtiyaç duyulan dini yollardır.Risk taşır.Kurandan ayırabilirde,birleştirebilirde.Cahile şart alime şart değildir.Dünyada 950sene önce 300 küsür mezhep vardı.Şimdi ise 6-7 tane isimlerini bildiğimiz mezhep var.3 tanesi hanefi,şafi ve şii mezhebi ayakaydı ırak harbi olana kadar.Irak savaşında şii ve sunnilerin ne halde olduklarınıda
mezheplerin kurana ne kadar yakın oldukları oratya çıkmış oldu.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Abim, Şia ile siyaseten birlik içinde olmak başka; dini meselelerde bir araya gelmek; ihtilaf edilen hususları gidermek başka..

Şia'nın ileri sürdüğü iddialar ile Ehli Sünnetin inançları birbiriyle bağdaşmaz, bağdaştırılamaz.. Yapsaydı ilmen ve takva olarak bizden ileri olan önceki nesiller bunu başarır; Şia ile Ehli Sünnet'i (orta yolu izleyen mutedilleri) birbirine kaynaştırırlardı..

Bunların ne olduğuna girmeyeceğim; merak eden Netten araştırabilir.. Dini konularda çok ciddi ve derin uçurumlar var aramızda.. Bu kadarını söyleyerek yetineyim..

Dini konular haricinde, düşmanlara karşı siyaseten ittifak; değil Şia ile her mezheple hatta mezhepsizlerle de olabilir.. Yeter ki kimse kimseye yalan söyleyip arkasından kuyusunu kazmasın.. Yaygın tabiriyle "takiyye" yapmasın..
 

seyyidabdullah

Asistan
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allahın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.

Aşağıdaki görüş hakkında fikrimi söylemek istedim .

Mezhepler teknoloji,bilim ve medeniyet geliştikçe ihtiyaç duyulan dini yollardır.Risk taşır.Kurandan ayırabilirde,birleştirebilirde.Cahile şart alime şart değildir.Dünyada 950sene önce 300 küsür mezhep vardı.Şimdi ise 6-7 tane isimlerini bildiğimiz mezhep var.3 tanesi hanefi,şafi ve şii mezhebi ayakaydı ırak harbi olana kadar.Irak savaşında şii ve sunnilerin ne halde olduklarınıda
mezheplerin kurana ne kadar yakın oldukları oratya çıkmış oldu.

Bu ne kadar FİLOZOF tipi bir düz mantık . Bir savaşta mağlup olmak veya birbiri ile savaşmak nasıl olurda yolun yanlış olmasını icap ettirrir anlamıyorum ve soruyorum.

1. Hz. Hüseyin Efendim hangi yanlış eyleminden dolayı Kerbelada şehit olmuş ve Başı kesilmiştir.

Sizin mantığınıza göre Yanlış yapmış olmalı ve cezalandırılmış olmalıdır.

HAYIR kesinlikle hayır. Bir savaş meydanında düzgün inanç sahipleride mağlup olabilirler. Biz HAYIR ve ŞERRİN yalnız ALLAHTAN geldiğine inanıyoruz .Bu mağlubiyette bir sebep arayacak isek inançlarda değil sadece önlemlerde ararız ki çoğu zaman sebep bile aranmaz.

Çünkü Bizim inancımız Biz herşeyi tam olarak yapsak bile Başımıza gelen şerlerin yine ALLAH tarafından yaratıdığı üzerine kuruludur.


Ayrıca EhliSünnet yolu Hiç bir şekilde ecnebi ,mürted ve Akaidi bidat fırkaları ile birleşmek gibi bir seçeneği sunmaz. Onlar ile hiç bir şekilde ortak yanımız yoktur ve olamaz. Zaruri durumlar haricinde beraber hareket edilmez ve özellikle son zamanlarda duyulan sentez ve yakınlaşma gibi kelimeler sadece birer hayaldir.

Ayrıca ŞİA ile olan muhalefetimiz Onların Hz.ALİ Efendimin taraftarı olmalarından dolayı değil Oların Hz. Ebu bekir , Hz. Ömer ve Hz. Osman efendilerime olan düşmanlıklarından dolayıdır. Ehli sünnet yolu tarihleri dikkatlice okur iseniz hep ehlibeyt taraftarı olmuş ve onlardan helallik almıştır. Bu konuda İmamı Azam ile Seyyid İmam Muhammed bakır hazretlerinin toplantısı , Seyyid İmam Cafer Sadık hazretlerinin hocalık etmesi , Seyyid imam Musa kazım hazretlerinin İmam ebu yusuf ve İmam muhammed ile olan toplantısı gibi konulara özellikle dikkat çekmek isterim.

Ayrıca özellikle Akaidi bir çok ana fikirde ayrılık vardır. Bu sebeple sentez veya yakınlaşma olamaz. En azından ben ve diğer kardeşlerim(yalnız olmadığımı biliyorum) bu konuda tarafız ve olmaya devam edip EHLİSÜNNET yolunu müdafa edeceğiz.

Yukardaki görüşe göre Mezhepler yapıyı bölüyor ve zayıflatıyor gibi bir anlayışta var. Ancak buda yanlıştır. Mezhepler inancın özünü süzerek içindeki yanlış inanışları dışlamanın tek yoludur böylece küçük bir demir güllenin koca kale surlarını yıkması gibi özüne dönebilmek mümkün olmuştur.

Allahın selamı rahmeti ve beeketi üzerinize olsun
 

Satuk Buğra

Profesör
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
1,121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Mezhepleri tanımaya çalışırken, avam ve halk kesimi ile değil, uleması ile tanımak daha sağlıklı olacaktır. Hazreti Ebu Bekir Hazret Ömer ve Hazreti Osmana Şia uleması düşman değil, sahabe oldukları ancak masum olmadıklarından hataları olduğunu, bu hatalarının en önemlisininde Hilafet Hazreti Alinin hakkı olduğu halde bu hakka riayet etmedikleridir. Bu nihayetinde bir ictihadi meseledir. Müslüman olmanın şartı değildir. Şia Ulemasının sahabeye bakışı İmam Alinin bakışının aynısıdır. Ötesinde bir değerlendirme görülüyorsa o kişilerin cehalet ve taassubundan kaynaklanmaktadır. Kişilerin cehalet ve taassubu ile bir İslam mezhebi yargılanmamalıdır. Bu gün İran İslam Cumhuriyeti Anayasası ve kanunları ile önümüzdedir. İslam ahkamının uygulandığı İranda her müslüman kendi mezhebinin fıkhı ile amel etmekte, hadlerinide kendi fıkıhlarına göre çekmektedir. İranda sadece şia caferi mezhebi uygulanmamakta, merak edenler İranın Ehli Sünnet eyaletlerine gitsin görsünler, uzaktan töhmet, iftira olurmu? Allah Teala sormazmı? Bizlerin gayreti Şii ve Sünni Müslümanların kendi fıkıhlarından taviz vermeden, birbirlerini sapıklık ve bidatçılıklada itham etmeden İlayi Kelimetullahı hakim kılmada yardımlaşmalarıdır. Kavga edip, birbirini suçlamak kolaydır. O zaman ne oluyor. BİRLİKTEN DOĞAN KUVVET kayboluyor, Allah Tealanın toplum hayatına tatbik edilmesi için gönderdiği İslam garip ve uygulanamaz halde kalıyor. Bizim derdimiz bu. Yoksa eğer mezhepçilik yapsa idik, abd bile bize yardım ederdi. ZATEN MEZHEP AYRIMCILIĞI yapanlara abd yardım ediyor. Konu ile ilgili samimi duygular içerisinde olan kardeşler için bu gün internet bir ilahi nimet. Açın bakın siteleri. İslami vahdet konusunda müslümanlar neler yapıyor.
 

ebced_9

Üye
Katılım
22 Ağu 2006
Mesajlar
46
Tepkime puanı
0
Puanları
0
S.A MEZHEPLER İLAÇ GİBİDİR.KİMİNE İYİ GELİR KİMİNE KÖTÜ.ÖYLE Kİ BİR DOKTAR HASTAYA SEN HİÇ SU İÇMEYECEKSİN DER.HASTA DA İÇMEZ ŞİFA BULUR.
BAŞKA BİR GÜN BAŞKA BİR HASTA GELİR ONADA SEN ÇOK SU İÇECEKSİN DER O DA BOL BOL SU İÇER O DA ŞİFA BULUR.
MEZHEPLERDE DE DURUM AYNIDIR.MESELA DOĞUDAKİ BİR İNSAN GENELLİKLE ŞAFİİ dir.ÇÜNKÜ ŞAFİİ MEZHEBİNE GÖRE ÇİZME DOLUSU KAN AKMADIKÇA ABDEST BOZULMAZ.BU ADAM TARLADA DİKENLERİN ARASINDA ÇALIŞIYOR,ELİNE DİKEN BATMAMASI İMKANSIZ.ŞİMDİ BU ADAMIN HİÇ ABDESTİ OLMASIN MI?

BATIDAKİLERDE GENELLİKLE HANEFİDİR.ÇÜNKÜ ABTI TARAFLARINDA OTOBÜS ,DOLMUŞ VS. YAYGIN OLDUĞUNDAN VE GENELLİKLE KALABALIK OLDUĞUNDAN ELİMİZİ KARŞI CİNSTEN BİRİNE YANLIŞLIKLA DEĞDİRDİĞİMİZ ZAMAN ŞAFİİ ye GÖRE ABDESTİMİZİN GİTMESİ LAZIM ANCAK HANEFİYE GÖRE GİTMEDİĞİNİ BİLİYORUZ.

''''''''' YANİ MEZHEPLER ÇEVRE FARKLARINA GÖRE BİZE KOLAYLIK SAĞLAR.TIPKI SU ÖRNRĞİNDE OLDUĞU GİBİ 4 HAK MEZHEBİN HEPSİ BİZİ DOĞRU YOLA İLETİR.YANİ SU SONUÇTA SUDUR.DİN DE DİNDİR .DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY YOK.


BU YÜZDEN MEZHEP KAVGALARI ÇOK ANLAMSIZDIR.ÇÜNKÜ DÖRT HAK MEZHEBİN HEPSİ DE BİZİ DOĞRU YOLA (ALLAH)A ULAŞTIRIR.
SELAMETLE
 

seyyidabdullah

Asistan
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allahın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.

Konu bu tartışmaya pek uygun değil ama aşağıda ki sözlere susmak bize yakışmaz.

Kavga edip, birbirini suçlamak kolaydır. O zaman ne oluyor. BİRLİKTEN DOĞAN KUVVET kayboluyor, Allah Tealanın toplum hayatına tatbik edilmesi için gönderdiği İslam garip ve uygulanamaz halde kalıyor. Bizim derdimiz bu. Yoksa eğer mezhepçilik yapsa idik, abd bile bize yardım ederdi. ZATEN MEZHEP AYRIMCILIĞI yapanlara abd yardım ediyor. Konu ile ilgili samimi duygular içerisinde olan kardeşler için bu gün internet bir ilahi nimet. Açın bakın siteleri. İslami vahdet konusunda müslümanlar neler yapıyor.

Şia ile ehli sünnet arasındaki itilafın çok detaylı ilmi çalışmaları internette mevcut. Özellikle bazı sitelerde ve benzerlerinde kitap halinde var. Kardeşler oradan okusunlar ve şianın yüzünü görsünler. Ben burada çok da hakim olmadığım bu tartışmaya girmeyeceği sadece Satuk Buğra isimli kullanıcıya bazı notlarım ve sorularım var cevaplarsa görüşlerini biliriz.

1. Evet biz mezhep ayrımcılığı yapıyoruz ve hak ile batılı ayırıyoruz. Siz benim hiç İmam şafii hazretlerine laf ettiğimi gördünüz mü? Hak mezhepler ile her yola gideriz gerekirse şehadete? Ama Batıl mezhepler ile asla.

2.Bize ABD falan yardım etmiyor.Hiç ABD li tanıdığım yok.
Birde güncel olarak ABD şu an ırakta mezhep savaşını bitirmek için yalvarıyor niçin görmüyorsunuz ? Çünkü bu savaş ABD nin işini zorlaştırıyor. Dünya kamuoyu önünde başarısız gösteriyor.

3.İslami vahdet konusu bir hayaldir. Hiç bir ehli sünnet Sahabenin tümünü efendi saymayan ve akaidi bidatleri olan Şia ile birleşmez , Aynı yolda yürümez ve vs.vs. şia da hiç bir zaman Sahabenin tümünü efendi saymayacak ve akaidi bidatlerinden vazgeçmeyecek gibi geliyor bana.

Sorularım şunlar :

1. Şianın tekfir ettiği sahabe var mıdır? Kimlerdir? Hz. Ayşenin hakkındaki görüşü nedir?
2.Şia Hz. Alinin kendi görüşlerine sahip olduğunu söylüyor. Bu durumda Hz.ALi peygamber efendimiz ile aynı görüşte değilmidir ? Şia neden bizim gibi Muhammedi ve sünni adını kulanmıyor?
3. Şia inanışında dinden çıkma var mıdır ? Şartları nelerdir?Örneği sünniler tekfir ediliyormu? Sünni seyyidler Seyyid sayılıyor mu? Hz. Ayşenin çocukları olsa idi onların neslide seyyid olacakmıydı?
4. Şia bir rivayete göre Hayrı allahın cc. yarattığını şerri ise yaratmadığını söylüyormuş? Şerri kim yaratıyor? Yoksa birtakım insanlar gibi her şer aslında hayırmıdır diyorsunuz?

Ancak şunu söyleyeyim. Biz örneğin kesin tekfir ettiğimiz Hariciler( Bu gün yok diyorlar ama maalesef görüşleri bazen yaşıyor) ile ortak çalışmadığımız gibi Hiç bir akaidi Bidat fırkası ilede bir ortaklığımız yoktur.

BU GÜCÜ BÖLMEK DEĞİL GÜCÜ SAFLAŞTIRMAK VE İMAN GÜCÜNE ÇEVİRME GAYRETİDİR.

Allahın selamı ve rahmeti üzerinize olsun
 
Katılım
1 Eyl 2006
Mesajlar
42
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Delili Kur’an ve Sünnetten sahih olarak gelen her mezhep taklid edilebilir. Mukallid isterse, genelde belli bir mezhebi taklid etmekle birlikte, bazı konularda diğer hak mezheplere göre de amel edebilir. Bazı kitaplarda zarûret olunca mezhep değiştirilebilir sözü tamamen bâtıldır. Gerçek şu ki, mukallid istediği konuda, istediği zaman, istediği âdil ve fâkih olan bir alimi taklid edebilir. İsterse nefsine de hoş gelmiş olsun farketmez.(İslamda Meseleler Çözümler-1 Ziya Eryılmaz)
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
Delili Kur’an ve Sünnetten sahih olarak gelen her mezhep taklid edilebilir. Mukallid isterse, genelde belli bir mezhebi taklid etmekle birlikte, bazı konularda diğer hak mezheplere göre de amel edebilir. Bazı kitaplarda zarûret olunca mezhep değiştirilebilir sözü tamamen bâtıldır. Gerçek şu ki, mukallid istediği konuda, istediği zaman, istediği âdil ve fâkih olan bir alimi taklid edebilir. İsterse nefsine de hoş gelmiş olsun farketmez.(İslamda Meseleler Çözümler-1 Ziya Eryılmaz)
mukallidlik bir cehaletin tanımıdır
imanın vede ibadetlerin delillerine ulaşamayanların yapacağı bir iştir sıçrama hiçte hoş bir şey değildir bilseydi taklid etmezdi bilmediğine görede sıçramayı hangi kriterlere göre yapar ?
yalnız bir kaide vardır defi mefasid celbi menafiden evladır.Buna göre bir takım zaruretler oluşabilirsede bu bir alimin görüşü ile yapılabilir aksi şekilde davranışlar laçkalaşma sonucunu getirirki dinin ciddiyeti muhafaza edilmiş olmaz kaldıki mezhebler isimlerini aldığı şahısların içtihadlarından oluşmuyor kimi zaman öğrencilerinin görüşleri kabul görmüştür
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Şia da grup grup, bölük börçük..

Şu anda İran ve Irak'ta yaygın olan İsnaaşeriye İmamiyesi grubudur...

Bunlar İlk Üç Halife Efendilerimizin Hz. Ali Efendimizin hakkı olan Halifeliği gasp ettiklerine inanırlar.. İlk 3 Halife Efendimizin İslam'a yaptıkları önemli hizmetlerini de böylelikle boşa çıkarmış olurlar.. Bu durum bindikleri dalı kesmeleriyle sonuçlanmıştır.. Fıkıh ilminin temelinin atıldığı, bir çok fitnenin bastırılarak söndürüldüğü, Kur'an'ı kerimin bir araya toplanıp bir Mushaf haline getirildiği, Din konusunda, İslam yönetimi konusunda bazı önemli içtihatların yapıldığı, Peygamber Efendimizden bir çok sahih sünnet ve haberin teyid edilip yaşandığı ve miras olarak sonraki döneme bırkıldığı bu dönemi kötüleyen Şia, çok ciddi bir yanlışlık içindedir..

Bunların yanlışlığını en başta, taraftarı oldukları Hz. Ali Efendimiz, ilk 3 Halifeye biat edip tabi olmak ile ortaya koymuştur, kendi icraatıyla yalanlamıştır.. Bir kere taraftarı oldukları o büyük kahraman, ilim, velayet, celadet ve kuvvet sahibi Hz. Ali Efendimiz, iddia ettikleri gibi hakkını yedirecek, kendine ya da Ehli Beyt'e haksızlık ettirecek, böylece müslümanları zor durumlarda bıraktıracak, dolayısıyla İslam'a zarara razı olacak karakterde bir kimse değildir.. O, İlk üç Halifeye tabi olmuşsa bu maslahat ya da bir takım gizli siyasetler sonucu değildir; mutlaka sıdk ve doğruluk üzeredir.. Hem kendi davranışının asaletini; hem de İlk üç Halifenin faziletini kesin biçimde ispatlar..

İmamiyenin Ehli Sünnetten ayrılan diğer bir inancı da Hz. Peygamberin, Peygamberlik görevini tam olarak açıklamadığı; Şia İmamlarının bu görevi zaman zaman tamamladıklarını iddia etmeleridir.. Yani ortada, Peygamber Efendimizin zamanında yarım kalan bir vazife ile Şia imamlarınca tamamlanan bir vazife söz konusu olmaktadır ki bu Peygamber Efendimize yapılabilecek en çirkin iftiralardan biri olmaktadır.. Hz. Resulullah zahir ve batın vazifesini hakkıyla ve layıkıyla yerine getirmiş; açıklanması üzerine vacip olan bütün hususları açıklamış ve ehline bildirmiştir.. Vazifesini de yarım bırakmadan tamamlamıştır.. Buna bir rivayet 120 bin bir rivayet 40 bin Ashabın tamamı da şahit olmuşlardır..

Bunlara göre İmamlar doğuştan Peygamberlik vazifesini tamamlayıcı bu ilimler ile doğarlar ve onlar tıpkı Peygamberler gibi büyük küçük bütün günah ve hatalardan masundurlar! Onların Peygamberden tek farkı Vahiy almamalarıdır! Bunu insaf sahibi ve vicdan sahibi hangi müslüman şaşırmadığı sürece kabullenebilir ki?!!

Yeni yeni öğrendiğim bir iddia daha var ki bu iddiayı İmamiye'nin kabul edip etmediğini bilmiyorum.. Bu iddia da Kur'an-ı Kerimin ilk üç halifece tahrif edilip değiştirildiğini; kendi menfaatleri doğrultusunda içinden eksiltildiğini; Kayıp ve Mehdi olarak gelecek 12. İmamın asıl Kur'an ile beraber ortaya çıkacağını vs.. vs.. Allah bunlara hidayet etsin.. Bunların sözlerine bakarsanız ortada ne işini tamamlayan bir Peygamber, ne de insanlara vahyini indirip koruyabilen bir ilah kalıyor.. Ayrıca bu Peygamber o kadar aciz bir Peygamber ki yıllarca beraber yaşadığı yakın Ashabını terbiye edemiyor, onları yetiştiremiyor; ve onlar O Peygamberin ardından ilk fırsatta dünya menfaatine ve yönetme hırsına kapılarak, birbirlerinin hakkını gaspedecek derecede haşa düşüklük gösterebiliyorlar.. Allah gerçekten bunlara akıl ve fikir kuvveti ihsan eylesin..

Hz. Ali Efendimizin yanında Kur'an'dan ve Sünnetden başka metinler, sözler, açıklanmamış vahiyler olduğunu söyleyen Ehli Sünnetten bazılarının ise kulağını çınlatmakla iktifa ediyorum.. Onlar bu tür konularda Şia'nın yıkıcı fikirlerine kapılmış zavallılardır..

Sonuç olarak; Şia, bu türden İslam'ı daha başından çürük kılacak inançlardan vazgeçmediği müddetçe asla Ehli Sünnetle din konusunda bir araya gelemez.. Getirilemez..

Bunun haricinde siyasi ittifak yapılabilir, ortak düşmanlara karşı ortak hareket edilebilir.. O kadar..
 

SeNoL

MUEYABYA
Katılım
16 Kas 2006
Mesajlar
4,867
Tepkime puanı
224
Puanları
0
Yaş
42
Konum
Kocaeli
Yeni yeni öğrendiğim bir iddia daha var ki bu iddiayı İmamiye'nin kabul edip etmediğini bilmiyorum.. Bu iddia da Kur'an-ı Kerimin ilk üç halifece tahrif edilip değiştirildiğini; kendi menfaatleri doğrultusunda içinden eksiltildiğini; Kayıp ve Mehdi olarak gelecek 12. İmamın asıl Kur'an ile beraber ortaya çıkacağını vs.. vs..

Bu konuda da ehlibeyt ile ilgili bazı ayetlerin Kuran`dan çıkartıldığını iddaa edenlerdir bunlar..
Efendimizden sonra halifelik yapan o büyük insanlar mı kul hakkına girmek gibi bir hata işleyecekler...
İlk yaratılan insandan kıyamet gününe kadar gelecek insanların imanı bir kefeye HZ. Ebu bekir`in imanı bir kefeye konsa ebubekir`in imanı daha ağır basar dediği Hz. Ebu bekir mi hz. Ali nin hakkını gasp edecek..

Benden sonra bir peygamber gelse o şüphesiz ömer olurdu...dediği Hz.ömer mi yapacak bu söylenen safsataları..
Meleklerin dahi hâyâ ettiği Hz.osman mı yapacak bu saçmalıkları..
Yada ALLAH`ın arslanı olarak bilinen Hz Ali mi kendi hakkını yedirecek ortada olan bir yanlışa sessiz kalacak..
Gerçekten akıl sahibi olan kimseler bunların ne kadar yanlış düşünceler olduğunu anlayabilir..ALLAH hepimize lâyıkıyla anlayıp kendine kul habibine ümmet olabilmeyi bizlere nasib etsin inşaallah...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst