İlm-i Ledün nedir?

Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0

Eyvallah



Diğer arkadaşları bilmiyorum, kendi adıma konuşayım...
Bu fakir diye bazen söz ederim. O yüzden cevap verme ihtiyacı hissettim.
Ama gerçekten bu fakir, gerçekten fakir..

Sonra...
Sözünüzü ettiğiniz marifetlere erişmiş değilim. Eyvallah...
Bu şekilde bir anlaşılmaya sebep olduysam herkesten özür dilerim...

İlmi ledün sahibi değilim. Bu ilim varmış gibi algılandıysa yine özür dilerim.
Böyle bir ilim sahibi değilim. Sadece bilgi paylaşım platformunda, bildiklerimi paylaşıyorum o kadar.

Edepsizlik yaptığımı düşünüyorsanız mutlaka öyledir. Yine özür dilerim...

Hakkınızı helal ediniz...
Özür dileyen kimse gerçekten güzel bir meziyet sahibidir.Bu güzel meziyetin sahibinden bizde özür dilerizki yanlış anlamış.Ben bu konuda bilgi aktaran kardeşlere bir söz demek istemedim.Fakat ''Ben bu fakir şöyle anlıyor,şöyle olduğunu görüyorum''şeklinde ifadeler biraz bu işlerden kendine pay çıkmak olur.Her neyse maksat üzüm yemek,bağcıyı dövmek değil.Maksat hasıl olmuştur.Zaten maksadımızda bu olmalı hiç bir konuda nefsimize pay çıkmadan,niyetimiz bu marifet sahiblerinin kadir ve kıymetinin büyüklüğünü ve bu dost doğru yolu bir birimize nakiller ederek,bu yola heveslerimizi artırmak
Size bu ince nezaket ve tavrınızdan dolayı teşekkür eder hakkımızı helal ettiğimiz gibi sizinde hakkınızı helal etmenizi istirham ederim.Allahü Tealaya emanet olunuz.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Tarikat, tasavvuf demek bu gibi haller değildir. Zaten kerametlere gerektiği kadar önem vermek lazımdır der büyükler ve asıl keramet istikamettir derler.

1 yıla yakın her hafta büyüklerden ve akademisyenlerden (çokları prof. idi) tasavvuf dersleri aldık ve bize anlatılan kerametler, olağan üstü hadiseler değildi. Aksine şeriat idi ve tasavvufun şeriatın bir cüzü olduğuna dairdi. Çok yerlerde sıkıntılar var bunu kabul ediyorum ama bu işi doğru düzgün yapan yerler de var yani. Artık herkes nasibini bulacaktır.

Manevi meclisler vardır, mana aleminde vazifeli zatlar vardır. Siz sadece işin bu kısmını görüyorsunuz ve işi bundan ibaret zannediyorsunuz. Halbuki tekkeler bugün İslam'a en çok hizmet eden yerlerdir dünyanın her yerinde. Ve nice büyük alimler bir mürşide bağlıdırlar.


Allah kolaylıklar versin... Allah yardımcınız olsun...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Yaw, siz gelmiş burada müslümanlarla dalga geçiyorsunuz ! Bir kere sizin imanınız sahih değil ki !..
Allah için imkansız diye bir şey yok iken, kalkıp ilm-i ledun'u ve mucizeleri sorguluyorsunuz !
Eğer sizin gittiğiniz yol İblis'in yolu değilse, bu dünyada İblis hiç kimseyi saptıramamış demektir.



Ne kerametle dalga geçeriz ne de ayni anda farklı yerlerde olan insanlarla dalga geçeriz...

Lakin, kerametlileri ve aynı anda farklı yerlerde olan insanları dalgalık edenler tarikate müntesipliler...

Şeyhinden yardım dileyerek arabasının benzin deposunu fullediğini ifade eden birine bir "tebessüm"de bulunmak kafirlik midir..? Zalimlik midir..? Tarikat ve tasavvuf düşmanlığı mıdır..? Allah Kitap düşmanlığı mıdır..? Ki arkamda namaz kılınmayan bir sapık oluyorum ben...

Sorun bende mi..?

Bir tebessümü, Kur'an'ın ayetlerinden açık ve net bir ayeti inkar etmiş gibi algılamak neyin nesi... Böyle bir bakış açısı bir müslüman olarak sizleri ürkütmüyor mu? Korkutmuyor mu..?

Sen bana 100 defa böyle bir hadise söylesen ben inanmam...

Dolayısıyla bu bilgiler özeldir, mahremdir, bu özellerle tebkiğ yapılmaz... İnsanlar uyarılmaz...

Onun için dedim ya, şeyhlerini dalgalık kılanlar ya müntesiplerdir ya da şeyhlerin kendileridir...

Mesela İsmailağa. info'dan bir şey nakledildi buraya... Mahmut Efendi hazretleri, müridi Cübbeli'nin durumunu Allah'a arzetmiş anladığım kadarıyla da onun teniz olduğunu da ifade etmiş...

Sükut ediyorum...

Bir şey demiyorum... Lakin Efendimiz de bilmelidir ki, bu hadise bende mahrem kalmalıdır.... Bunu ifade etmeyeyim demelidir... Tabi ki bu benim düşüncem onunla müşerref olsam ona da söylerim münasip bir dille...

Keramet haktır... İlham haktır vs.. Bunlar mahrem kalsın istiyorum...

Fıkıh kitaplarımızda ifade edilen de budur...

Kolay gelsin...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
İster inanma ister inanma, canlı şahidinden, keramet ehli, kalp gözü ve keşfi açık İrfan Öztürk Hocaefendi'den...

Mü’min ve sâlih bir kulda zuhur eden olağanüstü hâle kerâmet denir. Ehl-i sünnet ulemâsına göre kerâmet haktır ve bu hususta ittifak vardır.

Allâh’ın kudretinin nebîlerden zuhuruna mûcize, velîlerden zuhur etmesine de kerâmet denir. Kerâmet, Allâh’ın bir ikramı olmakla beraber, mûcizeden farklıdır.

Çünkü mûcize, peygamberlerin peygamberliklerini ispat için Allah tarafından kendilerine verilmiş bir ihsân-ı ilâhîdir. Gerektiğinde peygamberliğinin delili olarak gösterilmesi vaciptir. Kerâmetin ise gizlenmesi esastır. Ancak mecbur kalındığında izhar edilebilir.

Allah dostlarının; müridleri, sevenleri için himmette bulunduklarının çok misali vardır. Bu gibi hâdiseler gönüllere inşirah verir. Allâh’ın kudretini ve Allah dostlarının, Allah indinde ne kadar kıymetli olduklarını kalplere iyice gösterir.

Fakir de Allah dostlarından Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin himmetiyle olmazların nasıl olduğuna şahit oldum. Bu büyük insanın vefat yıldönümünde rahmetle anılması için bir hâtıramı paylaşacağım.

Yıl, 1980. Pamukova’daydım. Hafta sonu tatili sebebiyle Pamukova’dan memleketim Kandıra’ya gitmiştim. Daha eve uğramadan kardeşim Resul’ün dükkânına uğradım. Dükkânda manzara pek hoş değildi. Kardeşim Resul ile ağabeyim Seyfettin hocanın üzüntülü bir şekilde sessiz oturduklarını gördüm. Selâm verip;

“–Hayrola, nedir bu hâliniz?” diye sorduğumda kardeşim Resul:

“–Yahu hiç sorma, arabamız bozuldu. Tamir için Kandıra’da gösterdiğim hiçbir usta ârızasını bulup anlayamadı. Adapazarı’na veya İzmit’e götürmem icap ediyor. Araba çalışmadığı için götüremiyorum. Götürmek için onu taşıyacak bir araç lâzım, o da yok. Bunun için ne yapacağımı düşünüyorum.” dedi.

Arabanın nerede olduğunu sorduğumda;

“–Dükkâna girişteki pasaj önünde duruyor.” dedi.

Pasaj girişi yakındı, baktım. Renault marka bir araba idi. Onların üzüntüsü bana da sirayet etti ve duygulandım. Hemen;

“–Resul kalk, abi sen de kalk arabayı tamire Adapazarı’na götüreceğiz!” dedim. Resul;

“–Ne ile?” diye sordu. Ben de;

“–Bir şeye ihtiyaç yok. Şimdi arabaya Ramazanoğlu’nu bindireyim de, araba nasıl çalışırmış gör!” dedim. Resul;

“–Abi, dalga geçme, benim üzüntüm bana yeter. Bir de sen üzme beni!” dedi. Ben;

“–Ne dalga geçmesi, size kalkın arabaya binin, diyorum.” dedim. Kalktılar, sessizce arabaya kadar gittik. Resul’e, direksiyona geçmesini, ağabeyime de şoförün yanına oturmasını söyledim ve;

Ey efendim! Sultanım, Sâmi Efendi Hazretleri, arabamıza buyurun, himmetinize muhtacız, buyurun efendim.” diyerek mânen arabaya davet edip, bindirdim. Sonra kendim;

Bismillâhi mecréhâ ve mursâhâ...” âyetini okuyup arabaya bindim;

Himmetu’r-ricâl takla‘u’l-cibâl, Resul’üm marşa bas!” dedim.

Kardeşim kontağı çevirir çevirmez araba; «Huuu!» diye çalışmaya başladı. Resul ve ağabeyim şaşırmışlardı:

“Doğru Adapazarı’na Renault ustasına yürü!” dedim. Yürüdük, araba «tık» demeden Adapazarı’na geldik, yalnız bir farklılık olduğunu söyledi kardeşim;

“Nedir?” diye sorduğumda;

“Hayret doğrusu! Arabaya gaz vermek için pedal aşağıya doğru basılıyor. Şimdi ise pedalı yukarı kaldırdığımda gaz yiyor.” dedi.

Nihayet ustanın tamirhanesine geldik. Arabayı stop ettik, ustaya gidip durumu izah ettik.

Usta kontak anahtarını kardeşimden alarak arabadaki ârızayı bulmak üzere arabaya bindi. Marşa bastı fakat araba çalışmadı, elinden gelen bütün gayret ve imkânları kullandı, fakat nâfile! Arabayı çalıştıramadı ve sordu:

“Siz bu araba ile mi geldiniz Kandıra’dan buraya?”

“Evet bu araba ile geldik.” deyince, usta bir içini çekti ve;

“Vallâhi bu arabayı Kandıra’dan buraya kadar getiren şoför, çok büyük şoförmüş. Demek ki insanın aklının ermediği şeyler de varmış. Bu arabanın Kandıra’dan buraya kadar bu hâl ile gelmesi ancak kerâmetle olur, başka türlü izah edilemez.” dedi.

Hâzâ min fadli Rabbî...

Ey kardeş sıkıntıya düştüğünde himmetiyle sıkıntını giderecek, âhirette perişan olmaktan kurtaracak bir mürşid-i kâmilin terbiyesine sen de gir ki dünya ve âhiret saadetine erişesin.

Not: Anlattığım hâdisede Allâh’ın izni ile himmetine mazhar olduğum o değerli zat, 12 Şubat 1984’te Hakk’ın rahmetine kavuşan Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Efendi -kuddise sirruh- Hazretleridir.

Mevlâm ona rahmet, bizlere de telkin ve talim etmiş olduğu sünnet-i seniyye yolunda muvaffak olmayı nasip eylesin inşâallah.

Seksen dörtte güneş battı,
Gözümüzden yaşlar aktı.
Cennetü’l-Bakî’ye yattı,
Yattı «Allah!» deyû deyû.
(Gülzâr-ı irfan)

Yüzakı Dergisi, http://www.yuzaki.com/content/view/1386/
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Bunlara inanmamak baska bir seydir...

Seyh'in üstün ve ali oldugunu ifade etmek icin bunlari muhatabina teblig amacli sunarak muhataplari ekarte etmek baska seydir...

Demek ki sizin mübareklerinizde böyle bir özellik olmasa onlari ögretmen kilacaginiz hic bir özellik de onlarda olmadigini ifade ediyorsunuz... Bu ikrar bunun bir özelligidir...

Tasavvuf disiplini yukarida ifade edilen hususlari asikare olarak ona buna ifade etmeyi zemmeder, kötüler ve bir cirkinlik olarak ifade eder...

Lakin, hal böyle olmasina ragmen, gerek seyhler de bundan razidir ve gerekse onlarin yanlarinda bulunan yüksek müritler de bundan razidir...

Cünkü, bunlar ayni zamanda, seyhin direk Allah'la irtibat kurdugunun alametleridir... Bu alametle muhataplari ekarte etmek cok daha kolaydir... Hatta bundan mütevellit bir grup müntesip bunlari tapicilar, kurtaricilar hale de getirir... Ve getiriyorlar da zaten...

Hatta bir takim proföserler bu gibi yerlerde bulnurlar cünkü satacaklardir.. Onlarin kitaplari vardir, dergileri vardir satacaklardir isin maddi boyutu onlar icin önemlidir...

Netice:

Benim nazarimda bütün seyhler sadece bilmedigimi ögrendigim ögretmenlerimdir...

Onun ne özeli ne de tüzeli beni ilgilendirmez...

Cünkü, Islam Hukuku, Allahü Teala ile görüstügünü ifade eden bir arif zatin, söylediklerini, bildirdiklerini hic bir sekilde kaale almiyor...

Madem bunlar cok önemlidir, ben tebessüm ettigim zaman bu gibi seylere dinden falan cikiyorum Islam Hukuku bu gibi seyleri kaale almayinca ne olur bilemiyorum...

Yolun acik olsun...

Tapicilarinla beraber ol...

Ben de ögretmenlerimle beraber olayim...

Kolay gelsin...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Irfan ÖZTÜRK gibi biri tasavvufun disiplininden, kriterlerinden ve degerlerinden haberi yoksa, bir yönüyla cahildir... Degil mi..?

Irfan ÖZTÜRK gibi bir hoca, tasavvuf disiplininden haberdar oldugu halde halan bu gibi seyleri asikare ifade edebiliyorsa, o zamanda haindir.. Degil mi..?

Ücüncü bir husus yoktur...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Yaw, öğrenmişsin ---nasıl ve kimden öğrendiğini de ifade etmişsin (İsmailağa karargâhı)--- bir kermaetler gizlenir hususunu, gelmiş burada sürekli bu salvoyu papağan gibi sayıklayıp duruyorsun ! Madem keramet hak, buna inanıyon, peki şu halde anlatılmayan kerameti kim-kimden nasıl bilecek duyacak, öğrenecek ?.. Evliyâdan öyle kermaetler zuhur eder ki, bunu kendileri dahi bilmez sadece görenler bilir. Yani, velinin iradesi ve bilgisi haricinde olan kermaetler dahi vardır. Bunların gizlenmesi neden şart olsun ki ? Gizlenmesi gereken şey, velinin keramet ehli olduğunu gizlemesi ve öyle her vesile ile keramet izhar etmemesidir. Gelmiş burada terecilere tere satmaya çalışıyorsun !
Sen en önce sahih bir islâm itikadına nasıl sahip olunulacağını öğrensen çok daha faydali bir işle meşgul olmuş olursun...
Çünkü, itikaden S.O.S veriyorsun S.O.S !...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Irfan ÖZTÜRK gibi biri tasavvufun disiplininden, kriterlerinden ve degerlerinden haberi yoksa, bir yönüyla cahildir... Degil mi..?

Irfan ÖZTÜRK gibi bir hoca, tasavvuf disiplininden haberdar oldugu halde halan bu gibi seyleri asikare ifade edebiliyorsa, o zamanda haindir.. Degil mi..?

Ücüncü bir husus yoktur...

Seni gidi şakirt :)

İnsan dilinin altında gizlidir. Sen velilerden birine hakaret etme sevdası ile dolanırken, bu ahirette senin boynuna dolanacak belki ve perişanlığına sebep olacak. Sizin gibilerin bu cahil cesareti nereden geliyor merak etmiyor değilim. fakiri nin dediği gibi bir şey duymuşsun, küfrüne onu malzeme ediyorsun. Neden bunu yazmış hocaefendi zaten dile getirmiş. Altını da çizdik ki aynı şakirt/wehhabi dilini kullanma diye ama senin kalbin kararmış, gözün dönmüş. Nasıl küfredebilirim derdindesin. Allah seni ıslah eylesin. Adam bir keramet yazmış, oradan almış, tapıyora getirmiş, böylesi bir ahmaklığı nasıl yaşayabiliyorsunuz kendi dünyanızda :) Bir insan haramla beslenmese bu kadar zivanadan çıkamaz zannımca.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
Belkıs Kıssasındaki tahtı getiren kişinin ilmi bahsettiğimiz ilmi ledun değildir.Çünkü bu ilmin Süleyman Peygamberin kavminde olduğundan Belkıs ve adamlarının da bilgisi vardı.

Neml 42

(Kraliçe) Gelince (ona): "Senin tahtın da böyle mi?" dendi, "Tıpkı o, dedi, zaten bize daha önce bilgi verilmişti. (Allâh'ın kudretini ve senin peygamber olduğunu anlamış) ve biz müslüman olmuştuk."
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Belkıs Kıssasındaki tahtı getiren kişinin ilmi bahsettiğimiz ilmi ledun değildir.Çünkü bu ilmin Süleyman Peygamberin kavminde olduğundan Belkıs ve adamlarının da bilgisi vardı.

Neml 42

(Kraliçe) Gelince (ona): "Senin tahtın da böyle mi?" dendi, "Tıpkı o, dedi, zaten bize daha önce bilgi verilmişti. (Allâh'ın kudretini ve senin peygamber olduğunu anlamış) ve biz müslüman olmuştuk."

İtiraf edeyim, sizin jaws olduğunuzu zannetmiştim. Biraz üslubunu yumuşatıp kaldığı yerden devam ettiğini düşünmüştüm. Hata etmişim. Jaws 4, bugün vizyona girdi; geri vizyondan kalktı. ...

İmdi, siz kaynak olarak nelerden, kimlerden beslenmektesiniz? Lütfen açık olarak yazınız. Ona göre konuşalım. Bismillah.
 

garip70

Ordinaryus
Katılım
30 Kas 2009
Mesajlar
2,779
Tepkime puanı
309
Puanları
0
Belkıs Kıssasındaki tahtı getiren kişinin ilmi bahsettiğimiz ilmi ledun değildir.
O zaman bahsettiğimiz ilmi ledünnü açıklamak üzerinize borç olmuştur.
Bu ilim ne, öbür ilim ne?

Çünkü bu ilmin Süleyman Peygamberin kavminde olduğundan Belkıs ve adamlarının da bilgisi vardı.
Belkıs ve adamlarının bilgisi olduğundan mı, tıpkı o demişler.
Benim tahtımın burada ne işi var diyebilirlerdi...

Neml 42
(Kraliçe) Gelince (ona): "Senin tahtın da böyle mi?" dendi, "Tıpkı o, dedi, zaten bize daha önce bilgi verilmişti. (Allâh'ın kudretini ve senin peygamber olduğunu anlamış) ve biz müslüman olmuştuk."
Zaten hepsi biliyordu da, niye kendilerini Süleyman as ın bulunduğu yere ışınlamadılar da uzun ve çetin bir yolculuğun çilesini çektiler?

Bu ilim; kendilerine verilmiş bir ilimse madem, müslüman olmalarını kolaylaştıracak bilmedikleri ilim neydi?
Sonuçta bu ilmi biliyorlarsa, peygamberliğini nasıl anladılar?

Çelebiler kardeşim... Yapma...

ilmi ledün ''gayb'' ilmidir. Bunu kabul edin... Her peygamberin bu ilimden nasibi vardır. Allah bu ilmin tamamını kimseye vermez. Hz. Musa nın da bu ilimden nasibi vardı mutlaka ama, o, fazlasını istedi.
Allahu Teala, Hz. Musa as ın, kendi bildiği ilminin kendisine yeteceğini ve başkasına verdiğini kaldıramayacağını bildirmek istedi.

Herkesin bildiği ilim kendine özgüdür... Başkası başkasınınkini bilemez...

----------

Hatta şu kadarını söyleyim:
Ben bir bardağa bakarım, ''bardak'' derim.
Sen aynı bardağa bakarsın ''bardak'' dersin.
Ama ne ben, ne de sen aynı bardağı görmeyiz. Çünkü görme fiilini yaratan Allah, her ikimiz için de aynı görmeyi yaratmaz. Yoksa VAHİT(yarattıklarının da eşi ve benzeri yoktur tektir, bir kez yaratır, aynı şeyden iki kere yaratmaz.) ismi ie çelişir.
O Vahittir. Yarattıklarında da Tektir. Asla bir şeyi iki kere yaratmaz.

Hani ne demişler: Aç gözünü seyreyle, tekrarı yok bunun...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Belkıs Kıssasındaki tahtı getiren kişinin ilmi bahsettiğimiz ilmi ledun değildir.Çünkü bu ilmin Süleyman Peygamberin kavminde olduğundan Belkıs ve adamlarının da bilgisi vardı.

Neml 42

(Kraliçe) Gelince (ona): "Senin tahtın da böyle mi?" dendi, "Tıpkı o, dedi, zaten bize daha önce bilgi verilmişti. (Allâh'ın kudretini ve senin peygamber olduğunu anlamış) ve biz müslüman olmuştuk."

İlk yazınız hariç önceki yazdıklarınızın hiçbirini okumadım. Gerek görmüyorum.

Sadece şu alıntıda yazdığınıza bakarak, görüyoruz ki iki Ayet-i Kerimeyi birbirine katmış karıştırmışsın.

Neml, 40'ta geçen Kitaptan (Allah katından) ilim sahibi ve tahtı getiren kimse ayrıdır. (Çoğunluğunun kabul ettiği görüş şudur: Bu kişi Âsaf b. Berhiyâ adında, İsrailoğullarına mensub salih bir kişi idi. Rivayete göre iki rekat namaz kıldıktan sonra Süleyman A.s.'a şöyle demiştir; "Ey Allah'ın peygamberi, uzağa doğru bir bak". O da Yemen'e doğru baktı ve tahtı önünde buldu. Süleyman A.s. daha gözünü kırpmadan taht yanında idi. Buradaki ilim, tahtı getiren Asaf'ın salihliğiyle ve tahtı uzaklardan bir çırpıda getirevermesiyle ilgilidir.)

Neml, 42'de geçen Belkıs validemizin önceden ilim (malumat) sahibi olması ayrı bir haberdir. Belkıs validemizin önceden ilim sahibiydik dediği, Süleyman As'dan aldığı mektuptan Süleyman As.'ın bir Peygamber olduğunu bilmesidir. (Parantez içine de yazmışsın halbuki, hayret!)

İki Ayeti birbirine karıştırmak basit, bakıp geçilecek bir fiil değil. Ya bilerek yapıyorsunuz! Ya da iki ayeti mealinden dahi anlamayacak kadar damarlarınız tıkalı... Allah şifa versin eğer öyleyse... Eğer, iki Ayeti bilerek birbirine yamıyorsanız, bu sizin kasıtlı bir suç işlediğinizi gösterir ki Allah size hidayet etsin. Müslüman mahallesinde ne diye salyangoz satmaya kalktığınızı en iyi bilene havale ediyoruz.

Kur'an-ı Kerim'den kendi keyfince, kendi kafasınca mana çıkarmak isabet etse bile HARAMDIR. İsabet edemezseniz zaten küfre düşersiniz. Bu din, bu kitap oyuncak değil, kusura bakma. Neticen acıklı olur. Hadi selametle.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
İtiraf edeyim, sizin jaws olduğunuzu zannetmiştim. Biraz üslubunu yumuşatıp kaldığı yerden devam ettiğini düşünmüştüm. Hata etmişim. Jaws 4, bugün vizyona girdi; geri vizyondan kalktı. ...

İmdi, siz kaynak olarak nelerden, kimlerden beslenmektesiniz? Lütfen açık olarak yazınız. Ona göre konuşalım. Bismillah.

Yazılarınızdan zanna çokça uyduğunuz belli zaten.Bunların pekçoğu da burada olduğu gibi yanlış zanlar.Bir eksik bir fazla çok önemli olmasa gerek sizin için.Üzülmeyin bence.

Kaynak Kuran'dır.Kuran'dan beslenmekteyiz.Onu da Allah indirmiştir.Açıkça yazdım işte.Bir sakıncası yoktur umarım.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0

O zaman bahsettiğimiz ilmi ledünnü açıklamak üzerinize borç olmuştur.
Bu ilim ne, öbür ilim ne?

Kusura bakmayın açıklayamam zira Rabbimiz ve Peygamberimiz bu ilim hakkında bilgi vermemiş.

Belkıs ve adamlarının bilgisi olduğundan mı, tıpkı o demişler.
Benim tahtımın burada ne işi var diyebilirlerdi...

Aslında verdiğim mealde "tıpkı o" tabiri yanlış olmuş.Aslı "sanki o" dur.Çünkü önceki ayette de Süleyman Peygamberin tahtta değişiklik yapılması emri var.Bu ilme sahip olduklarını daha önceden bildiklerini ve bu ilmin ancak Allah katından olacağına ikna oldukları için müslüman oldukları belirtiyorlar.Zira bu ilme sahip olan kişi bu ilme "kitaptan" ulaşmıştı.Bu kitap Tevrat'tır.Bunu da bildikleri için bu ilmin ancak Allah'ın kudreti ile bilineceğine kanaat getirdiler ve böyle müslüman oldular.

Zaten hepsi biliyordu da, niye kendilerini Süleyman as ın bulunduğu yere ışınlamadılar da uzun ve çetin bir yolculuğun çilesini çektiler?

Belkıs ve adamları bu ilme Süleyman Peygamberin ve milletinin sahip olduklarını sadece biliyorlardı.Bu ilmin kullanılışına kendileri müktedir değillerdi.Yani bu ilmi Belkıs ve adamları kullanamıyorlardı.Günümüzde pekçok teknolojik aleti bilmemiz fakat onları üretemediğimiz gibi.Mesele uzay mekiği diye birşeyi biliyoruz ancak çeşitli sebeplerle onu üretip kullanamıyoruz.

Bu ilim; kendilerine verilmiş bir ilimse madem, müslüman olmalarını kolaylaştıracak bilmedikleri ilim neydi?
Sonuçta bu ilmi biliyorlarsa, peygamberliğini nasıl anladılar?

Bu soruyu yukarıda cevaplamış oldum.

Çelebiler kardeşim... Yapma...

ilmi ledün ''gayb'' ilmidir. Bunu kabul edin... Her peygamberin bu ilimden nasibi vardır. Allah bu ilmin tamamını kimseye vermez. Hz. Musa nın da bu ilimden nasibi vardı mutlaka ama, o, fazlasını istedi.
Allahu Teala, Hz. Musa as ın, kendi bildiği ilminin kendisine yeteceğini ve başkasına verdiğini kaldıramayacağını bildirmek istedi.

Herkesin bildiği ilim kendine özgüdür... Başkası başkasınınkini bilemez...

Bu ilim "gayb ilmidir" demişsiniz elbette ki gayb'dır amenna zaten onun için kimsenin bilemeyeceğini kullanamayacağını söylüyorum.Gaybı bilen sadece Allah değil midir?

----------

Hatta şu kadarını söyleyim:
Ben bir bardağa bakarım, ''bardak'' derim.
Sen aynı bardağa bakarsın ''bardak'' dersin.
Ama ne ben, ne de sen aynı bardağı görmeyiz. Çünkü görme fiilini yaratan Allah, her ikimiz için de aynı görmeyi yaratmaz. Yoksa VAHİT(yarattıklarının da eşi ve benzeri yoktur tektir, bir kez yaratır, aynı şeyden iki kere yaratmaz.) ismi ie çelişir.
O Vahittir. Yarattıklarında da Tektir. Asla bir şeyi iki kere yaratmaz.

Hani ne demişler: Aç gözünü seyreyle, tekrarı yok bunun...

Burada ne demek istediğini anlayamadım.Kusura bakmayın.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
İlk yazınız hariç önceki yazdıklarınızın hiçbirini okumadım. Gerek görmüyorum.

Sadece şu alıntıda yazdığınıza bakarak, görüyoruz ki iki Ayet-i Kerimeyi birbirine katmış karıştırmışsın.

Neml, 40'ta geçen Kitaptan (Allah katından) ilim sahibi ve tahtı getiren kimse ayrıdır. (Çoğunluğunun kabul ettiği görüş şudur: Bu kişi Âsaf b. Berhiyâ adında, İsrailoğullarına mensub salih bir kişi idi. Rivayete göre iki rekat namaz kıldıktan sonra Süleyman A.s.'a şöyle demiştir; "Ey Allah'ın peygamberi, uzağa doğru bir bak". O da Yemen'e doğru baktı ve tahtı önünde buldu. Süleyman A.s. daha gözünü kırpmadan taht yanında idi. Buradaki ilim, tahtı getiren Asaf'ın salihliğiyle ve tahtı uzaklardan bir çırpıda getirevermesiyle ilgilidir.)

Neml, 42'de geçen Belkıs validemizin önceden ilim (malumat) sahibi olması ayrı bir haberdir. Belkıs validemizin önceden ilim sahibiydik dediği, Süleyman As'dan aldığı mektuptan Süleyman As.'ın bir Peygamber olduğunu bilmesidir. (Parantez içine de yazmışsın halbuki, hayret!)

İki Ayeti birbirine karıştırmak basit, bakıp geçilecek bir fiil değil. Ya bilerek yapıyorsunuz! Ya da iki ayeti mealinden dahi anlamayacak kadar damarlarınız tıkalı... Allah şifa versin eğer öyleyse... Eğer, iki Ayeti bilerek birbirine yamıyorsanız, bu sizin kasıtlı bir suç işlediğinizi gösterir ki Allah size hidayet etsin. Müslüman mahallesinde ne diye salyangoz satmaya kalktığınızı en iyi bilene havale ediyoruz.

Kur'an-ı Kerim'den kendi keyfince, kendi kafasınca mana çıkarmak isabet etse bile HARAMDIR. İsabet edemezseniz zaten küfre düşersiniz. Bu din, bu kitap oyuncak değil, kusura bakma. Neticen acıklı olur. Hadi selametle.

Okumaya gerek görmüyorsanız bu yazımı da okumanıza ve cevaplamanıza gerek yoktu.Neden zahmet ettiniz?

İki ayeti birbirine karıştırmadım zahmet olmazsa Neml 40 ve 42. ayetleri okursanız eminim siz de anlarsınız.

Yukarıdaki Neml Suresi 40.ayet için verdiğiniz mealde paratez içindeki "Allah katından" tabiri Kuran'ın arapçasındaki "kitaptan" kelimesine uygun gelmemektedir."Kitaptan ilmi olan kişi" ifadesi bu kişinin,bu ilmi Tevrattan kendi çalışmaları sonucunda çıkardığını anlatmaktadır.

Neml 40 ile alakalı teferruatlı bilgiler israiliyat mı?Zira Kuran'da bu ilme sahip olan kişinin ismi geçmemektedir.

Parantez içini ben yazmadım faydalandığım mealde öyle geçiyor ve parantez içindeki yazıda mektup sebebiyle müslüman olduklarına dair birşey de yazmıyor.Bu kanaate nasıl vardınız?Bir daha okuyun isterseniz.

İki ayeti birbirine karıştırmadım.Bu sizin yanlış zanlarınızdan birisidir.

İlmi ledün'e siz de sahipmisiniz yoksa?Birbirimizi tanımadığımız,görmediğimiz ve yakın olmadığımız halde damarlarımın tıkalı olduğu teşhisine varmışsınız.Bu hastalığımı birbirimizi görmeden anladığınıza göre bir ilaç ta tavsiye edebilir misiniz?

Ancak bu Kitabı anlamaya çalışmayanın durumu acıklı olur.Amin Allah size de hidayet versin.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Yazılarınızdan zanna çokça uyduğunuz belli zaten.Bunların pekçoğu da burada olduğu gibi yanlış zanlar.Bir eksik bir fazla çok önemli olmasa gerek sizin için.Üzülmeyin bence.

Kaynak Kuran'dır. Kuran'dan beslenmekteyiz. Onu da Allah indirmiştir.Açıkça yazdım işte.Bir sakıncası yoktur umarım.

Biz, hata ettiğimizde ve fark ettiğimizde itiraf etmesini, gerekirse özür dilemesini severiz. Bunu bir zayıflık, hele hele (güya) her şeyde zanna uyduğumuzun delili olarak göstermeniz kendi ölçüleriniz için bir işaret olabilir sadece...

Neyse. Mühim değil.

Tahmin ettiğim gibi kuraniyyun denilen sapıtmış fırkaya uyup gidenlerdensiniz. Güya sadece Kur'an'ı tanırız deyip aslında onu her fırkadan daha fazla kaybedenlerden.

İki Ayet-i Kerimeyi birbirine neden ve nasıl karıştırdığınızı da izah etseydiniz. MESELA HATAEN İSE "HATA ETTİM" DİYEBİLİRSİNİZ... :) Korkmayın, hata ettiğini kabul etmek düşürmez, yükseltir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Okumaya gerek görmüyorsanız bu yazımı da okumanıza ve cevaplamanıza gerek yoktu.Neden zahmet ettiniz?

İki ayeti birbirine karıştırmadım zahmet olmazsa Neml 40 ve 42. ayetleri okursanız eminim siz de anlarsınız.

Yukarıdaki Neml Suresi 40.ayet için verdiğiniz mealde paratez içindeki "Allah katından" tabiri Kuran'ın arapçasındaki "kitaptan" kelimesine uygun gelmemektedir."Kitaptan ilmi olan kişi" ifadesi bu kişinin,bu ilmi Tevrattan kendi çalışmaları sonucunda çıkardığını anlatmaktadır.

Neml 40 ile alakalı teferruatlı bilgiler israiliyat mı?Zira Kuran'da bu ilme sahip olan kişinin ismi geçmemektedir.

Parantez içini ben yazmadım faydalandığım mealde öyle geçiyor ve parantez içindeki yazıda mektup sebebiyle müslüman olduklarına dair birşey de yazmıyor.Bu kanaate nasıl vardınız?Bir daha okuyun isterseniz.

İki ayeti birbirine karıştırmadım.Bu sizin yanlış zanlarınızdan birisidir.

İlmi ledün'e siz de sahipmisiniz yoksa?Birbirimizi tanımadığımız,görmediğimiz ve yakın olmadığımız halde damarlarımın tıkalı olduğu teşhisine varmışsınız.Bu hastalığımı birbirimizi görmeden anladığınıza göre bir ilaç ta tavsiye edebilir misiniz?

Ancak bu Kitabı anlamaya çalışmayanın durumu acıklı olur.Amin Allah size de hidayet versin.

Bilader, meali oku, orda duruyor demek bir açıklama değildir. Delilin yok. Kaynağın yok. Tabii olduğun bir alim yok. Makul bir izahın yok. İlmi bir açılımın yok. Kendi zannettiğini bize Kur'an olarak yutturmaya çalışmaktan başka bir işin yok. Neden senin anladığına uyalım? Var mı makul bir gerekçen?! Her şeyi doğru anladığını iddia etmiyorsun değil mi?
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Delil getirdiğin kısımın en başından sonuna kadar:


وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِي لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنْ الْغَائِبِينَ

27- NEML 20. Ve tefekkadet tayra fe kale maliye le eral hüdhüde em kane minel ğaibın (20. (Süleyman) Kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?”)

لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِي بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ

21. Le üazzibennehu azaben şediden ev le ezbehannehu ev le ye'tiyenni bi sultanim mübin (21. “Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!”)

فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ

22. Fe mekese ğayra baidin fe kale ehattü bi ma lem tühıt bihi ve ci'tüke min sebeim bi nebiy yekıyn (22. Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: “Ben” dedi, “Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.”)

إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ

23. İnni vecedtümraeten temlikühüm ve utiyet min külli şey'iv ve leha arşün azim (23. “Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.”)

وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمْ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنْ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ

24. Vecedtüha ve kavmeha yescüdune liş şemsi min dunillahi ve zeyyene lehümüş şeytanü a'malehüm fe saddehüm anis sebili fehüm la yehtedun (24. “Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.”)

أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ

25. Ella yescüdu lillahillezi yuhricül hab'e fis semavati vel ardı ve ya'lemü ma tuhfune ve ma tu'linün (25. (Şeytan böyle yapmış ki) “Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler.”)

(25. Ayet secde ayetidir.)

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

26. Allahü la ilahe illa hüve rabbül arşil azim (26. (Halbuki) “Büyük Arş’ın sahibi olan Allah’tan başka İlah yoktur.”)

قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنْ الْكَاذِبِينَ

27. Kale senenzuru e sadakte em künte minel kazibin (27. (Süleyman Hüdhüd’e) Dedi ki: “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.”)

اذْهَب بِكِتَابِي هَذَا فَأَلْقِهِ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ

28. İzheb bi kitabı haza fe elkıh ileyhim sümme tevelle anhüm fenzur maza yerciun (28. “Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.”)

قَالَتْ يَاأَيُّهَا المَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ

29. Kalet ya eyyühel meleü inni ülkıye ileyye kitabün kerim (29. (Süleyman’ın mektubunu alan Sebe Melikesi) “Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı” dedi.)

إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِاِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

27- NEML 30. İnnehu min süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahim (30. “Mektup Süleyman’dandır, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamakta) dır.”)

أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ

31. Ella ta'lu aleyye ve'tunı müslimin (31. ‘Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin’ diye (yazmaktadır).”)

قَالَتْ يَاأَيُّهَا المَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِي

32. Kalet ya eyyühel meleü eftunı fi emrı* ma küntü katıaten emrah hatta teşhedun (32. (Sonra Melike) Dedi ki: “Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) Siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiç bir işi kestirip atmam.”)

قَالُوا نَحْنُ أُوْلُوا قُوَّةٍ وَأُولُوا بَأْسٍ شَدِيدٍ وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ

33. Kalu nahnu ülu kuvvetiv ve ülu be'sin şedidiv vel emru ileyki fenzuri maza te'mürin (33. Onlar, şu cevabı verdiler: “Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.”)

قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ

34. Kalet innel müluke iza dehalu karyeten efseduha ve cealu eızzete ehliha ezilleh* ve kezalike yefalun (34. Melike: “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır” dedi.)

وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ

35. Ve inni mürsiletün ileyhim bi hedeyyetin fe nazıratüm bime yarciul mürselun (35. “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.”)

فَلَمَّا جَاءَ سُلَيْمَانَ قَالَ أَتُمِدُّونَنِي بِمَالٍ فَمَا آتَانِي اللَّهُ خَيْرٌ مِمَّا آتَاكُمْ بَلْ أَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ

36. Felemma cae süleymane kale etümidduneni bi malin fema ataniyallahü hayrum mimma ataküm* bel entüm bi hediyyetiküm tefrahun (36. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a gelince şöyle dedi: “Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz.”)

ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ

37. İrcı'ileyhim fe lene'tiyennehüm bi cünudil la kıbele lehüm biha ve le nuhricennehüm minha ezilletev ve hüm sağırun (37. (Ey elçi!) “Onlara dön; iyi bilsinler ki kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!”)

قَالَ يَاأَيُّهَا المَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَنْ يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ

38. Kale ya eyyühel meleü eyyüküm ye'tını bi arşiha kable ey ye'tüni müslimin (38. (Sonra Süleyman müşavirlerine) Dedi ki: “Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?”)

قَالَ عِفْريتٌ مِنْ الْجِنِّ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ

39. Kale ıfrıtüm minel cinni ene atıke bihi kable en tekume mim mekamik* ve inni aleyhi le kaviyyün emin (39. Cinlerden bir ifrit: “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz” dedi.)

قَالَ الَّذِي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنْ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَنْ شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ

27- NEML 40. Kalellezi indehu ilmüm minel kitabi ene atıke bihi kable ey yertedde ileyke tarfük* felemma raahü müstekırran indehu kale haza min fadli rabbı li yeblüvenı e eşküru em ekfür* ve men şekera fe innema yeşküru li nefsih* ve men kefera fe inne rabbı ğaniyyün kerim (40. Kitap’tan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi. (Süleyman) Onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: “Bu” dedi, “Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.”)

قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنْ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ

41. Kale nekkiru leha arşeha nenzur e tehtedi em tekunü minellezine la yehtedun (41. (Süleyman devamla) dedi ki: “Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak?”)

فَلَمَّا جَاءَتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ

42. Felemma caet kile e hakeza arşük* kalet keennehu hu* ve utınel ilme min kabliha ve künna müslimin (42. Melike gelince: “Senin tahtın da böyle mi?” dendi. O şöyle cevap verdi: “Tıpkı o!” (Süleyman şöyle dedi): “Bize daha önce (Allah’tan) bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.”)

وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِرِينَ

43. Ve saddeha ma kanet ta'büdü min dunillah* inneha kanet min kavmin kafirin (43. Onu, Allah’tan başka taptığı şeyler (o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkarcı bir kavimdendi.)

قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَارِيرَ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

44. Kile lehedhulis sarh* felemma raethü hasibethü lüccetev ve keşefet an sakayha* kale innehu sarhum mümerradüm min kavarir* kalet rabbi inni zalemtü nefsı ve eslemtü mea süleymane lillahi rabbil alemin (44. Ona: “Köşke gir!” dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: “Bu, billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir” dedi. Melike dedi ki: “Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.”)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bir önceki mesajımıza bakıp şimdi herkes incelesin ve @çelebiler in neyi nasıl karıştırdığını bizzat görsünler... (özellikle kırmızı ve kalın yerlere daha dikkat ediniz)

Bir kere, Süleyman As. mektub-i şerifini göndermeden Belkıs ve kavmi güneşe (ya da ışığa) tapıyorlardı. Müslüman değillerdi. Süleyman As.'dan giden, Allah'a ve dinine davet eden güzel nasihatlerle dolu Mektuptan sonra Belkıs validemiz, "İslam"'dan haberdar olmuştur. Mektup, "şerefli bir mektup" olarak nitelenmiştir: "Yumuşak sözler, yüce Allah'a ibadete çağırmak için verilen öğütler ihtiva etmesi, herhangi bir sövme ve lanetleme muhtevası olmaksızın güzel bir şekilde duygularını kendisine meylettirme ve ince ifadeler kullanması, duyguları olumsuz şekilde etkileyecek sözler bulunmaması, bayağı ve anlaşılamaz ifadeler taşımaması" nedeniyle böyle nitelenmiştir.

"Onlar bana müslümanlar olarak gelmezden önce kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" Süleyman As., onların geldiğinde İslam'ı kabul edeceklerini biliyordu. Müslüman olduktan sonra onlardan ganimet alamazdı. Tahtı da o nedenle acil olarak istetti. Burda, dünya malına sahip olmak maksadı yoktur; Belkıs ve kavmine Peygamberliği hususunda böylece bir delil göstermiş oldu.

Sizin iddianız ne: Güya Belkıs ve kavmi kitaptan (İsrailoğullarının ilminden) önceden haberdardı?! Ne ilgisi var? Müslüman olmayanlar o ilme nasıl sahip oluyorlar?

Belkıs validemiz ve yanındaki prensler Süleyman As.'a kavuşmadan önce Müslüman olmamıştı. Kitaptan, Allah katından ilimden de haberleri yoktu. Mektub-i Şeriften sonra haberdar (malumat) sahibi olmuştu. Ve bu malumatın tahtın bir anda uzaktan getirilmesiyle bir tutulması tamamen asılsız bir iddiadır.

@çelebiler , sen sıradan bir kitap okusan, düzgünce anlayacağından emin değilim. Kaldı ki Alemlerin Rabbının kelamını kendi başına anladığın davasındasın. Sen nerde, anlamak nerde?

(*) Dipnot: "Ve bize bundan önce ilim verilmiş olup" buyrukları hakkında tefsirlerde çeşitli rivayetler vardır:

Denildiğine göre Belkıs'ın sözlerindendir. Yani tahttaki bu mucizeden (onun biz gelmeden buraya getirilmesinden) önce de Süleyman'ın peygamberliğinin doğruluğu bilgisi zaten bize verilmişti. "Biz teslim olanlardan olmuştuk." Yani onun emrine itaat edenlerden idik. O nedenle çıkıp geldik.

Bir diğer açıklamaya göre bu Süleyman (a.s)'ın sözlerindendir. Yani bu seferkinden önce de yüce Allah'ın dilediği her şeye kadir olduğuna dair bize bilgi verilmişti.

Bir diğer açıklama: "Bize... İlim verilmiş olup" onun Müslüman olup itaat ile gelmekte olduğuna dair bilgi onun gelişinden önce bize verilmişti, şeklindedir.
 
Üst