fakiri Nickli Üyeden Alıntı
Sadreddin-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Hâtem’ül-evliyâ, Hâtem’ür-rüsul’ün şeriatına tâbi olduğu için şeriatı zâhirde ondan alır. Bâtında ise vahiy meleğinin Hâtem’ür-Rüsul’e onu aksettirdiği yerde, aynı kaynaktan alarak, şeriat hususunda Hâtem’ür-Rüsul ile denkleşir.” (
Kitâbü’l-Fukûk fî Müste-nedâti Hikemü’l-Fusûs)
Siyah büyütülmüş kaynak Türkçeye çevrilmiş durumda... Şu adla: "
Fususü'l Hikem'in Sırları, Sadreddin Konevi, İz Yayıncılık / İslam Klasikleri Dizisi..."
Ekrem Demirli çevirmiş. Az önce temin ettim çeviriyi... Şöyle bir göz gezdirdim. Öngütçülerin aleyhine, onlara SÜRPRİZ olacak bahislere rastladım. Yukardaki alıntı, kitabın neresindeyse inşallah bulacağız. Ondan sonra ayrıntıyla yazarız inşallah.
Sürprizlerle beraber. Bakalım, kim neyi ne kadar çevirmiş?
Öngütçülerce kaynak gösterilen bu eseri okuyup bitirdim. İlgili bahisleri dikkatlice mütalaa ettim. Neticeyi madde madde yazalım:
1-
fakiri,
alitufan2003,
kurtuluş26 Forumdaki Öngütçü olan bu kişiler, Kıyamete yakın gelecek 3 şahsiyetten bahsedip duruyorlar:
Hatemül Evliya yani Evliyanın sonuncusu,
Hz. Mehdi As.,
Hz. İsa As. Öngütçülere göre bunlar
ÜÇ AYRI ŞAHIS... Bittabi, bu üçünden ilkini de Ömer Öngüt diye dava ediyorlar. Bu durumda Öngüt mesih veya mehdi olmamakla birlikte çok büyük bir şahsiyet.
Öyle ki haşa Peygambeler ona tabi, muhtaç ve müntesib konumunda!
Öyle ki haşa batında, ilim almada, şeriat almada Rasulullah efendimizle denk! (haşa ve kella)
Daha önceki yazışmalarımızda bu kişilere,
Şerh-i Bosnevi ile
Envaru’r Rahman eserlerini kaynak göstererek, "Muhyiddin İbnu Arabi Hz.lerinde
üç ayrı şahıs yoktur. Muhyiddin İbnu Arabi Hz., kıyamete yakın
Hz. Mehdi As.,
Hz. İsa As.'ın teşrif edeceklerini ikrar ile beraber, Hatemül Evliya'nın aynı zamanda Mehdi As. ile İsa As. olduğunu söyler" dediğimizde kabul etmediler. Hayır efendim, üçüncü bir şahısdan daha bahseder diye iddiayı uzattılar. Bu konunun ilk mesajında da aynı iddia vardır bknz:
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (90)
Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (3)
Âhir Zaman'da Ümmetin
En Faziletli Üç Öncüsü:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:
"İnsanların hayırlısı benim zamanımdaki müslümanlardır. Sonra onlara yakın olanlar, ondan sonra da Ashâb'ımı görmüş olanlara yetişenlerdir." (Buhârî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Hadis-i şerif'inde birinci bin senenin içinde ümmet-i muhteremesinden en faziletli olanların;
Ashâb-ı kiram, Tâbiîn-i kiram ve Tebe-i tâbiîn olduğunu beyan buyurmaktadır.
Bu Hadis-i şerif'e tutulanlar ilerisini göremiyor, umuma bakarak kararını veriyor. Bu Hadis-i şerif umuma âittir. Bu husus da birinci bin seneye âittir.
Kâdir-i mutlak olan Allah-u Teâlâ dilediği zamanda dilediğini halkeder ve hükmünü yürütür.
Hususa âit olana gelince; bu durumu önceki sohbetimizde arzetmiştik, bu mevzuyu canlandırmak için tekrar arzediyoruz.
Şeyhü'l-ekber Muhyiddin-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" adlı kitabında, Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hatmü'l-Evliyâ" kitabı'ndakine benzer bir üslûpla, âhir zamanda fitne ve fesadın çok oluşuna aldanarak, bu zamana kötü bir nazarla bakanların; Hâtemü'l-veli, Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm'ın zuhur edeceği üç devri, üç merdiveni gözardı ettiklerine dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
"Onlarla ilgili olan üç asrı değerlendirdikleri esnâda, ne zaman ki onu küçümseyerek kestirip atarlar; değerlendirme üstüne değerlendirmede, atıf üstüne atıfta bulunurlar. Nihâyetinde de: '(O devirde) artık herhangi bir hayır ve emir kalmaz!' diyerek neticeye ererler. Zirâ onlar, ona eriştikleri an, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in;
'Gelecek her zaman, sizin için bir öncekinden daha kötüdür.' (el-Bidâye ve'n-Nihâye)
Hadis'ine tutunurlar. (Çünkü) onlar; Mehdî, Hâtemü'l-veli ve İsa peygamber'in -salavâtullâhi aleyh- zamanından ibaret olan, üçüne tâbi olunduktan sonra gelecek dördüncü devri bilmezler. Halbuki beşer içinde (asıl) fesad, (bu) üç devir nihayete erdiği zaman zuhûr eder." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ"; Şehid Ali Paşa, no: 1287, 54[SUP]b[/SUP] yaprağı.)
Hazret halkı uyandırmak ve hakikata celbetmek için, hakikatleri gözler önüne sermiştir. Nasipdar olan nasibini alır, amma Allah-u Teâlâ'nın hidayet vermediği kimseye kim ne verebilir?
Onun bu beyanından da anlaşılıyor ki, ikinci bin senenin içinde ümmetin faziletli olanları da üçtür:
Hâtemü'l-veli
Mehdi Resul
ve İsa Aleyhisselâm.
Bunlar ikinci bin senenin faziletli olanlarıdır.
•
Hususa âit olanlar ikinci bin seneden sonra gelmişlerdir.
Allah-u Teâlâ Ulul-azm peygamberleri gönderdiği gibi; dinini ayakta tutmak için, zamana ve devre göre onları gönderir ve devreye koyar.
İşte bu gerçek sizin gözünüzden kaçıyor. Onlar hususi kullardır, aldıkları emre göre hareket ederler. Umuma şâmil değildir. İrşada memurdurlar. Allah-u Teâlâ'nın hüccetini ayakta tutmakla görevlidirler.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud: 4391)
Fakat bin seneden sonra gönderdiği müceddid onlara katiyyen benzemediği için ona o ilim verilmiştir. Doğrudan doğruya Kudsî ruh ile desteklendiği için, Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu taşıdığı için ve Âyân-ı sâbite'de de veli olduğu için ona verilen kemâlât çok büyüktür. Yüz senede bir gönderilenlerle bin seneden sonra gönderilen arasındaki farkın büyüklüğü buradan doğmaktadır.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususa işaret ederek buyurur ki:
"Bilesin ki, her yüz başında bir müceddid gelip geçti. Ne var ki, yüz senelerin başında gelen müceddid ile, bin senenin başında gelen müceddid bir değildir. Bunların arasındaki fark, bin ile yüz arasındaki fark gibidir. Hatta daha da fazla...
Müceddid o zâttır ki: O müddet içinde ümmete her ne gibi feyz varidatı gelirse onun vasıtası ile gelir. İsterse o vaktin kutupları, evtadı, ebdali ve nücebası bulunsun." ("Mektûbât"; 317. Mektup)
Yani bu zaman ayrı bir zamandır, Ulül-azm peygamberlerin zamanı gibi bir zamandır. Binaenaleyh o Hadis-i şerif bin seneye kadar gitti, amma Allah-u Teâlâ ikinci bir devri açtı. İkinci devirde öyle kimseler gelecek ki Ashâb-ı kiram'ı elli derece geçecekler.
İşte beşeriyetin içinde bu ikinci ilimden yararlananlar bunlardır. Hakikat ehlinden ona yakın olanlar bundan istifade eder ve bu hakikatları çözebilir.
Umumi ile hususi ayrılmış durumdadır.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın kendi dinini ayakta tutmak için hüccet verdiği kimselerdir, işte biz şimdi bunları size izah ediyoruz.
Allah-u Teâlâ Ulül-azm peygamberlerine vazife yaptırdığı gibi, bunları da vazifeli kılar ve dininin emirlerini hatırlatmaya, hidayetinin artırılmasına, nurunun yayılmasına vesile eder.
Hadis-i şerif'te geçtiği üzere yüz senede bir gelecek irşad memurları vardır. O devir başka idi, bu devir başkadır. Burada tarif edilen, bin senede bir gelecek olandır. Gelen Ulül-azm peygamberin vazifesi ile geliyor. Artık o zaman geride kaldı, yeni zamanı tanıtmaya çalışıyoruz.
Ve yeni zamanın hususiyetlerini ortaya koyacağız, bunu da Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah ve ispat edeceğiz.
Arzedeceğimiz Hadis-i şerif'ler, bu fazilet bu meziyetler bu devre göredir ve bu da üç merdivene dayanır: Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm. Bunlar ikinci bin senenin devrinin merdivenleridir.
Bin seneye kadar hudut vardı, bin sene sonraki icraat ise budur. Ulül-azm peygamberleri gönderdiği gibi, ona denk olan vazifedarları da gönderir.
Bunlar bu devirdeki bozukluğu düzeltmek için gönderilmiştir. Ulül-azim peygamber gibi.
Kendilerinin kaynak diye verdiği
Sadreddin Konevi, Hz., Kitab-ı Fükuk (Füsusul Hikem'in Sırları). Eserde çok açık biçimde "
Hatemül evliyanın İsa As. olduğu" yazıyor. Kaynak olarak itibar ettikleri eser, böylece onları çürütüyor:
https://archive.org/details/FususulHikemSirlariSadreddinKonevi
Linkten eseri okuyabilirsiniz. 84. sayfaya bakınız:
"Allah’ın izni ile, İsa’nın zikredilmemiş bazı küllî hallerini açıklayacağım; böylece, -Allah’ın tevfik ve inâyetiyle-
İsa’nın “hâtem” oluşu, velilerin sonuncusu olmasının sırrı ve daha önce dikkat çekilmiş ilâhî-kemâlî insânî hakîkate ait büyük kuşatıcılıktan olan payı öğrenilir."
85. sayfadaki başlığı da şöyle: "
Hz. İsa’nın 'Hatem' Oluşunun Nedeni" ...
2- fakiri adlı üyenin güya Öngüt hakkında ifşaat diye verdiği ifadeyi, yani şunu:
Sadreddin-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki: “Hâtem’ül-evliyâ, Hâtem’ür-rüsul’ün şeriatına tâbi olduğu için şeriatı zâhirde ondan alır. Bâtında ise vahiy meleğinin Hâtem’ür-Rüsul’e onu aksettirdiği yerde, aynı kaynaktan alarak, şeriat hususunda Hâtem’ür-Rüsul ile denkleşir.” (
Kitâbü’l-Fukûk fî Müste-nedâti Hikemü’l-Fusûs)
Eserin hiç bir yerinde bu cümleleri bulamadım. Böyle bir ifade yok.
İsa As.'dan bahsettiği bölümlerde şu satırlar var:
"
İsa’nın “hâtem” oluşu, velilerin sonuncusu olmasının sırrı ve daha önce dikkat çekilmiş ilâhî-kemâlî insânî hakîkate ait büyük kuşatıcılıktan olan payı öğrenilir. Ayrıca,
Hz. İsa’nın inmesi, Muhammedî şerîat dâiresine girmesi ve
bu esnada kendisine vahyedilecek şeyin Muhammedî şerîat hükmü ile ve özellikleri ile
boyanmasındaki hikmete de dikkat çekeceğim.
Hz. İsa’nın insâna ait kuşatıcılıktan olan payına gelince: bu, kuşatıcılığın rûhunun özelliklerinden küllî bir sıfâttır.
Bu da, Hz. İsa’nın Muhammedî şerîat ve onun hükmü dâiresine girmesini gerektirmiştir. Çünkü şer’i hükümlerin sırrı, ilka eden ve ilka olunan açısından rûhanî bir nispettir. İsa (a.s)’ın söz konusu kuşatıcılığın rûhuyla ilişkisi güçlenince, şerîatların sonuncusu olan kapsamlı şerîat dâiresine girmesi ve kendisine vahyedilen şeyin Muhammedî şerîat ile şekillenmesi vâcip olmuştur." (84-85-86. sayfalar)
"İsa (a.s)’ın Hz. Peygamber’e mahsus “camilik” makâmıyla ilişkisinin sıhhati ise, onun zevk ve hal olarak
“Muhammedî camilik” dâiresine girmesi ve onun hükmü ile boyanmasıyla sâbittir.
Allah, bu şeriatın hükümlerini ve hükümlerinin saltanatını Hz. İsa ile sona erdirmiştir. Bunların hepsi, daha önceden Hakkın ona öğretmiş olduğu kitap, hikmet, Tevrat ve İncil’e ilavedir." (sf. 125)
Burda İsa As.'ın Rasulullah efendimizin ümmeti olarak inmesinden önce ve sonra, hiç kimseye tabi olmadan, hiç bir mezhebe bağlı kalmadan Şeriat-ı Muhammediyye'yi vahiy cihetiyle öğreneceği ve sonra tatbik edeceği bilgisinden başka bir mana yok.
İsa As.'ın Peygamberimizle denk olacağı gibi bir zırvalık hiç yok.
Haricinde bahis devam ediyor ama alıntıyla alakası yok. Mesela bir yere gelip şöyle yazıyor:
Hz. İsa’nın son/hatem oluş sırrına dikkat çeken diğer yön ise, Hz. Peygamber Efendimiz’in bir hadisinde ifâde edilmiştir. Bu hadis, kıyâmet alametlerini ve özelliklerini içermektedir. Buna göre, İsa ve beraberindeki müminler, kendilerine cennet tarafından gelen bir rüzgar ile vefat ederler. Bir başka rivâyette ise Şam, bir başka rivâyette Yemen cihetinden buyrulmuştur. Bu rüzgar onlara ulaşınca, hepsi ölür ve yeryüzünde hiçbir mümin kalmaz. İnsanların kötüleri yeryüzünde kalır ve vahşi hayvanlar gibi orada yaşarlar; helal ve haram tanımazlar. İşte kıyâmet de, onların üzerine kopar.
O gün yeryüzünde hiçbir mümin kalmayınca, hiçbir velinin de kalmayacağı daha aşikardır. Böylece, bu açıdan da, Hz. İsa’nın “hâtem” oluşu ortaya çıkar.
gibi...
3-
Sadreddin-i Konevî, Kitâbü’l-Fukûk fî Müstenedâti Hikemü’l-Fusûs eserini kaynak göstererek Öngüt ve hatemliğini dava eden bu kişiler, İsa as. ile ilgili bahsi, İsa As'ın ismini
GİZLEYEREK kendi davalarına alet etmişlerdir.
Bu bir çarpıtmadır. Bununla da kalmamışlar, eserde hiç geçmeyen manaları varmış gibi vererek "
Öngüt, batında Rasulullah efendimizle denktir" gibi bir sapık inancı alıntılarına dahil etmişler.
Böylece katmerli bir çarpıtmada bulunmuşlardır. Bu tavır, Rasulullah efendimize hakaret olduğu gibi, kaynak addettikleri alimlere de hakaret ve iftiradır.
4- Yine, bir çarpıtma misalini bugün bizzat gözümüzle gördük:
......
•
Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Onun tevazusu, bütün peygamberlerden fazla olduğundan, yerinde olarak ona Hâtemü’l-evliyâ denilir.
Çünkü bir üstad, sanatında ilerlediği ve o sanatı herkesten iyi bildiği zaman: ‘O sanat, onda sona ermiştir.’ derler. Yani, o sanatı onun bildiği kadar kimse bilemez. Bunun gibi onun ilmine, velâyetine ve sanatına vâris olan talebeleri, canının ve gönlünün oğulları da aynı derece ve değerdedirler.
Bu yüzden Musa Aleyhisselâm:
‘Keşke ben Muhammed’in ümmetinden olsaydım!’ buyurmuştur.
Onun bu temenniden maksadı, lâlettayin bir ümmet değil, Muhammed’in nurundan varolmuş ve onun can ve dilinden bitmiş ve sanatını mükemmel öğrenmiş olan bir ümmet, bir oğul, bir talebe olmaktı.” (Maârif. s. 143, 257)
Hatemül evliyanın yani Öngütlerinin haşa bütün Peygamberlerden daha mütevazı olduğunu iddia ediyorlar. Oysa eserdeki bahisin aslı şu:
"
Biz seni ancak âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik (Sûre:21, Âyet: 107). ....
Nitekim onun tevazuu, bütün peygamberlerden fazla olduğundan, yerinde olarak ona Hâtem-i Enbiya denilir. Çünkü bir usta sanatında ilerlediği ve o sanatı herkesten iyi bildiği zaman, "O sanat, onda sonra ermiştir" derler. Yani o sanatı, onun bildiği kadar kimse bilemez. Bunun gibi onun ilmine, vilâyetine ve sanatı varis olan çırakları canının ve gönlünün oğulları da aynı derece ve değerde olurlar. Bu yüzden Musa: "
keski ben Muhammed'in ümmetinden olsaydım!" buyurmuştur. Onun bu temenniden maksadı, lalettayin bir ümmet değil, Muhammed'in nurundan var olmuş ve onun can ve dilinden bitmiş ve sanatını mükemmelen öğrenmiş olan bir ümmet, bir oğul ve bir talebe olmaktı."
http://dosyalar.semazen.net/MAARIF-I_SULTAN_VELED.pdf
Linkten sayfa 56'ya bakınız.
Bahis Rasullulah efendimiz hakkındayken, Öngütçüler Rasulullah efendimizin ismi yerine kendilerine verdikleri lakabı koymuşlar. Yani Öngüt'ü bahse monte ederek, onun tevazuunun da Peygambelerden bile üstün olduğu masalı anlatıyorlar. Haşa ve kella.
5- Daha önceden pekçok kişi Öngütçülerin eserleri çarpıtıp kendilerine alet ettiğini tespitle söylediler. Tespit, basılı kitaba dahi geçmiştir:
Öngütçüler, çoğunlukla Hakim-i Tirmizi Hz. ve Muhyiddin İbnu Arabi Hz.lerini kullanırlar.
Hakim-i Tirmizi'nin de Hatemül Evliya eserini... Kendileri tercüme etmişler, bastırmışlar...
Salih Çift hoca da, Hakim-i Tirmizinin Hatemul Evliya kitabını Türkçeye çevirmiş ve kitabında isim vererek Ömer Öngüt ve tayfasının fahiş tahrifat ve kasıtlı çeviri hataları yaptığını yazmıştır:
"
Bu eser daha önce Türkçeye tercüme edilmeye çalışılmışsa da mütercimi belli olmayan, fahiş tercüme hataları ve bilinçli yapıldığı anlaşılan tahriflerle dolu olan o çalışmanın sıhhatli bir çeviri olmadığını vurgularım. Bahsi geçen sıhhatsiz çevirinin adı "Kalblerin Anahtarı Hatemül Evliya kitabı" Tercüme: Ömer Öngüt, 2002. Mütercim olarak Öngüt'ün adı geçiyorsa da takdim yazısının altında "eseri neşre hazırlayanlar" ifadesi vardır." (sf. 40)
Sonuç:
Öngütçülerin, eserleri alimleri çarpıtıp batıl davalarına alet ettikleri sabit olmuştur. Şundan emin oldum ki verdikleri 50-60 kaynağın tamamı dikkatle incelense bu tahrifatları tek tek tespit edilir. Maalesef, kaynakların tamamını kontrol edip incelemeye ne imkanımız var ne de zamanımız.
Ahlak harici davranarak ileri sürdükleri Peygamberler ve Efendimiz hakkındaki iddialarının batıl ve hakikat dışı olduğu böylece daha net anlaşılmıştır. Bunları ayrıca çürütmeye gerek yoktur. Zira, ilmi olmayan bir Müslüman bile, sırf imanındaki hassalar ile sözlerin batıl ve çürük olduğunu idrak eder.
Ey Öngüt davacıları! Şiddet, hiddet ile hakaretler yağdırarak kendinizi temize çıkarmaya çalışacağınıza, kaynak diye verdiğiniz eserlere kendiniz bakmalısınız. Kendi gözünüzle görüp ona göre yolunuzu çizmelisiniz. Batıl inançları hakikatmiş gibi kabul etmek sizi hakikatten de salahdan da uzak eder. Bizim vazifemiz buraya kadar. Nasihat. İkna etmek diye bir vazifemiz yok.
Fi emanillah.