Hatemu'l-evliyâ kim ?

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
@ahevrenah

AMACI STAREJİ si Forum da bulunan Nur Cemeatlerine gönül vermiş kişiler kızdırım yasaklatma tuzağına düşürmek.

@talib iflah olmaz NUr cemeatleri düşmenıdır GÜN GELİR YENİ ASYACI görüşlerini F.Gülen cemeati görüşleri diye enpoze etmeye çalışır veya tersini yapar KENDİSİ TARİKAT a gönül verenlerle Nur Cemeatlerine Gönül verenler arasına NİFAK SOKMAYA ADAMIŞTIR.

Sen Sami Efendiyi yalancılıkla itham eden nurcuyu bile savunmak için bin dereden su getirdin, çarpıtmalara uğraş verdin, halen konuşuyorsun. Bence sus biraz. Biz kimiyi eleştirdiğimizi iyi biliriz. Küfreden nurcu ise ona sus deriz, kemalist ise ona.. Sen savun çarpıt, karakterinin gereğini yap, ne diyeyim.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,764
Tepkime puanı
984
Puanları
113
EFENDİM dediğin Osman Efendim den hiç duydunmu onun mübarek babaı Osman Efendiden Onun da icazet aldığı M.Sami Hz lerinden duydunmu ?
[/B]

agbi karıştırdın galiba. osman efendinin babası osman efendi mi?
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Sen Sami Efendiyi yalancılıkla itham eden nurcuyu bile savunmak için bin dereden su getirdin, çarpıtmalara uğraş verdin, halen konuşuyorsun. Bence sus biraz. Biz kimiyi eleştirdiğimizi iyi biliriz. Küfreden nurcu ise ona sus deriz, kemalist ise ona.. Sen savun çarpıt, karakterinin gereğini yap, ne diyeyim.

BEN ONUN DEDİKLERİNİ SAVUNMUYORUM anlatmak istediğim se SİZİN GİBİ NUR CEMEATLERİ İLE TARİKATLARA GÖNÜL VERENLER ARASINA NİFAK SOKMAK İSTEYENLERE KARŞI ÇIKIYORUM
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir


agbi karıştırdın galiba. osman efendinin babası osman efendi mi?


evet karıştırmış olmalı Osman efendinin babası Musa efendidir

HAKLISINZ

@talib DENEN ÜYENİN tüm mesajlarına bakın HEP TARİKATA gönül verenler ile NUR CEMEATİNE gönül verenler arasına FİTNE SOKAN BİR PİSİKOLOJİ SAHİBİ ve bu kişiye yazarken parmaklarımın vurma şiddetinden klavye bozulacak
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Kiyamet kopmadan evvel en son ölen bir müslüman kadin ya da erkek olmayacak mi? Olacak... O kisi de kadin ya da erkek farketmez, ki bu mana da beni de destekliyorsunuz, kiyamet'in üzerine kopmayacagi müslümanlar Allah'in velisi oldugu noktasinda kesindirler, iste bu müslüman erkek ve kadinlar da en son Allah'in velisi olacaklardir...
Ayriyetten tesekkürler...
Elbet bunlar birer rivayet, inkar amacli söylemiyorum, lakin Kiyamet'in saati Hz Peygamber'e de bildirilmemistir, dolayisiyla Kiyamet her an ve zaman olmaya amade bir kopustur...
Allah'in üzerlerine kiyamet'i göstermeyecegi müslümanlar kadar Allah'in velisi olabilen yoktur...
Cünkü onlari Allahü Teala kendisinin velileri olarak kabül etmis o dehsetli günden kendilerini korumustur... Dolayisiyla bunlar da en son velilerdir diyebiliriz...
Hic kusura kalmasin tasavvuf dünyasini, Allah'in Kur'an'daki veli tarifi kendilerini cildirtmistir...
Ben sunu da anlamiyorum, tasavvuftaki veli kimmis, o mu sadece Kur'an'i yasamakla görevli, Saliha Kalem, Levent ne yapacaklar, onlar da Kur'an'i yasamakla emrolundular...
Bir defa buradan baktiginizda Tasavvuf seyhlerinin ziyade kibir ve gurur ekseninde yol aldigina da sahit olursunuz...
Dagdaki cobaniyla, memuruyla iscisiyle kadiniyla erkegiyle, müslümanim diyenler Kur'an'i yasamak mecburiyetindedirler, ellerinde baska secenek yoktur...
 

ahevrenah

Profesör
Katılım
26 Haz 2006
Mesajlar
2,682
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Konum
artık mersin...
@ahevrenah

AMACI STAREJİ si Forum da bulunan Nur Cemeatlerine gönül vermiş kişiler kızdırım yasaklatma tuzağına düşürmek.

@talib iflah olmaz NUr cemeatleri düşmenıdır GÜN GELİR YENİ ASYACI görüşlerini F.Gülen cemeati görüşleri diye enpoze etmeye çalışır veya tersini yapar KENDİSİ TARİKAT a gönül verenlerle Nur Cemeatlerine Gönül verenler arasına NİFAK SOKMAYA ADAMIŞTIR.

başka türlü biri olmasını beklemem zaten bunun.....


çünkü atışanlara çok kızmama rağmen yasaklanmayı göze alacak kadar kızıyorum yazılarına........

ne yaptığını bilmiyor.... ya da çooooooooook iyi biliyor......
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Hatemul Evliya Şeyhul Ekber Muhyiddin İbn Arabi'dir, ondan sonra onun çapında bir alim gelmemiştir, ancak İmam Rabbani vahdet-i şühut diyerek bir inceliğe işaret etmiştir...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ

Beyler,
Hemen her konuyu olduğu gibi burayı da adeta "kadınlar h....na" çevirmişsiniz !
Yaw siz ne kadar münasebetsiz insanlarsınız ! Bir konu hakkında bilginiz yok ise, ne diye yorum yapıyorsunuz ! Sizin hiç bir şey bilmeden yaptığınız bu yorumlara millet inananacak mı zannediyorsunuz ?

Bir şey biliyorsanız sözleyin size inansınlar ve ilham alsınlar; bilmiyorsan gevezelik yapmayın ve işkembenizi harekete geçirip çevreyi kokutmayın, susun da sizi bir adam sansınlar...

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ

Velilerin Hâkimi olan Hâkimet-Tirmiz -kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:

Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtemül-velâyeden başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allahın hücceti olmaya muvaffak olur.
İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlânın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemün-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur.

Hatemul-Evliyâ hakkında "Sefilliğini" ortaya koyan Ebubekir Sifile'e cevab:

Ebubekir Sifil Efendi hayat sürdüğü ömrü içinde zerre miktar mahviyyetten ayrılmamış Ömer Öngüt -k.s.- Efendi için mürüvvet azlığından ve nefsani davrandığından bahsetmesi, O'nu hiç mi hiç tanımadığını gösterir. Nitekim, merhum Ömer Efendinin yazılmış ve neşredilmiş bütün eserlerinde O'nun mahviyyet ve tevazuya ne derecede önem verdiği, kitaplarının hemen hemen her sayfasında görülmektedir. Hatem-i Veli olduğunu söylemesi ona verilen bir ruhsattır ve esasen başka türlü de bir yolla da bilinmesinin ve duyulamsının da imkân ve ihitmali de yoktur.
Kâbu'l-Ahbâr en Tabiinin en güzide olanlarından bir zattır. O'nun babasının veya kendisinin evveliyatının Yahudi olması, ona asla bir noksanlık veya küçüklük vermez. Nitekim, Bilâkis, babasının elinde orjinal tevratın nüshaları bulunduğu ve Kâbu'i Ahbar'ın da verdiği haberlerin bu tahrif edilememiş Tevrat'ın ayetlerine dayandığı bilinmekte ve rivayet edilmektedir.
Ebubekir Efendi için orjinal Tevrat'ın ayetlerindeki anlatılar ve ayetler"isrâiliyât" (!) denilerek küçük görülebilir ama, hiç bir müslüman tahrif edilememiş ne Tevrttaki bilgileri ve ne de İncil'deki bilgileri asla hakir-küçük göremez ve onlara "İsrâiliyât veya nasraniyât" diyerek doğru bilgiler olmadığını iddia edemez... Böyle bir hâl kişinin, İslâm dariesinden uçup gitmesine ve dinden çıkmasına yeterli beyyinesi gayet fazla olan bir bir sebeptir. Ebubekir Efendi'nin görüldüğü gibi, böyle çok büyük bir öneme haiz bir bilgiden ve kişiyi imandan edecek hassasiyetten haberi dahi yoktur.

"Kâ'b el-Abhâr" hakkında İslâmi Tarih literatüründe şu bilgiler geçmketedir.
"""" Ka'b'ın İslâm'ı kabul etmesiyle ilgili farklı bilgiler nakledilmektedir. Bir rivayete göre Hz. Muhammed (S.A.V.)zamanında, Yemen'e giden Hazreti Ali (ra) ile görüştüğü ve bu sırada müslüman olduğu belirtilmektedir. Bir rivayete göre ise Hazreti Ebubekir'in (ra) halifeliği zamanında veya Hazreti Ömer döneminde Medine'ye gittiği, burada halifeyi bulamayınca Kudüs'e gidip halifenin huzurunda İslâmiyet'i kabul ettiği nakledilmektedir. Bu üç rivayete göre de müslümanlığı kabul ettiği açık bir şekilde belirtilmektedir.

Yahudi bir din aliminin oğlu olan Ka'b, dini bilgilerin bir kısmını babasından aldı. Ancak, babası Tevrat'ın bir kısmını yazıp, sadece bununla yetinmesini istedi ve kitaplarını bir dolaba koyup kilitledi. Ayrıca, kendisine verdiği nüshalar dışında okumaması konusunda da söz aldı. Daha sonra Hz. Muhammed (S.A.V.)'in gelişi, İslâmiyet'in her tarafa yayılmaya başlaması üzerine, babasının kendisinden sakladığı kitapları okuyarak son Peygamberin özellikleri hakkında daha geniş bilgi sahibi oldu.


Tevrat'ın henüz tahrif edilmemiş bir nüshasına sahip olan Ka'b, bu nüsha sayesinde kendi kitaplarında mevcut bulunan sahih ve uydurma haberler hakkında bilgi sahibi idi. Hangilerinin doğru veya yanlış olduğunu fark edebiliyordu. Bu bilgilere dayanarak, son Peygamber hakkında bilgi sahibi olduğundan, kendisini görmediği halde iman ettiği gibi, diğer alimleri de kabul etmeleri konusunda ikna etmeye çalıştı.


Ka'b, aralarında Hazreti Ömer'in de bulunduğu sahabelerden öğrendiği hadisleri rivayet etti. Naklettiği hadisler Ebu Davud, Darimi, Tirmizi ve Malik'in eserlerinde yer almaktadır. Kendisi sahabelerden istifade ettiği gibi, sahabe ve tabiin de kendisinin bilgi ve birikiminden istifade ettiler. Hazreti Ömer (ra), Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Abbas, Ebu Hüreyre ve Muaviye kendisinden istifade eden sahabelerdir. Ayrıca tabiinden bazıları da kendisinden öğrendikleri hadisleri naklettiler. Ayrıca bazı görüşmelerde kıssa da anlatan Ka'b, halifenin görevlendirdiği kişilerin dışında kıssa anlatmanın yasaklandığını duyduktan sonra, emre uyarak kıssa anlatmaktan vazgeçti.


Tevrat'ın tahrif edilmemiş yegane nüshasının babasından kendisine kaldığı ve bu nüshaya dayanarak yorumlarda bulunduğu belirtilmektedir. Kur'an-ı Kerim ayetleriyle ilgili yaptığı bazı yorumların hadislere uygunluğu sahabelerin dikkatini çekti ve uygun bulunanlar tasvip edildi. Son Peygamberle ilgili aktardığı bilgiler muhtelif İslam kaynaklarında zikredildiği gibi, Tevrat'tan göstermiş olduğu bazı nakiller Risâle-i Nur'da da yer almaktadır. Abdullah ibn Selâm ile Ka'bü'l-Ahbar'ın Tevrat'tan şu âyeti ilan edip gösterdikleri hatırlatılmaktadır:


"Ey Peygamber! Muhakkak ki, biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir sakındırıcı ve ümmîler için bir dayanak olarak gönderdik. Sen benim kulumsun ve sana Mütevekkil ismini verdim. Sen ne katı kalbli, ne huysuz ve ne de sokaklarda böbürlenerek yürüyen biri değilsin. Sen kötülüğe kötülükle de karşılık vermezsin. Sen affeden ve bağışlayan bir peygambersin. Eğriliğe girmiş olan halk onunla yolunu doğrultuncaya ve 'Lâilâhe İllallâh' deyinceye kadar Allah o peygamberin ruhunu almaz" (Mektubat, s. 167). Bu ayette Hz. Muhammed (S.A.V.), "Mütevekkil" ismi ile zikredilirken bir başka ayette Muhammed ismi de zikredilmektedir; "Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Mekke onun doğum yeri, Medine hicret yeri, Şam onun mülküdür. Ümmeti ise hamd edici kimselerdir." Tevrat'ın diğer bir ayetinde de; "Sen benim kulum ve Resulümsün. Sana Mütevekkil ismini verdim" ibareleri yer almaktadır (Mektubat, s. 167-168).


Ka'b'ın güvenilirliği ve kişiliğiyle ilgili tartışmalar günümüze kadar gelmiştir. Aralarında Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin kendisinden istifade ettiği, öğüt ve tavsiyelerinden yararlandığı şeklindeki rivayetlerin yanında; naklettiği şeylerden vazgeçmediği takdirde, Medine dışına sürülmekle tehdit edildiği de ifade edilmektedir. İbn Mesud, rivayetlerinde yer verdiği bazı hususlardan dolayı Ka'b'ı eleştirmiştir. Diğer taraftan Ebu Derda'nın görüşünü nakleden İbn Hibban ise bilgili bir alim olduğu, geniş bilgisi konusunda ittifak bulunduğuna yer vermektedir. Ayrıca, biyografisi üzerinde çalışma yapan Zehebi, engin bilgi ve dindar kişiliğine vurgu yaparken, Ka'b'ı yalanlayıcı her hangi bir beyana yer vermemiştir. Bunların dışında başka müellifler de kendi eserlerinde Ka'b'a geniş yer vermekle, ona büyük önem ve değer verdiklerini göstermişlerdir. (M. Yaşar Kandemir; "Kâ'b el-Abhâr", TDVİA. 24. C. s. 2).


Ka'b'ın kişiliği, müslümanlığında samimi olup olmadığı, nakillerinde yer verdiği bilgiler hakkında yapılan değerlendirmeler gibi konular üzerinde hassasiyetle durulmasını ve ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulmasını gerektirmiştir. Kendisinden bazı sahabelerin rivayette bulunması, İslamiyet'i kabul edişindeki samimiyetine gölge düşürecek her hangi bir değerlendirme ve menfi tavır takınma olmadığı görülmektedir. Buna rağmen, dini tahrip maksadıyla İsrailiyata dair rivayetleri sokuşturduğu şeklinde ithamda bulunmak ve bu şekilde suçlamak hakkaniyetle bağdaşmaz. İslamiyet'in kabulünden sonra, İsrailiyattan kalma bazı adet ve alışkanlıkların İslâmiyet'ten sonra da devam ettirildiği bilinmektedir. Ancak, bunların tamamını art niyetli olarak telakki etmek doğru değildir. Önemli olan, söz konusu nakilleri ve rivayetleri süzgeçten geçirmek, İslamiyet'in ruhuyla bağdaşmayanları ayıklamaktır.


Ka'b'ın, Ehli Kitap ravilerinin en güvenilir olanlarından biri olarak kabul gördüğünü hatırdan uzak tutmamak gerekir. Bununla birlikte, bazı nakillerin zamanla değişikliğe uğradığı, bazı durumlarda ifadenin yorumuyla karıştırıldığı, bazen de yorumların asıl ifade ile birleştirilerek anlaşıldığı veya aktarıldığı, bütün bunların da tamamen art niyetli yapılmadığını göz önünde bulundurmak gerekir. Ka'bü'l-Ahbar, son yıllarını, yerleştiği Humus'ta geçirdi. Bizanslılarla yapılan savaşa katıldı. 652 yılında vefat etti. Vefat tarihi olarak 653 yılı da gösterilmiştir. Ayrıca, Dımaşk'ta vefat ettikten sonra Babüssağir Kabristanına defnedildiği de nakledilmektedir."""""

Ebubekir Efendi'nin nasıl biri hakkında bühtanda bulunduğunu sanırım şimdi çok daha iyi anlamışssınızdır.
Sifil "Mürsel Hadis"in ne demek olduğunu bilmeyecek kadar câhil midir, yoksa sırf inkâr etmek için hakikati gizleyecek kadar gözünü karartmış bir kimse midir
Mürsel Hadis "Tâbiîn'in, Sahâbe'nin ismini yâd etmeksizin rivâyet ettiği" Hadis-i şerif'lerdir. Bu Hadis-i şerif'ler İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmâm Ahmed bin Hanbel ve daha birçok âlim tarafından sahih kabul edilmişlerdir. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Mâlik "Mürsel Hadis"i kayıtsız-şartsız kabul eder, yalnız Hadîs'i rivâyet eden râvînin "sika" (güvenilir) olmasını yeterli görürler. İslâm'ın ilk devirlerinde Mürsel Hadis'lerle amel edilmiştir. Hattâ İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922): "Mürsel haberi mutlak olarak reddetmek hicrî ikinci yüzyılın başında ortaya çıkan bir bid'attir." demiştir. Buhârî ve Müslim gibi mûteber Hadis'çiler eserlerinde Mürsel Hadis'lere yer vermişler, bunları delil olarak zikretmişlerdir. (Buharî, "Ezân", 95; Ebû Zehra, "Usûlü'l-Fıkh", s. 111)
Ebû Hanîfe sahih Hadîs'i reddetmek bir yana, mürsel ve zayıf Hadis'leri bile kıyâsa tercih etmiştir. (İbn Hazm, "el-İhkâm fi Usüli'l-Ahkâm", nşr.: A. M. Şâkir, Mısır (t.y.), s. 929; el-Kevserî, "Te'nîb", s. 152; Mekkî, "Menâkıb", II, 96). [Hamdi Döndüren]
Ka'bü'l-Ahbâr'ın "sika" (güvenilir) bir râvî olduğu hususunda ittifak vardır. Nevevî, İbn-i Hacer, Zâhid el-Kevserî gibi âlimler bu hakikati teslim etmektedirler. Ka'bü'l-Ahbâr Resulullah Aleyhisselâm hayatta iken imân şerefi ile müşerref olmuş, ancak Veysel Karânî Hazretleri gibi onu görmek saâdetine erişemediği için sahabe sıfatına nâil olamamış, ilmiyle müsemmâ bir şahsiyettir.
İmâm-ı Suyûtî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri gibi büyük bir muhaddisin Hadis kitabına aldığı bir rivâyete "Hadis değildir!" demek nasıl bir cür'ettir Nitekim İmam-ı Suyûtî'nin değişik Hadis kitaplarındaki, Hazret-i Mehdi'nin zuhuruna dâir rivâyet ettiği Hadis-i şerif'leri bir araya toplayarak "Kitâbu'l-Burhân fî 'Alâmeti'l-Mehdiyyi'l-Âhiri'z-Zamân" adında bir eser neşreden Ali bin Hüsâmeddîn Muttakî el-Hindî, yazdığı mukaddimede şu ifâdeleri kullanmaktadır:
"Asrın müctehidi olan Şeyhülislâm Celâleddin es-Suyûtî'nin 'Kitâbu'l-Arfi'l-Verdî fî Ahbâri'l-Mehdî' ismindeki eserini okudum. Bu kitab, Hazret-i Mehdi hakkındaki hadisleri toplayıp biraraya getirmiş... Ancak bölüm bölüm ayırmamış. Ben bu hadisleri bölümlere ayırarak tasnif ettim. Ve yine İmam Suyûtî'nin Cem'ül Cevâmi ismindeki kitabından bazı hadislerle, Ikdıddurer fi Ahbar'il Mehdiyy-il Muntazar adındaki diğer bir eserden aldığım değişik hadisleri de kitabıma ilâve ettim." ("Ahir Zaman Mehdi'sinin Alâmetleri", Gonca Yayınevi, İstanbul, 1986)
Bu zâtların "Hadis'tir." dediğine Sifil neye dayanarak "Hayır, Ka'b el-Ahbâr'ın sözüdür." diyebiliyor
Asırlardır ehl-i İslâm'ı tenvir eden bu muhaddislerin doğruluğuna ümmet-i Muhammed şâhiddir. Senin şâhidin kim..
Hazret-i Mehdî ve âhir zaman fitneleriyle ilgili yazılmış ilk ve en eski Hadis kitabı olan "Kitabu'l-Fiten ve'l-Melâhim"i derleyen Nuaym bin Hammad -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri, iki yüz bin Hadis-i şerif'i sened ve metinleriyle ezbere bilen ilk devir Hadis hâfızlarından ve muhaddislerindendir; bu sahadaki en eski rivâyetlerden olan sözkonusu Hadis-i şerif'i de eserinin Mehdî Aleyhisselâm'la ilgili olan "Beşinci bâb"ında zikretmiştir. (Bkz.: "Kitâbu'l-Fiten ve'l-Melâhim", s. 205, nşr. Süheyl Zekkâr, Beyrut, 1993)
Onun Ka'b -radiyallahu anh-den rivâyet ettiği bu Hadis-i şerif'i İmâm Celâleddin es-Suyûtî -rahmetullâhi aleyh- başta olmak üzere, Mehdi Aleyhisselâm ve âhir zamanla ilgili Hadis-i şerif'leri tasnif ve rivâyet etmeleriyle meşhur olan pek çok muhaddisler eserlerinde açıkça zikretmişlerdir.
Bunlardan bâzıları;

"Kitâbu'l-Arfi'l-Verdî fî Ahbâri'l-Mehdî":

Yukarıda da izah edildiği gibi; İmâm-ı Suyûtî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri bu Hadis-i şerîf'i "Kitâbu'l-Arfi'l-Verdî fî Ahbâri'l-Mehdî" adlı eserinin 7. Bâb'ında, "Mehdî'nin Yardımcıları" hakkındaki delillerden on üçüncüsü olarak zikretmiş ve sıhhatinin zayıflığına dâir tek bir kelime sarfetmemiştir. (Bakınız: "Kitabu'l-Arfi'l-Verdi fî Ahbâri'l-Mehdi", Cârullah Efendi, nr.: 1494, vr. 98b, 7/13)
Binâenaleyh İmâm-ı Suyûtî Hazretleri gibi, rivâyetleri herkesçe kabul görmüş büyük bir muhaddis bu Hadis-i şerîf'i sıhhatinde şüphe etmeyip, kitabında Mehdî'nin alâmetlerini bildiren haberler arasına almakta tereddüt etmezken; sen ve senin gibi câhillerin hiçbir delile dayanmaksızın bunları reddedip, kendi kendine büyüklük taslamaya ve "caka satmaya" kalkışmasının mânâsı nedir
"el-Kavlu'l-Muhtasar fî Alâmâti'l-Mehdiyyi'l-Muntazar":
Muhaddislerin en meşhurlarından olan İbn-i Hacer el-Mekkî -rahmetullâhi aleyh- in "el-Kavlu'l-Muhtasar fî Alâmâti'l-Mehdiyyi'l-Muntazar" adlı eserinde de Hadis-i şerîf'in sıhhati hakkında en küçük bir şüphe ifâdesine yer verilmediği gibi; aksine eser muhtasar bir risâleden ibâret olduğu için, bu rivâyet Mehdî'nin alâmetleriyle ilgili meşhur rivâyetler kâbilinden zikredilmiştir. (İbn-i Hacer el-Mekkî, "el-Kavlu'l-Muhtasar fî Alâmâti'l-Mehdiyyi'l-Muntazar"; 13ª yaprağı, 3. Bâb, Had. no.: 22)

"İkdu'd-Dürer fî Ahvâli'l-Mehdiyyi'l-Muntazar":

Yahyâ bin Ali el-Makdisî -rahmetullahi aleyh- de Mehdi Aleyhisselâm'la ilgili Hadis-i şerif'leri toplu bir biçimde beyân etmek maksadıyla yazdığı "İkdu'd-Dürer fî Ahvâli'l-Mehdiyyi'l-Muntazar" isimli eserinin "Mehdi'nin Zuhûrunun Alâmetleri" adını taşıyan dördüncü bölümünde; Mehdi Aleyhisselâm'dan önce gelecek ve ona zemin hazırlayacak olan bu zâtın zuhur şekline, nesebine ve mânevî ordusu olan "Bayraklılar"la biraraya gelişine işâret eden Hadis-i şerîf'i sahih ve mütevâtir haberler arasında zikretmiştir:
"İmam Mehdî Aleyhisselâm'ın zuhûruyla ilgili olarak, meydana gelecek olan alâmetleri beyân eden apaçık esaslar ve onun imamlığından önceki fitneleri, hâdiseleri ve işâretleri tâyin eden mütevâtir haberler gelmiştir. Nitekim; 'Kinde soyundan ayağı sakat bir şahsın batı cihetinden çıkıp, yardımcıları olan 'Bayraklılar'la birleşmesi' bunlardandır." ("İkdu'd-Dürer fî Ahvâli'l-Mehdiyyi'l-Muntazar"; Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr.: 1690, vr. 36b.)
Gerek Hazret-i Mehdî, gerekse onun alâmetleri hakkındaki rivayetlerin kaynağı Resulullah Aleyhisselâm'dan başkası olmadığına göre; Ka'b -radiyallahu anh- gibi güvenilir bir tabîin bu bilgiyi kendisi mi uydurmuştur İmâm-ı Suyûtî Hazretleri gibi büyük bir âlim ve diğer meşhur muhaddisler bu Hadis-i şerîf hakkında: "Mütevâtir Haber'dir." diyerek, Ümmet-i Muhammed'i tutup uydurma ve yalan bir söze mi bağlamışlardır
"Tahric" kelimesinin sözlük anlamına bakması bile kâfi iken bu iddia ile ortaya çıkması, eğer cehâletten kaynaklanmıyorsa doğrusu çok büyük bir yalan ve çok büyük bir iftirâdır! Çünkü zâten Hadis ilminde "Tahric"in mânâsı; "Resulullah Aleyhisselâm'dan gelen bir Hadis'i ilk râvîlerine dayandırıp, onların rivâyetlerinden çıkarmak"tır!..
3. Sifil bu "sefâletnâme"lerle yetinmeyerek, hesap oyunları ile Hadis-i şerif'te râvî eksikliği olduğunu iddiâ etmekte; "Bu rivayeti nakleden Ebû Nuaym hicri 229 yılında vefat etmiştir. Ka'b el-Ahbâr ise Hz. Osman -r.a.-'in hilafetinin sonlarına doğru (yani hicri 35 yılından önce) vefat etmiştir. Dolayısıyla Nuaym b. Hammâd ile Ka'b el-Ahbâr arasında 194 yıl bulunmaktadır. Söz konusu rivayetin senedinde ise Nuaym b. Hammâd ile Ka'b arasında sadece iki ravi yer alıyor." demektedir.
Sifil iki râvi ve Ebû Nuaym ile beraber, üç kişinin ömrünün 194 yıl sürmesinin imkânsız olduğunu iddia etmektedir ki, sırf inkâr için gayet mümkün bir hesabı bile mümkün değilmiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Nitekim Ka'b -radiyallahu anh- Hazretleri de 100 yıldan fazla ömür sürmüş bir zât-ı muhteremdir.
Avamın "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkında
Doğru Haber Vermesi Mümkün Değildir:

Size Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Avam" diye hitap ederek gereken cevabı veriyor, bizim vermemize bile gerek yok. Çünkü siz avamsınız!..
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ'-i Mugrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde; bu hususta avâm kimselerin boş iddiâlarına değil, ancak keskin görüş ve basîret ehli velilerin sözüne itibar etmek gerektiğini haber vermiştir:
"Bil ki Allah-u Teâlâ, kendisine tâbi olunan en büyük imamı; velâyet bayrağının ve mühürünün taşıyıcısı, cemaatin ve hikmet ehlinin öncüsü olan bu kerem sahibi 'Hatm'i zikretmiş; Azîz Kitab'ının pek çok yerinde ondan haber vererek, bir ayırım ortaya koymak için, onun mertebesiyle ilgili olarak tenbihte bulunmuştur.
İmam Mehdi, kendisine tâbi olunan bir imam olduğu vakit, Peygamber Aleyhisselâm'ın ehl-i beyt'ine mensup olacaktır. İşi duyanlar kimi zaman (onu), onun sıfatı üzere bir şahsa benzetirler ve ondan dolayı onun kim olduğunu karıştırırlar.
'İsa Aleyhisselâm'a gelince; onun alâmetleri hususunda ise herhangi bir ortaklık ortaya konulmaz. Zira onun bir peygamber olduğunda hiçbir şüphe ve karışıklık yoktur.
'Hatm' ve 'Mehdi' ortaya konulduğu vakit, kimi zaman her iki velinin ikisinin birden karıştırıldığı vâki olur ve nefsin hastalıkları nedeniyle bir taassup husule gelir. Zira bu büyük işle ilgili olan şeyleri haber verebilmek, ancak keskin görüş ve basîret ehli olan için geçerlidir. Avâm'a gelince; onların sözü bizimkiyle bir değildir. Dolayısıyla onların parçaları birleştirip genişletmeleri de mümkün değildir." ("Ankâ-i Mugrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ' ve Şemsü'l-Mağrib", s. 72, bas.: Mısır, 1954.)

"Hâtemü'l-Evliyâ"nın Nesebi:
Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri Hatmü'l-evliyâ ile ilgisi bulunan bir kimsenin, Kur'an ve Hadis'e dayanarak bu zât hakkında kuvvetli bir çözüme kavuşacağını haber verdiği gibi; Hatmü'l-evliyâ olan zâtı diline dolayanları da "Hastalığı bol olan kimse" olarak bize tanıtmıştır:
"Onun (Hatmü'l-evliyâ'nın) ilim ve taatinin zenginliğine işâret eden kimse işâret ettiği vakit; daha önceki şerefli nüktede zikri geçen, onun en ulu nesebten oluşunu bilen kimse bilir, bilmeyen kimse bilmez. O da öyle bir kimsedir ki; işlere mülâkî olmuş ve gönlü açılmıştır, bu nüktenin tâyini sâyesinde de ondan haberdâr olur. Ona yetişmek artık ona, tıpkı saat (kıyâmet) gibi gelir. Bu hususta hastalığı bol olan kimsenin ise, onunla ilgili olarak kulağı da hastadır, buna rağmen onu diline dolamaktan da aslâ geri durmaz!
Halbuki onunla ilgisi bulunan bir kimse, bu 'Hatm' hakkında; gerek Allah-u Teâlâ'nın Kitab'ında zikretmiş olduğu sırlardan, gerek Peygamber Aleyhisselâm'dan onun hakkında vârid olan haberlerden; gerekse Azîz Kitab'a dayanarak, onun makamları ve alâmetleri ile ilgili olarak zikredilenlerle ve isimleri ve sıfatları hakkında geniş biçimde izâh edilenlerle meydana gelen işten, (onu) kuvvetli bir biçimde çözebilir." ("Ankâ'-i Mugrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-Evliyâ' ve Şemsü'l-Mağrib", s. 71, bas.: Mısır, 1954.)
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektûbât" adlı eserinin "317. Mektub"unda: "Bu ilimlerin ve mârifetin sahibi, bu binin müceddididir. Ki bu, ona bakanlara gizli bir mânâ değildir." buyururlar.
Onu görmüyorsan, ona Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiğini de mi görmüyorsun, oradan da mı tanımıyorsun
İsmâil Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kitâbu'n-Netîce" adlı eserinde, Hâtem'ül evliyâ olan zâtın kitaplarının Hazret-i Kur'an'la dolu olacağını, bu ilmin has bir ilim olduğunu iki asır öncesinden haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Ve bu bir kitapdır ki, kütüb-ü ilâhiyye umumen bunda mündericdir. (İlâhî kitaplar bunun içine dercedilmiştir)." ("Kitâbu'n-Netice"; Genel, nr.: 1136, vr. 248a.)
Bütün İlâhî kitapların hülâsası Kur'an-ı kerîm'dir. Kur'an-ı kerîm'in bütün Âyet-i kerime'leri girdiğine göre "Kütüb-i ilâhiyye" bu kitaplara yayılmış demektir. Bunu da Allah-u Teâlâ başka kimseye nasip etmemiştir!
Muhyiddîn-i İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü'l-Mekkiyye"nin 18. Bâb'ında yer alan bir ifşaatında, bu Hâtemü'l-velâye'nin Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir.
Buyururlar ki:
"Velâyet-i Muhammedî'nin Hâtem'i bu Arap soyundan bir kişidedir ki, o bu milletin en asillerinden bir zâttır." (s. 214)
Diğer bir beyanları ise şöyledir:
"İşte bu sona getirecek ve bizim beklediğimiz Mehdî değildir. Bu ancak kendi Ehl-i beyt'inden olacak birisidir." (Fütûhâtü'l-Mekkiyye)
Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, husûsiyetle Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici hususiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ'" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
• Hâtemü'l-evliyâ' batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz'î Muhammedî imamlığın Hâtem'i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s. 15)
• O'nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s. 48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s. 75)
• En şerefli Arap soyuna ve nesline mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem'leri anımsatır. (s. 75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s. 16)
• Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s. 16, 18, 74)
• O'nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr'u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s. 73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk'ı onun diliyle söyler. (s. 73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s. 16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânında, ihvânı ile birlikte Hakk'a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s. 22)
• O, hiç bilmezken "Hatemiyyet" mertebesiyle kemâl bulur. (s. 71)
• O'nun Hatemiyyet'i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s. 15-16)
Doğup büyüdüğü memlekette, Resulullah Aleyhisselâm'ın sülâlesinden olduğunu, Şeyh Ahmed Efendi Hazretleri'nin torunu olduğunu bilenler var ve bu kimseler bugün hayattadırlar. Sen de aslını ortaya koyuver! Aslın nedir, neslin nedir Beşeriyeti tenvir için ne gibi bir faaliyette bulundun, ne gibi eserlerin var; bunları da bildir!..

Kimseye Garazımız Yoktur,
Kimsenin Küfrüne Rızâmız da Yoktur!

Sifil yalan, yanlış ve çarpıtmalarla dolu "avam" üslûbunu "ilim" kisvesi altında saklamaya çalışıyor. Şu kadar var ki görünen köy kılavuz istemez, çünkü bir söylediği bir söylediğini tutmuyor. Bir yerde "ne hizmetleri, ne de başka konulardaki görüş ve değerlendirmeleri üzerine dile getirilen hususlarla ilgileniyorum. Dikkat edilecek olursa yazılarımda bu hususlarla ilgili tek kelime etmiş değilim." diyen Sifil, hemen öncesinde lâubali bir avam üslûbuyla şunları söylüyor: "Bu ülkede "zat-ı muhterem"in "tekfir makinesi"ne uğratılmaktan sıyrılabilmiş kalburüstü kaç isim sayılabilir.. Ve "zat-ı muhterem", tekfir edip cehennem gayyasına yuvarlamadan önce..."
Bir cümlede iftirayı, kibri, lâubâliliği, hükm-ü ilâhî'yi küçük görmek gibi bir sefâleti cem etmek her câhilin yapabileceği bir iş değildir! Sifil'in kalbinde gizlediği, kalemini dolaştırmış, böylece içyüzü ortaya çıkmış.
Sifil bu sözleri ile Muhterem Ömer Öngüt'ün, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle delilli ve mühürlü; İslâm dinindeki ve vatandaki bölücülerin içyüzünü ortaya koyan eserlerini diline dolamaktadır.
Doğru sözlü olsaydın, "Başka konuyla ilgim yok." deyip de dolanmazdın. Madem bu sözü söyledin; ilmin varsa hangi Âyet-i kerime'yi, hangi Hadis-i şerif'i yersiz bulduğunu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'le ortaya koyardın.
Bir çamur attın; "Tutarsa tutsun, tutmazsa izi kalsın."
Bu ancak senin gibilere yakışır.
Küfrü söndürmek, iman kurtarmak gayesiyle yapılan bu cihadı sefil bir sözle söndürebileceğini mi sanıyorsun
Bu cihadı yapanları Resulullah Aleyhisselâm "Siyah Bayraklılar" olarak vasıflandırmıştır. Siyah bayrak Resulullah Aleyhisselâm'ın cihad bayrağıdır.
Nûr-i ilâhî'yi saçmak için, zulümâtı dağıtmak için, Hakk ile bâtılın arasını ayırmak için, Allah'lık dâvâsında bulunan putları kırmak için, Hazret-i Allah bu vazifeyi bu "Bayraklılar"a vermiştir.
Bunlar hiçbir menfaat beklemeden, kitaplardan hiçbir kuruş almadan fîsebîlillâh çalışıyorlar. Bu nûr, bu ilim sadece Türkiye'ye değil, dünyaya yayılıyor. Bu kitaplar, bu nûr Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa ve diğer birçok devletlere, tâ Avustralya'ya kadar yayıldı. Bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın kudreti ile oluyor. Bunu O'ndan başka kim yayabilir Bunları hiçbir tahsili olmayan bir beşerin Hazret-i Allah'ın lütuf desteği olmadan yapması mümkün müdür
Son asırda yaşamış olan velîlerden Bedîüzzaman Hazretleri "Emirdağ Lâhîkası" isimli eserinde Mehdi Aleyhisselâm'ın vazîfesinden bahsederken, Mehdî Aleyhisselâm'dan evvel gelecek bu zâttan haber vermiş; bu ilmin, bu kitapların Mehdî Aleyhisselâm'a hazır bir program olarak hazırlandığına işâret ederek şöyle buyurmuştur:
"Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyyûn ve tâbiiyyûn tâunu beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyûn fikrini tam susturacak bir tarzda imânı kurtarmaktır.
Ehl-i imânı dalâletten muhâfaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktizâ ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade etmez. Çünki hilâfet-i Muhammediyye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir tâife bir cihette görecek. O zât, o tâifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar." ("Emirdağ Lâhikası", s. 259)
Bir düşün! Allah için ne yaptın Beşeriyeti tenvir için ne gibi faaliyetlerde bulundun, ne gibi bir hizmette bulundun, ne gibi eserlerin var
Yıkılmış damın köşesinde mi kaldın..
"Bizi küfürle itham ediyor!" demek istiyorsun. Biz ancak Allah-u Teâlâ'nın beyanlarını önünüze koyuyoruz. Kur'an-ı kerim'de müslümanların birleşmelerini emreden; tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.
Ezcümle;
Hucurât sûre-i şerif'i: 10. Âyet-i kerime,
Mâide sûre-i şerif'i: 2. Âyet-i kerime,
Âl-i imrân sûre-i şerif'i: 103. ve 105. Âyet-i kerime'leri,
Rûm sûre-i şerif'i: 32. Âyet-i kerime,
Enfâl sûre-i şerif'i: 46. Âyet-i kerime,
Yunus sûre-i şerif'i: 19. Âyet-i kerime,
En'âm sûre-i şerif'i: 153. ve 159. Âyet-i kerime'leri,
Şûrâ sûre-i şerif'i: 13. 14. ve 15. Âyet-i kerime'leri,
Zuhruf sûre-i şerif'i: 65. Âyet-i kerime,
Enbiyâ sûre-i şerif'i: 92. 93. ve 94. Âyet-i kerime'leri,
Müminûn sûre-i şerif'i: 52-56. Âyet-i kerime'leri, dinde ayrılık yapmanın mesuliyetinin, suç ve cezâsının ne kadar ağır olduğunu beyan buyurmaktadır. Bu Âyet-i kerime'ler bölücülere hitap ediyor.
Bu hükümler Allah-u Teâlâ'nın sizin hakkınızda verdiği hükümdür, bunu beşere atfetmeyin. İlâhî hükümleri hiçe mi sayıyorsunuz Bu Âyet-i kerime'leri görmüyor musunuz Yoksa görmek işinize gelmiyor da mı bu zâta isnad ediyorsunuz
Bu Âyet-i kerime'ler Allah-u Teâlâ'nın kelâmı mı, yoksa bu zâtın beyanı mıdır
El-cevap; Allah kelâmıdır! Şu halde niçin bu zâta isnad ediyorsunuz Allah-u Teâlâ'nın bölücüler hakkında verdiği küfür hükmünü niye bu zâta atfediyorsunuz
Meğer size söylenenler Hakk sözü imiş, halk sözü değilmiş!..

Evliyaullah Hakk'ın Emri İle Konuşur,
Hakk'ın İlhamı İle Eser Neşreder;
Câhil Tabakası Kendi Zannını Ortaya Koyar,
İftira Atmaktan Çekinmez!

Sifil Hadis-i şerif'i inkâr etmekle yetinmemiş, Hadis-i şerif'te izah edilen hakikatlerin beyânını da diline dolayarak "Nefsani davranmak" iftirâsında bulunmuştur. Hatta daha da ileri giderek ve kendisine has "avam" üslûbu ile -Veysel Karânî Hazretleri'nden bahisle- "caka satarak ortalıkta dolaşmayı aklından bile geçirmemişti!" demiştir.
Be hey câhil! Bu zâtın eserlerini okumadan mı bu iftirayı yaptın, yoksa okudun da nefis putu gözlerine perde mi oldu Fincan ile deryayı ölçebilir misin
Sen öyle bir zâta, en son söylenebilecek bir isnadda bulunuyorsun ki, çok kötü bir koku yayıyorsun!..
Hatmü'l-velaye'nin zuhûruna dair bu Hadis-i şerif'i teyid ve tefsir eden altmışa yakın Evliyâullah'ın beyanı var, husûsî yazılmış eserler var. Cismî husûsiyetlerine, görünüşüne, mücadelesine, yardımcılarına, âhir zamanda geleceğine, Türk'e gönderileceğine, Arap soyundan olacağına, ancak Arapça konuşmayacağına kadar her türlü husûsîyeti tek tek ifşâ edilmiştir. Hatmü'l-velâye'nin kim olduğuna ve vazifesine dair, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde haberler ortaya çıkmıştır.
Bu hakikatleri beyan eden bir Zât-ı âlî'ye "Nefsânî davranmak" iftirâsını atmak ancak senin gibi avama yakışırdı!..
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz pek çok Hadis-i şerif'lerinde kendilerine bahşedilen ihsan ve faziletlerden, yüksek meziyetlerden sözetmişler, fakat hemen arkasından: "Bunu övünmek için söylemiyorum." buyurarak; gâyelerinin yalnızca Allah-u Teâlâ'nın lûtfunu bildirmek, öğrenmeleri gereken mühim bir gerçekten ümmetlerini haberdâr etmek olduğunu beyan etmişlerdir.
Ezcümle bu mânâya işâret eden bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Ben kıyâmet gününde bütün peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsinin şefâatçisi olacağım. Bunu övünmek için söylemiyorum!" buyurmuşlardır. (Tirmizî)
Nitekim diğer Hadis-i şerif'lerinde de "Geçmiş ve gelecek bütün insanların en hayırlısı" olduklarını, "en hayırlı nesilden vücud buldukları"nı, "kıyâmet günüde Livâ-yı Hamd'in sahibi, iman edenlerin şefaatçisi, cennete girecek ilk kişi ve bütün insanların en yücesi" olacaklarını açıkça bildirmişler; ancak bunu cehâlet ve sefâlet deryasında yüzen kara cahillerin zannettiği gibi "caka satmak" için değil, ümmetlerine hakikati duyurmak için beyân etmişlerdir.
Veysel Karânî -kuddise sırruh- Hazretleri üzerinden yaptığın çirkin iftirânın cevâbını ise, Hadîs-i kudsî'de sana bizzat Allah-u Teâlâ vermektedir:
"Velilerimden kendisine en çok gıpta edilen kişi; benim katımda derecesi ulu ve yüksek peygamberlerin derecelerinden bile daha yakın olan gizli bir kimse, Üveysü'l-Karnî'ye ve onun benzerlerine denk olan hafîfü'l-haz bir mümindir.
İşte bu onun zâhirî sıfatıdır, bâtını ise târife sığmaz!" (Hakîm et-Tirmizî, "Nevâdirü'l-Usûl", c. 1, s. 619)
Nitekim Evliyâ-i kirâm'ın önde gelenlerinden İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh Hazretleri de "Mektûbât"ında;
"Sübhânellâh! Bu Hakîr'den elinde olmayarak öyle ma'rifetler zuhûr etti ki, büyük bir topluluk biraraya gelerek çalışsalar bir benzerine kavuşamazlar!" demiş ve bunu söylerken "caka satmayı" aklının ucundan bile geçirmemişti!.. (326. Mektup)
Binaenaleyh kendini övmek ayrı, hakikati neşretmek için söz söylemek ayrı şeydir.
Nitekim insanlara nefislerini tanımaları için irşadda bulunan, eserler neşreden bu Zât-ı âlî bu hususta da şunları söylemiştir:
"Hep ilâhî vergi... Allah-u Teâlâ ezelden öyle murâd etmiş; kulda hiçbir şey yok!.. Biz bunları ilâhî bir lütuf kabul ediyoruz. Hiçbir zerresine bile lâyık olmadığımı da biliyorum. Gerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in, gerekse Evliyâullah Hazerâtı'nın beyanlarını seyrediyorum ve bu lütuflarından dolayı Sâhib'ime şükrediyorum.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in buyurduğu gibi; 'Bunları övünmek için söylemiyorum.' Çünkü ben 'Var' ile övünüyorum!..
'Bu Allah'ın fazl-u ikrâmıdır, dilediğine verir.' (Cum'a: 4)" ["Kalblerin Anahtarı Sözler ve Notlar", c. 10, s. 310]
Tarih boyunca zâhir ehli anlamadığı mevzularda çok zaman ehl-i tasavvufa düşmanlıkta bulunmuşlardır. Nitekim "Hatmü'l-Evliyâ'" kitabının yazarı olan Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri bu kitabı yazdığı için Tirmiz'den sürülmüştü.
"Menâkıb" kitaplarının hemen hemen hepsinde bahsi geçen aşağıdaki hâdise, Evliyâ-i kirâm'ın bu gibi beyanlarını hafife alan ve onlara karşı büyüklük taslamaya kalkışan câhillere açık bir ikazdır:
Şeyh Abdülkadir Geylânî Hazretleri bir cuma günü vaaz ediyordu. Oldukça kalabalık olan vaaz meclisinde Evliyâullâh'ın büyüklerinden pek çok da zevât-ı kirâm bulunuyordu. Tam bu esnâda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in rûhâniyeti tecellî ederek: "Kul, yâ Abde'l-Kâdir! Kademî hazâ 'alâ rakabeti külli veliyyi'llâh"; yani; "Ey Abdülkadir! 'Benim ayağım bütün velilerin boynunun üstündedir.' de!" buyurdular. Hazret de bu sözü orada bulunanlara aynen tekrâr etti. Ne kadar velî varsa, hiçbiri en ufak bir itiraz emâresi dahî göstermeden: "'Alâ rakabetinâ ve 'alâ re'sinâ!"; yani: "Evet! Senin ayağın bizim başımızın ve boynumuzun üstündedir." diyerek teslimiyetlerini bildirdiler. Hattâ Şeyh Ali bin Hînî -kuddise sırruh- Hazretleri birdenbire yerinden fırlayıp, boynunu hemen Hazret'in ayaklarının altına koydu. Hazret'e Resulullah Aleyhisselâm'ın böyle emrettiği o gün orada bulunmayan diğer velilere de mânen bildirilmiş, onlar da; "'Alâ'r-re'si ve'l-ayn" diyerek, Şeyh Hazretleri'ne bağlılıklarını bildirmişlerdi.
Nitekim o tarihlerde Bağdat yakınlarında ikâmet eden Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri de, talebeleriyle sohbet ederken bu duruma vâkıf oldu; mübarek başını toprağa koyup söylenen sözü tekrarladı ve yanında bulunanlara; "Az önce Bağdat'lı Seyyid Abdülkâdir gavsiyyetini ilân etti!" diye hitap buyurdu.
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri'nin bu sözünü emirsiz söylemeyeceğini bilmeyen ve içine sindiremeyenler de çıktı. Nitekim "Şeyh San'a" adlı şahıs kibirlenerek; "O büyükse ben de onun gibi büyüğüm!" dedi ve böyle bir şeyi kabullenmenin mümkün olmadığını söyledi. Onun kibirlenerek itiraza kalkıştığı Abdülkadir Geylânî Hazretleri'ne keşfen bildirildi. Hazret o anda Şeyh San'a'nın karşısında tecellî ederek; "Mâdem ki bana boyun eğmiyorsun, o hâlde bir kâfire boyun eğesin! Mâdem omuzunun üzerinde bizim ayaklarımızın olmasına itiraz ediyorsun, öyleyse domuzun ayakları omuzunun üzerinde olsun!" diye bedduâ etti.
Bu sözün üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, Şeyh San'a bir Rum kızına âşık olup talip oldu. Ancak kızın ailesi bir müslümana aslâ kızlarını vermeyeceklerini söylediler. Şeyh San'a kendini kaybedip, onların teklifine boyun eğerek hıristiyan oldu. Rum ailenin şartına göre San'a, bir sene boyunca onların domuz çiftliğinde domuz çobanlığı yapacaktı. Bunu da kabul etti. Öyle zaman oluyor ki, yeni yavrulayan domuzların yavrularını alıp omuzlarında taşıyordu. Hem kâfire boyun eğip tekliflerini kabul etmiş, hem de domuzun ayakları omzunun üzerinde olmuştu.

Evliyâullah Hazerâtı'nın bütün iş ve icraatları Allah ve Resul'ünün emriyledir. Binâenaleyh bunları bilmeden ve anlamadan, bu beyanlar üzerinden bilmişlik taslamaya kalkışmak, kendi kendini rezil ve cehâletini ilân etmekten başka bir şey değildir!..

"Kalblerin Anahtarı Külliyatı"ndan olan Sözler ve Notlar serisinin 10. cildinin takdiminde Muhterem müellifin şöyle bir beyanları var:
"Her şeyin bir özü vardır, bu kitapların özü ise iki cümleden ibarettir:
'Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin.' (Mâide: 92)
Yani bununla mühürlüdürler.
Ben bir perdeden bir kabuktan ibaretim, özüm O'dur. Şu gördüğünüz kâinat da bir kabuktan ibarettir. Kâinatın da özü O'dur. O kabuğu çıkardığın zaman "Öz" kalıyor.
Elhamdülillah, kabuk olduğumu biliyorum. İçimde O olduğunu da görüyorum.
Özüm de Allah, sözüm de Allah... Herkes kabuğu görüyor. O'nu görmüyor.
İnsan da böyle, kâinat da böyle... Vücud O, mevcud O...
Burada ilmin hülâsası ortaya çıkıyor. Bütün evliyâullah'ın ilmi bu kabukta idi. Mühim olan kabuğu atabilmek.
İşte size bu ilimden bahsediliyor. Nasibi olan, nasibi kadar alacak. Bu ilim Allah-u Teâlâ'nın duyurması ve göstermesi ile kâimdir.
Biz size özü anlatıyoruz. Bu marifet, bu kitabın özüdür. Bu kitabı yazmaktaki esas gayem, bu özü bildirmektir."
"Bu ilim senin mi" diye soruluyor.
"Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bu fakire bu ilmin tezgâhtarlığını yaptırıyor. Bu ilimle hiçbir ilgim yoktur. Bu ilim has bir ilmullah'tır.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Fakirliğimle övünürüm." buyurmadı mı (Münâvî)
Biz fakirliğimizle iftihar edenlerdeniz, allâmeler başkadır."

Bizim beyanlarımız Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif iledir. Lâf etmeyiz. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif ile delil olmadıkça lâfa itibar etmeyiz.
Ebubekir Efendi, Kâbu'l-Ahbâr (r.a.) hakkında bu cevaba karşılık "Efendim ben kendi fikrimi değil, ulemanın görüşlerini naklettim diyerek kendisini savunma yolunu seçmiştir. Ulemanın görüşleriymiş ! Peki ya Kâbu'l-Ahbâr (r.a.) lehinde bir sürü görüş beyan eden ulema da var. Yazdıklarında onlardan neden hiç bahis yok ? Yoksa, onlar senin gözünde ulema mı değil ? Hem sonra, birçok ulema geçinen aymazın İslâm Dininde tutunmaya çalıştığını sen bilmiyor musun ? Örneğin Sadettin Taftazani denilen bir zahir alimi geçinen kişi var. Bu adam, eserlerinde bütün tasavvuf büykülerinin küfrüne kail olmuş ve bunu seslendirmiştir. Şimdi,kalkıp ta bu adamı İslâm Uleması diye mi anacacağız ? Ol zaman, M. Abduh'ların, Cemâleddin Afganilerin, İbn-i Teymiyye'nin Vasıl bin Ata'nın günâhı ne ?..
Şu bir hakikat ki, sen Ebubekir Sifil, bu Hatemu'l-Evliyâ konusunda hiç ama hiç bir şey bildiğin yok ! Hiç değilse, bilmediğin böyle bir konu hakkında işkembe konuşturma yolunu seçeceğine bilenlere danışsaydın ve konu hakkında bir çok makale ve hatta tez yazmış olan Prof.Dr. Mustafa Kara ve Prof. Dr. Salih Çift'e ait akademik araştırma ve dokumanları inceleseydin şüphesiz çok daha isabetli bir iş yapmış olurdun. Ama, bunu yapmak yerine siyanür zıkkımlanmayı tercih ettin !
Ne diyelim? Bu dünyada herkes amelini işleyecek !
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Hatemul Evliya Şeyhul Ekber Muhyiddin İbn Arabi'dir, ondan sonra onun çapında bir alim gelmemiştir...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hatemul Evliya Şeyhul Ekber Muhyiddin İbn Arabi'dir, ondan sonra onun çapında bir alim gelmemiştir...




Senin de kafayı sıyırmış biri olduğun buradaki ifadenden belli mah cemalim ! Milâdi 12 asırda yaşamış biri nasıl oluyor da Hatemu'l-Evliyâ oluyor çocukalra bir anlat da masal olarak uykuya dalsınlar ? Hatemu'l Evliyâ dediğin zat bak bir eserinde ne demiş ? Oku, düşün ve ondan sonra ne yumurtlayacaksan yumurtla !
"Allah-u Teâlâ bu Hatem-i Velâyeti ne bize, ne bizden evvelkielre nasib etmeyip, bu makamı bizden saklamıştır." (AKNA-İ MAĞRİB Fİ MAĞRİFETİ HATEMUL EVLİYÂ)

Bence sen, bilmediğin konulara hiç girmesen sadece öğrenmeye çalışsan çok daha iyi olur.
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Senin de kafayı sıyırmış biri olduğun buradaki ifadenden belli mah cemalim ! Milâdi 12 asırda yaşamış biri nasıl oluyor da Hatemu'l-Evliyâ oluyor çocukalra bir anlat da masal olarak uykuya dalsınlar ? Hatemu'l Evliyâ dediğin zat bak bir eserinde ne demiş ? Oku, düşün ve ondan sonra ne yumurtlayacaksan yumurtla !
"Allah-u Teâlâ bu Hatem-i Velâyeti ne bize, ne bizden evvelkielre nasib etmeyip, bu makamı bizden saklamıştır." (AKNA-İ MAĞRİB Fİ MAĞRİFETİ HATEMUL EVLİYÂ)

Bence sen, bilmediğin konulara hiç girmesen sadece öğrenmeye çalışsan çok daha iyi olur.

Sen iyice bir araştır, benim bulduğum sonuç bu, İbn Arabi Fusus'ta hatemül evliya olduğunu söyler...
Kaldı ki eserleriyle Şeyhul Ekber hatemul evliya olmayı da haketmektedir, henüz onu çapında bir alim gelmemiştir...
Ömer Öngüt'e hatemul evliya diyenler, hatemul evliya'ya hakaret etmekten başka bir şey değildir, Ömer Öngüt'ün fuzuliyatı Şeyhul Ekber'in eserleri yanında halt etmiştir!
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Sen iyice bir araştır, benim bulduğum sonuç bu, İbn Arabi Fusus'ta hatemül evliya olduğunu söyler...
Kaldı ki eserleriyle Şeyhul Ekber hatemul evliya olmayı da haketmektedir, henüz onu çapında bir alim gelmemiştir...
Ömer Öngüt'e hatemul evliya diyenler, hatemul evliya'ya hakaret etmekten başka bir şey değildir, Ömer Öngüt'ün fuzuliyatı Şeyhul Ekber'in eserleri yanında halt etmiştir!

A akıllım ! İbnu'l-Arabi Fususunda öyle zannetmiş ama, sonradan Hatemu'l Evliyâ olmadığını ve bunu Rabbimizin kendisinden gizlediğini bilmiş ve bunu (AKNA-İ MAĞRİB Fİ MAĞRİFETİ HATEMUL EVLİYÂ) kitabında biildirmiştir. Sen ise, başını kuma gömmüş, 12 asırda yaşayan birine Hatem damgası vurma zekâiliğini göstermektesin !

Neyse, sen İbnu'l-Arabinin Hatemu'l-Evliyâ olduğunu senin zannetmen, kimse için bir şey farketmez, yalnız cahilliğin de çok kötü bir şey olduğunu öğren diyorum.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
ÖMER ÖNGÜT İÇİN HATEMU'L-EVLİYA DİYENLERE

Bugünden itibaren iki yazı halinde, bir süre önce bir okuyucumdan gelen soruyu ve verdiğim cevabı paylaşmak istiyorum. Gerçekten son derece ibretamiz bir durum.
Soru
(Ömer Ögüt)… mensupları Mehdi a.s.'dan önce Hatemül Evliya ismiyle bir zatın zuhur edeceğini, bu zatın evliyaullahın sonuncusu olacağını; Efendimiz sav. nasıl nebiliği mühürleyip bitirdiyse bu zatın da veliliği bitirip mühürleyeceğini iddia ediyorlar. Bu hususta Hakim et-Tirmizi ve Muhyiddin-i Arabi'nin eselerini referans gösteriyorlar. Söylediklerinin bir kısmı şöyle:
"Hazret-i Mehdi’nin faziletini herkes biliyor, fakat Hâtem-i veli’yi kimse bilmez. İnsan hafsalası almaz, ilmi de yetmez. Yalnız bu hususta gerek Hadis-i şerif’lerle, gerek geçmişte yaşamış Evliyâullah’tan bazı zevât-ı kiram’ın beyanlarını arzetmekle müslümanları tenvir etmiş ve hakikatı duyurmuş olacağız. Çünkü âhir zamanda geleceği haber verilen Hâtem-i veli ve Bayraklılar ashâbı hakkında bazı Hadis-i şerif’ler ve şu ana göre kırk kadar evliyâullahın ifşaatları elimizde mevcuttur.
“Bayraklılar Ashâbı” veBaşlarındaki Zâtın Vasıfları:
Naim bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdi’nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar’ın çıkmasıdır.” (Suyûtî, Kitabu’l-Arfi’l-Verdi fî Ahbâri’l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)

1. Batıda doğması.
Doğuş yerim Yugoslavya’nın Yenipazar şehridir.

2. Kinde kabilesi’nden olması.
Dedemiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in neslinden olan Şeyh … Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri, Medine-i Münevvere’nin şeyhi idi. Bir sebeble geçici olarak …’nın … şehrine geldiğinde orada vefat etmiş, daha sonra torunları Medine-i Münevvere’ye değil de Türkiye’ye gelmişlerdir. … yılından beri Türkiye’de bulunmaktayız.
Muhyiddîn İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye”nin 18. Bâb’ında yer alan bir ifşaatında, bu Hâtem-i velâyet’in Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir.
Buyururlar ki:
“Velâyet-i Muhammedî’nin Hâtem’i bu Arap soyundan bir kişidedir ki, o bu milletin en asillerinden bir zâttır.” (s. 214)

3. Ayağının sakat olması.
Gerçekten de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in buyurduğu şekilde sağ ayağım sakattır.

4. Bayraklılar’ın başına geçmesi.
İkinci bin yılın fazileti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu Hadis-i şerif’i ile tarif ettiği Bayraklılar’ın çıkması ile başlıyor.
Bayraklılar’ın başına geçmesinden murad; Allah-u Teâlâ bu fakiri ilk olarak iman kurtarma cihadına koymuştur…"
Meselenin can alıcı noktasına geçmeden önce şunu belirteyim ki, ayetlerin sebeb-i nüzulüne ve hadislerin sebeb-i vüruduna bizzat şahitlik etmiş olan Sahabe halkası dışında birilerinin, "şu ayette/veya hadiste anlatılan kişi benim" demesi o kişinin mürüvvetinin azlığına ve nefsani davrandığına delalet eder. Üveys el-Karenî (Veysel Karanî)'yi hatırlayın. Efendimiz (s.a.v) tarafından ayan-beyan haber verildiği halde kendisini sürekli gizlemeye çalışmış, caka satarak ortalıkta dolaşmayı aklından bile geçirmemişti. Bazı hadislerde geçen "Farslılar'dan bir kişi" ibaresini İmam Ebû Hanîfe üstüne alınmamış, İmam eş-Şâfi'î de "Kureşy alimi" diye övülen kişinin kendisi olduğunu asla ileri sürmemişti. Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Mailinizde verdiğiniz linki ziyaret ettim. Orada yer alan yazının her yerinden cehalet ve sefalet dökülüyor. Özetle:

1. Anılan rivayet bir "hadis-i şerif" (Hz. Peygamber (s.a.v)'in mübarek sözü) olmadığı gibi, Sahabe'den birine ait de değildir. Yahudi iken Hz. Ebû Bekr veya Hz. Ömer (r.anhuma) döneminde müslüman olmuş Ka'b el-Ahbâr'ın sözüdür. Dolayısıyla verdiğiniz adreste geçen, "Naim bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır..." ifadesi Efendimiz (s.a.v)'e iftiradır!

2. Ne bu rivayeti zikreden Nu'aym (Naim değil!) b. Hammâd (Kitâbu'l-Fiten, 205), ne de ondan naklen aktaran es-Süyûtî (el-Arfu'l-Verdî, ("el-Hâvî" içinde), II, 144) bu sözü Efendimiz (s.a.v)'e izafe etmiştir. Her iki eserde de açıkça sadece Ka'b el-Ahbâr'a izafe edilen bu sözü "hadis-i şerif" diye takdim etmek –kasıtlı bir hareket değilse– büyük bir cehalet ve cinayettir!

3. Ka'b el-Ahbâr Tabiun'dan sayılır ve Ehl-i İslam'a ait rivayetler arasına girmiş birçok İsrailiyat onun eseridir. Her ne kadar şahsında güvenilir ise de, sonuçta böyle bir meselede Ka'b el-Ahbâr'ın sözünün herhangi bir kimsenin sözünden daha değerli olmasının hiçbir sebebi yoktur.

3. Bu rivayeti nakleden Ebû Nu'aym hicri 229 yılında vefat etmiştir. Ka'b el-Ahbâr ise Hz. Osman (r.a)'ın hilafetinin sonlarına doğru (yani hicri 35 yılından önce) vefat etmiştir. Dolayısıyla Nu'aym b. Hammâd ile Ka'b el-Ahbâr arasında 194 yıl bulunmaktadır. Söz konusu rivayetin senedinde ise Nu'aym b. Hammâd ile Ka'b arasında sadece iki ravi yer alıyor. Adı geçen eserinde Nu'aym b. Hammâd'ın Ka'b'dan başka rivayetleri de vardır ve ikisi arasındaki ravi zinciri en az üç halkadan oluşmaktadır. Dolayısıyla burada Ka'b'a kadar olan senedin kesintisiz olması için arada en az 1 ravi daha bulunmalıdır. Yani senedde (teknik tabiriyle) "inkıta" vardır.

Toparlayacak olursak:
- Söz, Efendimiz (s.a.v)'e ait değildir. Dolayısıyla bu söz ile hiçbir şey isbatlanamaz.
- Sözün sahibi Ka'b el-Ahbâr, rivayetleri temkinle karşılanması gereken birisidir.
- Ka'b'ın diye nakledilen söz, ona kadar kesintisiz bir rivayet zinciriyle ulaşmamaktadır.

Bütün bunları bir an için bir kenara bırakıp şu noktaya bakalım:
Rivayette Kinde'li bir adamın, bayrak taşıyan bir gruba liderlik edeceği ve bunun Mehdi (a.s)'nin zuhurunun alameti olacağı söyleniyor.

Rivayetin önü de, sonu da bundan ibaret. Şimdi;
(…) zat-ı muhteremin dedesinin Kinde kabilesinden olduğunu nereden bileceğiz? Ortada sadece kendi beyanı var. Bu beyan da delile, hüccete, bürhana şiddetle muhtaç. Aksi halde ayağı topal olan ve bu işlere az-buçuk merakı bulunan herkesin, "Benim dedem Kinde kabilesindendir" diyerek ortaya atılmaması için bir sebep gösterilebilir mi?

Ve nihayet bu zatın "Hatemu'l-evliya" olacağına dair rivayette hiçbir kayıt yok. Esasen "velilik" mertebesinin/kurumunun herhangi bir zat ile son bulmasının –nass bulunması dışında– ne aklen, ne de naklen tatmin edici bir izahı olamaz. Bu din yaşanmaya devam ettikçe elbette veliler de mevcut olmaya devam edecektir…

Bir önceki yazıda yer alan meseleye verdiğim cevabın buraya almayı uygun gördüğüm kısmı bu kadar. Bir insanda mevcut bir arızadan ciddi ciddi toplumsal bir hareketin nasıl zuhur ettiğine tipik ve ibretamiz bir örnek…

Dr.Ebubekir SİFİL

Bay Kasım-Aralık!
Bir defa Ebubekir Sifil Efendi'ni bu Hatemu'l-Evliyâ hakkında zerre kadara bilgisi ve malûmatı yoktur ve olamaz ! Çünkü, yazdıklarından da anlaşılacağı üzere bu konuda sadece saçmalamıştır ve İmam-ı Suyuti tarafından tahriç edilmiş bir hadis-i şerifi inkâr etmek cihetine gitmiştir! Tabiinin büyüklerinden ilmi ile musemma Kâbu'l-Ahbâr'a buhtan edip onu İsrâiliyâtçılıkla suçlamaktadır. Biraz mürekkep yalamış herhangi bir müslüman çok iyi bilir ki, Kâbu'l Ahbâr'a babasından kalan kitapların içinde tahrif olunmamış bir Tevrat da bulunmaktaydı...Kâb'a gözü dönmüş oryantalist, modernist ve mezhebsizlerce "İsrâliyâtçıdır" yaftasının vurulması onların ne derecede müslüman düşmanı olduğunu göstermektedir. Sifil Efendi de onların bu yaftalarına uymakta ve Tabiinin büyüklerinden böyle ilim sahibi bir müslümanın gıybetini yapmakla ölüsünün etini yemeği tercih etmiştir. Bu insanın "Allah Bir" sözünden başka hiç bir sözüne itibar edillmemesi gerektiğini gösterme bakımından yeterlidir. Hatemu'l Evliyâ hakkında Uludag Üniversitesi Öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Mustafa Kara ve Prof.Dr. Salih Çift'in makale ve tezleri, çeşitli dergi ve Uludağ Üniversitesi İlâhiyat fakultesi yayınlarında yayınlanmıştır. Sifil Efendi, bu konuda biraz olsun bilgilenmek istiyorsa, bu akademik unvan sahibi kişilerin yazdıklarını okumak ve öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde yukarıdaki yazısıyla Hatemu'l Evliyâ Ömer Öngüt Efendiye cevab vereyim diye kendi cehaletini ortaya koymaktan başka iş yapmamış ve halt karıştırmamıştır. Vesselâm.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Bay Kasım-Aralık!
Bir defa Ebubekir Sifil Efendi'ni bu Hatemu'l-Evliyâ hakkında zerre kadara bilgisi ve malûmatı yoktur ve olamaz ! Çünkü, yazdıklarından da anlaşılacağı üzere bu konuda sadece saçmalamıştır ve İmam-ı Suyuti tarafından tahriç edilmiş bir hadis-i şerifi inkâr etmek cihetine gitmiştir! Tabiinin büyüklerinden ilmi ile musemma Kâbu'l-Ahbâr'a buhtan edip onu İsrâiliyâtçılıkla suçlamaktadır. Biraz mürekkep yalamış herhangi bir müslüman çok iyi bilir ki, Kâbu'l Ahbâr'a babasından kalan kitapların içinde tahrif olunmamış bir Tevrat da bulunmaktaydı...Kâb'a gözü dönmüş oryantalist, modernist ve mezhebsizlerce "İsrâliyâtçıdır" yaftasının vurulması onların ne derecede müslüman düşmanı olduğunu göstermektedir. Sifil Efendi de onların bu yaftalarına uymakta ve Tabiinin büyüklerinden böyle ilim sahibi bir müslümanın gıybetini yapmakla ölüsünün etini yemeği tercih etmiştir. Bu insanın "Allah Bir" sözünden başka hiç bir sözüne itibar edillmemesi gerektiğini gösterme bakımından yeterlidir. Hatemu'l Evliyâ hakkında Uludag Üniversitesi Öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Mustafa Kara ve Prof.Dr. Salih Çift'in makale ve tezleri, çeşitli dergi ve Uludağ Üniversitesi İlâhiyat fakultesi yayınlarında yayınlanmıştır. Sifil Efendi, bu konuda biraz olsun bilgilenmek istiyorsa, bu akademik unvan sahibi kişilerin yazdıklarını okumak ve öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde yukarıdaki yazısıyla Hatemu'l Evliyâ Ömer Öngüt Efendiye cevab vereyim diye kendi cehaletini ortaya koymaktan başka iş yapmamış ve halt karıştırmamıştır. Vesselâm.

hatamul evliyanı yiyim..islam ile ne alakası var?bir zındığın dine soktuğu kavramı burada trtışıyoruz.
benim mesajlar silinmiş!
neden?
öyle vahiy aldığını söyleyen zındıkları ibrahim as 'a uyarlarsak foyaları ortaya çıkıyor..


ey mahmutcular!

"ben allah ile görüştüm ,ahmedimi bana bırakın ,o ne yaparsa doğrudur"mahmut efendi

diyene bir beni gözümde bir zındıktır..taki tövbe edene dek!

eğer bu söz ona ait değilde onu konuşturana aitsede sözüm onadır..
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
hatamul evliyanı yiyim..islam ile ne alakası var?bir zındığın dine soktuğu kavramı burada trtışıyoruz.
benim mesajlar silinmiş!
neden?
öyle vahiy aldığını söyleyen zındıkları ibrahim as 'a uyarlarsak foyaları ortaya çıkıyor..

ey mahmutcular!
"ben allah ile görüştüm ,ahmedimi bana bırakın ,o ne yaparsa doğrudur"mahmut efendi
diyene bir beni gözümde bir zındıktır..taki tövbe edene dek!
eğer bu söz ona ait değilde onu konuşturana aitsede sözüm onadır..


İslâm Büyüklerine zındık diyenlerin kendileri zındıktır. Ayrıca bu tür yazıları gördükleri hâlde es geçen ve ses çıkarmayanyöneticilerin zındıklık durumuna düşmeleri de söz konusudur.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Sen iyice bir araştır, benim bulduğum sonuç bu, İbn Arabi Fusus'ta hatemül evliya olduğunu söyler...
Kaldı ki eserleriyle Şeyhul Ekber hatemul evliya olmayı da haketmektedir, henüz onu çapında bir alim gelmemiştir...
Ömer Öngüt'e hatemul evliya diyenler, hatemul evliya'ya hakaret etmekten başka bir şey değildir, Ömer Öngüt'ün fuzuliyatı Şeyhul Ekber'in eserleri yanında halt etmiştir!


Muhiddin-i İbnu'l Arabî Hazretleri (k.s.) başlangıçta bu sıra muttali kılınmamıştı. Daha sonra çok merak ettiğinden ötürü Allah-u Tealâ perdeyi kaldırmış ve bütün açıklığıyla bu sırra onu muttali kılmıştı... Bu ilk tecelliyât idi. Muttali kıldıktan sonraki tecelliyâtından sonra ise, bu hususta mustakil bir eser yazdı.
Şöyle ki;
Hatem-i Veli Hazretleri (k.s.) bundan sekiz asır önce yaşamış Şeyhu'l-Ekber Muhiddin-i İbnu'l Arabî Hazretlerinin (k.s.) merakına mucib olmuş ve "Acaba kim olabilir?" diye düşünmüş ...
Bu arada hatiften gelen bir ses kendisine ;" Yâ Muhiddin! Bu iş senin zannettiğin gibi değildir. Bu ancak, ahir zamanda gelecek bir veliye ikram edilecektir." demiştir.

Muhiddin-i İbnu'l Arabî Hazretleri bu hatifi sese muttali olduktan sonra aynen şu sözleri söylemiştir: "Bütün basar ve basiretimi derhal alem-i gayba çevirdim. Bu zâtın isim ve sıfatını , makamını ve olduğunu anlamak istedimse de Cenab-ı Hak bu saydıklarımdan hiç birine beni muttali kılmadı."(Atiyyeye-i Subhaniyye , Risâle-i Gavsiyye Şerhi Sayfa 63-64 Çeviren: Bekir Uluçınar)

Muhiddin-i İbnu'l Arabî Hazretleri Hatem-i Veli'ye verilecek olan makamın kendisine ve kendisinden önce gelmiş hiç bir veliye verilmediğini beyân ederek ; "Allah-u Tealâ bu Hatem-i Velâyeti ne bize, ne bizden evvelkilere nasib etmeyip, bu makamı bizden saklamıştır."buyurmuşlardır.
Şeyhu'l-Ekber Muhiddin-i İbnu'l Arabî Hazretleri (k.s.), Hatemu'l-Evliyâ olan zatın makam ve mertebesini , Allah katındaki ulviyetini ve evliyâullah hazerâtı arasındaki yüce mevkiini beyân etmek için "Ankâ-i Muğrib Fi Ma'rifeti Hatemu'l-Evliyâ ve Şemsu'l-Mağrib" isminde bir eser yazmış, ancak bu eser şimdiye kadar hiç Türkçeye çevrilmediği için, daha çok diğer iki eserindeki beyânları le alınmış, bu kitabındaki beyânlar üzerinde hiç durulmamıştır.
Halbuki bu eserde, Hazretin O'nunla ilgili nice muhteşem ve mükemmel beyânları vardır ki, O'nunla ilgili şu müşahadesi bunlardan yalnızca biridir.
"Ben sona erdirme ve sıdk imamlığına oturmuş bir şekilde Allah Velilerinin Hatmini hakkıyla gördüm. O'nun hudutlanmış olan sırrı benden kaldırıldı. Ben O'nun elini kabul etmekle emrolundum. O'nun sıddık ve sıddıkların en sadığından aşağıda bulunan Farûk'a karşı çok mütevsazi olduğunu gördüm." ( Ankâ-i Muğrib Fî Ma'rifeti Hatemu'l-Evliyâ - Şehid Ali Paşa No: 1287 14 a-14 b yaprağı )

Bakınız: Cevâhirullah , Cilt 1 - Sayfa :38-39 Ömer Öngüt
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
İslâm Büyüklerine zındık diyenlerin kendileri zındıktır. Ayrıca bu tür yazıları gördükleri hâlde es geçen ve ses çıkarmayanyöneticilerin zındıklık durumuna düşmeleri de söz konusudur.

islamın büyüklerine kimse zındık demez.arap muhiddinin eserlerindeki safsataları burada islam adına yayınlıyorsun.
firavunu cennete koyan adama bizden saygımı bekliyorsun?
 
Üst