Hasan El Benna

HalidMesal

Paylaşımcı
Katılım
14 Ağu 2007
Mesajlar
106
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
44
Hasan El Benna: Cihad Üzerine


2953_1.jpg
"Allah uğrunda hakkını vererek cihad ediniz. O sizi ideal ümmet olarak seçti. Din konusunda, sizin üze­rinizde (geliştirmenizi önleyecek) hiç bir zorluk (bas­kı) getirmedi. Atanız İbrahim'in milletinin (ilkele­rinin) aynısını (model alınız)."

Enes (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

"Allah yolunda bir sabah yahut bir akşam cihada çık­mak, bütün dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır." (Buhari, Müslim ve Tirmizi)

Ebu Hureyre (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allah kendi uğrunda cihada çıkanı güvencesi altına alır. Zira sadece benim uğrumda cihadı, bana gerçekten imanı ve benim resulümü kendi davranışlarıyla onaylaması o kulumu yola çıkarmıştır. Bu nedenle ya onu cennete koy­mak veya sabahleyin cihad niyetiyle çıktığı eve, elde et­tiği ecirle yahut ganimetle birlikte döndürmek benim üze­rime borçtur. Muhammed'in canı elinde olana andolsun ki, o kulun Allah yolunda konuştuğu hiç bir söz yok ki, kıyamet günü, o sözü konuştuğu günün yapısı gibi hu­zura gelmesin, rengi o günün kah renginde, kokusu o gü­nün misk-ü amber kokusundadır. Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a andolsun ki, eğer müslümanlara zor olmasaydı Allah yolunda sefere çıkan hareket timinden kimseyi geri bırakmazdım. Fakat kendimde yetenek bulamıyorum ki onları taşıyabileyim. O müslümanlar da hem kendilerinde yetenek bulamıyorlar, hem de benden vazgeçmeleri onlara ağır geliyor. Nefsim denetimi altın­da olan Allah'a yemin ederim ki Allah uğrunda savaşa katılsaydı/n da ölseydim, tekrar katılsaydım da ölseydim. Olmazsa tekrar savaşa katılsaydım da ölseydim; ne ka­dar çok isterim!" (Ebu Davud ve İbni Mâce dışındaki dört Sünen)

Yine ondan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:

"Yâ Resûlallah (s.a.v) Allah yolunda cihada hangi amel denk gelir? diye sordular. Resûlullah:

-Sizin gücünüz yetmez, buyurdu ve ekledi: -Allah yolunda cihad yapan kişinin dönmesine ka­dar, gündüzleri oruçlu ve geceleri ayakta olan, ayrıca Al­lah Teâlâ'nın âyetleri içine dalan kişidir. Mücahid ciha­dından dönünceye kadar ne orucundan ne de namazın­dan hiç ayrılmaz" (Ebu Davud dışında kalan beş hadis kitabı)

Ebu Said (r.a)'dan naklen Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:

"Şimdi beni dinler misiniz? Size en iyi insan en kötü in­san dengesini anlatayım?

En hayırlı insan atının sırtında, yahut devesinin sır­tında. Yahut ayakları üzerinde ölüm gelip çatıncaya ka­dar Allah yolunda sâlih amel işleyen adamdır. En kötü adam, Allah Teâlâ'nın kitabını okuyup üzerinde yaşa­ması gerekirken hiç bir şeyine zerre miktarı saygı gös­termeyen adamdır." (Nesâi)

Kuşkusuz Allah Tebâreke ve Teâlâ mü'minlere şöyle ses­leniyor:

"Ey inananlar! Sizi acı azaptan kurtaracak ticaretli işi size göstereyim mi? Allah'a ve Resulü'ne inanır, malla­rınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bi­lirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Böylece O, sizin gü­nahlarınızı yarlığar. Sizi zemininden ırmaklar akan cen­netlere; Adn cennet indeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz diğer bir kazanç daha var; İşte Allah yardımı ve Allah zaferidir. Mü'min­lere bunları müjdele." (Saff, 10-13)

Fakih kişiler kitaplarında, İslâm ülkesinin topraklan düş­man çizmesi ile çiğnendiği zaman cihadın farz-ı ayn olduğu­nu belgeleriyle belirtmişlerdir. El-Muğni yazarı şöyle diyor:
"Cihad şu üç pozisyonda belirlenir:

A) İki ordu karşı karşıya gelip iki birlik de karşılaştığı zaman orada bulunanın geri kaçması haram olur. Allah Teâ-lâ'nın şu fermanına göre savaş yerini alması onun için kesin­leşmiş olur:
"Ey iman edenler! Bir düşman topluluğuyla karşılaştığı­nız zaman kararlılık gösterin ve Allah'ın adını çok anın ki kurtulabilesiniz." (Enfâl, 45)

Ayrıca:
"Direnç gösteriniz. Zira Allah direnenlerle beraberdir." (Enfâl, 46)

Diğer bir âyet-i kerimede:

"Ey mü'minler! Toplu halde kâfilerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar savaşmak için kaçar gibi bir tarafa çekilmek veya diğer başka bir birli­ğe katılıp savaşmak amacıyla olan dışında kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın ga­zabı içinde yerini alır. Zaten onun yeri cehennemdir." (Enfâl, 15-16)

B) Kâfir orduları herhangi bir şehre girip konakladıkla­rında müslümanın savaşmaya hazır olması ve onları geri püs­kürtmesi farz olmuş olur.

C) Yönetici imam, bir kavmini savaşa çağırırsa her gücü yetenin o imama katılmaları zorunludur. Zira, Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Size ne oldu ki: Allah yolunda sava­şa çıkın!' denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz?" (Tevbe, 38)

Resûlullah (s.a.v) de şöyle buyuruyor;
"- Savaşa katılmanız istendiği zaman hemen katılınız."

Bütün İslâm fıkhı kitaplarında, mezheplerin ufak-tefek ayrılıklarına rağmen sonuç hepsinde aynıdır.

İlk müslümanlar bu gerçekleri çok iyi kavramışlardır. On­lar ya ibadet ediyor, ya ticaretle uğraşıyor veyahut savaşçı olu­yordu. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz senin, gecenin üçte ikisine yakın bölümünü, bazan yarısını, bazan da üçte birini yatmadan geçirdiği­ni ve beraberinde bulunan topluluğun da böyle olduğu­nu Rab bin belgeleriyle biliyor. Gece-gündüzü dengeye koyan ancak Allah'tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı (fazlasını yapamayacağınızı) bildiği için sizi bağışladı. Ar­tık siz, kolay olan bölümü uygulamaya koyunuz. Allah Teâlâ bilir ki içinizden hastalananlar olacak, diğer
kısmınız Allah'ın takdir buyurduğu rızkı aramak ama­cıyla yeryüzünde yol tepecekler. Başka bir bölümünüz de Allah yolunda çarpışacaklardır. Artık siz, kolayınıza gelen mesleği uygulayınız. Namazınızı dosdoğru kılın, zekâtınızı verin, en güzel bir borçlandırmayla Allah (kullarına (kredi) veriniz; harcayınız." (Müzemmil, 20)

İyi dinleyiniz; bugün İslâm'ın yaşandığı ülkeler ve şehir­ler müslümanların yakından tanıdığı ve tam bir kavrayışla kav­radığı şu düzeydedir: İslâm karapara ticareti yapanların ve kirli işlerle uğraşan maceracıların ellerinde parsellenmiş talan mal­ları durumundadır. Öyleyse böyle kişilere savaş açmak şu anda en muhkem bir görev ve üst düzeyde zorunluluktur.

Müslü­man ülke krallarına veya cumhurbaşkanlarına halkı bu yön­de sevk ve idare etmeleri, savaşı başlatmaları ve halkı topyekün savaşa çağırmaları da onlara farzı ayındır. Bu yolla hem dünyada üstün başarı, onurluluk ve destek görmek ayrıca­lıkları onların olduğu gibi, âhirette de ödüllendiriliş ve cen­net onların hakkıdır. Şöyle ki:

"Her kim onu işittikten ve kabullendikten sonra değiş­tirirse, günahı yalnızca onu değiştirenleredir. Şüphesiz Al­lah sonsuz işiten ve sonsuz bilgi sahibidir." (Bakara, 181)

En büyük Allah! Hamd yalnız O'nadır.

Hasan El Benna
 
Katılım
30 Eki 2007
Mesajlar
70
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Şehid Üsdat Hasan el-Benna

"Allah gayemiz, Peygamber rehberimiz, Kur'an yasamız, Cihad yolumuz, Şehadet en büyük arzumuz". (Hasan el-Benna)
mamhasanelbennazy1.jpg


17 Ekim 1906'da Misir'in Mahmudiye kentin de dogan Hasan el-Benna dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babasi hadis alimi idi. Hadis konusunda bizzat kendisinin de yazdigi eserler vardir. Iste böyle ilmi bir yuvada büyüyen Benna ilim, takva ve zühd atmosferinde çok güzel yetismistir. Daha küçük yaslarda üstün bir zeka ya sahip oldugu gözleniyordu. Gece namazlarina ve pazartesi, persembe günleri oruçlarina devam ediyordu. Küçük yaslarinda Kur'an-i Kerimi yari sina kadar ezberleyen Benna 15 yaslarinda hifzi ni tamamladi.


Yüzünün hatlarinda -devamli bir elem ve hü zün görünüyordu. Kalbinde müslümanlarin dertlerine çareler arama aski vardi. Onun bu hali za man zâman bazi kötülükleri bizzat kendi eliyle degistirmeye götürüyordu.

Nafile ibadetlere devam etmesiyle ruhu en ginlesmis ve nefsi daha da ,paklasmisti. Ayrica daha talebelik yillarindaki Islâmi çalismalarin dan dolayi da genel kültürü oldukça gelismisti. Okudugu medrese de "kötülüklere karsi mücadele" adinda bir teskilat kurarak bazi önemli sahsiyetlere mektuplar gönderip, onlara nasihat etmeye ve onlarin dikkatlerini toplumdaki kötü lüklere çekmeye baslamisti.

Liseden mezun oldugunda Misir'daki tüm talebeler arasindaki siralamada besinciydi. Üniversiteyi ise."Darul Ulum"da okumustu. Universiteyi bitirme imtihanlarini verirken onsekizbin siir beyti ve bir o kadarda nesir ezberlemisti. Darul Ulum'u bitirdiginde onun ayarinda talebe yoktu. Çünkü birincilikle bitirmisti.

Üniversiteyi bitiren Hasan el-Benna Ismaili ye'deki okullardan birine tayin edilmisti. O zaman Ingilizlerin tüm güçleri Ismailiye'de toplan misti. Okullarda Avrupa usulü egitim yapiliyordu. Ismailiye bu haliyle sanki Londra'nin muhit lerinden birini andiriyordu.

Halkin çogu ise bir Ingiliz sirketi olan "Su veys"te isçiydiler. Hasan el-Benna Ingilizlerin Misir halkini ezdigini ve onu zelil ettigini görüyordu. Misir halki sanki onlarin kölesiydi. Her türlü fesat almis yürümüs ve haramlar mübahlastirilmisti. Özellikle 1924'de Atatürk tarafindan hilafet yikildiktan sonra bu durum daha da artmisti. Diger taraftan Benna batililarin Islâmi ortadan kaldirmak için yaptigi çalismalari gördükçe kalbi parçalaniyordu. Iste Benna o dönemleri anlatirken söyle diyordu: "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldirmak için ne kadar düsündük. Bu hallerin tesirinden bazen aglama durumuna gelirdik." Derken Hasan el-Benna kendilerinde hayir alemetleri olan bazi kisilerle irtibata geçiyordu. Kendisiyle birlikte alti kisi biraraya gelerek Islâmi çalismalarin çekirdegini olusturmak için anlastilar. Benna bu kurdugu teskilatina yeni bir isim almamasi için "Biz Müslüman Kardesleriz" dedi ve cemiyetin adi "Ihvan-i Müslimin" oldu. Benna ilk davetine Ismailiye'de baslamisti. Çalismalarini bereketlendiren Allah Teâlâ onun elleriyle kahvelerde zamanlarini bosa geçiren insanlardan Islâm davasi için mümtaz sahislar yetistirmisti. Bunlara örnek olarak Islâm davasinin ilk öncülerinden Seyh Muhammed Fergali Ingiliz komutaninin karsisina dikilmis söyle diyordu: "Beni bu Ismailiye'den sadece bir kisinin emri çi kartabilir. O da Hasan el-Benna" ' Hasan el-Benna Ismailiye'deki çalismalari ge nisleyince ve tüm gayretlerini Islâm için tahsis edince Ismailiye'den Misir'in baskenti olan Kahi re'ye tasindi. Ihvan-i Müslimin'in merkezini orada kurdu.

Bütün gayretlerini Islâma davet ve onu tanit ma yolunda harcadi. Köyleri gezdi, sehirleri do lasti. Gittigi her yere bir sube açiyordu. Öyle ki bir kaç sene içinde Ihvanin hareketi Misir'in gö zünü ve kulagini doldurmustu. Her tarafta ona katilmalar oluyor ve Misir'in evlatlari onun ka natlari altina giriyordu. Bunu gören hükümet Ih vanin yayilmasindan korkarak onu kontrol etmek için her türlü çareye basvuruyordu.

Hasan el-Benna'yi gizli istihbarattan bir çok kisi takip etmeye baslamisti. O nereye giderse on larla pesinden ayrilmiyorlardi. Derken 1947 se nesinde Hasan el-Benna bazi mücahidlerini Filis tin'e gönderiyordu. Filistin daglari ve köyleri da ha önce görmedikleri ender mücahidler görmeye baslamislardi. Evet Filistin yahudiye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattirmak için ölümü hayata tercih eden insanlara sahit olmustu.

Bu arada Kral Faruk, bu büyük gelismeler den dolayi meseleyi Ingilizlerle beraber düsünme ye basladi. Özellikle Kral Faruk'un Misir ordusu na dagittigi silahlarin bozuk oldugunun anlasil masindan ve araplarin hiyanetlerinin açiga çik masindan sonra Kral Faruk için mesele iyice teh likeliydi. Filistinde cihad eden Ihvan-i Müslimin Mücâhitlerinin Misir'a gönderilmesinden korkan Faruk, Müslüman Kardesleri tutuklatip hapisha nelere dolduruyordu. Disarida sadece Hasan el Benna kalmisti. Kralin maksadi onu öldürtmekti. Iste bu esnada Mahmud Abdulmecid gizli is tihbarattan bes kisiyi Benna'yi öldürmeleri için gönderdi. Ve Kahire'nin en büyük meydaninda Müslüman Gençler Teskilatinin önünde 12 Subat 1949 tarihinde Hasan el-Benna kursunlandi. Te davi için hastaneye kaldirildi. Bu arada Benna'ya müdahale edilmemesi ve kan kaybindan ölmesi saglandi.

Böylece ömrünün sonuna kadar teblig için çalisan Hasan el-Benna ruhunu tertemiz olarak Allah Teâlâ'ya teslim ediyordu. Cenazesini bir yasli babayla birlikte dört kadin kabre götürmüstü. Bölgede elektrikler kesilmis ve bu dört kadin dehset verici bir ortamda tanklarin arasinda Benna'yi götürüp defnetmislerdi. Bütün bunlar yetmiyormus gibi müslümanlar Benna'nin cesedini çikaripta gösteri yapmasinlar diye mezarinin basinda nöbet tutturuyordu.

Hasan el-Benna dünyayi terketmis Kral Faruk'ta Hasan el-Benna korkusundan rahata kavusmustu. O öldügünde çocuklarina ihtiyaçlarini giderecek bir sey birakmamisti. Hatta ev kirasini bile verecek durumlari yoktu.

Faruk, Hasan el-Benna'dan kurtulmustu ama geriye bir problem kalmisti. O da Ihvan-i Müsli minin Filistinde hala cihada devam eden mücahid gruplariydi. Bunlardan kurtulmak için Faruk, Misir tanklarina ve askerlerine Filistin'e hareket emri verdi. Maksadi oradaki Ihvan mensuplarini tutuklatmakti. Ve tanklar kamplarin etrafindaki duvarlari döverek mücahidleri ya teslim olmak ya da üzerlerine toplarin atilmasina razi olmak arasinda seçim yapmaya zorladilar. Mücahidlerde etrafin cehenneme çevrilmesini istemediklerinden teslim oldular. Oradan hapishaneye tasinan mücahidler böylece duvarlar arkasina terkediliyordu.

Gerçek su ki liderlikte büyüklügün belli bir ölçüsü yoktur. Bazen olur ki büyüklük ilmi yönden olur. Bazen büyük bir fatih veya kesifçi, ya da bir ruhi terbiyeci yahud da bir siyasi lider bü yük olabilir. Fakat kaliciligi bakimindan en büyük lider ümmeti yeniden insa eden, yeni nesille rin yetismesini saglayan ve tarihin gidisatini degistiren liderlerdir.

Iste Hasan el-Benna bu kalici liderlerden birisi, belki de yirminci yüzyilda Islâm tarihinde en göze çarpanlardandi. Onun bu büyüklügü sadece alim olusundan veya iyi bir hatipliginden ya da siyaset adami olusundan degil, Islâm davasini bina eden yeni bir nesil yetistirmesinden ve özelde Misir'in genelde de Islâm aleminin tarihini sars masindandir. Bu gün dahi onun siddetli sarsmasindan olaylar gidisatini degistirmektedir.

Misir'in yeni tarihini yazmak isteyen herhangi bir tarihçi, yahut Filistin meselesini yazmak isteyen birisinin Hasan el-Benna'yi yazmadan bu konulari yazamamasi onun büyüklügünü göstermeye kafidir.

Tarihçilerin her ne kadar Hasan el Benna hakkinda kendilerine özgü ayri ayri görüsleri olsa da, hepsi de olaylarin meydana gelisinde Hasan el-Benna'nin büyük tesirleri oldugunda ittifak etmektedirler.

Bu olaylar ki yarim asirdan günümüze kadar hala tesirini devam ettirmektedir. Isterse günümüzdeki insanlar onun kiymetini bilmesinler ve isterlerse onun hayatinda veya sehadetinden sonra da onu geregi gibi takdir etmemis olsunlar. Bu durum bütün liderler için böyledir. Insanlarin veya ileri gelenlerin onun kiymetini geregi gibi bilememeleri El-Benna'ya en ufak bir zarar veremez.

Gerçek su ki, Islâm önderleri tarihte hiç bir zaman insanlar bilsinler ve taktir edip methetsinler diye, çalismamislardir. Bilakis Islâm onlari öyle özel bir duruma getirmistir ki, tarihte bizden baska milletler bu önderleri pek bilemezler. Çünkü Islâm onlari ruhi terbiye ve büyük bir iman üzere yetistirir. Oyle ki o ruhaniyet özel bir anlayis kazandirmis, hayatin gerçek yönlerini ve varligin sirlarini ögretmistir.

Islâm onlari öyle yetistirmistir ki en üstün fedakarliklari yaparlar ve insanliga karsi çok büyük bir muhabbet beslerler. Iste Islâm önderlerini kendi aralarindaki bazi mizaç farkliliklariyla birlikte onlarin genel durumu budur. Onlar Allah rizasindan baska hiç bir sey de istemezler. Sadece Allah'in hesabindan korkar ve O'ndan sevap beklerler. Yalniz Allah'in indinde itibarlari olsun isterler. Hiç bir zaman kendileri için rahatlik ve huzuru talep etmezler, rahatligi ancak Allah'a kavusmakta ararlar. Onlarda söhret veya methedilmeyi isteme, yahut makam hirsi veya haset bulunmaz. Onlarin dünya hayati veya sehevi arzulari için herhangi bir is yapmalari müm kün degildir. Onlar insanlardan karanliklari kaldirmak için gönderilmis bir nurdurlar. Gökyüzün de devamli olarak parildarlar. Onlar yeryüzünde ki topraklara karismayan ve en yüksek bina ile en küçügüne dahi vuran bir günes subesi gibidirler.

Yeryüzündeki tüm ser güçler, sömürgeciler, krallar, partiler, Ezher Üniversitesi ve fesat ehli Hasan el-Benna ile mücadele ettiler. O da bütün bunlara karsi savasti. Halk bizzat kendi menfaatinden cahil kaldi. Hepsi de Hasan el-Benna'nin yolunu engellemek ve davasindan alikoymak için çalismalarina ragmen o, yüce daglar gibi, rüzgara ve balyozlara aldiris etmeden yoluna devam etti. O, yolunu tutmak için belki saga sola sallanmistir ama bütün tehditlere ragmen hiç bir zaman kasirgalardan etkilenerek davasindan geriye adim atmamistir. Dünya onun etrafinda kararmis olsa da, o hiç bir zaman zafere olan kuvvetli imanindan en ufak bir zayiflik göstermemistir. Karsi kuvvetler ne kadar çok olsa da ve ne kadar üzeri ne çullansalarda o, hiç bir zaman mücadelesinde yenilmemistir.

Bütün bunlara ragmen, tipki arkadaslarina oldugu gibi düsmanlarina bile gönlü açikti. O, hiç bir zaman düsmanlarindan birine karsi hasetlikten dolayi tiksinmemistir. Çünkü büyük insanlarin kalbinde hasede yol yoktur. Fakat onun tiksinmesi ve kerih görmesi, düsmanin batila sap masindan, fesadindan ve iftiralarindandi. Eger düsmani kötülük ve seryolurida gitmeye devam ediyorsa ve halkin menfaatlerine zarar veriyorsâ onlardan nefret eder tiksinirdi. Tipki hakka karsi inatlik eden basiretsizlik göstererek anlayissizlik yapan ve ahlaki bakimdan davayâ sikinti veren dostlarindan nefret ettigi gibi.

Fakat Benna bütün bunlara ragmen Rasûlullah'in Uhud günü yaraliyken ettigi su du ayi devamli olarak ediyordu: "Allah'im sen benim kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar bilmiyor lar." Düsmanlari devamli olarak ona karsi hile ve tuzaklari sürdürürken o da düsmanlarina karsi sürekli sefkat ve nasihata devam ediyordu. Benna'nin bu hali, ta onu her türlü kuvvetten, makamdan ve yardimcidan yoksun bir halde tek basina karanlikta vurarak şehit edildiği zamana kadar devam etti.

Evet onu şehit ettiler. Onlar kuvvetli Benna ise zayifti. Onlar hükümran Benna ise bir kenara itilmisti. Onlar silahli, Benna ise eli bostu. Evet Benna'yi şehit ettiler, simdi onlar katil ve mücrim, Benna ise mutlu ve saadet içinde.

Daha sonra onlar halkin merhametinden kovulurken, Benna Allah'in rahmetiyle bagislaniyordu. Onlar simdi bati ülkelerinde dagilmis vaziyette. Benna ise istirahatgahinda. Allah O'na ve tüm mücahidlere bol bol rahmet etsin. ( Amin.)




 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Şehid Hasan El Benna (1906 - 1949)

14 Ekim 1906'da Mısır'ın Buhayre iline bağlı Mahmûdiye kasabasında doğan Hasan Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, ilk öğrenimini, geçimini saatçilikle temin ettiği için "Saatî" lakabıyla anılan babası Hanbelî âlimi Ahmed b. Abdurrahman el-Bennâ'dan almış; sekiz yaşında Mahmûdiye'deki klasik eğitim veren Medresetü'r-Reşâdi'd-diniyye'ye girmiş ve orada Kuran'ın bir kısmını ezberlemiş; ayrıca nahiv ve Arap edebiyatı okumuştur. Üzerinde derin izler bırakan medresenin yöneticisi Şeyh Muhammed Zehrân'ın buradan ayrılmasıyla modern bir tarzda eğitim veren el-Medresetü'l-İdâdiyye'ye kaydolan Hasan el-Bennâ, burada bir yandan da hıfzını tamamlamaya çalışmıştır. Mısır yönetiminin idadileri kapatması üzerine Demenhur'daki ilköğretmen okuluna geçen el-Bennâ, idadi yıllarında Cemiyyetü'l-Ahlâkı'l-Edebiyye ve Cem'iyyetü men'i'l-Muharremât gibi kuruluşlarda görev almıştır. Bu dönemde Hassâfiyye tarikatı şeyhi Abdülvehhab el-Hassâfi'ye intisap etmesi, onun mutasavvıf çevrelerle yakın bir ilişki kurmasında etkili olmuş; müteakip dönemlerde de Mahmûdiye'de Cem'iyyetü'l-Hassâfiyye el-Hayriyye ile eş-Şübbânü'l-Müslimîn'in kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.
İlköğretimini bitirmesinin ardından Kahire'ye giden Hasan el-Bennâ, burada "Küçük Ezher" olarak bilinen Dârülulûm'a kaydolmuştur. Kendisini derslerine ve ilmî faaliyetlerine adadığı bu yıllarda, fırsat buldukça Kahire'ye giden ve saat tamirciliğine devam eden babasına yardımda bulunmuştur.

İngiliz emperyalizminin Mısır'ı maddi-manevi sömürdüğü bu dönemde, Hasan el-Bennâ'nın yoğun bir faaliyet içinde olduğunu görüyoruz. Dönemin tanınmış alimleriyle temas kuran ve onları bir araya getirmeyi başaran Hasan el-Bennâ, öğrencilik yılları boyunca cami ve kahvehanelerde toplantılar düzenlemiş; gerek buralara davet ettiği alimler yoluyla, gerekse
kendi konuşmaları ile halkın bilinçlendirilmesinde etkin bir rol oynamıştır. Mezuniyeti sonrasında öğretmen olarak göreve başladığı İsmâiliye'de de, cami ve kahvehanelerde sürdürdüğü konuşmalarıyla etrafında çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır. 1928 yılı Mart ayında evinde toplanan bir grup insanla İslam davası yönünde yaşama ve ölme yemini ederek, "milletin kalbinde yeni bir ruh olarak" "İhvan-ı Müslimin" (Müslüman Kardeşler) teşkilatının temellerini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif cemiyetler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaştırılan bu davet, Kahire'deki Cem'iyyetü't Tehzîbi'l-İslâmî adlı gençlik teşkilatının da İhvan-ı Müslimîn'e katılmasıyla genişleme fırsatı bulmuştur. 1933 yılında Kahire'ye yaptığı ziyaret sırasında teşkilatın genel merkezini

Kahire'ye taşıma kararı alan Hasan el-Bennâ, İsmâiliye'deki ailesi ile birlikte Kahire'ye yerleşmiştir. Öğretmenliğe devam ettiği bu dönemde, vaktinin çoğunu İhvan-ı Müslimîn'in faaliyetlerine adayan Bennâ, erkek ve kız çocuklarına yönelik okullar açılmasına ön ayak olmuş; İskenderiye'de bir mescid ve bir merkez açılmıştır. Teşkilat faaliyetlerini, dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi birçok farklı alana yaymış ve bu çerçevede Şebrâhit'te bir lokal ve fabrika, Mahmûdiye'de birer tekstil ve halı fabrikası ile tefsir ve hadis eğitimi yapan bir medrese kurulmuştur. Hedef olarak dengeli ve adil bir toplum modelinin inşa edilmesi seçilmiştir.
Ancak II. Dünya Savaşı sırasında Mısır'da iktidarı elinde bulunduran hükümetlerin, İngilizler'in talepleri istikametinde İhvan-ı Müslimîn'e baskı yaptıkları dönemde, Hasan el-Bennâ ve arkadaşları da birçok defa tutuklanmıştır. 8 Ekim 1945'de yapılan genel kurul sonunda yeniden ve ömür boyu teşkilat başkanlığına seçilen Hasan el-Bennâ'nın Mısır'daki sömürgeye son vermek için İngiltere'ye savaş ilan etmesi, teşkilat üzerindeki hükümet baskılarını artırmıştır. Ancak baskılara direnç gösteren teşkilat, Filistin meselesine de el atmış ve düzenlediği büyük bir protesto gösterisi ile İngiliz desteğindeki Yahudi göçü ve devleti aleyhine belli bir kamuoyu oluşturmuştur. 6 Mayıs 1948'de teşkilatın Mısır ve Arap ülkelerine Yahudilerle savaş konusunda yaptığı cihad çağrısı ve Filistin'e gönderdiği çok sayıdaki taraftar, teşkilatın mevcut hükümet tarafından yasadışı ilan edilmesine, hatta 12 Ocak 1949'da da kapatılmasına yol açmıştır. Teşkilatın kapatılması üzerine ülkeyi terk eden çok sayıda üye, fikirlerini komşu Arap ülkelerine de taşımışlar ve Suriye ve Yemen'de buna benzer partiler kurulurken; Filistin ve Ürdün'den de teşkilata aktif bir destek gelmiştir. Teşkilatın kapatılması üzerine, kurucusu olduğu Şübbânü'l-Müslimîn'de faaliyet göstermeye başlayan Hasan el-Bennâ, 12 Şubat 1949 günü teşkilat merkezinden evine dönüşü sırasında otomobiline açılan ateş sonunda hayatını kaybetmiştir. Hükümet her ne kadar suikastı örtbas etmek gayesiyle basın kuruluşlarına sıkı bir sansür uygulamışsa da, 1952 yılında yeniden başlatılan soruşturma ve yargılama sürecinde gizli polis teşkilatının üç mensubu suçlu bulunmuştur.
Mısır'ın muhtelif eğitim kurumlarında edindiği birikimi, fikrî ve manevi bir buhran döneminden geçen Mısır toplumunun yaşadığı yozlaşmanın ıslahına adayan Hasan el-Bennâ, Mısır'ın yaşadığı bu buhran ve düşüşün sebebini İslam'a olan bağlılığın gevşemesine ve gördükleri Batılı eğitim sonucu kendi din, tarih
ve medeniyetlerine yabancılaşan Mısır yöneticilerinin halkı kimlik buhranına sürükleyen sorumsuz yönetimlerine bağlamış ve ülkenin tek kurtuluş çaresinin İslam'ın temel değerlerine dönüş olacağını savunmuştur. İslam'ın hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu dile getiren Bennâ, İslam'ın ana öğretisini üç ana tez etrafında toplamıştır. Bunlardan ilki, İslam'ın bağlayıcı yanının Kuran ve sahih hadisler olduğunun vurgulanması ve İslam'a sonradan girmiş olan yanlış yorum ve bidatlara karşı Müslümanların bilinçlendirilmesi gerektiğidir. İkinci ilke, bu saflaştırılma fikrinin İslam'ın modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebileceği fikriyle birleştirilmesi, üçüncü ilke ise, bu prensiplerden yola çıkılarak İslâmî esasları hayata geçirecek şekilde belli bir dayanışma ruhu içinde teşkilatlanılmasıdır. Hasan el-Bennâ bu çerçevede halk arasında yaygın olan cincilik, büyücülük ve falcılık gibi hurafelerin yanı sıra, muhtelif tasavvuf ve tarikat hareketlerini de sorgulamıştır.
Müslümanların hayatını yoğun bir şekilde kuşattığını söylediği hurafelerle etkili bir şekilde mücadele edilmesi gerektiğini savunan Hasan el-Bennâ, fikir
hürriyetini tanıyan ve ilmî araştırmaları teşvik eden İslam dininin akıl ile gaybı, ilim ile metafiziği birleştiren bir din olduğunu, sömürgecilikle temelleri kemirilmiş ve kaynakları kurutulmuş Müslümanların muhtaç olduğu kalkınma hamlesinin de, ancak hayatın bütün alanlarını kuşatan İslam'la gerçekleşebileceğini ileri sürer. İslam'ın ırkçılığı reddettiğini vurgulayarak, ancak bir milletin tarihî ve kültürel kimliğine sahip çıkması anlamındaki bir milliyetçiliğin benimsenebileceğini dile getiren Hasan el-Bennâ, vatan anlayışını, coğrafî sınırların tayin ettiği, kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine dayalı Batı tipi bir milliyetçilik anlayışının reddedilmesi gerektiğini zikreder ve Batı'ya karşı çıkarken de Doğucu olunmaması gerektiğini, Doğuculuğun geçici bir slogan olduğunu, Müslüman doğunun uykusundan uyandığı zaman dünya liderliğini ele geçirebileceğini vurgular. Dini terk eden Batı'nın manevi yapısının çöktüğünü ve materyalist bir hayat felsefesi benimsediğini, aynı durumu sömürgesi altında olan İslam ülkelerine de empoze ettiğini dile getirmekte ve Batı'nın bunu Doğu ülkelerini iktisadî anlamda kendisine bağımlı kılarak yaptığını ileri sürmektedir.
Girişilecek ıslahat hareketlerinde işe ferdin eğitimi ve ailenin sağlam temeller üzerine inşâ edilmesinden başlanılması gerektiğini vurgulayan Hasan el-Bennâ'nın siyasi görüşlerine gelince; o Abbasî hilâfetinin dağılışından XIX. yüzyılda Avrupalı devletlerin İslam ülkelerini kolonileştirmesine kadarki dönemde İslam milletlerinin içine düştüğü yozlaşmayı, Müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları, siyasi tefrika ve mezhep kavgaları, yöneticilerin ihmal ve gafleti, ilmin uygulamalı disiplinlerden uzak olarak faydasız tartışmalara yönelmesi, Avrupalıların hayat tarzının taklit edilmesi gibi muhtelif faktörlerle izaha çalışır. Nihai çözüm olarak da, hilafetin tesisi yoluyla İslam birliğinin sağlanmasını, İslami değerlerin hayata geçirileceği bir devletin kurulmasını salık verir ve İslam dünyasının her türlü yabancı hakimiyetinden ancak bu yolla kurtarılabileceğini ifade eder.
Çok sayıdaki taraftar ve sempatizanı ile bir kitle hareketine dönüşen ve kendini siyasetin içinde bulan İhvan-ı Müslimîn hareketi, Hasan el-Bennâ'nın ölümünden sonra, bir kısmı ılımlı, bir kısmı ise daha etkin mücadele yanlısı gruplarca sürdürülmüştür. Ilımlı kanadı, el-Müslimûn adlı dergiyle Bennâ'nın damadı Saîd Ramazan, etkin kanadı ise ed-Da've dergisiyle Sâlih Aşmâvî temsil etmiştir. İhvan-ı Müslimîn'in Hasan el-Bennâ'dan sonraki en güçlü temsilcisi ise, harekete 1951 yılında katılan Seyyid Kutub olmuştur.
Hasan el-Bennâ'nın başlıca eserleri, 1942 yılına kadarki hatıralarını ve bu hatıralar vesilesi ile dile getirdiği fikirlerini ihtiva eden Müzekkirâtü'd-Da've ve'd-dâ'iye ile, muhtelif dönemlerde kaleme aldığı sekiz risaleden oluşan ve daha ziyade İhvân-ı Müslimîn teşkilatının gaye ve metodları ile onun bu teşkilat hakkındaki tespitlerinin yer aldığı Mecmû'atü Resâili'l İmami'ş-Şehîd Hasan el-Bennâ adlı koleksiyondur. Bennâ'nın ayrıca İhvan-ı Müslimîn'in resmî yayın organları olan muhtelif gazete ve dergilerde de yazıları yayımlanmıştır.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
20.Asrın büyük davetçisi İmam Hasan El-Benna Rahimehullahi Teala'yı anlatan yazıları iktibas eden herkese teşekkür ediyoruz..Allah Tealadan şefaatını umuyoruz..
 
Üst