Meselemiz imandır. İman kardeşliğiyle bu memlekette yüzde doksan adamlarıyla uhuvvetimiz var. Halbuki cemiyet ise, çoğunluk içinde azınlığın ittifakıdır. Bir adama karşı doksan dokuz adam cemiyet olmaz. Meğer gayet insafsız bir dinsiz, herkesi hâşâ kendisi gibi tevehhüm edip bu mübârek dindar milleti tahkir etmek niyetiyle böyle dedikoduları yayar.
"Sâlisen: Benim gibi ciddi bir muhabbetle Türk milletini seven; Kur'ân'ın senâsına mazhariyetleri cihetiyle Türk milletini pek çok takdir eden; altı yüz seneden beri bütün dünyaya karşı koyan ve Kur'ân'ın bayraktarı olan bu millete karşı gayet şiddetle taraftar olan; bin Türk'ün şahâdetiyle bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk milletine bilfiil hizmet eden; kıymettar otuz kırk Türk gençlerini namazsız otuz bin hemşehrilerine tercih etmekle bu gurbeti tercih eden; hocalık haysiyetiyle izzet-i ilmiyesini muhâfaza eden ve iman hakikatlarını pek açık bir şekilde ders veren bir insanın, on sene zarfında yirmi otuz değil, belki yüz ve bin talebesi sırf iman ve hakikat ve âhiret noktasında onunla fedâkârâne bağlansa ve âhiret kardeşi olsa çok mudur ve zararı mı var? Hiç ehl-i vicdan ve insaf bunları tenkit eder mi ve bunlara siyasî cemiyet nzarıyla bakabilir mi?"
O halde Risale-i Nur Hareketi, siyâsî bir cemiyet omadığı gibi, gizli bir cemiyet de değildir. Eğer cemiyet kelimesinin topluluk demek olan lügat mânâsı alınırsa, İslâm kardeşliği cihetinde uhrevî kardeşlik bağları ile bira raya gelen insanlar topluluğu mânâsında cemiyet denmesi mümkün olur. Bu mânâda Risale-i Nur Talebelerine cemâat demenin bir zararı olmadığını ve ancak cemiyet mânâsının nasıl anlaşılması gerektiğini yine Bediüzzaman'dan dinlemek icabetmektedir:
"Evet, biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon (şu anda 1.5 milyara yakın) dahil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar; kudsî proğramıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrâdındanız ve hususî vazifemiz de, Kur'ân'ın imânî hakikatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzâhî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyâsî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medâr-ı ithamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münâsebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz."Zaten açılan binlerce dâvâlar neticesinde, bu tür iddiaların doğru olmadığı artık kaziye-i muhkeme haline gelmiştir. Bütün bu hakikatlere rağmen, Bediüzzaman ve talebeleri, hep siyasî ve gizli bir cemiyet kurmakla itham edilmişlerdir.