Astroloji ve Burçlar
Yıldızların konum ve hareketlerinin belli bir işaret sistemi oluşturduğuna ve bu sistem sayesinde gelecek, şimdiki durum ve geçmişe dair bilgi elde etmenin mümkün olduğuna inananların iştigal sahası olarak Astroloji, Arapça’da “İlm-i Ahkâm-ı Nücum” veya “Tencim” olarak adlandırılır.
Gökten gelecek tahmini
İlm-i Ahkâm-ı Nücum’u, “Tabii Astroloji” ve “Ahkâm Astrolojisi” olmak üzere iki ana disipline ayırmak mümkündür. Tabii Astroloji, feleklerin (gök küre) atmosfer ve yeryüzündeki dört unsura dayalı fizikî nesne ve olaylar üzerine yaptığı tesirleri inceler. Bunlardan hareketle geleceğe dair tahmin ve kehanetlerde bulunur.
Ahkâm astrolojisi ise, gök cisimlerinin insan kaderi üzerinde etkili olduğu inancıyla gelecek hakkında kehanetlerde bulunur.
Günümüzde astroloji dendiğinde halk arasında genellikle Ahkâm Astrolojisi anlaşılır. Bir insanın doğumu sırasında veya bir olay meydana geldiğinde astrolog/müneccim yıldızların konumuna bakar, bunu bir şema üzerinde belirler; sabit ve hareketli yıldızların yerleri arasındaki ilişkileri tesbit ederek gelecek hakkında tahminlerde bulunur.
Burç nedir?
Astroloji ile yakından ilgili bir diğer konu da “Burçlar”dır. Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızdan her biri bir burcu teşkil eder. Gökteki sabit yıldızlar küresinin ve özellikle burçlar kuşağındaki farazî şekillerin milattan önce 3 binli yıllardan beri bilindiği tahmin edilmektedir. (Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 6/422)
Güneşin takip ettiği düşünülen yörüngenin daire şeklinde olduğu var sayıldığında, 360 derecelik bu dairenin 30’ar derecelik 12 bölüme ayrılması sonucunda burçlar, güneşin burca girdiği tarih itibariyle şu şekilde sıralanmaktadır: Koç burcu (21 Mart), Boğa burcu (20 Nisan), İkizler burcu (21 Mayıs), Yengeç burcu (22 Haziran), Aslan burcu (23 Temmuz), Başak burcu (23 Ağustos), Terazi burcu (23 Eylül), Akrep burcu (22 Ekim), Yay burcu (22 Kasım), Oğlak burcu (22 Aralık), Kova burcu (20 Ocak) ve Balık burcu (19 Şubat).
Eşref saati ve burca göre insan grupları
Güneş, ay ve diğer gezegenler farklı süreler içinde doğudan batıya doğru süren kendi tabii yörüngeleri içinde burçları dolaşırlar. Her yıldızın bir hanesi, bir burcu vardır. Gezegenler burada belli bir süre bulunur, bu sırada o burcun etkisi altında kalırlar. Yıldızların, ait oldukları burçta bulundukları bu vakte “şeref vakti” veya sadece “şeref” denir. Dilimizde de yerleşmiş bulunan “eşref saati” tabiri buradan doğmuştur.
Güneşin dairevî yörüngesi içine bir kare ve dört üçgen şekli çizildiğinde, 12 burcun yerini tayin eden 12 nokta belirtilmiş olmaktadır. Dolayısıyla burçlar, bir daire içinde hem üçgen hem de kare ilişkisi içinde bulunurlar. Böylece mesela birinci üçgen Koç, Aslan ve Yay burçlarını gruplandırır. Bu burçların ortak tabiatı, kuruluk ve sıcaklık keyfiyeti, ateş unsuru ve tabiata mensup oluşlarıyla karakterize edilir. İkinci üçgenin gruplandırdığı Boğa, Başak ve Oğlak burçlarının ortak özelliği ise toprak unsuruna mensup, soğuk, kuru ve güneye ait oluşlarıdır. Öteki üçgenler için de benzeri gruplandırmalar söz konusudur.
Burçların bu şekilde dört üçgenle belli özelliklere sahip 4 ana gruba ayrılmasının yanı sıra, bir burcun üçte birinin veya yarısının bile kendilerine göre etkileri bulunduğu iddia edilir. Öte yandan burçların kendi aralarında olduğu kadar, güneş ay ve diğer 5 gezegenle olan münasebetleri de astrologlar tarafından önemsenir.
Burçların etkisine inanınca
Burçların insan üzerinde etkisi bulunduğuna inanmak, burç ve yıldız gibi gök cisimlerine müstakil bir kudret nisbet edilmesine ve giderek onlara tapmaya kadar varan inanışlara götürdüğü için, Tevhid akidesiyle bağdaşmayan son derece tehlikeli hususlardır.
Bu inanışların geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanları yaygın bir şekilde etkisi altına aldığı görülmektedir. Bu sebeple tarih boyunca ulema bu konuda oldukça hassas davranmış ve konunun imanla irtibatlı tehlikeli boyutlarına dikkat çekerek halkı uyarmıştır.
Yağmurlu bir gecenin ardından Efendimiz s.a.v. sabah namazını kıldırdıktan sonra, “Rabbiniz ne buyurdu biliyor musunuz?” diye sordu. Sahabe, Allah ve Rasulü bilir.” dediler. Şöyle buyurdu:
“Allah buyurdu ki: Kullarımdan bazısı mümin, bazısı da kâfir olarak sabahladı. Kim, ‘Allah’ın fazl u rahmetiyle yağmura kavuştuk.’ dediyse işte o bana iman etmiş, yıldızı reddetmiştir. Kim de ‘Filan ve falan yıldızın nev’i sebebiyle yağmura kavuştuk.’ dedi ise, o da beni reddetmiş, yıldıza iman etmiştir.” (Buharî, Müslim)
Burada geçen “yıldızın nev’i” ifadesi, eski kavimlerden beri bilinen astronomik olaylarla meteorolojik olaylar arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Arapça’da “nev” kelimesi, ayın yörüngesinde deveran ederken uğradığı menzillerde kalış süresini ifade etmektedir. Bu sürelerin başlangıç ve bitimi, birtakım tabiat olaylarının ve meteorolojik hadiselerin meydana geliş zamanı olarak tecrübe ile tesbit edilmiştir. (İbn Âsım, Kitabu’l-Envâ’, s. 32 vd.)
Tabiat olayları-gök cisimleri ilişkisi
Yıldızların ve gezegenlerin hareketleriyle ilgili olarak kadim zamanlardan beri bilinen bu hususlar, zaman içinde bazı kavimlerde, tabiat olaylarını gök cisimlerinin hareketlerine bağlama inancını doğurmuştur. Efendimiz s.a.v.’in dikkat çektiği nokta da burasıdır.
Gök cisimleri, kendilerine hakim kılınan kozmik yasaya uygun şekilde hareket eden varlıklardır. Tabiat olaylarının ve meteorolojik hadiselerin bunlarla bağlantısı da yine ilahî kozmik yasanın bir gereğidir. Hal böyleyken yağmuru veya başka herhangi bir tabiat olayını gezegenlerin hareketlerine bağlamak, “Müsebbibu’l-Esbab: Sebeplerin Yaratıcısı” olan Cenab-ı Hakk’ı görmemek olduğundan elbette küfür olacaktır.
Bazı zamanların ve mekânların etkisi
Gök cisimlerinin olduğu gibi, bazı zamanların ve coğrafî mekânların insanların huyu, tabiatı, ahlakı, kabiliyeti, gidişatı… üzerinde tesirli olduğu inancı da doğru değildir. Cahiliye döneminde Araplar bu türlü inançlara sahip olduğu için, Efendimiz s.a.v. “Üç şey cahiliye adetlerindendir.” buyurmuş, bunların soy-sopa kötü konuşmak ve ölü için saçını başını yolarak ağlamak, bir de nev’lerden yağmur ummak olduğunu beyan etmiştir. (Buharî, Müslim)
Eğer bu tür olayların insanlar üzerinde, onların kişiliklerini dahi belirleyecek etkisi olsaydı, bütün insanların aynı emir ve nehiylere muhatap olmasının ve aynı hükümlere uymakla sorumlu kılınmasının bir anlamı olmazdı. (el-Merzûkî, Kitâbu’l-Ezmine ve’l-Emkine, s. 70)
Cahiliye Araplarının, insanın kaderiyle ilgili olan bütün bu hadiseleri gök cisimlerinin hareketlerine, gezegenlerin menzillere uğrayış ve buralarda kalış sürelerine bağlamasını anlamaz isek, Kur’an’da ve hadislerde “dehr” kavramı üzerinde hassasiyetle durulmuş olmasına bir anlam vermemiz zorlaşır.
Bilindiği gibi “dehr” zaman demektir ve Cahiliye döneminde insanların bütün kaderinin, yukarıda belirttiğimiz tarzda gök cisimleri ile kopmaz bir ilişki içinde olduğuna inanılırdı. (Zamanın, Eski Yunan’dan bu yana felekler ve “gök” dediğimiz kozmik sistem ile irtibatlı olarak izah edildiği bilinmektedir. Bkz. Merzûkî, a.g.e., 103)
Cahiliye Araplarının ağzından hikâye edilen “Bizi ancak dehr helâk ediyor.” (Câsiye Suresi, 24) sözü ve Efendimiz s.a.v.’in “Dehr’e sövmeyin. Zira dehr Allah’tır.” (Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel) hadisi bu noktaya dikkatimizi çekmektedir.
Zikrettiğimiz hadiste geçen “Dehr Allah’tır.” sözünün anlamı şudur: “Bazı kimseler olayları dehre (zamana) bağlıyor; hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda, sebep olarak gördükleri dehr hakkında kötü laf ediyor. Oysa yaşadığınız her şey Allah’tandır. Siz sebep hakkında kötü söz söylediğinizde, Allah Tealâ hakkında konuşmuş olursunuz.”
Dolayısıyla, gezegenlerin uğradığı mutat durak yerleri olarak itibar edilen burçlar da dahil olmak üzere, hiçbir gök hareketinin ve cisminin insan tabiatı, kaderi, özellikleri ve kabiliyeti üzerinde etkisi yoktur. Bazı kitaplarda bu konuda nakledilen bilgiler, farklı kültürlerden harmanlanarak gelen ve dinimiz tarafından tasdik edilmemiş olan hususlardır.
Sonuç
Kur’an ve Sünnet’in onaylamadığı şekilde gaybdan haber alma çabası içine girmek, insanı asıl gayesinden alıkoyan ve giderek yaratılış maksadından uzak vadilere sürükleyen tehlikeli bir meşgaledir.
Bizim için gerekli ve lüzumlu olan gaybî bilgiler zaten Kur’an ve Sünnet tarafından verilmiştir. Bunun ötesine uzanarak haddimizi ve yetkimizi aşmak, kulluk bilincimize bir katkı sağlamayacağı gibi, tam tersine şeytanî vesveselerin esiri olarak kendimizde birtakım istidatlar, kuvvetler ve yetenekler vehmetmemize yol açar. Bunun sağlayacağı paye ise -Allah’a sığınırız- şeytanın avaneliğinden başka bir şey değildir.
Ne Sahabe ne de Selef uleması böyle şeylerle meşgul olmuştur. O kutlu nesillerin örnekliği ise, eğer yeterince örnek alabilirsek, bizim için her türlü tehlikeden emin olmanın, her türlü payenin ötesinde “kulluk” makamına erişebilmenin biricik adresidir.
http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=dergi&no=90
Hocam; burçlarla ilgili bilgi verir misiniz?
CEVAP: Burçlar zaten var. Fakat bunlar üzerine yazılanlar spekülasyon. belki yüzyılların birikimine dayandığı için belli oranda bir isabet de tutturulabilir. Fakat asıl tehlike insanın iradesini ve kendi kendisini değiştirme ve terbiye etme yeteneğini olumsuz etkilemesi. Bu çok önemli. Onun için burç hurafesine itibar etmemek lazım. İnsanlara "değişmeme ve gelişmeme" bahanesi sunan bir fatalizmi yerleştiriyor. Vahyin temel değerleriyle uyumlu değil. M. İslamoğlu
Burçlar ve yıldız falı.
Yıldız kümelerinin, ayın ve dünyanın belli bir yörünge parçasında ve konumda olmalarının insanın mukadderatı ile hiçbir alakası yoktur ve bunlar insanın iradesini ve kaderini belirleyemezler. İnsanı etkileyen kendisi, başka insanlar, melekler, cin şeytanları ve tabiat şartlarıdır. Bunlara karşı da iman, irade ve ibadet silahlarımız (korunma araçlarımız) vardır. Burçların insanlara etkisi, belli bir burçta doğmanın karakteri vb. belirleyeceğini ne din kabul ediyor ne ilim. Hiçbir bilim dalında ve dini naslarda bu etkiyi kabul eden bir tek satır bulamazsınız.H.Karaman