Müslümanlar arasında dargınlığın süresi en fazla üç gündür. Bundan fazlası caiz değildir. Bu nedenle kişi haklıda olsa üç günden fazla dargın kalmamalıdır. Dargın olanlardan biri diğeri ile konuşmak istediği halde diğeri buna yanaşmazsa konuşmak isteyenin üzerinden mesuliyet kalkar. Konuşmak istemeyen mesul olur.
Aynı Allah’a, aynı Peygambere ve aynı mukaddeslere inanan ve iman dâvâsına gönül veren insanlar arasında kopmaz ve sarsılmaz bir bağ vardır. Bu birlik ve beraberliğin temelinde Allah rızası ve din sevgisi olduğundan, bambaşka bir yücelik taşımaktadır.
Aynı ana-babadan meydana gelen kimseler nasıl ki bu irsî bağın neticesinde kardeş sayılıyorlarsa, aynı ulvî değerlere inanan kişiler de kardeş olmaktadırlar. Çok kere, nesebî kardeşlikten daha büyük bir ehemmiyet arzeden bu kardeşlik, Yaratıcımızın bizlere bir lütfu, nimeti ve ihsanıdır. Çünkü imanın nuru kalplerde yer etmediği zamanlar insanlar birbirlerine düşmandır. Onları bir araya getiren, ancak İlâhî bir güçtür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu hakikat şöyle ifade buyurulur:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâma, Kur’an’a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de, O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.”1
Bu kardeşliğin mü’minin üzerine yüklediği mükellefiyetlerin başında, birbirlerini sırf Allah için sevmeleri, gerektiğinde yardımına koşmaları, ellerinden gelen desteği esirgememeleridir. Kardeşlik rabıtasını zedeleyen kin, haset, gıybet, inat, nifak ve düşmanlık gibi çirkin ve zararlı huylara yer vermemelidir. Fakat insan nefis sahibi olduğu, “gadabiyye kuvvesi”nin icabı olan bazı duygular taşıdığı ve her zaman peşinde insî ve cinnî şeytanlar bulunduğu için, kalbdeki muhabbet hissi gölgelenmekte, yerine nefret ve düşmanlık duyguları geçmeye çalışmaktadır.
Böylesi durumlara mâruz kalındığında, aradaki mânevî değerlerin ehemmiyeti hatırlanıp, en kısa zamanda telâfisine gidilmelidir. Yoksa kalbde yer eden nokta kadar bir leke, zamanla büyüyüp, bütün kalbi kaplayabilmektedir. Böyle bir davranışta da Rabbimizin biz mü’minlere tavsiyesi şöyledir:
“Mü’minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, esirgenesiniz.”2
Ayrıca, bir kimsenin mü’min kardeşine düşmanlık beslemesi, kin tutması, haset etmesi ve ona karşı nefret duyması bir zulüm ve haksızlıktır. Bu nevi acı hallere düşmemek için de şu ifadelere kulak vermek gerekir:
“Mü’min kardeşine kin ve adavet (düşmanlık) ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan (Uhud Dağından) daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye, muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü’mine karşı adavete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı, iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın.”3
Muhabbeti yaralayan huylara her ne kadar meydan verilmemeye çalışılsa da, insanlık hali, birtakım sebepler yüzünden kardeşler arasında dargınlık ve kırgınlıklar olabilmektedir. Bu hususta da ümmetine ikazda bulunan Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
“Bir Müslümana, kardeşini üç geceden fazla terk etmesi helâl değildir. Birbirlerine karşı gelirler. O yüz çevirir, bu da yüz çevirir. Bunların hayırlısı, başta selâm verendir.”4
(sorularlaislamiyet.com)