Allah Rızası İçin bir hikaye..!!

bavaret

Üye
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
20
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Çok Güzel Kardeşim Saol Ellerine Saglık "ALLAH ( cc ) Senden Razı Olsun.
 

bavaret

Üye
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
20
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Çok güzel saol inşallah bizlerde o kutsal "YÜCE" mekana çağrılanlardan oluruz.
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Sen sana perde






YAŞADIĞI CEZBE halleri, velâyeti ve bilgeliğiyle şöhret bulmuş Şiblî’ye bir derviş sordu:

“Bu yola nasıl girdin? Allah yolunda ilk kılavuzun kimdi?”

Bu soru üzerine, Şiblî, uzun yıllar önce yaşadığı bir olayı anlatmaya başladı.

Sıcak bir yaz günü, Şiblî bir dere kenarında serinlemeye çalışıyordu. Az sonra, dere kenarına bir köpek geldi. Köpek öyle susamıştı ki, bir zerrecik tahammülü kalmamıştı. Fakat, suya atılmak üzereyken, suda kendi aksini görünce, onu başka bir köpek sanıp irkilmişti. Suda gördüğü köpekle dalaşmamak için su içemiyor, su kıyısından kaçıyordu. Çok susadığı için tekrar suya yaklaşıyor; suda gördüğü köpek yüzünden tekrar geri çekiliyordu.

Birkaç kez bu hal devam etti.

Derken, susuzluktan iyice kararsız hale gelen köpek, gözünü karartıp kendisini suya attı.

O kendisini suya atınca da, öbür köpek görünmez oldu. Susamış köpek, kana kana sudan içti.

Şiblî, bu olayı anlattıktan sonra:

“İşte bu hadise bana anlattı ki” dedi “ben, bana perdeyim. Kendimde fani oldum, benlik iddiamdan vazgeçtim, gözümün önündeki perde açıldı. Yolumda ilk önce bana bir köpek kılavuzluk etti!”


23.03.2007



İsmail Örgen
KARAKALEM DERGİSİ
 

ahsen

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
1,132
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Hayatı daha yakından tanımak için dünyayı dolaşmaya çıkan meraklı bir genç, gezdiği ülkelerden birinde meşhur bir âlimi ziyarete gider.

Seyyah, âlimin yaşadığı evde, duvarların kitaplarla dolu olduğunu görür. Çok şaşırır tabii. Bir mânâ da veremez. Yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan basit bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka hiçbir şey yoktur. Merakla sorar:

- Neden hiç eşyanız yok?

Âlim, eliyle olanları göstererek cevap verir:

- Var ya işte!..
- Ne bileyim? Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz... Onlar nerede?

Âlim bu soruya bir soru ile karşılık verir:

- Bak evlâdım, senin de fazla bir şeyin yok. Yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var. Peki, senin eşyaların nerede?

Genç, bu beklemediği soruyu şöyle cevaplar:

- Ama görüyorsunuz, ben yolcuyum...

Âlim, tebessüm ederek hak verircesine başını sallarken der ki:

- Ben de öyle yavrum!..

alıntı...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Vaktin birinde bir beldenin ahâlisi bir ağaca tapar olmuş. Gayur bir
mü'min bunu duyar duymaz Hazreti İbrahim gibi baltasını kınından
çıkarmış; kuşanarak yola revan olmuş. Milletin taabbüt ettikleri
ağacın çevresine kadar yaklaşmış. Karşısına birisi çıkmış. Kısaca
şeytanla karşı karşıya geldiğini anlamış. Şeytan geçit vermiyormuş.
Alt alta, üst üste boğuşmaya başlamışlar. Mü'min kişi Allah verdi
dememiş ve tozu dumana katmış. Nice tozu dumana kattıktan sonra
baltalı yiğit kişi şeytana galebe çalmış. Şeytan bu defa hileye
başvurmuş. Hile yoluna sapmış. Demiş ki; "Yiğidim anladım. Sen bir er
kişisin. Eli bükülmezsin. Gel anlaşalım. Sen bu sevdadan vazgeç ve
buna mukabil her sabah yastığının altında bir altın bul. Yetmez mi?"

Baltalı yiğit biraz düşünmüş ve sonunda şeytanın aldatmacasına
dayanamayarak 'pekâlâ öyle olsun' demiş. Bunun üzerine baltasını kuma
gömerek tekrar eve revan olmuş. Şeytan bir iki üç derken yiğidin
yastığının altına altınları istif ediyormuş. Ama birkaç gün sonra
şeytan yine şeytanlığını yapmış ve sözünü bozmuş. İnsanları ağaca
tapmaktan kurtaracak olan yiğit kişi bu işe kızmış ve gömdüğü baltayı
yerinden çıkararak tekrar ağaca doğru hışımla yönelmiş. Yine eski
geldiği noktaya avdet ettiğinde şeytan mücessem olarak karşısına
dikilmiş. Nereye gittiğini sorduktan sonra yiğit kişi şeytana
sözleşmeyi bozduğunu hatırlatmış. Yine girmişler birbirlerine. Yine
alt alta, üst üste çıkmışlar çetin bir mücadeleden sonra bu yarıştan
şeytan galip çıkmış. Bunun üzerine işe aklı ermeyen ve şaşıran yiğit
genç dile gelmiş: "Daha birkaç gün önce seni ayaklarımın altına
almışken bu nasıl oldu, sen beni nasıl yendin" diye sormuş. Bunun
üzerine şeytan dile gelmiş ve şunu söylemiş. "Sen ilk geldiğinde Allah
rızası için hareket ettin ve beni altına aldın. Ama sonra niyetini
bozarak altın rızası için hareket etmeye başladın ve dolayısıyla benim
kriterime ve ölçüme gelmiş oldun. Benim oyunuma girdin. Ben de kendi
oyunumda başkalarını yenerim..."

Kıssadan hisse ve altın küpe şudur: Şeytan ancak rahmanî bir yolla
yenilir. Şeytanın kriterlerini kabul eden zımnî olarak onun
rüçhaniyetini de kabul etmiş olur.

Bediüzzaman bismillah bahsinde ne güzelde ifade etmiş;

"Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah
nâmına al, Allah namına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm."
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0
orumcek_agi_uzmanportal_com.jpg




Bir gün dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama şöyle seslendi: “Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptı isen buraya girmeyeceksin.” Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti. Heyecan içinde o günü meleğe anlattı. Melek adama gülümsedi ve ardından elini şıklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı. Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü. “Yazık!” dedi melek, “Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü. O insanlara şefkat gösterebilseydin, ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin.”

Yaşamın örümcek ağını ören insanın kendisi değildir. O bu ağda sadece bir teldir ve bu ağa yaptığı katkıyı aslında kendi yaşamına yapmaktadır…
 
Katılım
27 Mar 2010
Mesajlar
512
Tepkime puanı
120
Puanları
0
SARAYDA İFTAR

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül'e tembih etti:
- Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:
- Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin..
- Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
İlginç Bir Tesettür Hikayesi: Kabuksuz Meyveler

Sebzeler ve meyvelerin bolca yetiştiği bir çiftlikte “Sebze ve Meyveler Konseyi” acil toplantı için bir bildiri yayınlamıştı. Toplantının olduğu yere doğru giden Kaysı’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Gördüklerine inanamıyordu. “Yoksa yanlış mı görüyorum?” dedi kendi kendine.

Elma, sallana sallana yürüyordu. Fakat tuhaf bir görünümü vardı. “Kabuksuz mu acaba ?” diye düşünürken haklı olduğunu anladı. Elma, örtüsü olan kabuğunu atmıştı. Yanında yürüyen ve muz’a benzeyen bir diğeri de dikkatini çekmişti Kaysı’nın. “Fakat muz’a benzemiyor. Galiba… Evet evet, bu patlıcan. O da kabuğundan sıyrılmış.”

Toplantı binasına yürüyen çeşit çeşit sebze ve meyvelerin kimi soyunmuş, kimi yarı giyinik, kimi kabuklu, kimi de acaip kılıklıydı.

Büyükçe salonda Sebze ve Meyveler Konseyi’nin tüm temsilcileri toplanmıştı. Başkan Kabak, oturumu açtı:

—Değerli arkadaşlar! Konseyimizin acil toplanmasının sebebi, sayın Elma’nın ve ona destek veren başta Patlıcan olmak üzere diğer sebze ve meyvelerin vermiş olduğu dilekçedir. Buna göre sayın Elma’nın teklifi şudur: “Kabuklarımız, rahat ve özgür bir şekilde hareket etmemizi engelliyor. Asırlardır bizi bu örtüler içinde asıl güzelliğimizi sergilemekten alıkoyan zihniyeti, çağdışı görüyor ve kabuklarımızı atmayı teklif ediyorum. Daha özgür ve daha çağdaş yaşamamız için konseyde bunun onaylanmasını istiyorum.”

Salonda birdenbire hareketlenmeler oldu. Kimi Elma’yı terbiyesiz bulurken kimi hak verdi. Kimi çağdaşlık bunu gerektirir derken, kimi de “Özgürlük, hemen şimdi!” Yaşasın çağdaşlık!” sloganlarıyla kabuklarından soyunmayı, çıplaklığı savundu.
Derken Başkan Kabak’ın sesi duyuldu:

—Susun, susuun! Sükunet lütfen. Kabuklarımızdan soyunmamız biz sebze ve meyveler için zararlı bir davranıştır. Fakat mademki farklı görüşler konseyimizde yer almış, öyleyse teklifi oylamaya sunalım.

Yükselen kabul sesleri sonrası Elma’nın teklifi oylamaya sunuldu. Elma, zaten böyle bir gidişatı tahmin ettiği için önceden konseyin birçok üyesini ikna etmişti. Oylama sırasında çoğunluk kabuklarından sıyrılıp özgür olmayı, güzelliklerini(!) kimseden esirgememeyi seçmişti. Öyle ki birçok konsey üyesi sebze ve meyve, hemen orada soyunmuş, kabuklarından kurtulmuştu. Garip görünüşlü olmalarına aldırmadan “Yaşasın özgürlük! Yaşasın çağdaşlık!” çığlıkları altında salonu zafer sarhoşluğuyla terk ettiler.

Ertesi gün çiftlik sahibi, soyuldukları için kabuksuz kalıp çürümüş bir halde yığınla sebze ve meyveyi bahçede görünce olanlara bir anlam verememişti.

MEHMET ALİ GÖNÜL / inzar çocuk / eylül 2011
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Sinan adliye koridorunda oturmuş duruşma saatini bekliyordu... Kolay değildi, 12 yıllık evliliğini bitirmek üzereydi... Eşi Nurgül ile artık anlaşamadığı için boşanma davası açmıştı... Aslında hâlâ seviyordu Nurgül'ü.. Nasıl olmuş da buralara gelmişti olay.. Nasıl olmuş da Nurgül kendisini aldatmıştı.. Hayır hayır, sevse bile artık Onunla yapamazdı.. Annesine saygısızlık yap...an bu kadını bir an önce boşamalıydı... Çünkü kulakları ile işitmişti, annesine "Defol git evimden, seni burada görmek istemiyorum" demişti Nurgül.. Üstelik telefonunda bir aşk mesajı görmüştü.. Bunları kaldıramazdı artık.. Oysa ne de güzel günler geçirmişlerdi.. Namaz kılarken cemaat olurlardı, sabah namazına ilk kalkabilen olmak için yarışırlardı, birbirlerini gece namazına kaldırırlardı.. Dalıp gitmişti Sinan.. Bir sesle irkildi ;

-Hayırdır kardeş, sen neyi bekliyorsun, dedi bir adam..
-Boşanma davası..
-Davacı mısın, davalı mı?
-Davacıyım,. Peki siz?
-Ben davalıyım.. Eşim açmış, ama ben boşanmak istemiyorum..
-Boşanma sebebiniz ne peki?
Adam başladı anlatmaya..
-10 yıllık evliyiz.. 2 kızım var.. Eşimle hiç ortak yönlerimiz yok.. Akşam işten eve geldiğimde birgün bile güleryüz göstermedi.. Onun elini sıcak sudan soğuk suya değdirmedim,. Ne istedi ise aldım.. Yeri geldi bulaşık, çamaşır yıkadım yemek yaptım.. Sabahları kahvaltı yapmadan işe gittim.. Bunlar sorun değildi ben seviyordum onu.. Sonra iyice değişti, açıldı saçıldı.. Evde arkadaşları ile kumar oynayıp içmeye bile başladı.. Çocukların hiçbir şeyi ile ilgilenmez olmuştu.. En sonunda annemi de dövdü ve sokağa attı.. Annemi huzur evine vermek zorunda kaldım.. Üçüncü çocuğa hamile kaldı.. Gitti benden habersiz onu aldırdı..

Adam bütün bunları saydıkça Sinan hayretler içinde dinliyordu..

-Peki kardeş, bu davayı senin açman gerekmez miydi? Ben olsam hiç düşünmem boşardım o kadını..
Sende haklısın ama Efendimiz ne buyuruyor "ALLAH katında en sevimsiz helal boşanmaktır".. şeytanı sevindirmek istemedim..
-Şeytanı sevindirmeyim diye senin ömrün bitmiş be kardeş..
-Olsun.. Belki Ona doğru yolu gösterebilirim ümidi ile yaşıyorum.. RABB'im neden bıraktın diye hesap sormaz mı?

Sinan Nurgül'ü düşünüyordu.. Oysa Nurgül ne mükemmel bir eş, ne mükemmel bir gelinmiş.. Şimdi daha iyi anlıyordu.. Kendinin etrafında nasıl pervane olduğunu düşündü.. Abdest alırken havlusunu tutuşunu, sofrayı kaldırırken yardım etmek isteyince "aman bey sen yorgunsun otur bu kadın işi" deyişini hatırladı.. Çocuklarına mükemmel bir anne ve hocaydı.. Bir gün bile Sinan'dan para istememişti.. Hatta ilk evlendiği sıralar aç kalmışlardı ama Nurgül'ün hiç sesi çıkmamıştı.. Adamın anlattığı kadına göre Nurgül melek gibi bir kadındı... Adam haklıydı.. Şeytanı sevindiremezdi.. Annesi ne kadar karşı çıksa da boşanmayacaktı.. Yine bir sesle irkildi Sinan,

-Sen niye dava açtın kardeş?

Sinan derinlere dalmıştı.. Sonra adama minnettar gözlerle bakarak "Seni karşıma çıkaran ALLAH'a hamd olsun" dedi ve hemen adliyeyi terketti.. Arabasına binip hemen eve gelmişti... Eve girdiğinde içi içine sığmıyordu.. Gidip babasının evinden Nurgül getirecekti.. Özlemişti Onu.. Tam o sırada annesinin konuşmalarını duydu.. Sinan'ın geldiğini duymamış yeğeni Selma ile konuşuyordu telefonda

-Artık hiçbir engel kalmadı Selma.. Sinan'la evleneceksiniz.. Nurgül'ü de postaladık,. Bir boşansınlar hemen sana nikah kıydıracağim,. Nurgül o gün evden seni kovmuştu Sinan'a yakınlığından dolayı.. Sinan da beni kovdu sanıyor".. Sonra kahkahayı bastı anne Nermin hanım.. Ve devam etti "O mesajı da iyi ki attık Nurgül'ün telefonuna.. Şüphe Sinan'ı yedi bitirdi.. Herşey planladığımızdan da hızlı gelişti"

Sinan duyduklarına inanamıyordu.. Hışımla odaya girdi.. Annesine öfkeyle baktı.. "Utanıyorum senin evladın olmaktan.. Sana kötü bir haberim var, boşanmıyorum.. Evde kalmış yeğenine başka koca bulursun artık" deyip çıkıp gitti.. Sonra hemen kayınpederinin evinin yolunu tuttu.. Kapıyı çaldıNurgül açtı kapıyı.. Öylesine mütevazi biriydi ki hiç tepki vermeden Sinan'a "Hoşgeldin" dedi.. Başkası olsa bağırıp hakaretler ederdi.. Ama o aksine güleryüzle karşıladı.. Sinan özür diledi.. Olanları birbir anlattı ve evine dönmesini teklif etti.. Nurgül'ün gözlerinin içi gülüyordu.. Naz yapmak ona göre değildi.. Hemen kabul etti.. O da özlemişti Sinan'ı.. Ve evde bekleyen iki yavrusunu..

Evlerine gelmişlerdi.. Sinan kafasına koymuştu, annesini diğer şehirde yaşayan abisinin yanına gönderecekti.. Artık ona bakmayacaktı.. Üçü oturdular.. Nurgül'ün başı yerdeydi.. Annesinin de.. Nurgül'ün ki edepten, annesinin ki utançtan..

-Seni abimin yanına gönderiyorum bu akşam.. Bundan sonra ben senin oğlun değilim.. Git onlar baksın..

Nurgül yerinden fırladı ;

Sinan sen neler söylüyorsun.. O senin annen.. Peygamberimiz ne buyuruyor ;

"ALLAH'ın rızası anne babanın rızasındadır, ALLAH'ın öfkesi anne babanın öfkesindedir.."

Hem başka bir hadis'te "Anne-babasının bir veya iki kişinin yaşlılığına yetiştiği halde onların rızasını alamayanın burnu sürtülsün"
Kusura bakma ben bu meşakkatli işi başkasına veremem.. Ne yaparsa yapsın o benim başımın tacı.. Bundan sonra da isterse kötü davransın, o benim annem.. Ve cennet onun ayağının altında.."

Nermin hanım ağlıyordu.. Nurgül'ün bir cevher olduğunu biliyordu fakat ilk defa kabul ediyordu.. Evet gelini eşsiz bir insandı.. Onun kıymetini bilmeliydi..

Ve Sinan... Nurgül konuştukça ona hayranlıkla bakıyordu.. Bir taraftan adliyede gördüğü adama dualar ediyor, bir taraftan da annesinin tuzaklarını kendisine gösteren ALLAH'a şükrediyordu..

Ve yeniden AŞIK oluyordu gül yüzlü Nurgül'üne...
O Sinan'ın Nur'uydu..
O Sinan'ın Gül'üydü... ♥

Menzile Eminoğlu
 

DENİZKRTL

Ordinaryus
Katılım
14 Şub 2010
Mesajlar
2,267
Tepkime puanı
475
Puanları
0
evlilik.jpg




Yusuf ailesinin tek çocuğuydu... Annesi babası Onu en iyi şekilde yetiştirmeye gayret ediyorlardı... İmam-Hatip öğrencisiydi Yusuf...

Yusuf'un uzaktan uzağa sevdiği bir kız vardı... Sevgi... Sevgi sınıfın en ağırbaşlı kızıydı.. Başı hep önündeydi... Teneffüs aralarında evden getirdiği kitaplarını okurdu hep... Yusuf derste gizli gizli bakardı Ona... O ise Yusuf'a hiç karşı
lık vermezdi.. Görmezdi bile Yusuf'un Ona ilgisini... Oysa ki sınıfın değil okul
un en yakışıklı çocuğuydu Yusuf... Kızlar onunla arkadaş olmak için can atardı.. Ama O dinine düşkün biri olduğundan zinaya düşme korkusundan uzak dururdu onlardan... Ama ne yaptı ise Sevgi'den uzak duramıyordu... Evet göz zinasıydı bu yaptığı.. Ama elinde değildi, nefsine yenik düşüyordu...

Birgün cesaretini toplayıp kıza açılmayı düşündü... Herkesin bir sevgilisi vardı.. Kendisinin de olmalıydı... Diğerlerinden neyi eksikti ki...

Arapça dersindelerdi.. Ders bitiminde Sevgi'ye duygularını açıklayacaktı Yusuf... Bir ara kitabının arasındaki bir kağıt gözüne ilişti... Bir hadis yazılıydı:

"Aşkını gizleyip iffetini muhafaza ederek sabredenin günahlarını ALLAH affedip cennetine koyar.." [İbn Asakir]

Nerden gelmişti ki bu kağıt.. Sanki biri Yusuf'un içini okumuştu.. Kafası karıştı... Hem arapça hem türkçe yazıyordu hadis.. Derinlere dalmıştı hadisi okuyunca.. Vazgeçti Sevgi'yle konuşmaktan...

Ertesi gün.. Yine arapça dersinde Yusuf nefsiyle mücadele halinde.. Söylemeli içindekileri.. Yine bir kağıt ilişti gözüne.. Yine bir hadis:

"Ümmetimin üstün olanları aşk belasına düşünce iffetini koruyanlardır.." [ Deylemi ]

Artık anlamıştı.. Birisi yazıp koyuyordu.. Ama kim..? O sırada öğretmenle gözgöze geldi.. Öğretmen gülümsedi... Yusuf başını önüne eğdi.. Öğretmen koymuş olmalıydı.. Defalarca Yusuf'un Sevgi'ye baktığına şahit olmuştu çünkü.. Hem yazı da öğretmenin yazısıydı.. Utandı Yusuf ve vazgeçti Sevgi'ye açılmaktan...

Bir hafta sonra...

Sınıf bir dedikodu ile çalkalanıyor.. "Sevgi'nin birlikte okula geldiği çocuğu gördünüz mü? Ne yere bakan yürek yakanmış.. Sevgilisi varmış".. Yusuf beyninden vurulmuşa dönmüştü... Anladı ki Sevgi'den Ona yar olmayacaktı.. Hayalleri suya düşmüştü.. Sevgi'den vazgeçmeliydi...

Ertesi gün kitabının arasındaki yine bir not buldu Yusuf.. Bu defa ayet yazılıydı...

"Onu işittiğiniz zaman, erkek ve kadın mü'minlerin, kendi vicdanlarında iyi zanda bulunup da "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi..?" [ Nur, 12 ]

Yusuf'un beyninde şimşekler çakmıştı.. Ne demekti bu.. Sevgi geldi hemen aklına.. Ve dün konuşulanlar..!

Okul çıkışı yine aynı erkek Sevgi'yi kapıda bekliyordu... Yusuf ise onları seyrediyordu.. Sevgi tam gence doğru ilerlerken,

"Abi biraz bekler misin, kitabımı unuttum sınıfta.."

Abi mi..? Demek ki sevgilisi zannettikleri çocuk Sevgi'nin abisiydi... Ayet yankılandı Yusuf'un kulaklarında... Suizan yapıp da işlediği günaha tövbe etti içinden...

Sonraki günlerde Yusuf arasıra kitabının arasında hadis ve ayetler bulmuştu.. Öğretmenine minnettardı... Yanlışa düşmesini engelliyordu her defasında...

Bir ay sonra...

Sınıfta bir hüzün vardı, Babası Yusuf'u şehir dışında bir medreseye
yazdırmış, okuldan almıştı..Yusuf'un okulda geçirdiği son gündü.. Okuldan ayrıldığına değil Sevgi'yi bir daha göremeyecek olmasına üzülüyordu...
Henüz ilim öğrenmenin aşk'tan üstün olduğunu kavrayamamıştı.. Çünkü aşk iliklerine kadar işlemişti... Hatta babasına içten içe kızıyordu... Medreseye gitmek de istemiyordu... Herkesle vedalaşmış, Ayrılık zamanı gelmişti.. Kitaplarını çantasına koyarken yine bir not bulmuştu.. Ve bir ayetti bu:

"Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir siz bilemezsiniz.." [ Bakara / 216 ]

Bu ayet kendine getirmişti Yusuf'u... Evet bunda da bir hayır vardı... Başını eğdi ve kimseye göstermediği gözyaşları içinde çıktı sınıftan...

Şehirdışındaki yatılı medrese hayatı başlamıştı Yusuf'un... Hocaları ona ilk günden edebinden ve saygısından dolayı hayran kalmıştı..

Herkes Ona geleceğin büyük bir hocası gözüyle bakıyordu... Yusuf'un içi buruktu.. Sevgi'den ayrılmak zor geliyordu Ona... Ama dayanmalıydı.. RABB'inin bir bildiği vardı elbet...

5 yıl sonra...

Hocası Yusuf'u yanına çağırmıştı..

-Yusuf! Sen şimdiye kadar gördüğüm en iyi talebemsin... Birkaç aya kadar aramızdan ayrılıp ilim hayatına atılacaksın.. Evlilik çağın geldi de geçiyor.. Bir abimizin kızı var.. Kur'an kursu hocalığı yapıyor.. Onu sana uygun gördük, ne dersin..?

Yusuf Sevgi'den başka kimseyi düşünmemişti evlilik için.. Ama o çoktan evlenmişti belki de.. Hem hocalarına karşı boynu kıldan inceydi:

-Siz nasıl uygun görürseniz efendim.. Anneme babama söyleyelim..

Anne babanın da rızası alınarak gidildi kız istemeye... Yusuf'un içi kan ağlıyordu.. Evleneceği kişiyi sevemezse Onun hakkına gireceğini düşünüyor ve kahroluyordu... Konuşma ve tanışma faslının ardından sıra kahve ikramına gelmişti... Odaya doğru güzeller güzeli bir kız geldi... Yusuf Sevgi'yi öylesine hayal etmişti ki, gelen kızı Sevgi gibi görüyordu...

Hayır, hayır..! Hayal değildi bu.. Sevgi'ydi...

-Bu nasıl bir tevafuk ALLAH'ım! dedi..

Demek Sevgi okulu bitirmiş, hoca olmuştu... Yerinde duramaz oldu Yusuf... Kendisine uzatılan kahveyi alırken elleri tir tir titriyordu.. Fincan tabağını kaldırınca küçük bir kağıt gördü altında.. Sevgi'nin gözüne baktı.. Sevgi ise hiç bakmadan "Al" dercesine başını salladı...
Kağıdı elinde sımsıkı tutuyordu.. Kahvesini bitirince lavaboya gitmek için izin istedi... Odadan çıkar çıkmaz.. Kağıdı açtı.. Okulda kitabının arasına koyulan yazının aynısı ile yazılmış bir hadis vardı:

"Birbirini sevenler için nikah kadar güzel şey görülmemiştir.." [ İbn Mace ]

Yusuf şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordu... Meğer o notları yazan Sevgi'ydi.. Yusuf fark etmesin diye hep arapça dersinde ve öğretmenin yazısını taklid ederek yazıyordu... Yusuf hadis'i tekrar okudu "birbirini sevenler" diyordu.. Demek ki Sevgi de Onu seviyordu... Ve yıllar sonra kavuşma zamanları gelmişti...

Söz ve nişan'ın ardından düğün günü gelip çatmıştı.. Çok sade bir düğün programı hazırlamışlardı.. Yusuf heyecanından yerinde duramıyor, oradan oraya volta atıyordu..
Bir ara elini cebine attı Yusuf.. Ve yine bir hadis buldu:

"Evleniniz, çoğalınız.." [ Beyhaki ]

Sevgi'nin bu sürprizleri Yusuf'u Ona daha çok bağlıyordu.. Ve tekrar tekrar aşık oluyordu Yusuf...

Artık evlenmişlerdi..

Yusuf evin içinde kendisi için hazırlanmış ayet ve hadisleri bulmaya devam ediyordu.. Evlilikle, kadının kocası-erkeğin karısı üzerinde hakları ile, anne baba hakları ile ilgili ayet hadis yazıp bırakıyordu kenara köşeye..
Ve hep içinde bulundukları durum ile alakalı oluyordu bunlar...

3 ay sonra..

Yusuf talebelerinin yanından gelmişti... Ceketini çıkardı, askıya asacakken bir hadis ilişti yine gözüne:

"Evlat kokusu, cennet kokusudur.." [ Taberani ]

Bu demek oluyordu ki baba olacaktı.. ALLAAAAH diye bağırdı birden...
Sevgi başkaları gibi "Ben hamileyim" demektense, her zaman ki gibi hadisle bildirmişti bunu eşine... Hemen Sevgi'nin yanına koştu ve alnından öptü... Artık çocuğunun annesi olacaktı sevdiği kadın...

1 ay sonra...

Yusuf uyandığında başucunda bir not buldu yine... Bir hadis vardı:

"Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın.." [ İbni Hibban ]

Neden yazmıştı ki bunu Sevgi..?

Yusuf'un dünya zevkine daldığını mı düşünüyordu acaba.. Mutfakta kahvaltı hazırlayan eşinin yanına gitti...
Nedenini sordu..

Başını eğdi Sevgi, üzgündü:

-Bu gece rüyamda senin öldüğünü gördüm, ben de bu hadisi yazmak istedim..

-Merak etme, seni geç buldum hemen öyle bırakıp gitmem, dedi Yusuf..

Eşini teselli için kurmuştu o cümleyi.. İçi ürpermişti aslında.. Şaka yapıp ortamı yumuşatmak istedi...

Bir hafta sonra...

Sevgi kurstaydı.. Yusuf ise kitap okuyordu evde... Birden kalbine bir sancı girdi... Nefesi daraldı... Kalp krizi geçiriyordu Yusuf...
Okuduğu kitabın arasındaki kağıdı eline almaya çalıştı.. Ve birkaç saniye içinde canını teslim etmişti meleğe...

Sevgi eve geldiğinde Yusuf'un cansız bedenini görünce düşüp bayıldı..
Kendine geldiğinde yaşlı gözlerle yanına gitti... Dokunamıyordu hayat arkadaşına.. Öldüğüne inanmak istemiyordu... O sırada elindeki kağıdı gördü Yusuf'un..
Bir hadis vardı ve altında da bir not:

"Çocuğa güzel bir ad koymak, evladın baba üzerindeki hakkıdır.." [ Beyhaki ]

Oğlum olursa Yusuf, kızım olursa Fatıma...

Anlaşılan o ki, Yusuf ölümle ilgili hadis'i okuduktan sonra ölümün kendisine yakın olduğunu düşünerek bu hadis'i yazmış, kitabının arasına hazır etmişti...

Artık Yusuf yoktu..

Sevgi anne babasının tüm ısrarlarına rağmen kayınvalidesi ve kayınbabasının yanında ayrılmadı.. Yusuf onların tek çocuğuydu...
Kendisi de onları terketse kimsesiz kalacaklar, acıları daha da artacaktı.. Hem onların torunlarını taşıyordu karnında...

6 ay sonra...

Yusuf'un oğlu dünyaya geldi... Tıpkı Yusuf gibi pek güzeldi... Dedesi onu kucağına aldı...
Ezanını okudu kulağına...

Yaşlı gözlerle ve titrek bir sesle fısıldadı kulağına :


Hoşgeldin oğlum...
Hoşgeldin torunum...
Hoşgeldin ikinci YUSUF'UM...
YUSUF'UM...
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
ACI SÖZ YEDİRMEYİN DE...

Lokman Hekim'e
"Hastamıza ne yedirmemizi tavsiye edersiniz?" diye sorduklarında, ondan şu cevabı almışlar:
"Aman, acı söz yedirmeyin de ne yese olur."
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
DİNİNİ ÇIKARI UĞRUNA SATANLAR

Fransa da Peçe'li bir bacımız süper markette alış-verişini bitirdikten sonra ücretini ödemek için sırada bekler...


Birkaç dakika sonra sıranın kendisine gelmesiyle kasiyere doğru ilerler...
Kasadaki bayan tesettürsüz bir müslümandır...

Bu bayan çarşaf'li peçeli bayanın eşyalarını birer birer kasadan geçirmeye başlar, bir müddet sonra müşterisine kendini beğenmiş bir uslubla,,

"Bizim bu ülkede birçok problemimiz var ve senin peçen de bunlardan biri...

Biz gurbetçiler ticaret için buradayız, dinimizi veya tarihimizi göstermek için değil...

Eğer dinini yaşamak ve çarşafını giymek ve peçeni takmak istiyorsan, Arap ülkene geri dön, orada ne yapmak istiyorsan onu yap...

Peçe'li kardeşimiz elindeki poşetleri yere koyarak yüzündeki örtüyü kaldırdı...

Kasiyer bayan tamamen şok halindeydi, Sarışın ve mavi gözlüydü ve şunları söyledi

" Ben bir Fransızım, Arap değilim, hele bir göçmen hiç değilim...

Bu benim ülkem ve İSLAM BENİM DİNİM
Siz müslüman doğumlular, dinlerinizi çıkarlarınız uğruna sattınız ve bizde onları sizlerden satın aldık der...
 
Üst