Allah Rızası İçin bir hikaye..!!

balamir

Üye
Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
96
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
anadolu
Altın Top

Zengin bir ailenin fakir bir komşusu varmış. Evlerindeki saadetin dalgalanmaları, zengin ailenin duvarlarını aşarak kulaklarına kadar ulaşırmış. Akşam olunca , fakir ailenin evindeki gülme ve saadeti duyunca zengin komşu gıpta edermiş. bir gün karısına demiş ki:
- Biz bu kadar zengin olduğumuz halde neden neşemiz yok? Sen yarın fakir komşunun hanımından sor bakalım, saadetlerinin sebebi ne ise, biz de onlar gibi saadete nail olmaya çalışalım.
Kadın sabah olunca fakir komşuyu ziyarete giderek, konuşma sırasında evlerindeki saadetin sebebinden sual açmış, fakir komşunun hanımı demiş ki:
- Bizim küçük bir altın topumuz var. Akşam olunca ben efendime o da bana altın topu atarak oynar eğleniriz.
Akşam olunca zenginin karısı meseleyi kocasına nakletmiş. Adam ertesi gün bir kuyumcuya giderek altın bir top sipariş etmiş. Topu aldığı günün akşamı karısı ile karşı karşıya oturup, altın topu birbirlerine atmaya başlamışlarsa da, hayal ettikleri neşe bir türlü doğmamış... Hatta madeni topun ağırlığı sebebeiyle canları yanmış; sert atışlar yüzünden topun isabet ettiği vücutları, yer yer morarmış. Sabah olur olmaz zenginin karısı, alelacele fakirin ailesinden sual etti:
- Biz senin dediğin altın topu yaptırdık, fakat neşelenemedik, dedi. Fakir komşu:
- A komşum, o bildiğin gibi top değil. Sarı saçlı masum bakışlı bir yavrumuz var. biz ona "altın top" diyoruz. akşam olunca kah benim kucağıma, kah babasına koşar ve bizi eğlendirir. Onunla meşgul olurken yorgunluğumuzu unutur, neşeleniriz, cevabını verdi.

Binaya konulan harç, nasıl tuğlaları birbirine kaynaştırır ise, evlat da karı ve kocayı birbirine bağlar.
 

emmargah

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
3,348
Tepkime puanı
6
Puanları
0
bir hikaye daha anlatayım...:)
çocukluğuma gittim yanlız varya eyvallah johncoffey07 kardeş...hoşuma gitti.

kaşağıyı anlatayım...

altı yaşındayım...hastayım...yorgun bi vaziyette...babam sırtımı kaşıyor...bi taraftan da kendime gelmem için bana masal okuyor....uff ya babamın sesinden masal dinlemekte ne güzeldi....işte unutmadığım hatıralardan biri....ben ki dün naptığını hatırlamayan biriyim...hey gidi zaman....

hikayemiz bir çiftlikte geçiyor...ömer seyfettin hoş insan vesselem...
hasan ve hüseyin iki kardeş...yaşları yakın ve birlikte zaman geçiren iki kardeş...bi de pervin vardı sanırım...dederuhi vardı...yanlış hatırlamıyorsam...pervin dadıları...dederuhi atlara bakıyor...hasanla kardeşi atları çok seven iki kardeştir...atlara binmeye çalışırlar dederuhi de onlara yardım eder...pervin evde yokken...hüseyin dederuhiden izin almadan ahıra gidip atla oynamak ister...bi kaşağı bulur ama güzel kaşağılayaz beğenmezl...sonra sandıkta babasının çok güzel bi kaşağısının oldğunu bilir getirir...kaşağının uçları çok sivri olduğu için hayvana batar ve rahatsız olur...biraz törpüler...gene rahatsız olur..sonra biraz daha derken kaşağı kullanılmayacak duruma gelir...dereye atar...

sonra pahalı kaşağı dere kenarına bulunur..ve suçlu aranır...hüseyin suçu kardeşine atar...hasan ben yapmadım desede inanmazlar...cezalandırırlar...oda hapsi....kardeşi üzülsede geriye dönüş yoktur...
ahırda yanlız oynar ama bi gözüde camda zavallı hüseyindedir...sonra hasan rahatsızlanır...kuşpalavına tutulur...doktorlar şifa bulamaz.ve bi gece...hüseyin ne kadar ısrar etsede pervine hasanın yanına gidemz...ona demesi gerekenler vardı halbuki...sabah olsun şimdi kardeşin uyudu der...o gece hasan ölür...


boğazıma bişeyler takılır..ben ağlarım babam öğütler...özledim yaaa.....
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
YAĞMUR VE GÖZYAŞI
Hicretin 18.yılı başında, Hicaz'da büyük bir kıtlık musibeti yaşanmıştı. Bu yıla 'kül yılı' denilmiştir. Çünkü yağmur yokluğundan çorak topraklar kül şeklini almış, rüzgar önünde toprak kül gibi savrulur olmuştu.

Çevre halkı azık için Medine'ye akın ediyor, vahşi hayvanlar da açlıktan insanlara yaklaşmaya çalışıyordu. Halife Hz. Ömer r.a. beytülmalda (hazinede) bulunan bütün gıda maddelerini halka dağıttı. Ayrıca Basra, Mısır ve Şam bölgelerinden kervanlarla gelen yardımlar çevre halkına dağıtıldı. Daha önce süte ekmek doğrayarak yemek yiyen Hz. Ömer, kıtlık döneminde sadece zeytinyağı ve ekmekten başka yemek yiyemez olmuş, bu yüzden rengi değişmiş ve vücudu iyice zayıflamıştı. Bu kıtlık afeti dokuz ay kadar sürmüş, bu arada birçok kişi de açlıktan ölmüştü.

Bu müthiş kıtlık dönemi sonlarında bir zat (Bilal b. Haris), Peygamber s.a.v.'in türbesine yaklaşıp şöyle demişti:
- Ya Rasulallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan dile! Çünkü helâk olmak üzereler.

Daha sonra o şahsın rüyasına giren Rasulullah s.a.v. şöyle demişti:
- Ömer'e git, ona selamımı söyle. Yağmur yağacağını müjdele ve benden ona de ki: Ey ömer! Sen sözünde duran bir kişisin. Aklını başına al!

Adam uyanınca, kalkıp Hz. Ömer'e gitti ve rüyasını anlattı. Bu haberden ürperen Hz. Ömer, halka haber salıp onları mescidde topladı ve onlara:
- Sizler bende hoşlanmadığınız bir şey gördünüz mü? dedi.
- Öyle bir şey görmedik. Fakat neden böyle soruyorsun? dediler.

Hz. Ömer r.a. onlara rüya haberini anlattı. Onlar da bunun yağmur duasına işaret olduğu kanaatini belirttiler. Topluca yağmur duasına çıkıldı. Hz. Ömer r.a. , Rasulullah s.a.v.'in amcası Hz. Abbas r.a.'ın elinden tuttu, 'Ya Rabbi, Rasulünün amcası vesilesiyle sana yaklaşıyor, senden mağrifet diliyor ve sana yalvarıyoruz' diyerek, yağmur dileğiyle duasını sürdürdü. Oldukça yaşlanmış olan Hz. Abbas r.a.'ın da gözyaşları göğsüne dökülüyordu. O anda yoğun bulutlar gökyüzünü kapladı. Oradakiler, başlayan şiddetli yağmurla geri döndüler.

1) Haçkalı Baba, Mustafa Özdamar, Kırk Kandil, 2003
 

johncoffey07

Asistan
Katılım
26 Eki 2006
Mesajlar
898
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
THE EARTH
GÜzel Bİr Şey Yap

Güzel bir şey yap kardeşim.Dünyaya kırk kere gelinmez...Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun..Bir şey yap..

Bir şey yap..Güzel olsun.

Çok mu zor?

O vakit güzel birşey söyle.

Dilin mi dönmüyor?

Güzel bir şey gör.

Vaya:

Güzel bir şey yaz.

Beceremez misin?Öyleyse,

Güzel bir şeye başla...
 

caddycazz

Profesör
Katılım
4 Ocak 2007
Mesajlar
905
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
49
Konum
memleketteyim
Yenİden YaŞayabİlsem

Eğer yeniden başlayabilseydim hayata,

İkincisinde daha çok hata yapardım.

Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım

Neşeli olurdum, İlkinde olmadığım kadar.

Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.

Temizlik sorun olmazdı aslında,

Daha çok risle girerdim,

Daha fazla seyahat ederdim,

Daha çok güneş doğuşunu izler,

Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.

Görmediğim birçok yere giderdim,

Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.

Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.

Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan

insanlardandım ben.

Yeniden başlayabilseydim eğer,

Yanlız mutlu anlarım olurdu.

Farkında mısınız bilmem, yaşam budur zaten:

Anlar, sadece anlar, siz de anı yaşayın.

Hiçbir yere yanında termometre, su,

Şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardanım ben.

Yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.

Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.

Bilinmeyen yollar keşfeder, güzelin tadına varır,

Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı, eğer,

Ama işte 85'indeyim ve biliyorum..

ÖLÜYORUM...


Jorge Luis Borges
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kısmetini Beklemek

Kısmetini Beklemek


Öğrencilerinden birinin eline bir testi verip kuşluk vakti çeşmeye gönderir Fakirullah Hazretleri.
Ne var ki öğrenci çeşmenin başına varınca oradaki çocuklarla oyuna dalar, ta ikindiye kadar oyun sürer. Nihayet gün batarken aceleyle testiyi doldurup döner. Bunca vakittir orada oyuna dalan öğrenciyi bu defa arkadaşları aralarına alıp hırpalamak isterler. Ancak Fakirullah Hazretleri müdahale ederek der ki:

Neye suçluyorsunuz arkadaşınızı?

Kuşluk vakti gönderdiniz ikindi üzeri döndü, bizi bu kadar bekletmeye hakkı var mı? derler.

Büyük insan şöyle izah eder geç kalma sebebini.

Arkadaşınızın kabahati yoktur bu bekleyişte. Çünkü der, çeşmenin başında oyuna dalmaya mecburdu. Kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti, yoldaydı. Başkalarının kısmetini doldurup ta size getiremezdi. Ne zaman yoldaki sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi. Onun kabahati yoktur, yoldaki kısmetinizi beklemiştir.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Zayiflama İlaci

Bir tane hikaye daha yazayim icimden geldi :)

ZAYIFLAMA İLACI ;)


İmam Şafiî Muhammed b. İdris Hazretleri anlatıyor:

Eski zamanda pek şişman bir kral varmış. Şişko kral zeki hekimlerden birinden kendisini zayıflatacak ilaçlar talep etmiş. Doktor onu görünce şöyle demiş:
- Allah seni ıslah etsin! Ben ilerisini gören bir doktorum. Sana bakınca anladım ki, senin ancak bir aylık ömrün kalmış! İlacın sana bir faydası olmaz ki!
Bunun üzerine kral, söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için hekimi hapsettirir. Kral da bu süre içinde halktan gizlenir. Fakat içini öyle bir üzüntü sarar ki, bir ay içinde iyiden iyiye zayıflar.
Bir aylık zaman geçince kral sağ salim ortaya çıkar ve hapisteki hekimi de yanına çağırır. Der ki:
- Yalanın ortaya çıktı. İşte ben ölmedim. Bu yalanın sebebiyle seni fena halde cezalandıracağım. Hekim ise telaşlanmadan cevap verir:
- Allah kralı ıslah etsin! Ben geleceği bilmede Allah'ın en düşük kuluyum. Fakat ben anladım ki, senin şişmanlığını gidermenin tek ilacı, ancak keder ve üzüntüdür. İşte bu sebepten dolayı, sana söylediğimi söyledim!
Bunun üzerine kral onu serbest bırakır ve kendisine iyiliklerde bulunur.'
İmam Şafiî bu hikayeyi şu maksatla anlatmış: 'Fazla dert ve tasa, bedeni zayıflatan ve solduran şeylerdendir.' (Tabii ki sıkıntıdan fazla yeme durumu hariç)
Yine o şöyle derdi:
'Sana dininden bilgi verecek bir alimin ve beden durumundan bilgi verecek bir doktorun bulunmadığı bir memlekette oturma.'
 

doğuhan

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
1,425
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
37
Konum
orta dünyalar
sihirli el

Bu, yunanistan'dan bir hikayedir.
Bir vakitler bir kral vardı.
Onun(e) adı *Midas'tı.
*Midas altını severdi.
O altını ile eşyalar satın almayı sevmezdi.
O altına sahip olmayı istiyordu.
Altına hergün bakmak istiyordu.
taştan yapılmış bir ev vardı.
O altını bu eve koydu.
Evde birçok kutular vardı.
Altını kutulara koydu.
Midas her gün taş eve gitti.
Her kutuyu açtı.
ve altına baktı.
Ellerini altının içine koydu.
Altını elleri içinde yukarı aldı.
"altın!altın!" dedi.
"oh! altını severim" .
Altını severim.
Altınım ile eşyalar satın almak istemem.
Altınıma sahip olmak isterim.
Altını severim.
*Midas'ın güzel bir bahçesi vardı.
Onun içinde çok güzel çiçekler ve ağaçlar vardı.
Ağaçlarda güzel kuşlar vardı.
*Midas çiçekleri,kuşları ve ağaçları severdi.
Fakat altını çiçeklerden daha fazla seviyordu.
"Altınımla çiçekler ve bahçeler satın alabilirim".
"altını severim" diyordu.
*Midas'ın bir çocuğu vardı.
güzel küçük bir kız.
Küçük kız bahçeyi,kuşları ve çiçekleri seviyordu.
ve *Midas çocuğunu seviyordu.
İnsanlar "*midas güzel küçük kızını sever" diyordu.
Fakat altını çocuğundan daha fazla sever.
"Altını güzellikten daha fazla sever" derlerdi.
*Dionysius isimli bir tanrı vardı.
*Dionysius çiçeklerin ve bahçelerin tanrısı idi.
*Dionsius büyük bir tepenin üzerinde ,
diğer tanrılarla yaşıyordu.
Fakat bazan o insanların çiçeklerini ve bahçelerini görmek için aşağıya geliyordu.
*Dionysius bir bahçeye geldiği zaman bütün çiçekler açtı.
o çiçekleri açarak ve herşeyi güzel yaparak bütün bahçelere gitti.
Bir gün *Dionysius kral Midas'ın bahçesine geldi.
Küçük kız bahçede idi .
O(k) *Dionysius'u gördü.
"Siz kimsiniz" diye bağırdı.
"Benim babamın bahçesinde ne yapıyorsunuz".
Tanrı,"ben *Dionysius'um" dedi.
Çiçekleri açmak .
ve sizin bahçenizi güzel yapmak için geldim.
O zaman küçük kız çok memnun oldu.
Küçük kız *Dionysius'un elini aldı.
"benimle gelin".
Çiçekleri açmanıza yardım edeceğim.
Bana bahçemde "çiçekler nasıl açılır" gösterin.
O zaman *Dionysius küçük kızla gitti.
Ona(k) çiçekler nasıl açılır gösterdi.
Öğleyin küçük kız eve girdi.
Gün sıcaktı.
*Dionysius bir ağacın dibine oturdu.
Uykuya daldı.
*Dionysius kralın bahçesinde bir ağacın dibinde uyuyordu.
o uyudu.
Kralın adamları bahçeye geldiler.
Kral *midas'ın bahçesinde çalışan bir çok adam vardı.
İşçiler bahçıvanlardı.
Bahçıvan bahçede çalışan adamdır.
Bahçıvanların yapacak çok işleri vardı.
İşçilerden biri bir ağacın dibinde uyuyan *dionysius'u gördü.
O "bu adam kimdir" dedi.
"O(E) çiçekleri almaya gelmiş".
Fakat hava sıcaktı .
Ve o(e) uykuya daldı.
Ve biz onu(e) yakaladık.
Sonra o(e) gitti .
Ve O(E) başka bir adam çağırdı.
O zaman bütün diğer adamlar buraya geldiler.
*Dionysius'u yakaladılar.
Onu(e) krala götürdüler.
"bahçede uyur bulduğumuz adam budur".
"O(e) sizin çiçeklerinizi almağa geldi" dediler.
O zaman Kral *Midas sordu.
"Niçin benim çiçeklerimi almağa geldin".
Niçin benden bir kaç çiçek istemedin.
İsteyen herkese çiçekler veririm.
Birçok fakir adamlara çiçekler verdim.
*Dionysius cevap vermedi.
Kral sordu "çiçekleri sever misin".
*Dionysius , "evet," diye cevap verdi.
"Çiçekleri severim".
"Fakat sizin hiçbir çiçeğinizi almadım".
*Midas ,"hiç çocuğun var mı?" diye sordu.
"Çocuklarına çiçek götürmek ister misin?".
*Dionysius cevap verdi.
"Çiçekler benim çocuklarımdır".
o zaman kral *midas " bu adam gidebilir" .
"ve istediği çiçekleri alabilir" dedi.
*Dionysius , " sen iyi bir adamsın".
"Çiçekleri seviyorsun".
"ve çocuğunu seviyorsun".
"Ben bir tanrıyım".
"sana istediğin herhangi bir şeyi vereceğim".
"Benden birşey iste".
"Onu sana vereceğim" dedi.
*Midas "herhangi birşey isteyebilir miyim" dedi.
"Evet ".
"Daha çiçekler mi istersin".
"Yoksa daha çocuklar mı?".
*Midas "çiçekler güzeldir," dedi.
"Fakat altın daha güzeldir".
"Daha fazla altın isterim".
"Eşyaları altına çevirmek isterim".
"elimi herhangi bir şeyin üzerine koyarsam".
"O altına dönecek".
"Bunu bana ver"
o zaman *dionysius "istediğine sahip olabilirsin".
"Elini bir şeyin üzerine koyarsan ".
"O altına dönecek " dedi.
*Midas yazmak için masaya oturdu.
Masaya dokundu .
Ve masa altına döndü.
Altın bir masa oldu.
Kalemini aldı.
Kaleme dokununca altına döndü.
yazdı.
ve kağıda dokununca altına döndü.
Kapıya gitti ve onu açtı.
Kapı altına döndü.
Şapkasını aldı .
Ona dokununca şapka altına döndü.
Çiçekleri görmek için bahçeye girdi.
O(E) Güzel bir gül gördü.
Ona dokununca gül altına döndü.
Elini bir ağacın üzerine koydu .
ve ağaç altına döndü.
*Midas yemek istedi.
Salona girdi.
O(E) bir hizmetçi çağırdı.
"Bana yiyecek getirin" dedi.
Hizmetçi yiyecek getirdi.
Yiyeceğe dokununca o altına döndü.
Yiyeceği yiyemedi.
*Midas "bana daha yiyecek getirin," dedi.
Hizmetçi daha yiyecek getirdi.
*Midas ona dokundu .
ve o altına döndü.
Onu yiyemedi.
*Midas biraz su içti.
su altına döndü.
"Nasıl yiyeceğim?".
"Nasıl içeceğim" dedi.
Yiyemez ve içemezsem öleceğim.
Ayağa kalktı.
O(E) hiçbir şey yememişti.
O(E) hiçbir şey içmemişti.
"Bahçeye gideceğim" dedi.
"gidecek" .
"ve daha altın çiçekler yapacağım".
O zaman küçük kız salon geldi.
"oh, baba !" diye bağırdı.
"Güzel güllerimiz öldü".
"Bizim güllerimizi kim öldürdü".
*Midas "güller altına döndü,".
"yavrum".
"Altın çiçeklerden daha güzeldir" dedi.
küçük kız ağladı.
*Midas "ağlama ,yavrum" dedi.
"Gel,".
"Biraz daha çiçek altına döndüreceğiz".
"bütün çiçekleri altına döndüreceğiz".
küçük kız "oh, baba!".
"Bana tekrar çiçeklerimi ver" diye bağırdı.
"Tekrar bahçeye git".
"Çiçekleri tekrar değiştir".
*Midas ,"ağlama,küçük kız" dedi.
Onu(k) kollarının arasına aldı.
Elini onun(k) başına koydu.
"ağlama ,yavrum".
Artık ağlama.
Altını tekrar çiçeğe döndüreceğim.
O(k) artık ağlamadı.
*Midas , "baba seni sever" dedi.
"seni altını sevdiğim kadar severim".
"yakında büyük bir kız olacaksın".
Büyük kız olduğun zaman.
altını benim sevdiğim kadar seveceksin.
O(k) ağlamıyordu.
O(k) bir şey söyleyemedi.
O(k) hiçbir şey söyleyemezdi.
*Midas ona(k) dokunur dokunmaz .
O(k) altına dönmüştü.
*Midas çocuğuna baktı.
Ne yaptığını gördü.
Ne yaptığını görür görmez haykırdı.
"imdat! imdat!".
"oh! ne yapmışım!".
"Küçük kızımı öldürdüm".
Hizmetçiler koşarak salondan içeri girdiler.
*Midas'ın yaptığını gördüler.
Küçük kızı gördüler..
O(k) altından yapılmıştı.
"Buradan uzaklaşacağız".
"Kral bir büyücü!" diye bağırdılar.
"O her şeyi altına döndürüyor".
Çocuğunu öldürdü.
ve onu(k) altına döndürdü.
Bizi öldürecek.
ve bizi altına döndürecek.
Artık onun(e) için çalışmıyacağız.
Sonra kaçtılar.
Kralın evinde kimse yoktu.
kral ölü çocuğu ile orada oturdu.
dışarı gitti .
ve başka eşyaları altına döndürdü.
Bütün ördekleri ve tavukları altın yaptı.
Tarladaki eşek altındandı.
Sonra gitti ve ineklere baktı.
O(E) bir ineğe dokundu ve o altına döndü.
"onların hepsini altından yapacağım".
"güzel altın ineklere sahip olacağım".
Bütün inekleri altına çevirdi.
"Süt elde edemeyeceğim" dedi.
Hiç süt istemem.
Biraz sonra geri geldi.
Küçük kızına baktı.
Yukarıya , göğe baktı.
Güneş göğü altın haline sokarak aşağıya gidiyordu.
Altın! altın! - hep altın.
Sonra *midas bahçeye gitti ve ağladı.
*Midas bahçede ağlarken,.
*Dionysius geldi.
Tanrı " şimdi , mutlu musun?" dedi.
Kral "hayır " dedi .
Önce mutluydum.
Sen gelmeden önce mutluydum.
Fakat şimdi çok mutsuzum.
"Fakat şimdi çok altına sahipsin".
"Niye mutlu değilsin".
şimdi kimse senin sahip olduğun kadar altına sahip değil.
Sen dedin ki .
Hiçbir şey altın kadar güzel değildir.
*Midas " onu istemem" diye bağırdı.
"Altın istemem".
Küçük kızımı geri isterim.
Tekrar bana küçük kızımı ver.
Çiçeklerimi bana geri ver.
Bütün bu altını götür.
ve bana sevdiğim şeyleri ver.
*Dionysius "nehire git," dedi.
Suya atla,.
Evvelki gibi olacaksın.
Altına çevirdiğin bütün şeylerin üstüne su koy.
ve onlar önceki gibi olacak.
Sonra *dionysius uzaklaştı.
Yukarıya,göğe gitti.
*Midas aşağıya nehire koştu.
Suyun içine atladı.
Sonra sudan dışarı geldi.
Elini bir taşın üzerine koydu.
Taş altına dönmedi.
Sonra o(e) bir çömlek getirdi.
Çömleği su ile doldurdu.
Su dolu çömlekle koştu ve salona geldi.
Suyu küçük kızının üzerine attı.
O(k) değişti.
gözlerini açtı.
"oh! " diye bağırdı.
"Uykuda mıydım?".
Bahçeye koştu.
"baba " diye bağırdı.
"çiçekleri tekrar değiştirmedin".
Hepsi ölü ve altından.
Her çiçek ölü.
Gel! gel!
ve bana çiçeklerimi geri ver.
ve, altın ineklere bak.
*Midas , "benimle gel," dedi.
"Çiçekleri geri getireceğiz".
Sonra *midas ve onun küçük kızı nehirden su dolu çömleklerle bahçeye koştular.
Onlar koşarken her şeyi değiştirdiler.
Çiçekleri,ağaçları,kuşları.
Tavukları,ördekleri,inekler ve eşekleri değiştirdiler.
Sonra eve koştular.
ve masaları,kapıları,kalemi ve kağıdı değiştirdiler.
ve *midas'ın şapkasını değiştirdiler.
Salonda otururken .
ve yemek yerken.
Küçük kız "Artık altını sevmiyor musun?" diye sordu.
*Midas, "hayır, " dedi.
"Ben ağaçları,çiçekleri,kuşları ".
"ve seni seviyorum".
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
NAMAZ VE MİR'AÇ
Malik bin Sa'saa r.a anlatıyor:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

Ben Kâbe-i Muazama'da iki kişinin arasında uyku ile uyanıklık arasında yatmakta iken, içi îman ve hikmetle dolu, altından bir leğen getirdiler. Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yardılar. Zemzem suyu ile yıkayıp, îman ve hikmetle doldurdular. Katırdan küçük merkepten ise büyük, burak denilen bir hayvan getirdiler. Cibril Aleyhisselâm ile beraber gittik.


Birinci kat semâya gelince:

-Kim o? denildi,
Cibril a.s.:
-Cebrâil, diye cevap verdi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrâil de:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrâil:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, O ne güzel bir misafirdir, denildi.

Bunu takiben Adem aleyhisselâma geldim, selâm verdim,
-Hoş geldin, salih peygamber salih oğul! dedi.
Ben:
-Bu kim ey Cibril? diye sordum.
O da:
-Bu, Adem aleyhisselâmdır. Sağında ve solunda gördüğün bu kalabalıklar evlâdlarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliklerdir. Bunun için sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman ağlıyor, dedi.

Sonra ikinci semaya geldik.

-Kim o? denildi.
Cebrâil:
-Ben Cebrail, dedi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrail:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.

Bunu takiben Isa ile Yahya Peygamberlere rastladım. Her ikisi de:
-Hoşgeldin kardeşimiz hoşgeldin ey peygamber! dediler.


Sonra, üçüncü kat semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.

Bunu müteakip Yusuf aleyhisselâm'a rastladım. Selâm verdim;
-Hoş geldin kardeş ve Peygamber, dedi.


Sonra dördüncü semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldin, ne güzel misafir geldi! denildi.

Bunun takiben îdris aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber, dedi.


Sonra beşinci kat semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed,'diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi, denildi.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.


Bunu müteakip Harun aleyhisselâma rastladık. Kendisine selâm verdim.
-Hoşgeldin, kardeş ve Peygamber! dedi.


Sonra altıncı semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, denildi. .
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, denildi.
- Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.

Bunu takiben Musa aleyhisselâma rastladım ve selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber! dedi.
Kendisinden ayrılınca ağlamaya başladı.
Hazreti Allah tarafından kendisine:
-Niye ağlıyorsun? diye soruldu.
Musa aleyhisselâm:
-Ey Rabbim, benden sonra Peygamber olan bu gencin ümmetinden cennete benim ümmetimden daha çok insanlar girecektir, bunun için ağlıyorum, dedi.

Sonra yedinci semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? Hoş geldi, ne güzel misafir geldi! denildi.

Bunu takiben ibrahim aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin oğul ve Peygamber! dedi.


Hemen bana Beytü'l Mâmur gösterildi. Cibril'e sordum. O da:
-Bu, Beytü'l Mâmur'dur. Her gün yetmiş bin melek orada namaz kılar ve çıkarlar. Çıkanlar da bir daha artık oraya dönmezler, dedi.

Bana Sidretü'l Müntehâ ağacı da gösterildi. Bir de baktım ki, bu ağacın meyveleri meşhur Hacer beldesinin büyük destileri, yaprakları da fillerin kulakları büyüklüğünde idi. Altından dört nehir akıyordu. Bunların ikisi bâtın, ikisi zahir idi. Cibril'e bu nehirleri sordum. O da:
-Bâtın, yani içe ait iki nehir cennette, zahir yani dışa ait iki nehir de Nil ile Fırat'tır, dedi.


Sonra o kadar yükseğe çıkarıldım ki orada mukadderatı yazan kalemlerin sesini işitir oldum.


Sonra üzerime elli vakit namaz farz kılındı. Döndüm. Musa aleyhisselâma gelince, bana:
-Ne oldu? diye sordu.
-Üzerime elli vakit namaz farz kılındı, dedim.
Musa aleyhisselâm:
-Ben insanları senden daha iyi bilirim, israil Oğulları ile çok uğraştım. Senin ümmetinin bu elli vakit namaza gücü yetmez. Rabbine dön ve bu namazları azaltmasını niyaz et! dedi.
Döndüm. Niyazda bulundum. Allahü Teâlâ bunları kırka indirdi. Sonra yine Musa aleyhisselâma geldim. Aynı şeyi söyledi. Döndüm. Allahü Teâlâ namazları otuza indirdi. Yine aynı şey tekrarlandı. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları yirmiye indirdi. Yine aynı şey oldu. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları ona indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim, aynı şeyi söyledi. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları beş vakte indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim.
-Ne yaptın? dedi.
-Allah namaz vakitlerini beş vakte indirdi, dedim. Musa aleyhisselâm yine gidip, daha da indirmesi için Allah'a niyaz etmemi söyledi ise de ben:
-Hayır, razı oldum, dedim.
Bunun üzerine Allah tarafından bir nida geldi. Farzım kesinleşmiştir. Kullarıma gereken kolaylığı yaptım. Her iyi amel karşılığında da on sevab vereceğim.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
NAMAZDA VURULMAK
Rasul-i Ekrem s.a.v.'in de hazır bulunduğu 'Zâtü'r-Rika' gazvesindeki bir çarpışmada, müslümanlardan biri müşrik bir adamın muharebe yerinde bulunan karısını öldürmüştü. Kadının kocası da misilleme olarak mutlaka bir müslüman öldürmeye yemin etmişti. Rasulullah s.a.v. ve arkadaşlarının peşinden onları izlemeye başladı. Allah Rasulü akşam üstü bir yerde konaklama hazırlığı yaptı ve yanındakilere sordu:
- Bu gece istirahatimizde bize kim bekçilik yapacak?
Muhacir ve Ensar'dan iki adam cevap verdiler:
- Ya Rasulallah, biz sizler için nöbet tutarız.
- Öyleyse şu vadinin giriş kısmında bekleyin.
Bu iki gönüllü, Ammar b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr idiler. Gece nöbetine duracakları sırada Ensar'dan olan Abbâd, Muhâcirler'den olan Ammar'a:
- Gecenin hangi bölümünde nöbette olmamı istersin? diye sordu. O da:
- Gecenini ilk bölümünde benim yerime sen bakıver, dedi.
Bu karardan sonra Muhacir, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanına uzanıverdi. Nöbetteki Ensar da, vaktin değerlendirmek için gece namazına durdu.

Meğer karısı öldürülen müşrik herif de, o sırada yakınlardaydı. Namazda duran adamı farketti ve onun nöbette olduğunu anladı. Bir ok atıp sapladı ve atmaya devam etti. Nöbetçi sahabi üçüncü okla ağır yaralanmıştı. Derhal rükû ve secdeleri yapıp namazının tamamladı ve arkadaşını uyardı:
- Kalk artık kalk! Ben yaralandım arkadaş, hareketten kesildim!..
Arkadaşı yerinden fırlayınca, okçu müşrik de korkup uzaklaştı. Yaralı arkadaşının durumunu gören Muhacir hayretle sordu:
- Fesubhanallah! Sana ilk ok atılanca beni uyandırsaydın ya!
- Okumakta olduğum bir surenin ortalarında idim. Onu kesmek istemedim. Eğer Rasulullah'ın bize verdiği nöbetçiliğe zarar gelmeyecek olsaydı, canım çıkasıya okuduğum sureyi kesmezdim.
 

doğuhan

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
1,425
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
37
Konum
orta dünyalar
Rasullahın'' ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz." buyrmuştu.Katıksız bir imanları var.
Allahım bizlerede öyle iman nasip eyle Ya Rabbim
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Mezardan çıkan adam

Evliyanin biri talebeleriyle beraber bir sohbetten dönerken, bir kabristanın yanından geçiyorlarmış. O veli zat bir kabri işaret ederek talebelere sormuş.
- “Şimdi su kabirde yatan sahış kalksa , sizce neler yapar?”
Talebeler en başta saşırmış ancak herkes kendine ait fikri beyan etmiş. Kimisi;

- “Devamlı namaz kılar” demiş , kimisi;

- “Devamlı oruç tutar ” demiş, kimisi;

- ”Bütün malvarlığını Allah yolunda sarfedip, sadaka verir” demiş, kimisi de;

- “Hemen hacca gider ve asla günahlara girmez” demiş… Talebelerin fikirleri hep bu minvaldeymiş. O veli zat tebessümle karşılık verip;

- “Elbette hepinizin dediği doğru, şu anda o kabirdeki kimse dirilse namazlarını, oruçlarını ve diğer ibadetlerini daha hassas şekilde yapmaya gayret eder.” ve devam etmiş “O Şahsın tekrar dirilme, buraya gelme imkanı yok, artık o kapı kapalı, fakat siz buradasınız ve kabre doğru gidiyorsunuz, yani sizin kabre gideceğiniz kat’i. O şahsın yapacağını söylediğiniz şeyleri şimdi siz neden yapmazsınız veya gevşek davranırsınız? ”
Talebeleri o günden sonra dini emirlere daha hassas davranıp, dün ölenlerin azap çektiği basit fani meseleler için bugün artık birbirilerini yemekten vazgeçmisler…
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
BELDELERDEN BİRİNDE, her beldede bir örneğine rastlanan zengin ama cimri bir adam vardı.

Herkesin kendisini cimri diye bilmesinden rahatsız olan adam, bir gün o beldenin bilge kişisine gidip dert yanma ihtiyacı hissetti.


"Niye herkes benden nefret ediyor, anlamıyorum" dedi cimri.

"Halbuki, öldükten sonra malımın bir kısmını hayır hasenat işlerine bırakacağım diye söz vermiştim. Bunu duymayan da kalmadı."


Bilge kişi, adamın sözleri üzerine bir müddet sessiz kaldı. Sonra:
"Sana bir öykü anlatayım" dedi.

"Domuz ile ineğin öyküsünü..."

"Tamam" dedi cimri, "anlat bakalım."

Bilge kişi öyküsüne başladı:

"Bir gün, çiftliğin birinde bir domuz komşu ahırdaki ineğe, insanların
kendisini hiç sevmediğinden dert yanmaya başlamış.
'Senden ise' demiş, 'hep güzel sözlerle bahsediyorlar. Anlıyorum; sen
onlara süt veriyorsun. Ama ben onlara daha da fazlasını veriyorum.
İnsanlara etimi veriyorum, derimden ayakkabı yapılıyor. En iyi fırçalar
da benim kıllarımdan yapılır. Hâlâ daha beni niye sevmezler, anlamıyorum?'
İnek, üzüntü içindeki domuza bir müddet öylece baktıktan sonra:

'Belki de' dostum dedi, 'sen bütün bunları insanlara ancak öldükten sonra
verdiğin halde, ben verdiklerimi hayatta iken verdiğimden.'"
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Niçin Gülümsediğimi Biliyor Musunuz?

NİÇİN GÜLÜMSEDİĞİMİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Resûlüllah (s.a.v.) ile ashabı ile beraber bulunuyordu, bir ara gülümseyerek:

-Niçin gülümsediğimi biliyor musunuz? diye sordular. Bizler, 'hayır' deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular ki:

-Kulun, Rabb'ine karşı kendisini müdâfaasından ve Allah ile aralarında geçen (şu) konuşmadan ötürü gülümsüyorum.

Kul der ki:

-Sen, dünyada beni zulümden korumadın mı?

Allah Teâlâ:

-Evet, buyurur. Kul:

-O halde ben de yabancı şâhidi kabul etmiyorum. Bana, benden şâhit istiyorum, deyince Allah Teâlâ:

-Peki, senin hesâbını kendi a'zâların görsün ve Kirâmen Kâtibîn de şâhit olsun, buyurur ve dili susturularak, a'zâlarına, 'Konuşun' denir. A'zâlar da teker teker yaptıklarını haber verirler. Sonra dili açılır. Adam a'zâlarına, 'Başımdan def'olun, ben sizi korumak için uğraşıyorum, siz ise yaptıklarınızı söylüyorsunuz' der.'
:(
 

ozlem_tns

Doçent
Katılım
19 Ocak 2007
Mesajlar
586
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
ANKARA
Allah'tan Utanandan Her şey Utanir

Ma'rûf-ı Kerhi Hazretlerininbir dayısı şehrin vâlisi idi. Vâli, bir gün şehrin kenar mahallelerini dolaşıyordu. Ma'rûf'u bir kenarda oturmuş ekmek yerken gördü. Önünde de bir köpek vardı. Bir lokma kendi yiyor, bir lokma da köpeğin ağzına veriyordu.
Dayısı,
- Köpekle birlikte yemeğe utanmıyor musun dedi.
Maruf;
Utandığım için bu zavallıyı yediriyorum dedi ve başını kaldırıp havadaki bir kuşa seslendi. Kuş uçup geldi, eline kondu ve kanadıyla başını ve gözünü örttü.
Ma'rûf;
-Allah'tan utanandan her şey utanır, buyurdu.

Dayısı bu hâli görüp, bu sözü işitmekle hem hayret etti, hem de oradan uzaklaştı.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
......................................................................
Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı. Şimdi onlar taşlar gibi, hatta daha duygusuz; çünkü taşların öylesi var ki içinden nehirler kaynıyor, öylesi var ki çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor ve öylesi de var ki Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor. Sizlerin neler yaptığından Allah gafil değildir. Bakara/74
......................................................................

KIYMET BİLMEK
Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.

Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, Müsaade buyurursanız ben onu sustururum dedi. Padişah da lütfetmiş olursunuz dedi.

Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.

Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. “Bu işteki hikmet nedir ?” diye sordu.

Yaşlı adam cevap verdi: “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”
 

doğuhan

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
1,425
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
37
Konum
orta dünyalar
K E Ş K E

Eski Çin’de taş ustası olarak çalışan Lee adında bir adam vardı. Büyük taşları keser, onlardan ya bahçelere süsler yapar, ya da ev inşaatında kullanılacak taşlar üretirdi. İşinden memnundu, ama bazen "Keşke daha fazla param olsa, keşke daha az çalışsam” diye düşünmekten de alıkoyamazdı kendini.

Bir gün Lee işinden evine dönüyordu. Güneş yakıcı derecede sıcaklık yayıyordu ve o da çok yorgundu. Yolun kenarına oturup güneşin sıcağını düşündü: “Bize ışığı ve ürünlerimiz için gerekli ısıyı veren güneş” dedi. “O, bütün varlıkların en güçlüsü olmalı.”

Sonra fısıltıyla “Allah’ım” diye dua etti, “keşke güneş olsaydım. Bütün varlıkların en güçlüsü, en büyüğü olmanın nasıl bir şey olduğunu o zaman hissedebilirdim.”

Allah Lee’nin duasının kabul etti ve ona “Güneş olabilirsin” cevabını verdi. Ve Lee güneş oldu. Harika hissetti kendisini; güçlü ve büyük. Ta aşağılardaki dünyaya ışık saçtı.

Birkaç gün sonra, gökyüzünde kocaman beyaz bir bulut belirdi. Dolaştı, dolaştı ve sonunda Lee’nin ışıklarının önünü kesti ve yeryüzüne sadece bulutun gölgesi düştü. Lee üzüldü. Besbelli, bu bulut kendisinden daha güçlüydü!

“Keşke bulut olsaydım!” diye dua etti bu defa. “O zaman bütün varlıkların en güçlüsü ben olurdum.”

Allah duasını yine kabul etti ve “Bulut olabilirsin” dedi. Böylece, bulut olan Lee gökyüzünde oradan oraya süzülerek büyük mutluluklar yaşadı.

Bir gün, Lee kendisine doğru büyük bir kara bulutun gelmekte olduğunun gördü. Kısa bir sürede bu bulut onu salıverdi ve bu kara buluttan yağmur damlaları düşmeye başladı. Damlalar yeryüzüne düştü ve büyük güçlü bir ırmak oluşturdu.

Lee, kara bulutun önce yağmur damlalarına, sonra da kocaman bir ırmağa dönüştüğünü görünce “Keşke ırmak olsaydım. O zaman ne kadar güçlü ve dolayısıyla da mutlu olurdum” diye dua etti.

Lee’nin duasını işiten Allah “Peki” dedi, “ırmak olabilirsin.”

Böylece, Lee nehir yatağı botunca çağlayarak aktı, aktı. Bir süre sonra bir kıvrıma rastladı. Bu, nehrin yönünü değiştiren koca bir kaya kütlesiydi.

“Kaya, kaya!” diye düşündü Lee, “Sonunda her şeyin en güçlüsünü buldum. Bu kaya, şiddetle akıp giden bir nehrin bile yolunun değiştirebiliyorsa, demek ki en büyük o. Keşke bu büyük kaya olabilseydim, o zaman mutlu olabilirdim.”

Ve Allah Lee’yi o kaya kütlesine dönüştürdü. Lee orada durarak nehrin yönünü değiştirdi ve bundan çok mutlu oldu.

Bir gün, bir adam geldi ve kayadan büyücek bir parça kesti. Lee üzüldü. Bu adam gelip onu kesebiliyorsa, demek ki dünyanın en büyüğü o değildi.

“Keşke” diye düşündü, “kayayı kesen o adam olabilseydim. O zaman en büyük ben olurdum.”

Ve Allah Lee’yi tekrar taş ustası haline getirdi.

__________________
 

caddycazz

Profesör
Katılım
4 Ocak 2007
Mesajlar
905
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
49
Konum
memleketteyim
Herkes bi LEE değil mi şu günümüzde..Halinden durumundan mutsuzz..Hep şikayetçi..:( :(
 

K.büşra

Üye
Katılım
5 Şub 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
:shake2[1]: :shake2[1]: merhaba arkadaş yazını çok beğendim yenilerini bekliyrm:good[1]:
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Yooo!

Devrim hasbelkader liseyi bitirmişti; zeki ama biraz “zıpçıktı” bir çocuktu. Okul hayatı boyunca hiçbir zaman çalışkan bir öğrenci olmamıştı; zekasını genelde çıkıntılık yapmak; hocalarını küçük düşürmek için kullanırdı. Okuldan sonra yine yeterince hazırlanmadığı için üniversite sınavını da kazanamadı. Müzik zekası oldukça gelişkin olduğundan yüksek öğrenim için son şansı olan konservatuara kabul edildi. Devrim’in anne-babası o daha çocukken ayrılmışlardı ve babasıyla neredeyse hiç görüşmüyorlardı.



Devrim’in annesi ne kadar şefkatli ve kollayıcı bir anne olmaya çalışsa da Devrim babasız büyümenin sıkıntılarını çekiyordu. Devrim konservatuara girdikten sonra lisedeki haylazlıklarını, saygısızlıklarını yapmayı bırakmadı. Derslere geç gidiyor; hocalara kafa tutuyordu. Konservatuara girerek rahatlamıştı ve ne kadar akıllı ve hünerli birisi olduğunu herkese göstermişti. Onun rahatlığıyla davranıyordu. Ancak uygun olmayan davranışları dolayısıyla okulda kalmasıyla, okuldan atılması arasında ince bir çizgide duruyordu ve Devrim her an atılma istikametine geçebilir.



Okul için yapılan bir konserde kafasına göre bir solo atınca, hocası konserden sonra iyice azarladı. Ne

var ki, solo o kadar harikaydı ki okul müdürü de hocasının yanında Devrim’i tebrik etti. Ancak şans her zaman Devrim’in yanında olmayacak gibiydi. Bir gün başka bir hocayla atıştıktan sonra okul müdürü onu yanına çağırıp okuldan atılacağını söyledi. Devrim hiçbir şey söylemeden odadan ayrıldı. Çok pişmandı. Düşük gelirli bir ailenin çocuğu olarak okulu bitiremeyecek olursa gelecekte ne yapacaktı? Özellikle annesi çok üzülecekti bu duruma.



Ertesi gün sabah erkenden okula gitti; hocalarını teker ziyaret edip davranışları için özür diledi. En son olarak da okul müdürünün yanına gitti. Okul müdürü ona bir süre verdi ve bu sürenin içinde bir olay daha yapacak olursa konservatuardan bir daha içeri adım atamayacağını söyledi. Ancak Devrim yakaladığı ikinci şansı kaçırmaya niyetli değildi. Hayatında hiç asılmadığı kadar derslerine asıldı ve son derece örnek bir öğrenci olarak okul yaşamına devam etti.






Meral, insan kaynakları alanında çok yetenekli ve çalışkan bir genç kadındı. Ne var ki, çalıştığı şirketin insan kaynakları müdürü ile geçinmek çok zordu. Müdürü insanları ve yaptıkları işleri takdir etmesini kesinlikle bilmiyordu. Bir gün müdürüyle yaptığı bir tartışmadan sonra işten ayrıldı. Yakın arkadaşlarından Nur da iki gün sonra yine İnsan Kaynakları Müdürü ile yaptığı bir tartışmadan sonra ayrıldı.



Nur ve Meral, nasıl iş buluruz diye konuşurken, iş arayacağımıza bir “iş ve eleman bulma” şirketi kuralım diye düşündüler. İki kafadar “Gir-İş” isimli bir şirket kurdular. Bir web sitesi oluşturdular. Ardından şirket ziyaretlerine başladılar. Bu arada yeni bir iş açmak maliyetliydi ve ilk aylar oldukça sıkıldılar çünkü hiç paraları yoktu. Ancak iyi hizmet vermenin sonucunda müşteri sayıları giderek arttı ve ikinci yıl “yüz bin dolarlar” kazanmaya başladılar. Ancak ikinci yıl Meral’e bir şeyler oldu. Tüm insan kaynakları gazetelerine ve dergilerine iki ortak söyleşi vereceklerine sadece Meral söyleşi vermeye başladı.



İkisi de eşit ortak oldukları halde “Gir-iş” şirketi Meral’den ibarettir gibi bir mesaj çıkıyordu. Bu arada Meral davetler, söyleşiler, konuşmalarla meşgulken Nur tüm işi çekip çeviriyordu. Araları giderek gerilmeye başladı ve sonunda ayrılmaya karar verdiler. Nur hisselerini Meral’e verip ayrıldı. Ne var ki Meral, Nur ayrıldıktan sonra işleri eski halinde sürdüremedi. İki yıl sonra Gir-İş kapandı ve Meral yeniden iş aramaya başladı.





Basri, uzun yıllar bir fabrikaya emek vermişti. Ailesini bu fabrikadan aldığı maaşla geçindiriyordu. Zaman içinde eğitimi olmadığı halde yöneticiliğe kadar yükselmişti. Ancak fabrika daha sonra kapanınca işsiz kaldı. Uzun süre yönetici olarak iş aradıysa hiç iş bulamadı. Ülke ekonomisi de krize girince ailecek açlık sınırının eşiğine geldiler. O sırada bir şirketin genel müdürünün şoförlüğü işini teklif ettiler. 50 kişiyi idare eden Basri şoförlük mü yapacaktı? Basri işi kabul etti. Ardından da Genel Müdüre o kadar iyi hizmet verdi ki, iki yıl sonra onu fabrikada yine bir idareci konuma getirdiler.

 
Üst