yaratıcı kavramını kendi var oluşumuz temelinde ele alabiliyoruz ancak. güzel bir söz var. "insan ancak çözebileceği sorunları önüne koyar" der birisi. çözüm ise ancak bizde olan kadar bir çözümdür. daha fazlası eşyanın doğasına, insanın yapısına aykırıdır.
sonsuz bir evren kavramını algılarımız alabiliyor mu? hiçlik kavramını anlayabiliyor muyuz?
eski insanlar yaratma eylemini, var olan kaosu birbirinden ayırma olarak anlamış, kavramlaştırmışlar. sıfırdan, hiç yoktan var etmek şeklindeki algı daha sonraya aittir.
var olanı birbirinden ayırmak, kaosu düzene sokmak, yerle göğü, geceyle gündüzü ayırmak nispeten daha kolay ve anlaşılabilir. ama hiç yoktan var etmek veya şeylerin hiç yoktan var olması, sıradan ve gündelik aklımızın anlayabileceği bir iş değil.
ama modern fizik, modern bilim... o buna uğraşıyor.
peki yaratıcıyı, yaradanı, modern bilim, en son gelişmiş düzeyiyle bile olsa, anlaşabilir mi, çözebilir mi? şimdi değilse bile, ileride bunu başarabilir mi?
peki akıl, peki inanç, bunu başarabilir mi? bunu başaranlar var mıdır?
bir de içgörü, fısıldama, başka alemlerden bilgi alma gibi yollarla anlayanlar olmuş deniliyor. bunlar neyi ne kadar almış olabilirler?
hallac-ı mansur, tüm yaratılanların yaradandan bir parça taşıdığını anlatmak için "en el hak" (ben tanrıyım) demişti ve yanlış anlaşılıp, bu yüzden derisi yüzülerek öldürülmüştü. "namazı iki rekat kılsanız da olur, abdesti kanınızla alırsanız" demiş birisiydi. ne demek istemişti?
günümüzün anlama fukaraları, bunu tersinden uyguluyor. kendi kanlarıyla değil, başkalarının kanlarıyla, daha çok da mazlumlarınkiyle abdest alıp yaradana yaklaşmaya çalışıyorlar. daha da uzaklaşıyorlar.