Saçmalama yorgan ! her mesajında peygamber namına "ne derdi? ne yapardı?" şeklinde konuşma hakkı sana verilmedi !
Galiba sen de bir iki fırt attıktan sonra foruma giriyorsun!
Aklın başında değil !
senin hadiscin yazıyor en mubarek oluyorda,bizde bir kurgu yapıncamı kötü olduk!
bak sana hiç bir hadis kitaplarında bulamayacığın abdulkadir geylaninin eserlerindeki yalan hadisler..;
Sırru’l-Esrar-Sırların sırrı’ isimli eserinden:
Geylani bu eserinde otuza yakın konu ele almıştır ve hemen her konuyu “kutsi hadis” diye çoğu uydurma sözlerle delillendirmeye çalışmıştır. Söz konusu kitamın çevirmeni dahi kutsi hadis diye pazarlanan “hadislerin” kaynağının bulunamadığını söylemektedir. Kutsi hadis ki, metni Allah’a dayanır. Kutsi hadis olacak ve kaynağı da bulunamayacak? Bu yakıştırmaları ancak meczup tasavvufcular yapabilir.
“Kapsayıcı (her şeyi özünde toplayan) hikmet, marifetü’l-hak’tır. Bununla amel de, marifetü’l-batın’dır” (sy. 21)
“Alimin uykusu, cahilin ibadetinden daha iyidir.”
“Şuphesiz, batın ilim benim sırrımdan bir sırdır. Onu kullarımın kalbine koyarım. Benden başka hiç kimse ona vakıf olamaz.” “İnsan benim sırrım; ben de onun sırrıyım.” (sy. 22-23)
Geylaniye göre bunlar kutsi hadismiş?
“Ariflerin kalplerinde has gözler vardır. O gözler, bakanların görmediklerini görür. Tüy olmaksızın uçtukları kanatları vardır. Onlarla alemlerin Rabbinin melekutuna uçarlar. İşte arifin batınındaki uçan şey, insan-ı hakikidir. O, Allah’ın habibi, mahremi ve arusudur. Nitekim Ebu Yazid el-Bistami (öl. 874-75) (rh) şöyle buyurmuştur: Allah’ın veli kulları, O’nu araisi (gelini)dir. Araisi ancak mahrem olanlar görebilir. Onlar, Allah katında üns perdesine bürünmüş durumdadırlar. Dünyada ve ahirette Allah’tan başka kimse onları göremez. Şu hadis-i kudside de bu durum ifade edilmiştir: “Veli kullarım kubbelerimin altındadır. Benden başka onları kimse göremez.” (sy. 24)
“Cismani ruhun dünyadaki kazancı, vilayet ve toprağın altından semaya kadar mülk âleminde mükaşefe ve müşehadedir. Rahiplik mertebelerinden kevni keramet(ler) de onun bir kazancıdır: Su üstünde yürümek, havada uçmak, tayy-ı mekân, çok uzaktan işitmek, bedenin sırlarını görmek vb. Ahiretteki kazancı ise: cennet, hur (huriler), saraylar, gılman (hizmetçiler), şarap ve diğer nimetlerdir. Konağı da, me’va cenneti denilen ilk cennettir.” (sy. 27)
Ey Allah(c.c.)’ın kulları! Bunlar nedir Allah aşkına! Rahip özentiliği, havada üçup kaçmalar, Allah’a ve Resulüne iftiralar, İslamın misyonu ve temel değerleri (Kur’an ve Sünnetin zahiri ile) dalga geçmeler. Tasavvufcu/sufi denilen bu meczup insanlar, ümmetin gözünün içine baka baka bu hezeyanları üretmiş, bunun adına da takva demiş. Ne diyelim! Biz uyarılarımızı yapıyor ve islamın temel misyonunu (önceki sayfalarda da deyindiğimiz gibi) hatırlatıyoruz. Kendim için ve akli selim insanlar için duam şudur ki, Rabbimizin bizleri bu hezeyanlardan, tılsımlardan uzak tutmasıdır.
“Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kur’an’ın bir zahrı, birde batnı vardır. Batının da bir batnı, hatta yedi ayrı batnı vardır. Başka bir hadiste “Allah, Kur’an’ı on batın üzere indirmiştir.” Gizli yönleri daha çok olan (ebtan) her şey, birçok ince hususu ihtiva ettiği için daha faydalı ve daha karlıdır. (sy. 28)
Kitabın çevirmeni dahi (Mehmet Eren) hadis adı altında pazarlanan bu uydurmaların kaynağı bulunamadı demektedir. Tasavvuf insanları Allah adına –Allah’ı kullanarak öyle bir efsunlayıp uyutmuş ki, bu uydurmalara şu soruları sormamış. Bunlar hadis ise neden kaynağı bulunamıyor? Bu sözler eyer hadis ise ( hele de kutsi hadis ise) bunları Ashab duymuş olmalıydı. Bunu duyduklarında niçin bu batınları anlamak için Peygambere sorular sormadılar? Niçin Ashab bu batınlarla ilgili bir kelam etmedi? Niçin siyer ve temel hadis kitaplarında bu batınlarla ilgili ashabtan gelen bir izaha rastlanmıyor. Daha karlı olan(!) bu batınlardan Ashab nasipsiz kaldığına göre yavan ve eksik bir islam mı yaşadı??
“İlimler tenelde dört çeşittir: 1) Emir, nehiy ve diğer ahkâmdan oluşan şeriatın zahiri.
2) Şeriatın batını ki, ona “tarikat ilmi” denir.
3) Tarikatın batını ki, ona “marifet ilmi” denir.
4) Batının batını ki, buna da “hakikat ilmi” denir.
(Bir müslümanda) bunların hepsi bulunması gerekir. Zira Resulüllah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şeriat bir ağaçtır, tarikat onun dalları, marifet yaprakları, hakikat da meyveleridir.” (sy. 31)
“Veliler, avama değil havasa gönderilir. Veli ile Nebi’nin arasındaki farklardan biri budur. Nebi avam ve havas herkese bağınsız olarak gönderilirken; mürşid veli sadece havasa, başkasına bağımlı olarak gönderilir. Zira velinin Nebi’ye uymama gibi bir gücü-kuvveti yoktur. Öğleki müstakil olduğunu düşürürse küfre düşer. Hz Peygamber’in (s.a.v.); Ümmetimin alimlerini Beni İsrail’in Peygamberlerine benzetmesinbin sebebi şudur: Beni İsrail’in Nebileri mürselin, yani Musa’nın şeraitine tabi oluyorlardı. Onlar (metinde alimler) başka bir şeriat getirmeksizin Musa’nın şeriatını tecdit edip, onun hükümlerini tekit ediyorlardı. Bu ümmetin veli alimlerinin durumu işte böyledir. Onlar emir ve neyiyde tecdidi, amelin en etkili-güçlü biçimde sağlamlaştırılması ve şeriat ehlinin arındırılması için havasa gönderilir. O arındırma marifet yeri olan kalbin tasfiyesidir. Bu veli alimler suffe ashabı gibi Nebi’nin (s.a.v.) ilmini anlatırlar. Suffa ashabı daha Nebi’nin yükselmesinden önce miracın esrarı hakkında konuşuyorlardı.
Veli, Nübüvvetin cüzü olan vilayet-i Muhammediyye’yi tamamlayıcıdır, bu cüzün batını olan yanında emanettir. Veli ile zahir ilmi tahsil edip, onu öğretmekle görevli olan kişi kastedilmez. Zira her ne kadar oda nebevi bilginin mirasçılarından ise de onun mirasçılığı zevi’l-ehramın mirasçılığı türündedir. Hâlbuki kâmil mirasçı, oğul makamında olan kişidir. Çünkü oğul en yakın asabedir. Çocuk, zahir ve batın olarak babanın sırrıdır. Bundan dolayı Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: İlmin gizli bir kısmı vardır. Onu ancak Allah teala’yı tanıyanlar bilebilir. Onlar bu ilimden bir şeyler anlattığı zaman, onu ancak dünya hayatına aldanmış gafiller inkar eder.
İşte bu Miraç gecesinde Nebi’nin (s.a.v) kalbine bırakılan, batının en batını otuz bin (bilginin) içinde yer alan sırdır. Hz. Peygamber bu bilgileri çok yakın ashabi ile suffe ashabı dışında avamdan hiçbir kimseye ifşa etmemiştir.” (sy. 38-39)
Geylani’nin “ dinin esaslarında ilim diye” sunduğu dört ilmin üçü de tarikat ve batın ilimlerle ilgiliydi. Bu batın ilimlerin Peygamber tarafından Miraç gecesi alındığını ve özel kişilere verildiğini söylüyor. Dönüp bu ilmi (ve uçtu kaçtı hezeyanlarını) inkar edenlerin de münafık ve deccal olacağını söylüyor. Şimdi biz (ki, buna ashabın büyük bir kısmı da dahildir ) bildirilmemiş olan bu ilme nasıl inananım? Allah (c.c.) bizi, Peygamberin bildirmediyi-haberdar etmediği ilemden nasıl sorumlu tutabilir? Eğer bu ilim kulluğun bir gereyi idiyse Peygamber kulluğun gereği olan bu bilgileri bizden gizlediğinden dolayı (haşa) görevini savsaklamış olmaz mı? Geylani daha da ileri gidip diyor ki; Peygamber daha Miraç’tan bu ilmi getirmeden önce suffa ashabı bunları (gaybi sırları) konuşmaya başlamıştı. Bu ne büyük bir iftiradır? “Veliler, vilayet-i Muhammediyye’yi tamamlayanlardır”, diyor. Demek ki Allah bu dini Peygamberi ile kemale erdirmedi- tamamlamadı da veliler geldi tamamladı (!) Bu iddia maide suresi üçüncü ayeti inkar deyimlidir?:
“…Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim...” (Maide . 3)
Abdülkadir Geylani, bizim okuduğunuz üç kitabında da yukarıda örneyini verdiyimiz, ilim-izan ve akıl dışı uydurmalarına o kadar yer veriyor ki, bunların hepsini aktarmak için hemen hemen kitaplarının tamamlarını aktarmamız lazım. Son olarak hiçbir aklı başında ilim adamının aklından geçmeyen hezeyenlarından da örnek vererek Geylani bahsini kapatalım.
Abdülkadir Geylani’den Peygamberlere iftiralar
Tasavvuf duayenlerinin hemen tamamı sözde bağlı oldukları Peygamberlerin dahi açıklarını (!) bulmuş ve daha takvalı (!) olma yollarını göstermişlerdir. Birde bazı iftiraları var ki, (bu onun ilk defa uydurduğu şeyler değil, bu uydurmalar tüm tasavvuf duayenlerin ortak üretimleridir) insanın kanını donduracak türden. İşte bunlardan bazıları:
“Önce ilim öğren sonra da onu uygula ve ihlâslı ol. Peygamberimiz (s.a.v.): “Önce öğren sonra uzlete çekil” buyurmuştur. (El-Fethu’r-Rabbani. Sy 149)
Bu söz toplumu tağutun elinden kurtarmaya gelmiş olan, temel görevi ve misyonu; “Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün”. ( Nahl. 36) tağutla mücadele olan bir misyon adamının-Peygamber’in “önce öğren sonra uzlete çekil” diyebililrceği söz olabilir mi? Böylesine bir misyon adamından bu söz çıkabilir mi? Bu (ve buna benzer yüzlerce söz) böylesine bir misyon sahibi söylenebilir mi?
“Yazık sana! Sen Allah’ı sevdiğin davasını güdüyorsun ama başkalarını seviyorsun. Safa, Allah sevgisiyle olur, ötesi bulanıklıktır. Sen safayı başkasının sevgisiyle bulandırırsan O’da senin işini bulandırır. İbrahim’e, Yakub’a (a.s) yaptığını sana da yapar. Onlar kalplerindeki bir yangın sebebiyle oğullarına aşırı eğilince onlara oğulları hakkında ibtila verdi. Peygamberimiz (s.a.v.) torunları Hasan ve Hüseyin’e aşırı sevgi besleyince Cebrail (a.s.) geldi ve “Onları seviyor musun?” dedi. O da “evet” cevabını verdi. O zaman Cebrail “Onlardan birisine zehir içirilecek, biri de öldürülecek” dedi. Öyle söyleyince Peygamberimiz onların sevgisini kalbinden çıkarıp kalbini mevlası için boşalttı. Onlardan duyduğu neşe de üzüntüye dönüştü. Allah (c.c.) Peygamberlerinin, velilerinin ve güzel kullarının kalbini başkalarından kıskanır. (age, sy. 209)
“Peygamberimizin gönlü Aişe’ye (r.a.) birazcık kayınca Aişe’nin başına iftira (İfk olayı) geldi ve Peygamberimiz günlerce onu göremedi. Bundan dolayı sen başkasıyla değil, Allah’la meşkul ol, O’ndan başkasına yaklaşma. Yaratılanları kalbinden dışarı at, uzaklaştır, kalbin her şeyden arındır. (age, sey 173)
“Adem (a.s.) kalbi cennet sevgisiyle oyalanıp da orada kalmayı arzulayınca cennetten uzaklaştırıldı ve tasak meyveyi yemesi sebebiyle de oradan çıkartıldı. Kalbi Havva’ya meyletti, ondan da ayrıldı ve aralarına üç yüç yıllık yol girdi.” ( a.g.e, sy. 172)
Bunlar nasıl iftiralardır, Allah aşkına. Hz. İbrahim’in, Hz. Yakub’un oğullarına olan aşırı sevgisi Allah’a olması gereken sevgiyi gölgede bıraktığından dolayı Allah (c.c.) çocuklarını onlardan ayırmış… mış. Yine Hz. Muhammed (s.a.v.)’in eşi Hz. Aişe’ye olan aşırı sevgisi, Allah’a olması gereken sevgiyi gölgede bıraktığından dolayı Hz.Aişe’yi iftiraya müptela kılarak Peygamberi eşine hasret kılarak kendi sevgisini hatırlatmış… mış! Ha keza Hz. Âdem’in cennet ve eşi Havva’ya olan sevgileride bu türdenmiş. Bu insanlar nesıl bir müslümanlar? Bu kadar bariz iftiraları yapmaya nasıl cesater edebiliyorlar? Burada bu örnekler üzerinden Peygamberlerin “Allah sevgileri” de küçük görülüyor, ya da tenkit ediliyor. Bizim bu hasta kafalı insanları tenkit etmemizi “haddi aşmak- ukalalık” şeklinde değerlendirenler.., bu bariz iftiralara ne diyecekler acaba?
Allahu Teâlâ ölüleri nasıl dirirteceğine misal olsun diye Kur’an’da şöyle bir kıssa anlatır:
“Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona
"Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir." ( Bakara. 259)
Bir defa kıssa da görüldüğü gibi bu merak’ı dile getiren insanın ismi geçmiyor. İkincisi bu olaya muhatap olan kişi sadece merağını dile getirdiğinden dolayı Rabbi ona bu olayı somut bir biçimde gösteriyor. Ama tasavvufun duayeni sayılan Geylani’ye göre bakın bu olay nasılmış:
“İbret al. Sen kaderinde ve kazasında Allah’a karşı çıkıp dururken yarın hangi yüzle O’nun huzuruna çıkacaksın? Karşı çıkmayı, didişmeyi bırak. Üzeyr Peygamber (a.s.) ‘İnsanları yaratıyor sonra da azap ediyorsun’ deye Rabbine karşı geldi de Allah onu Peygamberlik divanından sildi. Onu görevinden alıp yüz yıl öldürdü. Sonra yeniden diriltti ve görevini yeniden verdi.” (age, sy. 337)
Bu nasıl bir iftiradır! Bir peygamber adeta Allah’a çıkışıyor (!) Allah’ta bu çıkışına karşılık onu yüz yıl ölüm cezası ile cezalandırıyor, sonra tekrar diriltip peygamber olarak gönderiyor! Kur’an’ın ve Sünnetin-(sahih) Hadislerin haber vermediği ve selim aklın kabul etmediği bu hurafeleri bu adamlar nereden buluyor? Bunlar olsa olsa ruh hasatsı insanların ya da cin ve şeytanların vevimleriyle hareket eden insanların ürettiği işler olabilir. Yok deyilse Allah’hınızın aşkına, bu yezeyanları “ilim ve akıl” ölçeyinde nereye otutturacaksınız???