Vesîle ve tevessül

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
1] Buhârî, Sahîh (1010)
[2] Mâide:35

[3] Zümer : 62

[4] Saffat: 96

[5] [Buhârî, Halku'l-Ef’âl Beyhekî, el-Esmâ ve’s-sıfât Huzeyfe radıyallahu anhu'dan], Et-Teysîr:1/254

[6] [Hâkim, el-Mustedrek’de Huzeyfe radıyallahu anhu’dan. Sahîhtir, dedi.], Et-Teysîr: 1-254.

[7] Şevkânî, Ed-Dürru’n-Nadîd (er-Resâilü’s-Selefiyye): 148

[8] Bu ma'nâ, İbnü Hacer'in tercîhidir. O, و ابيض يستسقى الغمام(ve ebyada yüsteskâ…) ibâresini önceki beyitte geçen
(ترك قوم سيداما)(mâ tereke kavmun seyyiden)deki سيدا(seyyiden)’e atfederek ابيض(ebyeda)’da mef’ûliyyet üzere nasbı râcih buluyor. [Fethu'l-Bârî (Dârü’l-Fikir baskısı):3/184-185]

[9] Ahmed İbnü Hanbel: (2/93), Buhârî (Muallak olarak) (1009), İbnü Mâce: (1272) Rivâyet Sahîhtir.

[10] [Fethu’l-Bârî: 2/397], Kevserî, Makâlât:389

[11] İbnü Kesîr, El-Bidâye: 8/93-94 İbnü Kesîr bu rivâyetin isnâdının sahîh olduğunu söyledi.

[12] İmâm Sübkî, Şifâu’s-Sikâm: 144-145

[13] İmâm Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, (Dâru’l-Fikir): 7/304 (Md:1295)

[14] İbnü Ebi Şeybe, el-Musannef (6/356-357, H: 32002)

[15] İbnü Hacer, el-Feth: 3/183-185 (Dâru’l-Fikir), Kevserî, Mahku’t-Tekavvul’den kısaltarak, Makâlât: 388-389

[16] Zehebî, Mîzânü’l-İ’tidâl:2/224

[17] Fethu’l-Bârî Hâmişi (Dârü’l-fikir): 3/184

[18] İmâm Buharî, Et-Tarîhu’l-Kebîr (Dârü’l-Fikir): 6/209-210

[19] Tirmizî, Sünen: (H:3578)

[20] İbnü Mâce, Sünen:1/157, (H:1385), Dârü’l-Ma’rife.

[21] Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle (H:660),

[22] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/166,167,168

[23] Beyhekî, Delâilü’n-Nübüvve: 6/167,

[24] İmâm Kevserî, Makâlât:389-390.

[25] İbnü Huzeyme, Sahîh… Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)

[26] Hâkim, Müstedrek: (1/526) Münzirî, Et-Terğîb ve’t-Terhîb (Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî:128, H:1008)”

[27] El-Kebîr (9/30-31 )

[28] Es-Sağîr (Er-Ravdu'd-Dânî:1/306-307).

[29] El-Kaidetün-Celîle’de; 98

[30] Beyhakî, Delâilü'n-Nübuvveh, Sahîh olan iki isnâd ile: 6/167-168

[31] El-Heysemi, Mecmauz-Zevâid’de (2/279)

[32] El-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb:129 H:1008

[33] Kevserî, Makâlât: 391

[34] Kâidetün Celîle: 96-97

[35] Aynı yer

[36] Aynı yer

[37] Er-Reddü’l-Muhkem:155-156

[38] Metnin tefsîri, takyîd, îzâh, tâ’mîm ve benzeri mâhiyette veya onunla alâkasız olarak râvînin sarfettiği sözlerin, hadîsden zannedilerek rivâyete eklenmesi şeklinde olan idrâc ise, evvelâ bir yanlışlık eseri olarak metne ilâve edilmişti. Bunun bilinerek veya bi lenlere aktarılmaya devâm edilmesinde ise zarar yoktur.

[39] Üstelik bir yandaki düa, öte yandaki tevessüle ve vesîle olmaya mâni' de de ğildir.

[40] Kaidetün Celîle:93. satır: 9

[41] Parantez arası yer, Kâidetün Celîle Hâşiyesinde/dip notunda yer alan başka bir rivâyetten yapılan nakilden ilâvedir.

[42] [İbnü Teymiyye, Kâidetün Celîle: 94 (Bizdeki Nüshada, s: 91)], Muhammed Alevî Mâlikî, Mefâhîm: 132

[43] [İbnü Teymiyye, Kâidetün Celîle: Aynı yer. (Bizdeki Nüshada, s: 91)], Muhammed Alevî Mâlikî: Mefâhîm:132
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
VESîLE VE TEVESSÜL (3)
Hüseyin AVNİ
---------------------------------------------
(Altıncı Hadîs)
Fâtıme Binti Esed Radıyallâhu Anhâ Hadîsi
---------------------------------------------
Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
(Allah celle celâlühû'dur canlandıran ve öldüren. O'dur diri ve ölmeyecek olan. (Ey Allah’ım!) Nebîn sallallâhu aleyhi ve sellem ve benden evvelki nebîlerin hakkıyla/hürmetine, anam Esed kızı Fâtıme’yi bağışla, O'na hüccetini telkîn eyle ve gireceği yeri (kabrini) O'na geniş eyle.)[1]
---------------------------------------------
Hadîs'in Senedinin Tahlîli
---------------------------------------------
Hâfız Ğumârî, şöyle diyor: Hâfız Nûruddîn el-Heysemî, Mecma'u'z-Zevâidde şöyle demektedir: Ravh İbnü Salâh'ın dışındaki râvileri Sahîh'in râvîleridir. O'nu (Ravh'ı) da İbnü Hibbân ve Hâkim sika/sağlam ve güvenilir bulmuşlardır. (وفيه ضعف)/(Ve fîhi da'fun)/onda bir parça zayıflık da vardır. (Heysemî'nin sözü bitti.)
Ben (Ğumârî) de derim ki; Ravh İbnü Salâh, İbnü Seyyâbe İbnü Amr el-Hârisî'dir. Ebû'l-Hars diye künyelenir. İbnü Yûnus O'nu Târîhu'l-Ğurebâ’da zikreder ve şöyle der: Mavsıl'dan olup Mısır'a gelmiş ve orada hadîs rivâyet etmiştir. Ondan münker rivâyet edilmiştir. İbn-i Adiy O'nu el-Kâmil'de zikretmiş, O'ndan iki hadîs rivâyet etmiş ve “hadîsleri çok oluphttp://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn2[2] bazılarında münkerlik vardır”, demiştir.
Dârekutnî, O, hadîsde zayıftır demiştir. İbn-i Hibbân O’nu es-Sikât(isimli kitâb)dahttp://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn3[3]zikretmiştir. Hâkim, sika ve emniyet edilecek birisidir, dedi. İkiyüz otuz üçte vefât etti.
Şu hâlde hadîs, İbnü Hibbân ve Hâkim'in görüşlerine göre Sahîhdir. Çünki onların şartlarına göredir. Dârekutnî ve İbn-i Adiyy'in görüşlerine göre ise zayıftır. Lâkin zayıflığı (sağlamlığa) yakın ve katlanılabilecek bir zayıflık olup şıddetli bir zayıflık değildir. Çünki onlar Ravh'ı, rivâyetini terk etmeyi îcâb ettirecek bir zayıflıkla suçlamadılar. Aksine O'nu zayıf bulmaktaki ibâreleri, cerh'de hafîf olan ibârelerden kabûl edilirler. Bu dediğimizi, önceden Heysemî'den nakletmiş olduğumuz O'nda bir parça zayıflık da vardır sözü dahî te'yîd etmektedir. Zîrâ bu ibâre, hadîs ve ricâl kitâblarından da bilineceği gibi, zayıflığın azlığı ve hafîfliğini ifâde eder.http://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn4[4]
El-hâsıl bu hadîs, zayıflığı hükmüne rağmen (müctehid) imâmların ahkâm husûsunda delîl getirdiği zayıf hadîslerin bir çoğundan daha güzel ve daha kuvvetlidir. Nitekim bununla şu hadîsler tartıldığında bu dediğimiz bilinecektir…
Şaşılacak bir husûstur ki, (zayıftır iddiâsıyla bu hadîsi karalamaya çalışan) şu tâifenin kendisi, murâdlarına uyduğu vakit zayıf hadîsle amel edebiliyor ve onu sahîh hadîsin önüne geçirebiliyor. Nitekim, bid'atları ve sapıklıkları için delîl getirdikleri hadîslere vâkıf olundukta bu (dediğimiz) bilinecektir. Bu ise, (hadîslerle), gazâbı îcâb ettiren bir oynamadır. (Ğumârînin sözü bitti.)[5]
Taberânî'nin el-Kebîr'inin muhakkiki(!) ve nâşiri de şöyle söylüyor:
Bu hadîsi Musannif (Taberânî) el-Evsat'ta (356-357, Mecmau'l-Bahreyn) dahî rivâyet etti ve bunu Âsım'dan sâdece Süfyân rivâyet etti. Bu hadîsle Ravh İbn-i Salâh teferrüd etti/tek kaldı. Heysemî el-Mecma(9/257)'de, O(nun isnâdı)nda Ravh İbn Salâh vardır. İbnü Hibbân ve Hâkim onu sağlam bulmuşlardır. O'nda bir parça zayıflık da vardır, demiştir. Bunu Musannif yoluyla Ebû Nüaym da el-Hilye(3/121)'de rivâyet etmiştir.
Şeyhimiz (Elbânî)(!) Silsiletü'd-Daîfe(rakam:23)'de Heysemî'nin el-Mecma'daki diğer râvîleri sahîh'in râvîleridir sözüne, Ahmed İbnü Hammâd her ne kadar sağlam birisiyse de, Sahîh sâhibleri ondan rivâyet etmediler, Ondan sâdece Nesâî rivâyet etti diyerek i'tirâz etti.
Ravh İbnü Salâh'a gelince. Her ne kadar İbnü Hibbân ve Hâkim O'nu sağlam buldularsa da, bu ikisi tesâhül/gevşeklik ile tanınan kimselerdir… Oysa, O'nu zayıf bulanların cerh'i şu tenkîd imâmlarından müfesser/açıklanmış bir cerhdir. O da münkerleri rivâyet etmesidir. Böylesi bir râvî hadîsi rivâyette yalnız kalırsa o rivâyet ile hüccet ileri sürülmez. Şu hâlde hadîs zayıftır.http://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn6[6](Bitti.)
Deriz ki; Aslında Allâme Ğumârî, derin bir vukûfla söylenilecek olanları söyledi. Lâkin biz ilmi ve idrâki ma’lûm muhâtabların seviyelerini hesaba katarak, sözü fâideli uzatmak manasında olan ıtnâb yoluyla biraz daha uzatıyor ve diyoruz ki;
(Bir): Hasen rivâyetlerin râvîleri, elbette müfesser/sebebi açıklanmış bir cerh ile Sahîh'in râvîsi olmaktan düşerler. Durub dururken düşmezler. Bu müfesser olan cerh sebebiyle şu hadîse Hasen denilmiştir. Yoksa mübhem olan cerh belli şartlarla râvînin sağlamlığına zarar vermezdi. Boşuna bilgiçlikler sergilenmektedir…
(İki): Şu tenkîdçilerin tenkîdinin hafîf cerh olduğu ve bunun râviyi en fazla Hasenlik mertebesine düşürebileceği gösterildikten sonra bu çok bilmişçe uzatmalar hepten gevezelik olur.
(Üç): Mütekaddimûn'un yani, önceki hadîsçilerin dilinde Münker ta'bîrinin râvî tarafından teferrüd edilen Ğarîb ma'nâsında kullanıldığı erbâbınca bilinen bir husûstur.http://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn7[7] Nitekim, Ravh, bunu rivâyet etmekte tek kaldı ifâdesi de şu dediğimizi te'yîd etmektedir. Muteahhırûn/sonraki âlimlere göre ıstılâh edinilen Münker zayıflık sebebi ise de, teferrüd ve ğarabet mutlak olarak zayıflık sebebi değildir. Dolayısıyla Ravh'ın münker rivâyetleri demek rivâyette tek kaldığı haberler demek olabilir ki, bu, rivâyetinin her hâl ü kârda zayıflığını îcâb ettirmez.
(Dört): İbnü Hibbân ve Hâkim'in sözü edilen tesâhülü/ gevşekliği mutlak olsaydı, eserleri Sahîh ismine lâyık görülmezdi. Aksine, tahkîk odur ki, Onlar, Hasen’i de Sahîh’in mertebelerinden bir mertebe kabûl etmişlerdir ve bu onlara göre bir ıstılâhtır.http://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn8[8] Dolayısıyla bu husûsta Onlara i'tirâz edilmez. Hasen, ister Sahîhin bir kısmı ma'nâsında nev'i/çeşiti olarak, isterse onun kasîmi/mukâbili ve karşıtı olarak kabûl edilsin, hadîs âlimlerinin çoğuna göre makbûl bir delîldir.
(Beş): İbnü Adiyy ile Dârekutnî cerh ve ta'dîl imâmıdır da, İbn-i Hibbân ile Hâkim tenkîdçi imâmlardan değil midir?.. Elbette Onlar da Cerh ve Ta'dîlde ictihâdlarına mürâcaat edilecek nükkâddan/tenkîdçilerdendirler. Nitekim bu, Cerh ve Ta'dîl kitâblarına âşina olanlara ma'lûmdur. Öyleyse işinize geldiği yerde cerh ve ta'dîl imâmlarının bir kısmını silip atmak ve canınız istediği kimselerin anlamadığınız ifâdelerine sarılmak da ne oluyor?
(Altı): Hüccet olmamak hiçbir işe yaramamak demek değildir. Bazen başka delîllerin ve mes'elenin te'yîd ve takviyesine yaraması da yeterlidir.http://www.darusselam.com/reddiyeler/189-vesile-ve-tevessuel-3-.html#_ftn9[9]Üstelik bir hadîs, Hasen li ğayrihî bile olsa, Cumhûra göre tek başına delîl olmaya yeterlidir. Kaldı ki, bu rivâyet şu kadar da aşağı düşmez. Aksine, bir görüşe göre Sahîh başka bir görüşe göre de Hasen’dir.
(Yedi): Sahîh'in râvîsi demek, her zaman Sahîh ismi verilen Buhârî mi veya onun gibi Sahîh olan belli kitâbların bir râvîsi mi demekdir? Yoksa bazen sikalığı bir rivâyeti sahîh yapmaya yetecek seviyede olana da şâmil midir, değil midir? Belki Heysemî kendine âid bir ıstılâh olarak geniş yelpâzeli bir ma'nâyı murâd etmiştir? Bütün bunları kesin hatlarıyla bilib zabtetmeden Heysemî'ye i'tirâz edilmez. Hem, râvî sika/sağlam oldukdan sonra, asıl mes'eleye nisbetle böylesi bir tâli noktadaki i'tirâz, sâdece mes'eleyle alâkasız faydası olmayan bir ma'lûmâtfuruşluk ve sözü uzatmak olur.
(Sekiz): İbnü Adiyy ile Dârekutnî, sâdece şu isnâdda geçen bir râvî için zayîfdır dediler; râvî bu rivâyette olması bakımından zayıftır demedikleri gibi, bu rivâyet için de zayıftır demediler. Üstelik râvîdeki zayıflık da bir çok yanıyla ictihâdî bir husûs olduğu gibi, bu zayıflık’ın isnâdı zayıf yapıp yapmayacağı dahî ictihâd ile alâkalı bir husûstur. Hem de râvîdeki bu zayıflık tek başına olarak isnâdı zayıf yapmaya her zaman yetmeyebilir. Veyâ, şu isnâd, başka bir takım telâfîler ile zayıf olmaktan kurtulabilir. Dolayısıyla, şu iki imâmın bu isnâdla alâkalı olmaksızın üzerinde konuşulan râvî hakkındaki hükümlerinden kalkarak sadedinde olduğumuz isnâda zayıflık damgası vurmak, ehli olmayanlarca yapılan yeni ve başka bir saçma sapan ictihâddır.
(Dokuz): Bir an tenezzül edip, rivâyetin zayıf olduğunu kabûl edelim ve soralım: Bu zayıf hadîs sizin o zayıf aklınızın görebildiği mücerred re'yinizden de mi zayıftır? Zayıf hadîs hadîsçilere göre en kuvvetli mücerred/salt görüşten daha kuvvetlidir.
(On): Hâsılı, bu hadîs Sahîh veya en azından Hasen’dir. Bundan aşağı düşmez. Nitekim Allâme Hâfız Abdullah el-Ğumârî, böyle demiştir.[10]
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Hadîsin Delîl Olarak Gösterilecek Yeri
---------------------------------------------
Bu hadîsden, yaşayanın yanında, Âhiret'e göçen Nebîlerin ve dolayısıyla sâlihlerin zâtlarıyla da tevessül edilebileceği anlaşılmaktadır.
--------------------------------
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
(Yedinci Hadîs)
Hz. Ömer Radıyallâhu Anhu Hadîsi
---------------------------------------------
(Âdem aleyhisselâm, hatâ işlediğinde şöyle dedi: Ey Rabbim! Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem hakkı ile (onun hürmetine), senden, beni affetmeni istiyorum…. (Allah da şöyle buyurdu; Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem olmasaydı seni yaratmazdım.)[11]
İmâm Sübkî[12] ve Kastallânî,[13] şu hadîsin sahîh olduğu kanâatindedirler. Süyûtî,[14] hadîsin bazı tariklerinin zayıf olduğunu söylediyse de, hadîsin aslının bazı şâhid ve mütâbi’lerle Sahîh Liğayrihî olduğu kanaatine varmıştır.[15] Kezâ Zürkânî de rivâyeti Sahîh kabûl etmişdir.[16]
Bu hadîsten, sâlih birisi ile O doğmadan evvel tevessül edilebileceği anlaşılıyor.
---------------------------------------------
Hadîsin Senedinin Tahlîli ve Elbânî’nin Hadîsle Alâkalı Olarak Söyledikleri
---------------------------------------------
Elbânî, ilmî sefâlet ve rezillikler çöplüğü olan ve buna ilâve olarak da, berbat bir tercümesiyle şu perişanlığı kat kat artan Tevessül isimli kitâbında, şöyle dedi: Zehebî şöyle diyor: Bana göre bu isnâd zayıftır. Abdurrahman’ın bulunması hayret vericidir.[17] Abdurrahman İbn-i Eslem el-Fiherî ise, bunun kim olduğunu bilmiyorum. Ben (Elbânî) de diyorum ki, El-Hâkim, el-Müstedrek’de kendi kendine çelişkiye düşmüştür. Zîrâ, 3/332’de adı geçen Abdurrahman’dan rivâyeten başka bir hadîsi sahîh görmediği hâlde bunu rivâyet etmiştir. Ayrıca, (Hâkim), Buhârî ve Müslim’in Abdurrahman İbnü Zeyd’i hüccet olarak kabûl etmediklerini de söyler.
Bana göre[18] ez-Zehebî el-Mîzân’da bu el-Fiherî’ye yer vererek ona hadîs isnâd ettikten sonra bunun batıl bir haber olduğunu söyler. İbnü Hacer de el-Isâbede (3/360) aynısını söylüyor ve ilâveten el-Fiheri hakkında şöyle diyor: Emsali olduğundan, muhtemelen bu ondan önceki kişi olabilir. Bildiğim kadarıyla ondan önceki kişi, Abdullah İbnü Müslim İbni Rüşeyd’dir. İbnü Hacer diyor ki; İbnü Hibbân O’nu zikretti. Hadîs uydurmakla ithâm edilmekte olup, hadîsleri Leys, Mâlik ve İbnu Lehîa’ya yüklemektedir.[19] Onun Hadîs kitâbı yoktur.[20] Sanki varmış gibi İbnü Halbe’den bir nüsha rivâyet eden de işte odur.
Ben (Elbânî) de diyorum ki;[21]Bu hadîsi et-Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir’de (sh.207) şu şekilde rivâyet etmiştir: Muhammed b. Davud b. Eslem es-Sadefi el-Mesci, Ahmed b. Said el-Medenî, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’ den rivâyet eder. Bu sened biraz karanlıktır. Zîrâ Abdurrahman’ın dışında hiçbiri tanınmıyor. İbn Hacer ve el-Heysemî de buna işaret etmişlerdir. Zîrâ Mecmau’z-Zevâid’de (c.8 sh. 253), ‘et-Taberani, el-Evsat ve es-Sağir’de bu hadîsi rivâyet etmişlerdir. Senedinde tanımadığım râvîler vardır dedi. (Elbânî'nin sözü bitti.)
Hâsılı,Elbânî’nin fuzûlî uzatmaları sürüb gitmekte;nihâyetO, bu rivâyeti, dört noktadan hareketle uydurma olarak göstermeye çalışmıştır:
(Bir): Senedinde, Abdurrahman İbnü Zeyd İbni Eslem, bulunduğu,
(İki): Abdullah İbnü Muslim el-Fihrî’nin uydurma rivâyetleri olan râvîlerden olduğu,
(Üç): Değişik yollarında, Merfû'’ mu, yoksa Mevkûf mu olduğunda ıztırâb[22]bulunduğu,
(Dört): Kur'ân’a ters olduğu, iddiâları…
Şu dört şübhe ve vesvese karşısında اعوذ بالله من الشيطان الرجيم diyerek,
Deriz ki,
((Bir)): Bu rivâyet, Kurân’a değil, O’nu anlayabilecek ilim, akıl, idrâk ve hidâyetten mahrûm olan mantar kafalara ters gelmiş olabilir. Bu ise mü’minlerce mühim değildir. Oysa, imâmları İbnü Teymiyye hadîs’i[23] uydurma i'lân etse de, ma'nâsının, bir takım âyetler istikâmetinde bazı yönleriyle doğru olabileceğini söylüyor.[24]
Eh, boynuz kulağı geçer derler ya...
Bid’atçı câhil Elbânî kitâbında,[25]Bu hadîsin zımnen, Âdem aleyhisselâm’ın, Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem ile tevessül ettiği için affedildiği fikrini verdiğini, oysa, Allah celle celâlühû’nun âyette buyurduğuna ve Hâkim’in, Müstedrek’te (3/546) İbni Abbas'dan yaptığı sahîh bir rivâyete göre bunun tevbe ile olduğunun bildirildiğini uzun uzun anlattıktan sonra, Şu tevessül hadîsinin Kur'âna ters, dolayısıyla da bâtıl olduğunahamd ediyor. Câhilliğin ve geri zekâlılığın gözü kör olsun. Günahlar, elbette tevbe ile de affedildiler. Allah celle celâlühû isteseydi, onları tevbesiz de affederdi. Nitekim -hâşâ- küfre girmemişlerdi. Ancak, Hâfız Muhaddis İmâm Cezerî’nin el-Hısnul-Hasîn’inde de dediği gibi, düânın âdâbından biri de tevessüldür.[26]Âdem aleyhisselâm da bu edebe bürünerek tevbe ve düâ etti. Ortada ne çelişki var?.. Görünen o ki, rahatsızlık, birilerince Şer’î bir edebe riâyet etmekten kaynaklanıyor. Edebsizlik diz boyu değil, kulaklara kadar gelmiş.… Tevessül etmeden tevbe etseydi affedilmeyecekti diyen mi vardı?.… Olmadığına göre…
Üstelik, günah sebebiyle yapılan Tevessül, ne maksadla yapılıyor? Elbette affedilmek maksadıyla. Öyleyse yapılan, dolayısıyla bir tevbedir ve tevessül ameli, şu tevbe için atılan bir ön adım olup onun âdâbındandır.
((İki)): Merfûluk[27] ile Mevkûfluk[28]arasında her zaman çelişki olmayabilir. Olabilir ki, Sahâbî onu bazen Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözü olarak aktarmıştır; bazen da, iktibas veya Telmîh[29] yoluyla kendi sözü olarak söylemiştir. Bir çok sahîh hadîste bunun misâli vardır.
Bir de, böyle bir ğaybla alâkalı mevkûf rivâyet, Hadîs Usûlculerine ve diğer âlimlere göre söz birliği ile Hükmen Merfû’dur. Dolayısıyle ortada kesinlikle bir çelişki yoktur.
((Üç)):Abdullah İbnü Muslim el-Fihrî’nin, uydurmacı bir râvî olduğunu kimse söylemedi. Elbânî, yalan söylüyor. Zehebî, kim olduğunu bilmiyormuş. Bu kadarı doğru; gerisi yalan. Zehebî’nin bilmemesi, her zaman ve bilhassa başkası bildiği zaman zarar etmez. Başkası biliyor ya. Bu yeter…Bu zât, bilinen birisidir. Beyhekî’nin, Delâil’indeki isnâdda, İbnü İshâk İbni Râhûye, O’ndan Mısır’da rivâyet ettiğini ve O’nun Ebû Ubeyde İbnü Cerrâh’ın tâifesinden olduğunu haber verdi. Bu, az da olsa O'nu bir tanıtmadır.(Üstelik O, bunu rivâyet etmekte yalnız kalmamıştır.)
Bu râvîye Abdurrahman’dan rivâyetinde, Taberânî’nin es-Sağîr’in-de ve Âcürrî’nin eş-Şerîa’sında mütâbi’ler vardır. Beyhekî, Delâil’inde uyduruk rivâyet koymamayı bir esas olarak tutmuştur ve hadîs’in isnâdını Abdullah’la değil de Abdurrahman'la zayıf kabûl etmiştir. Bu da O’nun Abdullah’ı uydurmacı veya zayıf kabûl etmediğini göstermektedir.[30]
((Dört)): İbnü Hacer ne bu râvî, ne de bir önceki kendi tabakasından olan, Abdullah İbnü Müslim İbni Rüşeyd hakkında kınama yollu hiç bir söz etmemiştir. Elbânî O'na iftirâ ediyor. O, (el-İsâbe’de değil de,) Lisânu’l-Mîzân’da(3/360), Zehebî’nin dediklerini naklediyor. Sadece, Fihrî için, Bunun, önceki, Abdullah İbnü Müslim İbni Rüşeyd olmasını uzak bir ihtimâl görmüyorum. Çünki onun tabakasındandır,Abdullah İbnü Müslim İbni Ruşeyd için de, Zehebî’nin İbnü Hibbân’dan yaptığı nakil akabinde (انتهي)intehâ/bitti dedikten sonra İbnü Hibbân’ın sözünün kalan kısmını ilâve etti ve kendinden olarak sadece Hatîb, Abdullah’ın babasını şeddelemekle (Müsellem şeklinde), dedesini de tasğîrle (Rüşeyd şeklinde) harekeledi, ifâdelerini kullandı. Elbânî, Lisân’daki(انتهي) intehâ/bitti sözünün öncesinin, Zehebî’ye sonrasının da İbnü Hacer’e âid olduğunu[31]bilmiyorsa, kötü; zavallı bir câhil. Biliyorsa, daha kötü; hâin.
Tercüme maskaralık ve gülünçlükleri de işin cabası…
((Beş)): Bir de, Zehebî’nin bilmemesi ileİbnü Hacer’in zayıf ihtimâli ne zamandan beri kesin ilim oldu? Nasıl oldu da, bilmeme ve ihtimâl, İbnü Hibbân’a göre, hakkında açıklamalı cerh olmayan râvîlerde asıl olan güvenilirliktir[32] temel esasından ağır geldi.
((Altı)): Bir de, Hâkim, Beyhekî ve Sübkî’nin ifâdelerinden el-Fihrî’nin onlara göre sika/güvenilir olduğu anlaşılıyor. Zîra, tenkîd yerinde susmak bunu ifâde eder.
Buna ne demeli?.. Uçtuysa bile keçidir mi diyeceksiniz?..
((Yedi)):Abdurrahman İbnü Zeyd İbni Eslem üzerindeki şamatalara gelince… Bu zât hakkında söylenenlerden bazıları: “Kardeşi ondan daha güvenilirdir”, “Zayıftır”, “Bir şey değildir”, فيه ضعف “Fîhi da'fun/Onda biraz zayıflık vardır”,[33] “İşi ibâdet ve riyâzettir”,[34] “Hadîsde zayıftır”, “Hadîsde kuvvetli değildir; kendinde sâlih, hadîsde de zayıftır. İbn-i Ebî’r-Ricâl’den iyidir”, “Babasından uydurma rivâyetler haber verdi”, “Ne dediğini bilmiyor”, “Zayıflığı, haberi uydurma yapacak mertebede değildir”, (Sübkî), “Hasen hadîsleri vardır”, “Âlimlerin ilim aldığı kimselerdendir. Bazıları onu sadûk buldular. Hadîsi yazılanlardandır” (İbn- Adiyy),
Güvehilir kabûl edilmiştir” (Münzirî.)[35]Buhârî ve Müslim’in şartında değildir” (Hâkim), “(Bulunduğu isnâd için ) sahîhtir” (Hâkim)
Kevserî şöyle diyor:Abdurrahmân İbnü Zeyd’i, Mâlik zayıf kabûl etti ve bu hükümde diğer bir takım kimseler O'na tâbi'oldular. Ancak O (İbnü Zeyd), yalanla ithâm edilmemiştir. Aksine, yanılmakla ithâm edilmiştir. O'nun gibi birinin rivâyetleri elenir, bazıları seçilir. Hâkim de, bu rivâyetin Mâlik'in kabûl ettiği rivâyetlerden olduğunu görünce, böyle yaptı.
((Sekiz)):İmâm Mâlik bu rivâyeti kabûl etmiştir: İbnü Humeyd, Mâlik’den, (Kendisine Kıbleye dönüb de mi düâ edeyim, yoksa yüzümü Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e mi çevireyim diye soran Halîfe) Ebû Ca’fer’e, Niye Ondan yüzünü çevireceksin, O, senin ve baban Âdem aleyhisselâm’ın vesîlesidir dediğini rivâyet etmiştir. İmâm Mâlik, (Abdurrahman’dan gelen) haberin doğruluğunu kabûl ettikten ve O'nu delîl olarak ileri sürdükten sonra, Abdurrahman'dan (şu rivâyette) yanılma ve zabt azlığı töhmeti kalkar. Ki, bununla O'nu ithâm edenler, sadece Mâlik’e uyuyorlardı, O'na dayanıyorlardı. Abdurrahman İbnü Zeyd, her haberi reddedilecek kimselerden değildir.
((Dokuz)):İşte size, ŞâfiîEl-Ümm’de ve Müsned’inde Allah’ın dîni(nin mes’eleler)inde O'nun bazı hadîslerini delîl getirmektedir.[36] Bu sebeble, bu hadîsi Sahîh kabül etmesinde, Hâkim kınanamaz. Aksine, doğru olan, bu(isnâdı Sahîhtir hükmü)dur. Ancak, Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’in fazîletlerini işittiğinde göğsü daralanlara göre doğru olmayabilir.
((On)):(Süâl): Peki, İmâm Mâlik’in Abdu’r-Rahmân İbnü Zeyd’in şu rivâyetini delîl kabûl ettiğine dâir haberin isnâdı sahîh midir?
(Cevâb): İmâm Mâlik’in, Şifâ’daki rivâyeti: (Kâdî İyâd, bu haberi, Şifâ-i Şerîf’de, Kâdî Ebû Abdirrahmân el-Eş’arî, Ebû’l-Kâsim Ahmed b. Bakıyy el-Hâkim ve bir çoklarından, (Onlar) İbnü Dilhâs’dan. (O), Ebu’l-Hasen Ali b. Fihr’den, (O), Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ferec’den, (O), Ebû’l-Hasen Abdullah b. Müntâb’dan, (O), Ya’kûb b. İshâk b. Ebî İsrâîl’den (O), İbnü Humeyd’den (O da), Mâlik’den rivâyet etti.)
Mâlik’in, Ebû Câfer’e soylediği zikri geçen sözüne gelince… O, Kâdî İyâd’ın Şifâ’da güzel bir senedle yaptığı rivâyettir. Seneddeki İbnü Humeyd, Tekıyy es-Sübkî’nin zannının aksine, ağır gelen görüşde Muhammed İbnü Humeyd er-Râzî’dir. Lâkin, şu Râzî’nin hâli, Şems İbnü Abdi’l-Hâdîn’in tasvîr etmek istediği gibi de değildir. Öyle ki, hakkında/aleyhinde konuşan herkesin sözlerini topladı, onu övenlerin sözlerini ise ihmâl etti. (Yani ilmî hainlik yaptı.)
Bu Muhammed İbnü Humeyd’denEbû Dâvud, Tirmizî, İbnü Mâce, Ahmed b. Hanbel ve Yahyâ İbnü Maîn rivâyet yapmışlardır. İbnü Ebî Hayseme şöyle dedi: İbnü Maîn’e bu kişi hakkında sorulduğunda, sikadır, zararsızdır, Râzî zekîdir dedi. Ahmed İbnü Hanbel şöyle dedi: Muhammed İbnü Humeyd var olduğu müddetçe Rey beldesinde ilim devâm edecektir.[37]Sâğânî ve Zühelî onu övenlerdendir. Halîlî, el-İrşâd’da, hâfız ve bu işi bilen biriydi, Ahmed İbnü Hanbel ve Yahyâ ondan râzı oldu, dedi. Buhârî, hakkında iyi düşünülmeli, dedi.
Böylesi birisi, böyle bir haberde ithâm edilmez…
Ya’kûb İbnü İshâk’da bir beis yoktur/zararsız biridir. Nitekim Hatîb, Târîh’inde böyle dedi. Ebu’l-Hasen Abdullah İbnü Müntâb, Kâdî İsmail’in en büyük talebelerindendir. Bu İbn-i Müntâb’ı, Muktedir, üç yüz senesi civarlarında Medine-i Münevvere kadılığına getirmişti. O zamanda ilim sâhiblerinden ileri gelen sağlam kişilerden başkası Medine-i Münevvere kadılığına getirilmezdi. İsminde bir çokları yanlışa düşmüştür. Talebesi Muhammed İbnü Ahmed İbnü Ferec’i, Sem’ânî, Ensâb(isimli kitâbın)da Cezâirî’yi anlatırken güvenilir bulmuş ve İbnü’l-Esîr, Lübâb’da Onu tasdîk etmiştir. Ebûl-Hasen (İbn-i Alî) el-Fihr[38] güvenilir ve sağlam kimselerden olub, Zehebî’nin 'İberinde tanıtılmıştır. İbnü Dilhâs, İbnü Abdi’l-Berr’in şeyhlerinin sağlamlarındandır ve İbnü Büşküvâl’ın Sıle(isimli eserin)de tanıtılmıştır. Bu kitâb Madrid'de basılmıştır….[39]
İbnü Abdi’l-Hâdî bu haberi kabûl etmekten kaçınmaktadır. Çünki O, çaresiz, şeyhi(İbn-i Teymiyye)nin yanlışlıklarına dokunmaktadır. İbnü Müntâb bu haberi rivâyet etmekle, şeyhi Kâdî İsmâil’in, el-Mebsût’undaki, İbn-i Vehb’in Mâlik’den yaptığı rivâyete zıd olarak yaptığı rivâyeti reddetmesini murâd etti. İsmâîl Iraklı âlimlerdendir. Mısır’lı ve Medîne’li âlimler Mâlik’in me'elelerini (söz ve ictihâdlarını) Ondan daha iyi bilirler. Ütelik İsmâîl, (Mâlik’den) zikrettiğini Mâlike isnâd etmedi, irsâl etti.[40] Lâkin bu, İbnü Abdi’l-Hâdî’nin nefsinin arzusuna uyduğundan, bunu, İbnü Müntâb’ın rivâyetinin aksine, senedini araştırıb sormadan kabûl etmektedir. Fikrince senedini anmaya ihtiyac bırakmayacak ölçüde (İsmâil’i) aşırı bir şekilde medhetmek-tedir. Dâvûd el-Isfehânî’nin Onun hakkında soylediğini sanki görmedi…[41] (Kevserî’nin, Mahku’t-Tekavvül’ünden kısaltılarak aktarılan sözü bitti.)
Hâfız Muhaddis Hafâcî, şöyle demektedir:Bu haberde, Ziyâret esnasında, düâ ederken kabr-i şerîf’e dönmek (Şerîat’ça) kötü görülen bir iştir. Hiç bir âlim bunu dememiştir. Ancak Mâlik’e atılmış bir iftirâda rivâyet edilmiştir diyen İbn-i Teymiyye’ye karşı bir cevâb vardır. Mâlik’e iftirâ sözü ile İyâd’ın bu rivâyetini kasdediyor.[42] Allah Kâdî İyâd’ın hayrını bol etsin, bu hikâyeyi Sahîh bir senedle rivâyet etmiştir ve bunu hocalarının sikalarının (sağlam ve güvenilirlerinin) bir çoğundan aldığını söylemiştir. İbn-i Teymiyye’nin, bu katıksız yalan ve gelişi güzel söylenmiş bir sözdür deyişi bâtıl sözlerindendir. Rivâyet edilmemiştir ve nakledilmemiştir sözü de bâtıldır. Zîrâ bu (kabr-i şerîfe dönerek düâ etmek), Mâlik, Şâfiî ve Ahmed İbn-i Hanbel’in mezhebidir… İmâmlarımızdan Sürûcî’nin de anlattığı gibi, Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh’den, ziyârette kabre dönüleceği, sonra da kıbleye dönülüb düâ edileceği rivâyet edildi.[43] (Hafâcî'nin sözü bitti.)
Lâkin, İbnü Hümâm’ın da dediği gibi, bu görüşün Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh’e nisbet edilmesi yanlıştır. O, bizzât kendisi Müsned’inde kabr-i şerîfe dönülerek düâ edileceğini İbnü Ömer radıyallâhu anhumâ'dan yaptığı, (Nebî sallallâhu aleyhi ve selemin kabrine kıble tarafından gelib sırtını kıbleye çevirib yüzünle kabre dönmen ve esselâmu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetüllahi ve berekâtühû demen, Sünnet'tendir)şeklindeki rivâyetle ortaya koymuştur.[44] Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh, bunu Nâfi’den, O da İbnü Ömer’in kendisinden rivâyet etmiştir.[45]
Görüldüğü gibi, isnâd Sahîhdir. Zîrâ, Nâfi’ İbnü Ömer radıyallâhu anhumâ’nın kölesi olub Ondan ve başka Sahâbîlerden hadîs rivâyet etmiş olan son derece sağlam bir râvîdir., Ondan Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh, Mâlik ve diğerleri rivâyetler yapmışlardır. Hicrî 117’de ölmüştür.
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Elbânî İle Kör Taklîdçilerinin Câhillik ve Hâinliklerinden Bir Kısmı
---------------------------------------------
((On Bir)):Câhillik ve Hâinliklerden Bir Kısmı:
(Bir, Uydurmacı olma ayıbını O’na hiçbir imâm yakıştırmamasına rağmen, Elbânî bunu kendi kesesinden ilâve etmiştir.
(İki, Babasından uydurma rivâyet haber verdi, demek, hadîs uyduran biridir, demek değildir.ودع عليهVedaa aleyhi/falancıya yalan iftirâ etti ile, (روي عنه الموضوعات)/revâ anhu’l- mevdûât/”falancıdan uydurma rivâyetleri nakletti”,sözleri arasında ilim adamlarınca mühim fark vardır; Birincisinde, uydurmacı’lık ve yalancılık, ikincide ise, dikkatsizlik ve gaflet vardır. Muhaddisimiz(!)[46] ya bu farkı göremedi, veya gördü de kasıdlı olarak gizledi. Birinci ihtimâl kötü; ikincisi ise daha kötü…
Kaldı ki, her uydurmadır denilen rivâyet, bakalım hakîkaten uydurma mıdır? Nice uydurma olduğu zannedilen rivâyetler vardır ki, onlar muhakkık muhaddislerce uydurma değildir. Hattâ bazen Sahîhdir. Nitekim, bir hadîsin uydurma olduğuna, tenkîdçiye göre, kimi zaman Kur'ân hükmüne, veya sahîh ve sâbit bir sünnet'e uymadığı zannıyla hükmedilir. Bu zann ve ictihâdda dahî bazen yanılma bulunabilir. O hâlde, hüküm verebilmek için bu uydurma olduğu iddiâ edilen rivâyetleri görmek ve göstermek lâzımdır. Oysa bu yapılmamıştır. Dolayısıyla, iddiânın ayakları yere basamamaktadır.
(Üç,Bir çoklarının, (فيه ضعف) fîhi da'fun/onda biraz zayıflık vardır şeklindeki sözlerini görmezden gelerek, sadece cidden zayıftır diyen bir kişinin sözüne sarılmak ilim hainliğidir. Burada işte bu yapılıyor.
(Dört,Zabıttaki az zayıflık, rivâyeti en çok Hasen mertebesine düşürür, Uydurma yapmaz.
(Beş,Ahmed İbnü Hanbel, O’nda bir yanda zayıflık görürken, öte yanda Müsned'inde O’ndan hadîs rivâyet ediyor ve bu rivâyete i'tirâz etmiyor. Böyle bir tavır, bu rivâyetin, İbnü Teymiyye'ye göre, ağırlıklı kanaatte Ahmed'in mezhebi olmasını gerektirir. [47]
(Altı, İbnü Adiyy’in, Hasen rivâyetleri vardır, bazıları O’nu doğru bulmuşlardır. Hadîsi yazılanlardandır..demesi hiç hesapta yok.. İlim insafı nerede kaldı?
(Yedi, İmâm Şafiî, Müsned’inde[48] ahkâm mevzûunda O’nun rivâyetini delîl olarak ileri sürüyor. Bu, O’nu Şâfiî tarafından güvenilir bulmak değil midir? Bilenler bilir ki, Müctehidin bir rivâyeti delîl getirmesi bir çok usulcüye göre onu sağlam kabûl etmesi demektir. İmâm Şâfiî'nin şeyhini tanıyamaması, O'nun, hadîsi işe yaramaz birisi olduğunu bilememesi ne ölçüde mümkindir?
(Sekiz, Hâkim’in Buhârî ve Müslim’in Abdurrahman’ı hüccet kabûl etmediklerini söylemesi, O’nu mutlaka zayıf kabûl etmesi demek değildir. Hâkim, Müstedrek’inde rivâyet edeceğini soylediği sahîh hadîslerin, sadece Buhârî ve Müslim’in, veya Buhârînin, yahud Müslim’in şartlarına uyan sahîhler olacağını vaad etmemişti ki, onların şartlarına göre olmayan rivâyeti yapmakla kendisiyle çelişmiş olsun. O, Müstedrek’e Buhârî ve Müslim'den başkalarının ve kendinin ölçülerine göre Sahîh olan rivâyetleri de aldı. [49]
(Dokuz, Keza, şeyhlerinin bu haberi ancak (içinde Abdurrahman’ın bulunduğu) bu isnâdla rivâyet ettiklerini soylemesi, her hâl ü kârda Abdurrahman’ı ve rivâyeti zayıf gördüğü ma'nâsına da gelmez. Sahîhliğin en üstünden en aşağısına kadar çok mertebeleri olduğuna göre, belki, daha güçlü bir isnâd bulsaydım daha da iyi olurdu ama, burada bu kadar sahîh olanı bulabildim demek istemiştir. Bu sözden, karîne bulunmadıkça zayıflık çok zor anlaşılır. Hattâ aksine bir karîne bulunduğundan bu sözden hiçbir şekilde zayıflık anlaşılmaz. Nasıl böyle olmasın ki, kendisi şu tevessül hadîsi için isnâdı sahîhtir sözünü açıkça söylüyor.
(On,Hâkim’in şu isnâd için, sahîhtir demesi, büyük bir ihtimâlle Abdurrahman’ı kendi ictihâdınca güvenilir kabûl etmesi demek değil midir?
(On Bir,Bir muhaddis ve müctehid olan Sübkî’nin şu rivâyet için sahîhtir demesi, O’na, Şeyhu’l-İslâm diyen talebesi Zehebî’nin uydurmadır demesinden daha mı zayıftır? Ne bu yobazlık, Allah aşkına?!..
(On İki, Güvenilir diyenler, bunu, bilgi ve ictihâdlarınca dedikleri gibi, zayıftır diyenler dahî, bu sözlerini vahye dayanarak değil de bilgi, kanâat ve ictihâdları îcâbı söylemektedirler.
(On Üç, Bütün bunlar, hâricteki karineler/alâmet, işaret ve ip uçları hesaba katılmadığı taktirdedir. Onlar hesaba katılırsa rivâyetin Sahîhliği ağırlık kazanır; hattâ kesinleşir.
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Bu Rivâyetin Şâhidleri Var mıdır?
---------------------------------------------
(OnDört,Üstelik bu rivâyetin şâhidleri de vardır:Âdem aleyhisselâm’ın tevessülü ile alâkalı bu rivâyeti pekiştiren ona Mütâbi’[50] ve Şâhid[51] olan başka rivâyetler de vardır: Hâfız Ğumârî bunlardan üç tanesini er-Reddü’l-Muhkem isimli kitâbına almıştır:[52](Birincisi), İbnü’l-Münzir’in,Tefsîr’inde, (İkincisi), İbnü’l-Cevzî’nin el-Vefâ’sında, (Üçüncüsü)de Âcürrî’nin eş-Şerîa’sında yaptıkları rivâyetlerdir.Ğumârî, İbnü’l-Cevzî’nin rivâyetinin isnâdının kuvvetli olduğunu ifâde ettikten sonra, sahîfenin dibinde bu sahîh hükmünü İbnü Hacer’in Fethu’l-Bârî’de ve başkalarının (da başka yerde) söylediğini yazdı.[53] İbnü Teymiyye de Fetâvâ’sında, İbnü’l-Cevzî’nin bu babdaki rivâyeti ile Ebû Nüaym’ın rivâyetlerini aldıktan sonra, Bu ikisi, sahîh hadîslerin tefsîri gibidir demiştir.[54]Tevessül inkârcılarının Şeyhul-İslâm(!)larının uydurma rivâyetleri her hâlde sahîh hadîslerin tefsîri kabûl etmemesi lâzımdı; ama kabûl etmiş; biz ne yapalım?
Ey âdem!.. O (Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem), olmasaydı, seni yaratmazdım, sözünü, Hâkim Müstedrek’te, Ali İbnü Hamşâz el-Adl, Hârûn İbnü Abbas el-Hâşimî, Cendel b. Vâlik, Amr İbnü Evs el-Ensârî, Sâîd İbnü Ebî Arûbe, Katâde ve Saîd İbnü Müseyyeb yoluyla Abdullah İbnü Abbâs radıyallâhu anhumâ'dan,
Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem olmayaydı, Âdem’i yaratmazdım, O, olmasaydı Cenneti ve Cehennemi yaratmazdım şeklinde de rivâyet etmiş ve, isnâdı sahîhtir demiştir. Zehebî, bunun, Saîd İbnü Müseyyeb'e iftirâ edildiğini zannediyormuş.Dayanağıolmayan bir zann… Boş ve kıymetsiz bir lâf…
Bunu, İbnü Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan, (zayıf bile olsa) bir başka yolla, Deylemî de rivâyet etmiştir.[55]
Hâsılı hadîs Sahîhdir; câhillerin sözüne bakılıp Allah celle celâlühû’yu, Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i, râvîleri ve muhaddisleri yalanlama talihsizliğine düşülmesin…[56]

Devam Edecek…
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla

[1] Taberâni, el-Kebîr (24/351-352) ve [Taberânî, el-Evsat, (356-357- Mecma’u’l-bahreyn), Ebû Nüaym, Hilye:3/121],
El-Kebîr Tâ’lîk’ı: 24/351, [Beyhekî, Delâilü'n-Nübüvve…]

[2] Elimizdeki el-Kâmil Nüshasındaki ibâre ise,çoktur şeklinde olmayıp çok değildir şeklindedir. Allahu a'lem.

[3] Sağlam ve güvenilir râvîleri topladığı kitabında.

[4] Üstelik İlim sâhibleri bilir ki, Zabt’da bulunan “az zayıflık” rivâyeti Zayîf değil, Hasen yapar. Nitekim bu, Usûl-i
Hadîslerin hepsinde mevcûddur.

[5] Abdullah İbnü Sıddîk el-Ğumârî, e-Reddü'l-Muhkemu'l-Metîn,192-193-194) den kısaltarak.

[6] El-Kebîr hâşiyesi: 24/351-352

[7] Geniş bilgi için bakınız: İmâm Leknevî, er-Ref’ ve’t-Tekmîl:143-144

[8] Evet, çoğu bu i'tibârladır. Başkalarınca zayıf bulunan bir takımları O'nun ictihâdına göre zayıf olmayıp sahîhdir. Bir
takım zayıflar hakkındaki sa hîhdir hükmü ise yanlışlıkla olmuştur ki bunlar pek azdır.

[9] Abdülazîz el-Ğumârî, et-Tehânî:35

[10] [İthâfu'l-Ezkiyâ: 20], Mefâhîm: 146

[11] [Hâkim El-Mustedrek, (2/615) Hâkim, bu Sahîhdir, dedi. Taberâni, Beyhekî, Ebû Nüaym.], Mefâhîm:119-120
Zehebî el-Müstedrek Telhîsinde Hâkim'e itiraz edip haberin uydurma olduğunu söylediyse de, Sübkî, Kastallânî, Süyûtî, Zürqânî ve Kevserî gibi bir çok hadîs hâfızı ve muhaddisin şehadeti ile Hâkim’in haklı, Zehebî’nin ise haksız olduğunu ortaya çıkıyor. Nitekim metinde gelecektir.

[12] Şifau's-Sıkam:134-135

[13] [Mevâhib. Sahîhtir. Birçok yerde. Sonuncusu: 2/392 (Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye baskısı)], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120

[14] [El-Hasâisü'l-Kübrâ(da Hâkimden nakledilerek) Sahîhtir.], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120

[15] Mefâhîm, Tâ'lîk'i:121-122

[16] [Şerhu'l-Mevâhib, Sahîhtir. 8/314], Mefâhîm, Tâ'lîk'i:120

[17]واهنVâhin kelimesi, وهيvehâ fiilinin ism-i fâil’i olub zayıf demektir. Görüldüğü gibi burada, Türkçedeki vâh kelimesinin ma'nâsına uzaklardan biraz yakın olan hayret verici diye çevrilmiş. Saçmalarla dolu kitabın saçma bir tercümesi..

[18] Bir kaynaktan bir hüküm aktarılıyorsa, bu bir nakildir ve bana göre ibâresiyle ıfâde edilmez. Zîrâ bana göre ibâresi kanâat bildirir. Oysa, naklin kanaat ile alâkası yoktur. Sırf ben diyebilmiş olabilmek için işlenen tipik bir maskaralık.

[19] Ne demekse… Belki de onlara yalan isnâd ediyor denilmek isteniyor.

[20]Yaptığı rivâyetleri yazılı olarak elinde mevcûd değildir şeklinde çevrilecek cümle O'nun hadîs kitabı yoktur şekilde tercüme edilmiş!..

[21] Adam olmuş da adamların meclisinde konuşuyor(!) Mine'l-ğerâib….

[22] Çelişiklik derecesinde farklılık arzeden görüşler.

[23] Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olmasaydı seni yaratmazdım sözünün

[24] [El-Fetâvâ, 11/96], Seyyid Muhammed Alevî Mâlikî, Mefâhîm:123-124

[25] Et-Tevessül ve Envâ’uhû (Tercüme):160

[26] İmâm Cezeri: Hısnu’l-Hasîn (Hazînetü’l-Esrâr Kenârı):14

[27] Haberin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e dayandırılması

[28] Bir Sahâbî sozü oluşu

[29] Kelâmın Fehvâsında bir kıssa veya şiire açıkça zikretmeksizin işâret edilmesidir (Seyyid Şerîf, Tâ’rîfât: et-Telmîh maddesi)

[30] Ğumârî, er-Reddü’l-Muhkem:137-140'den faydalanılarak.

[31] Nitekim İbnü Hacer Lisânü'l-Mîzân'ının başında hulâsa olarak şöyle diyor: Mîzân’ı kısalttım. Ona bir çok ilâve de yaptım. İlâvelerimin öncesinde veya üstünde (z-ziyâde) harfini alâmet olarak koydum. Şeyhimizi ilâveleri için de (Zel harfini alâmet olarak koydum. Bir tercümede (Zehebî’nin) kelâmına ilâve yaptığımda sözünü (intehâ/bitti) ifâdesiyle tamamladım. Ondan sonrası benim sözümdür. (Lisânü’l-Mîzân:1/4)

[32] Geniş bilgi için, İmâm Leknevî’nin er-Ref’ ve’t-Tekmîl’ine, Süyûtî’nin Tedrîb’i ve Sehâvî’nin Fethu’l-Muğîs’inden yap tığı nakiller ile Ebû Ğudde’nin er-Ref’ ve’t-Tekmîl üzerine yazdığı Tâ’lîkatına bakınız: 206,207,208

[33] Şu bir hafîf cerh sîğasıdır.

[34] Anlaşılan o ki, O’nun asıl kusûru budur.

[35] Ğumârî, Er-Reddü’l-Muhkem:132

[36] Müsned-i Şafiî:2/173, H:607

[37] O’na göre ilim şübhesiz ki, hadîs ve fıkhu’l-hadîs ilmi demektir.

[38] İmâm Kevserî, el-Fihrî şeklinde yazmış veya matbaa hatâsı var. Düzeltme Şifâ’dan ve şerhlerinden yapıldı. Allahu a’lem.

[39] İmâm Kevserî, İyâd’ın haberi kendilerinden aldığı şeyhlerinin sağlam olub olmadıkları hakkında bir şey dememiştir. Ancak aşağıda da geleceği üzere, Hâfız Muhaddis Hafâcî onların güvenilir sağlam kimseler olduğunu söylemiştir.

[40] Kesintisiz senedle Mâlik’e dayandırmayıb, Ondan rivâyet edeni atlayarak kesik bir senedle O'ndan rivâyet etti.

[41] Makalât: 392-393

[42] İyâd’a iftira ediyor.

[43] Hafâcî, Nesîmu’r-Riyâd:3/398

[44] Kemâlüddîn İbnü Hümâm, Fethu’l-Kadîr:2/336

[45] Muhammed Hasen es-Senbelî, Tensîku’n-Nizâm Şerhu Müsnedi Ebî Hanîfe:126

[46] Şunlar muhaddis değil, muhdisdirler/abdestsiz kimselerdir. Nitekim, Pâkistan'ın Lâhor şehrinde bir âlim bana Şeyh Muhaddis İdrîs el-Kandehlevî'den, kendilerine ehl-i hadîs ismini veren mezheb tanımazlar için ehl-i hadîs biziz; onlar ehl-i hadesdir/ya'nî abdestsiz kimselerdir, dediğini nakletti.

[47] Şafiî, Müsned: 2/173, H:607

[48] Şafiî, Müsned: 2/173, H:607

[49] Süyûtî, Tedrîbu’r-Râvî (Dârü’l-Kitâbi’l-‘Arabî): 1/80

[50] [Bir râvî bir hadîs rivâyet eder ve bir başka râvî (aynî hadîsi aynî Sahâbîden rivâyet etmekte) ona muvâfakat ederse, buna Mütâbi’ denir.], Abdül-Hakk ed-Dihlevî, Mukaddime Fî Usûli’l-Hadîs:63-65 (den hulâsa)

[51] [Bir râvî bir hadîs rivâyet eder ve bir başka râvî (ayni hadîsi başka Sahâbîden rivâyet etmekte) ona muvâfakat ederse, buna Şâhid denir. (Bazıları lafızdakı muvâfakata Mütâbi’, manada muvâfakata da Şâhid derler. Bazıları ise her ikisini bir manada kullanır.)], Abdül-Hakk ed-Dihlevî, Mukaddime Fî Usûli’l-Hadîs:63-65 (den hulâsa)

[52] Hâfız Ğumârî, er-Reddü’l-Muhkem:128-129

[53] Aynı yer: 129

[54] [El-Fetâvâ:2/150], Mefâhîm:121-122

[55] El-Muhkem:139-140

[56] Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa o üç kişiyi yalanlamıştır: Allâh celle celâlühû’yu, Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve o haberi vereni. [(Taberânî, el-Evsât ve İbnü ‘Asâkir, Câbir radıyallâhu anhu’dan), Kenzü’l-Um mâl:1/209, H:1047]
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Vesile Salih Ameldir

Fevzi Zülaloğlu

İnsan yapısal olarak Allah a inanmaya meyilli yaratılmıştır. Zihinsel olarak O nu inkara yeltenenler için sebepler zinciri bir noktada mutlaka sona ermektedir. Her insanın müşahede alanı içerisinde yer alan kevni-afaki ve enfusi ayetler fıtri yeteneklerle bütünleştiğinde Allah a teslimiyet (müslüman oluş) gerçekleşmektedir. Fakat yaratıcı olarak Allah ı inkar etmeye fıtratı elvermeyen nankör insan, ortaklar koşarak kendi özüne ve Allah a ihanet etmekte, örtülü şirkle O nu yaşamından uzaklaştırmaya yeltenmektedir.

Rabbimiz Kur an da insanın ortak koşmadan inanmama inadını şöyle haber vermektedir:

"Onların çoğu Allah a ortak koşmadan inanmazlar" (12/Yusuf, 106)

Ortak koşmanın çeşitli biçimleri vardır: Dua yapmada, ibadette, itaatte, sevgide, gayb biliciliğinde, hüküm koymada, ayrıca Allah ile kendisi arasına aracı koymada gerçekleşen ortak koşmalar en yaygın şirklerdir. Allah ile kendisi arasında aracı koymak şeklinde gerçekleşen şirk, masum gözüken, ama tevhid in yeryüzündeki temel amacını, Allah dan başkasına kulluğu engelleme amacını içten içe yok etmeye yönelik sinsi bir karakter arzetmektedir.

Biz bu araştırmamızda, insanın ortak koşmadan inanmama karakterinden dolayı tevhid üzerinde yapılan kültürel tahriflere dikkat çekeceğiz. Konu ile ilgili olarak vesile, şefaat ve veli kavramlarını Kur ani düzlemde inceleyerek Allah ın iradesine uygun bir şekilde anlamaya çalışacağız. Bu üç terim bazı kültürel ve itikadi tahriflere uğratılarak aracılık düşüncesini savunanlarca yanlış bağlamlar içinde kullanılmış ve tevhid e zarar verici sonuçlara yol açan bir akidevi sapma meydana gelmiştir. Sahih İslam itikadının yegane kaynağı olan korunmuş, yakini, kesin ilahi bildirimi içeren Kur an, her tür ifsada, bozulmaya, zihinsel ve pratik bulanıklığa karşı gönlümüzü ısıtan bir rehber olarak bu konuda da bize yol gösterecektir.

VESİLE, SALİH AMELDİR

Vesile, kendisiyle bir amaca ulaşmak için yapılan yakınlaştırıcı ameldir. Birçok müfessir vesileyi yakınlık diye yorumlamıştır. Diğer bir ifadeyle vesile, yaklaşma vasıtası, Allah katında yakınlık kazandırıcı, sevaba nail kılıcı hususlardır. O halde Allah katında yakınlık kazandırıcı her güzel iş, O na bağlılığı pekiştiren her amel vesilenin konusuna dahildir.

Vesile, Kur an-ı Kerim de iki ayette geçmektedir:

"Ey inananlar, Allah tan sakının, O na vesile arayın ve O nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz" (5/Maide, 35).

"O yalvardıkları da, onların (Allah a) en yakın olan(lar)ı da Rabb lerine yaklaşmak için vesile ararlar. O nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, cidden korkunçtur" (17/İsra, 57).

Bu ayet-i kerimelere göre insanların Allah a yakın diye yarar umdukları, şefaat bekledikleri, hatta dua ile yönelip yalvardıkları varlıklar bile O na yaklaşmak için vesile aramaktadırlar. O halde vesile salih amel yapmaktır. Yoksa yakınlık kursun diye Allah ile kendimiz arasında aracılar bulmak değildir.

Maide Suresi 35. ayette vesile arama ya yapılan çağrının hemen ardından gelen "Allah yolunda cihad" bu kavramın en iyi tefsiridir. Yani Allah yolunda her tür gayret, vesilenin kapsamına girmektedir. Mü minleri kendisinden sakınmaya davet eden Allah Teala takva nın vesilelerini/yollarını da bu ve benzeri bir çok ayette göstermiştir.

Mü mini mü min yapan, Allah a dost ve yakın yapan mücerred iman değildir. Bizi müslüman yapan, Allah tan layıkıyla korkmak, Kur an ahlakına göre eylemlerimizi biçimlendirmek, kötü işlere, münkere bulaşmamak, iyiliği yaygınlaştırmaktır. Allah tan sakınmak (takva) da soyut bir vicdan işi değildir. Muttaki olmak, eldeki tüm olanaklarla O na yaklaşma vesileleri (yolları) aramaktan geçer. Her fırsatta yapılacak salih ameller Allah ile olan yakınlığımızın teminatıdır.

Allah a yaklaşmak, yakın olmak fiziksel değildir. Zaten Allah insana şahdamarından daha yakındır. O halde söz konusu yakınlık manevi ve değer açısından yakınlıktır. Allah dua ve isteklere cevap verme bakımından da insana yakındır. Nerede olursak olalım bizi işitir. O halde dua ve istekte bulunurken de aracı koymak anlamsızdır:

"Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O halde onlar da bana yönelsinler, bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar" (2/Bakara, 186)(1)

Allah ile insanlar arasında zaman açısından da uzaklık yoktur:

"Allah a göre, şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" (4/Nisa, 17)(2)

İnsanlara Allah katında ne zenginlik, ne evlat çokluğu bir yakınlık sağlamaz. Allah katında yakınlık sağlayıcı vesile, inanıp salih amel işlemektir. Sebe Suresi 37. ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Ne mallarınız, ne de evlatlarınız size katımızda bir yakınlık sağlamaz. Ancak inanıp faydalı iş yapanlar başka. Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükafat vardır ve onlar saraylarda güven içindedirler"(3/45, 5/27, 9/99, 11/6, 46/28, 56/11, 83/21-28, 96/39 )

Burada tasavvuf erbabının vesile ve kurbet kavramları üzerinde yaptıkları tahriften söz etmeden geçmek doğru olmaz. Tasavvuf felsefesine göre, Allah a yaklaşmak için vesile olarak şeyhin eteğine yapışmak gerekir. Bu aşamadan sonra, fena fi r-resul (Peygamberde yok olmak) ve fena fi llah (Allah da yok olmak, O na ulaşmak) aşamaları gelmekte ve artık yeni bir aşamadan söz edilmemektedir.

Peki Allah bir mekana mı sahiptir ki, O na ulaşma çabası içerisine girilmekte, bu boş amaç için de şeyh, vesile ittihaz edilmektedir? Şüphesiz Allah mekansal ve zamansal olarak insana uzak değildir. O halde O na takva ile yaklaşmak yerine, O nda yok olmak idealini kendisine yol olarak seçenler ciddi bir değer bulanıklığına neden olmaktadırlar. O na yaklaşmak için salih amelden başka bir vesile ittihaz etmek yanlıştır (39/Zümer, 3).

kardeş yazın hoş başlamakla birlikte hoş bitmemiştir,
yazının sonuna katılmak mümkün değildir..
vesselam
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Kardeşim,bu ne teferruat,bu ne detay Allah için.
Gerek yok bunca detaya,biz dinimizi anlatalım yeter insanlara.

son yıllarda özellikle vehhabilik gibi akımlar yayılmakta...
kabir, tevessü,tasavvuf düşmanlığı görülmekte burada sağlam alıntılarla ola ki aklı karışan halis niyetli kardeşlerimiz varsa yol bulsunlar...
hidayet alalhtandır...
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
Vesile ve Tevessül -4- Hüseyin AVNİ tarafından yazıldı.
VESîLE VE TEVESSÜL (4)
Hüseyin AVNİ
---------------------------------------------
(Sekizinci Hadîs)
Ebû Saîd el-Hudrî Radıyallâhu Anhu Hadîsi
---------------------------------------------
(Kim evinden namaza çıkar da, (senden) isteyenlerin sendeki hakkı ile (için) senden istiyorum,http://www.darusselam.com/reddiyeler/190-vesile-ve-tevessuel-4-.html#_ftn1[1] derse...)[2]
---------------------------------------------
Hadîsin Sıhhatinin Tahlîli
---------------------------------------------
İmâm Kevserî şöyle diyor: Şihâb el-Bûsîrî Misbahu'z-Zücâce’de,[3] İbnü Mâce’nin bu isnâdında peşpeşe zayıf râvîlerin bulunduğunu, Atıyye -ki Avfîdir-, Fudayl İbnü Merzûk ve Fadl İbü Muvaffık’ınzayıf râvîler olduğunu söylemiştir. Fadl İbnü Muvaffık, İbnu Uyeyne’nin dayı oğludur. Hakkında Ebû Hâtim, sâlih bir kimse olup, hadîsi zayıftır,demiştir. O'nun dışında bu râvînin zayıf olduğunu söyleyen de yoktur. Zayıflıkla suçlanmasının sebebi de açıklanmamıştır.[4]Belli de değildir. Hattâ Büsti (İbnü Hıbbân),bunun sağlam olduğunu söylemiştir. Ancak, İbnü Huzeyme, bu hadîsi, Sahîh’inde Fudayl İbnü Merzûk yoluyla rivâyet etmiştir ki, şu rivâyet O'na göre Sahîhtir.[5] Rizzîn böyle dedi.[6] Ahmed İbnü Menî’, Müsned’inde bu hadîsi isnâdı ve metni ile rivâyet etti.
Alâuddin Muğlatay, El-İ'lâm Şerhu Süneni İbni Mâce de şöyle diyor: Bu hadîsi Ebû Nüaym el-Fadl İbnü Dükeyn Kitâb-us-Salât’da Fudayl İbnü Merzuktan, (O) Atiyyeden, (O) Ebû Said-i Hudrî radıyallâhu anhu’dan mevkûf olarak rivâyet etti.[7] (Muğlatay'ın sözü bitti.) Atıyye, Ebû Said el-Hudri radıyallâhu anhu’dan rivâyet etmekte yalnız değildir. Aksine, Abdulhakem İbnü Zekvân'ın rivâyetinde, Ebûs-Sıddîk, Ebû Said’den rivâyette, Atıyye'ye mutâbeet etmiştir.[8]
Bu zât da, her ne kadar Ebû’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, hadîsi, El-'İlelul-Mutenâhiyye’deonunla illetli kabûl ettiyse de, İbnü Hıbban’a göre sağlam bir râvîdir...
---------------------------------------------
Hadîsin sağlamlık derecesi
---------------------------------------------
Hadîsin sağlamlık derecesi ne kadar düşse, delîl olma mertebesinden aşağı düşmez.[9] Hattâ, mütâbi' ve şâhidlerinin çokluğu sebebi ile, Sahîhlikle Hasenlik arasındadır.[10]'Irâkî, İhyâ Tahrîci’nde İbnü Hacer de Emâli’l-Ezkâr’da hadîsin Hasen olduğunu söylemişlerdir.
---------------------------------------------
Allah Celle Celâlühû’dan (Falancı ile veya Falancının Hakkı İçin)
veya
(Falancanın Hürmetine) Bir Şey İstenebilir mi?
---------------------------------------------
(Falancı ile veya falancının hakkı için) veya (falancanın hürmetine) gibi ifâdelerle, (Allah’tan başkasına yemîn edilmiş olur) düşüncesi ile Tevessül’e karşı çıkanlar, sadece Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e redde kalkışıyorlar. Zîrâ tevessül siğelerini/kalıplarını, öğreten odur. O ifâde biçimleri içerisinde şahıslarla da tevessül vardır. Tevessül nerede, yemîn nerede? (Kevserî’den hulâsa nakil bitti).[11]
---------------------------------------------
Hadîsin Sahîh Veya Hasen Olduğunu Söyleyen Diğer Hadîs Hâfızlarından Bazısı
---------------------------------------------
Münzirî, şeyhi Ebû’l-Hasen, Büstî[12] Dümyâti, Abdullğenî el-Makdisî, İbnü Ebî Hâtim.[13]
---------------------------------------------
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Rahimehullah’ın Bu Husûstaki Görüşü
---------------------------------------------
İmâm A’zam’a nisbet edilen Falancının hakkı ile, Allah celle celâlühû’dan bir şey istenmez, bu söz ile düâ etmek mekrûh veya harâmdır sözü ne demektir?
Burada şunu da ilâve edelim: Hanefi fıkhı kitâblarında falancanın hakkı ile düâ etmenin mekrûh[14] olduğu mevcûd ise de bunu iyi anlamak lâzımdır.
Çünki,
Bir: Bu hüküm ve fetvâ, ittifakla değildir. Zîrâ, Ebû Yûsuf, buna benzer bir mes’elede, gelen hadîs sebebi ile beis görmemiştir.[15] Bu ifâde hakkında da en azından Hasen olan bir rivâyet vardır. İleride de anlatılacağı üzere, Alîyyü’l-Kârî bu hadîsi getirerek böyle de düâ edilebileceğini nakletmiştir.
İki: Bu tâ'bîrin mahzurlu bulunmasının sebebi şudur: (Hakksözünde vâciblik ma'nâsı da bulunmaktadır. Hâlbuki hiçbir kimsenin Allah celle celâlühû üzerinde vâciblik ma'nâsında hakkı yoktur. Oysa bu tâ'bîrde böyle bir yanlış ma'nânın anlaşılma ihtimâli vardır. Şöyle bir ifâdeden falancanın Allah celle celâlühû’nun üzerinde, ona vermeye mecbûr olduğu bir hakkı varmış gibi bir zan uyanabilir. Bu sebeble, böyle bir tehlikeye düşmektense, Mütevâtir olmayan bir haberle amel etmemek evlâ olur), denilmiştir. Falancının hakkıyla ifâdesinin mahzurlu görülmesi işte bu görüşe dayanmaktadır.[16]
Üç: Ancak Aliyyü’l-Kârî’nin de dediği gibi, şöyle de denmektedir: Kulun Allah celle celâlühû üzerinde mecbûriyet ma'nâsında hakkı yoksa da Allah celle celâlühû’nun lütfen ve fazlından kabûl buyurduğu hakkı olabilir.[17] Bu takdîrde vesîle (ve tevessül) babından olmuş olur. Allah celle celâlühû O'na varmaya vesîle arayın buyuruyor. (Büyük Muhaddis İmâm Cezerinin eseri) El-Hısnu’l-Hasîn’de de yer aldığına göre, Nebîler aleyhimusselâm ve velîlerle tevessül etmek düânın adabından sayılmıştır. (Bu husûsta) Ey Allah’ım isteyenlerin sendeki hakkıyla (hürmetiyle) senden istiyorumhaberi gelmiştir.[18]
Dört: Hanefî âlimlerinden bazıları, falancanın hakkıyla sözüyle, kul üzerine yemîn etme ma'nâsının da bulunduğunu söylemişse de bunun doğru olmadığını yukarıda Kevserî beyan etmiştir.
Beş: Sonra, Aliyyu'l-Kârî Hanefî âlimlerinin ileri gelenlerindendir. O'nu neden hesâba katmazsınız?
Altı: Hem, sizce ne zamandan beri açık hadîslerin olduğu yerde âlimlerin yeterince anlaşılmayan sözleri delîl olabiliyordu?
Yedi: Sübkî[19]ve Kevserî[20] istiğase,[21]istiâne[22] ve tevessülün[23]aynı kapıya çıkacağını söylüyorlar. Nitekim, Buhârî’nin aşağıdaki hadîsi bunu gösteriyor.
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
(Dokuzuncu Hadîs)
Kıyâmet Günündeki Şefaat Hadîsi
---------------------------------------------
((Mü'minler, Kıyâmet gününde) Âdem aleyhisselâm'dan, sonra Mûsâ aleyhisselâm'dan, sonra da Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem'den istiğase edecekler/şefaat yardımı isteyecekler.)[24]
---------------------------------------------
Hadîsteki Mevzû' İle Alâkalı Mühim Noktalardan Bir Kısmı
---------------------------------------------
Bir: Hadîste, sadece Allah’ın muktedir olacağı bir iş olan kurtuluş için Allah celle celâlühû’dan başkasından, kullardan istiğase edileceği, meded isteneceği açıkça bildiriliyor.
İki: Biz mü'minler, (husûsiyetle) Kıyâmet gününde bütün tasarrufun Allah celle celâlühû’da olacağına inanırız. Çünki, Mülk o günde sadece Allah celle celâluhu’ya âittir.[25]Buna rağmen, bu âyeti getiren, orada da kuldan medet istenilebileceğini hattâ isteneceğini açıkça haber veriyor; bu da tevessül ma'nâsında istiğase kalıbının kullanılabileceğini gösteriyor. Bu istiğase ve medet, tabii ki Allah celle celâluhu’nün izni ve muktedir kılması ile olacaktır...
Üç: Hâsılı, eğisnî/yetiş imdâdıma demek, bana şu işte şefâatçı ol, ya'nî Allahım!.. O'nun hâtırına bana şu işimde yardım et demektir. Selefin ve Muhaddislerin sıkça kullandıkları bu çeşit lafızlar başka şekilde anlaşılamaz.
---------------------------------------------
(Onuncu Hadîs)
Kur’ân’da Bahsi Geçen Tâbût Haberi
---------------------------------------------
İsrailoğulları düşmanlarıyla harb ederlerken Tâbûtu beraberlerinde taşıyorlar, onun bereketiyle Allah celle celâlühû'dan yardım görüyorlardı, içinde, altından, büyük bir tas vardı ki, onda Nebîler aleyhimüsselâm'in göğüsleri yıkanırdı. [26]
Başka bir rivâyette, Onda, Mûsâ aleyhisselâm ve Harun aleyhisselâm'ın asâları, Tevrat’tan iki levha, Hârun’ aleyhisselâm'ın elbiseleri vardı. Kimileri de içinde bir asâ ve iki nâlinin bulunduğunu söyledi.[27]
Burada birkaç Tenbîhde bulunmak istiyoruz:
Birinci Tenbîh: Rivâyetlerde çelişki yoktur. Hepsi de olabilir. Hiçbir rivâyette tahsîs yoktur. Bilen bildiğini haber vermiştir.
İkinci Tenbîh: Altın tasın kullanılmasının bizim Şerîatımızda harâm olması ayrı bir me'eledir. O zaman serbest olmuş olabilir. Buna benzer başka birçok mes'ele daha vardır.
Üçüncü Tenbîh: Bir tevessül (belli bir maksada ulaşmada belli bir şeyi vâsıta, ve sebeb yapmak) olarak yapılan bu iş hakkındaki haberin, İbn-i Kesîr gibi eşsiz bir muhaddis, büyük bir müfessir tarafından karşı çıkılmadan, hattâ kabûl edilerek, Tefsîr'ine ve Târîh'ine konulması, zamanımızın, beyinsiz ve utanmazlarına ders olmalı; ama nerede?..
---------------------------------------------
(On Birinci Hadîs)
Yemâme Günü Şi’âr’ı/Sloganı Neydi?
---------------------------------------------
(Yemâme gününde mü'minlerin şiâr’ı, Ey Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), yetiş!.. idi.Hâlid İbnü Velîd bunu kullanırdı.)[28]
Burada da birkaç Tenbîhde bulunacağız:
Birinci Tenbîh: Burada ortada olmayan bir kula yapılan bir nidâ/çağırma ve ondan meded isteme var; yani istiğase var, tevessül var.
İkinci Tenbîh: Bu şiarı kullanan, Ashâb radıyallâhu anhum ve Onlardan biri olan Hâlid İbnü Velîd radıyallâhu anhu mi, haberi rivâyet eden râvîleri mi, onu kitâbına alan ve inkâr etmeyen İbnü Kesîr mi? Hangileri müşrik? -Haşa ve kellâ- hangileri? Hâlâ akletmeyecek misiniz ey beyinsizler ?!!..
---------------------------------------------
(On İkinci Hadîs)
Heysem bin Haneş Radıyallâhu Anhu Haberi
---------------------------------------------
(Heysem’in şöyle dediği rivâyet edildi: Abdullah ibnü Ömer radıyallâhu anhümâ’nın yanındaydık. Ayağı uyuşmuştu. Birisi O'na, en sevdiğin insanı zikret dedi. O da Yâ Muhammed!...dedi. Sanki bağdan çözülmüştü.)[29]
---------------------------------------------
Hadîs Sağlam mıdır Değil midir?
---------------------------------------------
Bir: İbnü's-Sünnî'nin Heysem yoluyla rivâyet ettiği haberin isnâdının zayıflığına dâir İbnü Kesîr ve diğerlerinden nakiller vardır.[30]
İki: Benzer bir rivâyeti, İbnü’s-Sünnî Mücahid’den de rivâyet etmiştir. Bu rivâyetin dahî isnâdı zayıftır.[31]
Üç: Bu rivâyeti, İmâm Buhârî de, el-Edebu’l-Müfred’inde, Ebû Nüaym, Süfyân, Ebû İshâk ve Abdurrahmân İbn-i Sa’d yoluyla rivâyet etmiştir.[32]
---------------------------------------------
Buhârî’nin el-Edebü’l-Müfred’indeki
Rivâyetinin Senedi Sahîh midir, Değil midir?
---------------------------------------------
İmâm Buhârî’nin isnâdını inceleyelim:
Ebû Nüaym Fadl İbn-i Dükeyn (130-218 veya 219), Buhârî’nin Şeyhlerinin büyüklerinden, sağlam bir râvîdir.[33]
Süfyân, ki Sevrî’dir (97-161) Hadîsde, Fıkıhda ve Zühdde Mü’minlerin emîri. Babasından ve Ebû İshâk eş-Şeybânî’den ve diğerlerinden rivâyet etti. Tanıtılmaya ihtiyâcı yoktur.
Ebû İshâk, Süleymân İbnü Ebî Süleymân eş-Şeybânî, Kûfe'li. Beşinci tabakadan. Süfyân O’ndan rivâyet eder. 129 veya 138 veya 139 veya 141 veya 142 senesinde öldü.[34]
Abdurrahmân, İbn-i Ömer’in kölesi. Kûfeli, üçüncü tabakadan. Nesâî sağlam olduğunu söyledi.[35] İmâm Buhârî, O’ndan el-Edebu’l-Müfredde rivâyet getirmiştir, O, Mevlâsı İbn-i Ömer'den, Mansûr ve Ebû İshâk da O’ndan rivâyet etmiştir. İbn-i Hibbân O’nu sika/sağlam bulumuştur.[36]
İbnü Hacer’in, râvileri ayırdığı tabakalara ve şurada geçen diğer bilgilere dikkatle bakan hadîsin sika râvîlerce muttasıl/bitişik olarak rivâyet edildiğini görecektir. Bu râvîlerde tedlîs şâibesi de yoktur. O hâlde, Şu rivâyetin senedi için bir şey söylenemez; Sahîh olduğu açıkça ortadadır. Buna rağmen Tevessül delîli sadedinde bu rivâyetin neden bırakılıp da diğerlerinin tercîh edildiğini doğrusu merak etmekteyiz. Yalnız, el-Edebu’l-Müfred’i şerheden Fadlullah el-Ceylânî, burada yer alan Muhammed!.. şeklindeki lafzın İbnü’s-Sünnî’de (يا محمداه)/yâ Muhammedâhu biçiminde olduğunu, ama, (يا)/‘yâ’ nidâ harfi bulunsa bile, bunda istiğâse veya istiâne olmadığını söylerken iddiâsının sebebini açıklamıyor. Hadîsi ma’nâlandırmada nedense sâdece kendince aklî ve fizîkî îzâhlarla yetiniyor. Üstelik bir de, nidânın bazen işittirme irâdesi olmadan da yapılabileceğini ekliyor.[37]
Hâlbuki, basit bir nahiv bilgisi olanlar, yâ Muhammedâhu’daki elif’in katiyetle İstiğâse Elifi olduğunu bilirler. Keşke bir bilebilseydim, hangi dil kâidesine göre bu İstiğâse elif’i değildir denilmektedir? Bilen söylesin. Üstelik, İmâm Buhârî’nin rivâyetinde Nidâ (يا)/Yâ’sı bulunmasa da ortada bir İstiğâsenin bulunduğuna zarar vermez. Çünki harf-i nidânın hazfedilmesi meşhûrdur. Şu dediğimiz hazif, sadedinde olduğumuz husûsda mücerred bir ihtimâl de değildir. Makâm o makâm olup başka bir i’râbı kaldırmaz. Nitekim İbnü Sünnî’nin lafzı burada hazf bulunduğunun karînesidir. Çünki hâdise aynıdır. Rivâyetler arasında uygunluk asıldır. Zıdlık ârizî olup isbâtı delîle muhtâcdır. Binâen aleyh, aralarında bir teâruz/çelişki yoktur. İki rivâyet birbirini açıklamış olur, netîce aynı noktaya varır. Bir de istiâne veya istiğâseyi savunanlardan bu nidâlarda illâ da işittirmenin bulunacağını kim söylemişti ki?! Hiç kimse… Anlaşılıyor ki, yanlış bilgiler üzerine binâ edilen yanlış hükümlerle karşı karşıyayız.
Dört: Mühim olan husûslardan biri de, bu rivâyetlerin sıhhat derecesinden ziyâde, bunların İmâm Buhârî ve Hâfız İbnü’s-Sünnî tarafından İslâmî bir edeb olarak kabûl edilmesi ve kitâblarına alınması… Hattâ, İbnü Teymiyye gibi, yererken kantarın topuzunu kaçıran ifrât düşünceli bir kimse tarafından bile şirk görülmeyip güzel bulunması… Gündüz ve Gecede Yapılacak Ameller arasında sayılmasıdır…
Beş: Ğâib bir kulu çağırarak bir tevessül etmek yüzünden şu imâmlardan hangisini şirkle suçlayacaksınız, behey şaşkınlar, hangisini?!!...
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
(On Üçüncü Hadîs)
Ebû’l-Cevzâ’nın Âişe radıyallâhu Anhâ Haberi
---------------------------------------------
(Medineliler şiddetli bir kıtlık geçirdiler. Bundan Hz. Aişe radıyallâhu anhâ’ya şikâyet ettiler. O da şöyle buyurdu: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine bakın. Ondan gökyüzüne bakan bir delik açın. O delikle gökyüzü arasında tavan gibi bir şey bulunmasın. Medineliler bunu yaptılar. Derhâl bize öyle bir yağmur yağdı ki (onunla) otlar bitti develer semirdi ve yağlandı.)[38]
Burada bir kaç tenbîh yapacağız:
Birinci Tenbîh: Mü'minler yağmuru Mevlâ’dan beklerlerken bu işi, yağmurun yağmasına bir sebeb yaptılar; bununla tevessül ettiler; bunu Allah celle celâlühû’nun rahmetine vâsıta yaptılar; öyle değil mi?
İkinci Tenbîh: Kimi, sıkıntıya düştüklerinde, Allah celle celâlühû'ya değil de, Kabr-i Şerîf'e yönelmekle suçlayacaksınız? Hz. Aişe radıyallâhu anha’yi mi, yahud Medînelileri mi şirkle suçlayacaksınız, behey ilim adamı pozlarındaki çapulcular, kimi?..
Üçüncü Tenbîh: Bu rivâyeti yapan İmâm Dârimî acaba sizin kadar bilemedi mi? Ya şu rivâyeti -hâşâ- duvara çalmayan İslâm âlimlerine ne diyeceksiniz?!..
---------------------------------------------
(On dördüncü Hadîs)
İbnü Abbâs Radıyallâhu Anhumâ’nın Haberi
---------------------------------------------
(İmâm Buhârî rivâyet etti: İbnü Abbâs radıyallâhu anhümâ Hâcer kıssasında şunu anlattı: Ne zaman ki Hâcer ve çocuğu (İsmâil aleyhisselâm) susadılar, su aramak için koşmaya başladılar; Hâcer, bir ses işitti. Bir şahıs görmüyordu. Ona, Yanında bir ğavs (meded/yardım eli uzatma) varsa, yetiş imdâdıma!.. dedi.)[39]
Burada dahî birkaç tenbîh yapmak istiyoruz:
Birinci Tenbîh: Bu ifâdelerde ğâib (ortada olmayan) birine nida (seslenme) vardır.
İkinci Tenbîh: Her hangi bir mahlûktan (sebeb olarak) bir meded istenmekle hakîkatte Allah celle celâlühû’dan isteniyor.
Bunu, değil inanca, amele bile zararı olsa, hattâ faydası olmasa, İbni Abbas radıyallâhu anhümâ anlatır, İmâm Buhârîler kitâblarına alırlar mıydı?Asla…
Üçüncü Tenbîh: Maksada ulaşmada, Allah celle celâlühû’nun yanında kıymeti, rütbesi ve değeri olan gerek amel, gerek Esma-i Husnâ ve gerek şahısları vesîle ve sebeb olarak ileri sürerek, yani bunlarla tevessül ederek Allah celle celâlühû’dan birşeyler istenilebileceğini,[40] daha başka nice delîller ortaya koymaktadır.[41]
---------------------------------------------
Kur’ân ve Sünnet’de İstiğâse
---------------------------------------------
Bir takım câhil ve edebsizler İstiğâse yüzünden Mü’minlere ve İslâm âlimlerine dil uzatabilmekte ve hattâ onları şirkle suçlayabilmektedirler. Oysa Tevessül ve İstiğâse aynı ma’nâya gelmektedir. Nitekim bu âyetler ve hadîslerde görüldüğü gibi İmam Sübkî ve Allâme Kevserî de böyle demektedirler.[42]
Muhaddis ve Müctehid İmâm Sübkî şöyle diyor:
İstiğâse’ye gelince. O, Ğavs/meded talebidir. Kimi zaman yaradanından istenir ki; O da sadece Allah Teâlâ’dır. Hani Rabbinizden İstiğâse ediyordunuz[43] âyeti gibi. Kimi zaman da (yaratma değil de) kesb/sebeb olup kazanma yolu üzere isnâdı/dayandırılması doğru olacak kimseden istenir. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den İstiğâse işte bu çeşittendir. Bu iki kısımda da (Yaratan’dan ve Sebeb olandan İstiğâsede de İstiğâse) fiil(i) bazen ( اذ تستغيثون ربكم/hani Rabbinizden İstiğâse ediyordunuz)[44] ve (فاستغاثه الذى من شيعته/Onun taraftarlarından olan O’ndan istiğâse etti)[45] âyetlerinde olduğu gibi, kendi başına, bazen de, harf-i cerr ile müteaddî olur. Nahivcilerin(مستغاث به)/Müsteğâsün bih’deki sözlerinde olduğu gibi. Sîbeveyh rahimehullahu teâlânın Kitâb’ında (şu ifâde) vardır: ( فاستغاث بهم ليشتروا له كليبا/ona bir enik almaları için onlardan İstiğâse etti/meded istedi) Bu yüzden bir ma’nâda olarak (استغثتالنبى/isteğestünnebiyye/Nebîden İstiğâse ettim ve استغيث بالنبى/esteğîsü binnebiyyi/Nebîden İstiğâse ediyorum) demek sahîhdir. Bu da Ondan, hiçbir fark olmaksızın aynen tevessülde geçtiği iki çeşiti üzere düa ve benzeriyle ğavs/yardım istemektir. Bu da hayâtında ve ölümünden sonradır. Allah’dan yardımı yaratması ma’nâsına (استغثت الله İseğastüllâhe ve استغيث بااللهesteğîsü billâhi) der. Şu halde Allah Müsteğâsdır/yardım istenendır. Yaratmak ve vâr etmek bakımından yardım O’ndandır. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem de Müsteğâsdır. Sebeb olma ve kazanmak bakımından, yardım O’ndandır. Bu ma’nâda fiilin lâzim, yâhud kendi başına Müteaddî veya bâ ile teaddî etmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den İstiğâse/yardım talebi bazen de bir başka şekilde olur. O da nasıl ( سألت الله بالنبىseeltüllâhe binnebiyyi) diyorsan ( استعثت الله بالنبىisteğestüllâhe binnebiyyi) de dersin. Böylece Tevessül çeşitlerinden birinci çeşit tevessüle döner. O yüzden, var olmasından evvel de sonra da sahîh olur. Bazen de mefûlün bih hazfedilir ve bu ma’nâda (استغثت بالنبى/isteğestü binnebiyyi) denilir. Böylece (استغاث بالنبىistiğâse binnebiyyi/Nebî ile istiğâse)nin iki manâsı hâsıl olur: Birincisi Müsteğâs ikincisi de Müsteğâsün bih. Bâ da istiâne içündür. Böylece İstiğâse ve Tevessülün hep bereber kullanılmalarının câiz olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu şekk edilmeyecek bir şeydir. Zîrâ İstiğâse Lüğatta ğavs talebi/yardım istemek demektir. Bu da hangi kelimeyle ifâde edilirse edilsin hem dilde hem de Şerîat’te, ona gücü yetecek olandan yapılması câizdir. Nitekim İsmâil aleyhisselâm’ın anası (Hâcer)[46] yanında ğavs/yardım varsa ğavs/yardım et, dedi…[47] (Sübkî’den nakil bitti.)
Büyük müfessir ve Akâid âlimi Fahruddîn er-Râzî, (ام حسبت ان اصحاب الكهف) âyetinin tefsîrindeşöyle diyor:"Aynı şekilde, kul tâatlara devâm edince, Allahın onun için bir kulak ve bir göz olurum demekte olduğu makâma varır. Allah'ın celâlinin nûru onun için bir kulak olunca yakını ve uzağı işitir. Şu nûr onun için bir göz hâline gelince yakını ve uzağı görür. Şu nûr onun için bir el olunca zorda, kolayda, yakında ve uzakta tasarrufa/iş görmeğe muktedir olur."[48]
Tevessül ve İstiğâse inkârcılarının Şeyhu’l-İslâmları İbnü Teymiyye de şöyle diyor: “Olağan üstü hâllerden bir takımı, mükâşefeler[49] gibi ilim, bazıları, olağan üstü tasarruflar gibi kudret ve mâlik olmak, bazıları ise, insanlara görünürde verilmekte olan ilim, hükümrânlık, mal ve zenginlik cinsinden şeylerdir."[50]
Hâsılı, İstiğâse/yardım isteme yardım istenilenden bir kerâmet beklemek veya başka bir tâ’bîrle Allah celle celâlühû’dan O kişinin elinde olağan üstü bir iş yani Mu’cize veya kerâmet yaratmasını beklemektir. Tıpkı Süleyman aleyhisselâm’ın çevresindekilere, (Yemen Melikesi Belkıs’i kasdederek) Onun tahtını kim bana getirecek?[51] deyip onlardan olağan üstü bir iş beklemesi gibi… Bu hangi sıradan bir beşerin gücü dahilinde olan bir iştir. Umarım Süleymân aleyhisselâm’ı da Yehûdîler gibi küfür ve şirkle suçlamazlar… Kerâmet’in hayattayken vâkı’ olduğu gibi öldükten sonra da zuhûr edebileceği ise bilinen bir husûsdur. Sözün özü Kur’ân’a ve Sünnet’e îmânı îcâbı Mu’cize ve Kerâmeti kabûl eden hiçbir Mü’minin inkâr edemeyeceği bir husûsdur. Ku’ân ve Sünnetle sâbit Mu’cize ve Kerâmeti inkâr eden Zındık veya Bid’atçılara ise şimdilik kaydıyla bir şey demeyeceğiz. Sonra görüşürüz…
 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
(On Beşinci Hadîs)
Ümeyye İbnü Hâlid İbni ‘Abdillâh Radıyallâhu Anhu Hadîsi
---------------------------------------------
((Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem) Müslümanların yoksulları ile, (Allah celle celâlühû’dan) fetih ve yardım isterdi.)[52]
---------------------------------------------
Hadîsin Sıhhat derecesi
---------------------------------------------
Bir,Hadîs, Suyûtî’ye göre, Hasen’dir.
İki, Münzirî, râvîleri, Sahîh’in râvileridir ve mürseldir dedi.

Üç, Heysemî, Taberânî bunu iki isnâdla rivâyet etmiştir ve iki isnâddan birinin râvîleri, sahîh’in râvileridir, ancak, hadîs mürseldir, dedi…

Dört, Hadîsi O'ndan (Umeyye’den), Beğavî de, Şerhu’s-Sünne’de, rivâyet etti.

Beş,İbn-i Abdi’l Berr, bence hadîs, sahîh değildir ve de mürseldir dedi.

Altı, Kütüb-i Sitte sâhibleri Ümeyye'den rivâyet yapmamışlardır.

Yedi, İbnü Asâkir, bu Umeyye, sağlam bir tâbiî’dir; Abdülmelik O’nu Horosan’a vâli yapmıştır, dedi.

Sekiz, Zehebî, Muhtasar’ında, hadîs mürseldir dedi.

Dokuz, İbnü Hibbân ve (ibnü Abdi’l-Berr) el- İstîab’da Sahâbî olmadığını, İbnü Hacer de, el-Isâbe’de Sahâbîliğinin sâbit olmadığını ve (Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’i) görmediğini, söylemişlerdir. [53]

---------------------------------------------
Elbânî’nin Şu Rivâyet Hakkındaki Şübhe ve Vesveseleri
---------------------------------------------
Diyor ki;
(Bir):Hadîs zayıftır.

Diyoruz ki: Yalan söylüyor. Taberânî’nın iki isnâdından birisi, Hâfız Münzirî ve Hâfız Heysemî’ye göre Sahîhtir.Rivâyet, Suyûtî’ye göre Hasendir. Elbânî, Mu’tezile imâmlarından Zemahşerî’den nakıl yapan Münâvî’nin Feyzü’l-Kadîr’inde bunları gördüğü hâlde, okuyucuyu aldatıyor. İki isnâd’ın sahîh olanına ses çıkarmayıp, zayıf olanı üzerinde laf kalabalığı yaparak, sahîh olan birinci isnâdın sahîhliğini gizliyor. Hainlik yapıyor.

Diyor ki;

(İki): Bütün rivâyetler Ümeyye’ye dayanmaktadır ve O, Sahâbî değildir. Söz konusu hadîs zayıf ve mürseldir.

Diyoruz ki;(Bütün rivâyetler, Ümeyye’ye dayanıyor imiş); dayansın, ne olmuş? O, İbnü Asâkir’in de dediği gibi sika, yani sağlam bir tâbiî’dir.O’nun ağırlıklı görüşe göre, Sahâbî değil de, Tâbiî oluşunun âlimlerin cumhûr'una/çoğuna göre rivâyetin sağlamlığına bir zararı yoktur.

Bir rivâyetin mürsel olması, yani, Sahâbî atlanılarak bizzât Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sağlam bir râvî tarafından irsâl ile rivâyet edilmiş olması, Hanefî Mâlikî ve Hanbelî âlimlerine göre zayıflık sebebi değildir. Hatta İbn-i Cerîr, bu husûsun, Şafiî’ye gelinceye kadar, âlimlerce ittifak edilen bir husûs olduğunu söylemiştir.[54] Şâfiîlere göre ise, Mürsel oluş bazı istisnâların dışında zayıflık sebebidir. Ancak, başka bir muttasıl veya mürsel rivâyetle pekiştiğinde ise, şu ikinci pekiştiren rivâyet, zayıf bile olsa, mürsel Şâfiî’ye göre de hüccettir. [55] Yeter ki birinci mürselin isnâdı sahîh olsun. Yani râvileri sağlam, senedi de bitişik olsun, kesik olmasın.

Evet, buradaki haber, Cumhûra göre bir Mürsel rivâyettir… Şu hâlde Taberânî’nin birinci isnâdı Cümhûr’a/âlimlerin çoğunagöre Sahîhtir. Elbânî câhili Mürsel’i hüccet kabûl etmeyen azınlığı taklîd ederek onu Zayıf sayıyorsa, bu, İbnü Cerîr’in sözünü ettiği, Şâfiî’den önceki icmâı ortadan kaldırmadığı gibi, üç mezhebin âlimlerinin ictihâd ve kanâatini dahî ortadan hiçbir şekilde kaldırmaz ve çoğunluğu bağlamaz. Üstelik, Ümeyye’nin -zayıf bir ihtimâl dahî olsa- Sahâbî olduğu kanâatinde olan âlimler dahî vardır. Öyleyse, O’nun Sahâbî olma ihtimâli de vardır ki, bu takdîrde rivâyet mürsel değil müsned olmuş oluyor. Dolayısıyla rivâyet ittifâkla Sahîh ve dolayısıyla hüccet olmuş oluyor.

(Üç): Diyor ki; (يستنصر) Yestensıru, demek yardım taleb eder, (بصعاليك المؤمنين)bi saâlîki’l-mü’minîn de, varlıksız ve fakir Müslümanların düâsıyla demektir.

Diyoruz ki:(يستنصر) /Yestensıru, yardım taleb eder demek olsun, ne olmuş? Yani, Allah celle celâlühû'dan yardım ister. Ama,sadece mü’minlerin zayıfları ile. Düâları ilâvesi bir te'vîldir/yorumdur. Böyle bir yorumun lâzım veya câiz olabilmesi için, yorumsuz hâlindeki İlâvesiz ma'nâya, (delîle dayanan yeterli bir) mâni'/engel bir şey bulunmalıdır. Bu ise burada yoktur. Nesâî hadîsi ise, böyle bir mâni' delîl olamaz. Sebebi de ileride gelecektir.

(Dört): Diyor ki; Nesâî’nin rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîf mezkür açıklamayı getirmektedir: Allah bu Ümmet’e, zayıfların düâ namaz ve ihlâslarının hatırı için yardım eder,Bunun senedi sahîhdir. Aslı Buhârî’de vardır. Hadîs açık bir şekilde, yardım talebinin zâtların ve makamların tevessülü ile değil, belki sâlihlerin düâsıyla olabileceğini ifâde etmektedir…

Diyoruz ki:

(Bir,Nesâî’nin hadîsinin doğru tercümesi şoyledir:Allah celle celâlühû bu Ümmet’e, sadece, zayıfları ile, oların düâlarıyla, namazlarıylave ihlâslarıylayardım eder.

(İki, Düâlarıyla, namazlarıyla ve ıhlâslarıylasözü, zayıflarıyla ifâdesinden sonra gelmiş olub, atf-ı beyân yoluyla yapılan bir açıklamadır ki, asl olan hadîsden olması ise de, râvî tarafından derc edilmiş olma ihtimâli de vardır. İkinci takdîrde râvînin bir anlayışıdır. Böyle olmasa bile, bu, zâtla tevessüle engel değildir. Çünki,

(Üç,Diyelim ki, düâsıyla tevessül oldu. Yani ey zayıflar bizim için düâ ediniz demek olsun. Zâten bunu inkâr eden yok idi. Ya, namazıyla ve ihlâsıyla nasıl oldu? Bir namaz kılın da Allah bize yardım etsin veya, Allahım şu zayıfların namazlarıyla bize yardım et veya ey zayıflar bize şu kadar ıhlâs verin de Allah bize yardım etsin veya Ey Allahım! zayıfların şu mikdâr ihlâsı ile yardım et denildiği mi iddiâ ediliyor? Hâlbuki, kişi ancak kendi ameliyle tevessül edebilir, başkasının ameliyle tevessül edemez diyorlardı. Sübhânellah!.. Ne bu çelişki, ne bu akıl?!..

(Dört, Şu hadîsde geçen, düâ, namaz ve ihlâs’dan cımbızla sadece düâ alınıyor ve bu, düâsıyla tevessül demektir denilerek hadîs budanmış oluyor. Yani hâinlik yapılıyor. Halbuki biz düâ ile tevessülü inkâr etmiyoruz. Aksine onu kabûl ediyoruz. Onun yanında diğerlerini de kabûl ediyoruz. Kitabin bir kısmına îmân edip bir kısmını inkâr edenler gibi yapmıyoruz; hadîsın bir kısmını alıp diğer kısmına göz kapatmıyoruz.

(Beş,Zâtlarla tevessül etmek demek, hakîkatte onlardaki namaz, ıhlâs ve benzeri sâlihameller sebebiyledir. Et ve kemikleriyle olduğunu kim söylemişti?

Hâsılı, hadîsi rayından çıkarmak için yapılan hokkabazlıklar boşuna çırpınışlardır...

---------------------------------------------
Netîce
---------------------------------------------
Görüldü ki, Vesîle ve Tevessül, bir takım âyetlerin işâretleri ve delâletlerinin yanında Sahîh Sünnet ile de sâbit bir ameldir. Sadece Sûfîlerce değil, Ümmetin Hadîs, Fıkıh ve Akâid âlimlerince işlenen bir Sünnettir. Onu Kur’ân’a ve Sünnet’e ters görüp göstererek kabûl etmeyenler, ya Allah’a ve Resûlü’ne yalan iftirâ eden sapıklar, yâhud da geri zekâlılar ve câhillerdir. Ellerinde delîl diye bulundurdukları şeyler şeytânî vesveselerden başka şeyler değildirler. Onlar, âyet ve hadîslerle, onlardan çıkardıkları bâtıl hükümleri karıştıracak kadar hidâyet veya ilim ve idrâk mahrûmu kimselerdir. Vesselâm…


 

arifan yolcusu

Profesör
Katılım
9 Ağu 2010
Mesajlar
1,303
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Dergah-ı Mualla
[1] O'nun senin yanındaki hatırı ve rütbesi hürmetine senden istiyorum, derse…

[2] Ahmed İbnü Hanbel (3/21), İbn-i Mâce (778), İbnu’s-Sunnî (84-85) ve [İbnu Huzeyme, İbnu Menî', Ebû Nüaym Fazl İbnü Dükeyn, Ebû Nüaym,,.], Kevserî

[3] El-Bûsîrî, Mısbâhu’z-zücâce: 132-133 (H.263)

[4] Cerh, müfesser değildir/kınamanın sebebi açıklanmamıştır. Dolayısıyla mu' teber değildir.

[5] El-Bûsîrî Zevâidi el-Mısbâh’ında [132-133 (H.263)] ve ona tâbi’ olarak es-Sindî de İbnü Mâce Hâşiyesinde (Dârü’l-Ma’rifeh) böyle demektedir: (1/429)

[6] Elbânî zavallısının hadîse, zayıftır demesi mühim değildir.

[7] Alâuddîn Muğlatay: El-İ’lâm Şerhu Süneni İbni Mâce (Mektebe Nezzâr Mustafa Bâz): 4/1316-1317

[8] Aynî hadîsi aynî Sahâbîden rivâyet etmekte O’na uymuştur.

[9] Yani Hasen olmaktan aşağı düşmez.

[10] Allahu a'lem Sahîh Liğeyrihi.

[11] Kevserî, Makâlât: 393-394

[12] İbn-i Mâce’nin isnâdına değil de, İbnu Huzeyme’ninkine.

[13] Mefahim:146-147 İlim ehli için bu büyük hadîs îmânının sözlerini bir tarafa atıp, Elbâni ve benzeri zamane bücür, cücelerine kulak verecek cahilleri Mevlâ ıslah ede..

[14] Burhânüddîn el-Merğînânî, el-Hidâye:(4/96), Kâsânî, el-Bedâyi’ [(Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye): 6/504], İbrâhîm el-Halebî, Multekâ (Mücerred Metin): (192), Allîyyü’l-Kârî, Fethu Bâbi’l-İnâye: (3/30)

[15] Kâsânî, Bedâyi’ (Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye): 6/504

[16] [Bedâyius-Sanâi' 5:126,(İstihsan bahsi)], Fethu Bâbi’l-İnâye (hâşiyesi):3/30

[17] Ve de vardır. Zîrâ, Ebû Saîd’in rivâyet ettiği bu hadîsimiz ile İbnü Adiyy ve İbnü Asâkir’den buna dâir rivâyetler vardır.

[18] Aliyyu'l-Kârî, Fethu Bâbi’l-İnâye:3/30

[19] Şifâu’s-Sikâm: 132

[20] Makalât: 395

[21] Medet ve yardım isteme

[22] Yardım isteme

[23] Varılmak istenen bir şey içün sebeblere tutunman

[24] [Buhârî, Sahîh:Zekât, 52]; Mu’cem:21

[25] Hacc:56

[26] [İbn-i Kesîr, Tefsîr (Mektebetü Dâri’t-Türâs): 1/301, el-Bidaye: 2/8

[27] İbn-i Kesîr, Tefsîr (Mektebetü Dâri’t-Türâs): 1/301

[28] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, 6: 324

[29] İbnu's-Sünnî, Hadîsi İbnu Teymiyye, el-Kelimu't-Tayyib isimli kitabına almıştır: 131

[30] İbnü’s-Sünnî’nin Amelü’l-Yevm vel-Leyle’sinin Ta'lîki:55, Abdulkadir el-Arnavut, El-Kelimu't-Tayyib Ta'lîk'ı:131

[31] Aynı yer.

[32] İmâm Buhârî, el-Edebu’l-Müfred (Şerhu Fadlillâhi’s-Samed ile beraber): 2/428,429

[33] İbnü Hacer, Takrîbu’t-Tehzîb: 446

[34] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl: 33/30, Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb: 172,173

[35] Takrîb:341

[36] Safiyyüddîn Ahmed İbnü Abdillâh el-Hazrecî el-Yemenî, Hulâsatü Tezhîbi Tehzîbi’l-Kemâl: 228

[37] Fadlüllâhi’s-Samed Şerhu’l-Edebi’l-Müfred: 2/429

[38] Dârimî (H:92)

[39] [Buhârî, Enbiyâ, 9], Mu’cem:5/21

[40] Hattâ, İmâm Cezeri’ye göre, bunun düânın âdâbından olduğunu söylemiştir: (Hısnu’l-Hasîn-Hazînetü’l-Esrâr kenârı:14)

[41] Bunların hemen hemen tamâmını biz kendi tahkikimiz ile ortaya koymadık; ifâdelerin çok azı bize aittir. Verilen kaynakların çoğu, sırf bu husûsta yazılan kitâblardan alınmıştır. İnsâf ehline bunlar yeter de artar bile.

[42] Sübkî, Şifâu’s-Sikâm:146-149, Kevserî, Makâlât:395

[43] Enfâl: 9

[44] Aynı âyet

[45] Kasas:15

[46] İleride gelecek olan Buhârî, Enbiyâ, 9 hadîsi kasdedilmektedir.

[47] İmâm Sübkî, Şifâu’s-Sikâm: 146-147

[48] [Tefsîr-i Kebîr, (yeni baskı, Abdurrahmân Muhammed, Mısır): 21/891], Abdü'l-Hakîm Şeref, Min Akâid-i Ehli's-Sünneh:50, Münazzama-tü'd-Da'veti'l-İslâmiyye, Lahor-Pâkistân

[49] Perdelerin açılıp ardlarındakilerin görünüp bilinmeleri

[50] [İbnü Teymiyye, Kitâbu’t-Tasavvuf: 298], D. Es'ad Şahmerânî, et-Tesavvuf: 155

[51] Neml:38

[52] [İbnü Ebî Şeybe, Taberânî, el-Kebîr, Umeyye İbnü Abdillah’dan], Et-Teysîr:1/276

[53] Şu dokuz madde, Münâvî’nin Feyzü’l-Kadîr’inden istifâdeyle yazılmıştır: 5/ 266-277

[54] Şebbir Ahmed el-‘Usmânî, Fethu’l-Mülhim Şerhu Sahîh-i Müslim Mukaddimesi:1/77-78

[55] İbnüHacer, Nüzhe (Aliyyu’l-Kârî Şerhiyle):407-408
 
Üst