Tasavvuf, nihâyeti olmayan bir ummandır. Bütün kâinatı içine alan ilm-i ilâhîdir. Bu, tarif edilemez, ancak herkes nasibine, anlayışına, derecesine göre söz eder.
Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretleri bile:
"Ya Rab! Ben Sen'i nasıl senâ ederim.Sen kendini nasıl senâ etdi isen öylesin" buyurmuşlardır.
Fahr-i Kâinat Efendimizin ilmi Cenâb-ı Hakk'ın ilmi yanında deryadan bir katre, diğer peygamberân-ı ızâm hazerâtının ilmi, Sallallahu aleyhi ve sellem'in ilmi yanında deryadan bir katre, evliyaullah'ın ilmi de peygamberân-ı ızâm hazerâtının ilmi yanında bir katre olduğuna göre tasavvuf sonu, hududu, sınırı olmayan bir ilm-i ilâhidir. Bu nihayetsizlik âleminde, herkes nasibine göre bilgiler elde eder. Ve bu elde ettiği bilgi deryadan bir katre mesâbesinde bile olmadığına göre, tasavvuf âleminde, Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerini, kulları, Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bahşettiği ilim miktarında görebilir, anlayabilir. İşte mutasavvıflar kendilerine tahsis edilen ilim mikdarınca konuşabilirler. Kimisine Cenâb-ı Hakk'ın manevî hazinesi az açık olmasına rağmen, bazı hâs velilerine ikramı daha geniştir, daha derindir.
Bazı kullar, bu geniş marifetullah sahasında aczini anlar. Hakkın ihtişamı karşısında gözyaşı döker, kimisi bu âlemin yaratıcısına hayran olur, kimisinin bu azamet-i ilâhi karşısında dili tutulur, konuşamaz olur, kimisinin dili açılır, devamlı Cenâb-ı Hakk'ın nimetlerini, lûtfunu, keremini görür, devamlı konuşur. Kimisine dağlar, tepeler, ovalar dar gelir.
Kimisi ufak barakaya girer orada hayat geçirir.
Kimisinin, aşk her tarafını sarar, mal, mülk, evlâd, dünya kâşâneleri istemez, yalnız tek olan Allah'ı ister.
Büyük velilerin dahi nasîbleri ayrı ayrıdır. Birisine verilen diğerine verilmez, birinin bildiğini diğeri bilmeyebilir.
Yalnız bu marifetullah ilmi ile şereflenenler, nihâyette, hepsi Cenâb-ı Hakk'ı bilirler, anlarlar ve bulurlar. İşte bundan sonra ne için yaratıldıklarını Cenâb-ı Hakk'ın azametinin karşısında, kendilerine düşen kulluk vazifelerini, büyük şevk ve aşkla bilerek noksansız îfâ ederler.
Marifetullah ilminde terakki de, kalb, gönül âleminin parlaklığına temizliğine bağlıdır. Hak yolu yolcusunda dört haslet olursa sünûhât-ı Rabbanî gönül âlemine bütün bereketi ve rahmeti ile nüzûl eder. Onlar da şunlardır:
- Kuvvetli ihlâs sahibi olmak.
- Samimi istikamet ehli olmak.
- Gayretli, sebatkâr olmak.
- Tam teslim olmak.
Tasavvuf ehli, güzel ahlâk, sehâvet, merhamet, nezâket, tevâzû gibi güzel sıfatlarla muttasıfdırlar. Herkesle geçimli olub, basîret ve teenni ile ileriyi görürler, her hatt-ı hareketleri Kur'an-ı Kerim ahkâmına ve Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ahlâk, âdâb ve ef'aline uygundur.
Bunlar Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerini ve Habib-i edibini canlarından, mal, mülk ve evlâdlarından daha fazla severler.
Eğer bunlara sevgi, sevgi kâsesinden içirilmemiş olsa idi bu yüce bilgi ve makama ulaşamazlardı.
Tasavvuf Hakkında Gönül Sultanlarının Bazılarının Sözleri
Mahmûd Sâmî -kuddise sirruh- buyurur:
-Tasavvuf, menşe-i âdâb-ı erkân-ı şeriattir.
-Tasavvuf, Allah'a fart-ı muhabbet ve terk-i dâvâdır.
-Tasavvuf, kimyâ-yı feyz-i iksîr-i hakikattir.
-Tasavvuf, zikri dâimî, hurûc-ı mâsivallah'dır.
- Tasavvuf, Şems-i tabân, Bedr-i Kamer, Nur-i hikmet cezbe-i ismet, makam-ı hayret, kemal-i rü'yettir. Hülâsa, Tasavvuf, terki terkdir, hâsılı terk-i niyettir ve teslimiyettir.
Ebû Süleyman Dârânî -kuddise sirruh- buyurur:
-Tasavvuf, sûfinin üzerinde Allah Teâlâ'dan başka, kimsenin bilmediği bir takım fiilerin câri olması, ve Allah'dan başka kimsenin bilmediği şekilde Allah'la olmasıdır.
Ebû Bekir Kettânî -kuddise sirruh- buyurur:
-Tasavvuf,tamamiyle ahlâkdan ibâret olup, ahlâkça ziyâde olan tasavvufça da ziyâdedir.
Tasavvuf, safvet ve müşahededir.
Cüneyd Bağdadî -kuddise sirruh- buyurur:
Peygamber Efendimizin izini takib müstesna, hiç bir yol insanı Allah'a götürmez.
Şeyh Ebû Said Ebu'l-Hayr -kuddise sirruh-
-Şimdiye kadar evliyâdan yedi yüz zât tasavvufun tarifi hususunda çeşitli sözler söylemişlerdir. Bütün bu sözlerin özü şu noktada toplanır: Tasavvuf, vakti en değerli olan şeye sarf etmekdir.
İnsanın kıymeti, idrâkinin, zekâsının bu yolun büyüklerinin hakikatlarını anladığı kadardır.
Tasavvuf bilginlerinden maksad, kendini zorlamadan, uğraşmadan her an Allah Teâlâ'ya teveccüh ve ikbaldir. Yani her an Allah Teâlâyı hatırlamakdır.
Sâdık Dânâ (Musa Topbaş Efendi)
Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretleri bile:
"Ya Rab! Ben Sen'i nasıl senâ ederim.Sen kendini nasıl senâ etdi isen öylesin" buyurmuşlardır.
Fahr-i Kâinat Efendimizin ilmi Cenâb-ı Hakk'ın ilmi yanında deryadan bir katre, diğer peygamberân-ı ızâm hazerâtının ilmi, Sallallahu aleyhi ve sellem'in ilmi yanında deryadan bir katre, evliyaullah'ın ilmi de peygamberân-ı ızâm hazerâtının ilmi yanında bir katre olduğuna göre tasavvuf sonu, hududu, sınırı olmayan bir ilm-i ilâhidir. Bu nihayetsizlik âleminde, herkes nasibine göre bilgiler elde eder. Ve bu elde ettiği bilgi deryadan bir katre mesâbesinde bile olmadığına göre, tasavvuf âleminde, Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerini, kulları, Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bahşettiği ilim miktarında görebilir, anlayabilir. İşte mutasavvıflar kendilerine tahsis edilen ilim mikdarınca konuşabilirler. Kimisine Cenâb-ı Hakk'ın manevî hazinesi az açık olmasına rağmen, bazı hâs velilerine ikramı daha geniştir, daha derindir.
Bazı kullar, bu geniş marifetullah sahasında aczini anlar. Hakkın ihtişamı karşısında gözyaşı döker, kimisi bu âlemin yaratıcısına hayran olur, kimisinin bu azamet-i ilâhi karşısında dili tutulur, konuşamaz olur, kimisinin dili açılır, devamlı Cenâb-ı Hakk'ın nimetlerini, lûtfunu, keremini görür, devamlı konuşur. Kimisine dağlar, tepeler, ovalar dar gelir.
Kimisi ufak barakaya girer orada hayat geçirir.
Kimisinin, aşk her tarafını sarar, mal, mülk, evlâd, dünya kâşâneleri istemez, yalnız tek olan Allah'ı ister.
Büyük velilerin dahi nasîbleri ayrı ayrıdır. Birisine verilen diğerine verilmez, birinin bildiğini diğeri bilmeyebilir.
Yalnız bu marifetullah ilmi ile şereflenenler, nihâyette, hepsi Cenâb-ı Hakk'ı bilirler, anlarlar ve bulurlar. İşte bundan sonra ne için yaratıldıklarını Cenâb-ı Hakk'ın azametinin karşısında, kendilerine düşen kulluk vazifelerini, büyük şevk ve aşkla bilerek noksansız îfâ ederler.
Marifetullah ilminde terakki de, kalb, gönül âleminin parlaklığına temizliğine bağlıdır. Hak yolu yolcusunda dört haslet olursa sünûhât-ı Rabbanî gönül âlemine bütün bereketi ve rahmeti ile nüzûl eder. Onlar da şunlardır:
- Kuvvetli ihlâs sahibi olmak.
- Samimi istikamet ehli olmak.
- Gayretli, sebatkâr olmak.
- Tam teslim olmak.
Tasavvuf ehli, güzel ahlâk, sehâvet, merhamet, nezâket, tevâzû gibi güzel sıfatlarla muttasıfdırlar. Herkesle geçimli olub, basîret ve teenni ile ileriyi görürler, her hatt-ı hareketleri Kur'an-ı Kerim ahkâmına ve Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ahlâk, âdâb ve ef'aline uygundur.
Bunlar Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerini ve Habib-i edibini canlarından, mal, mülk ve evlâdlarından daha fazla severler.
Eğer bunlara sevgi, sevgi kâsesinden içirilmemiş olsa idi bu yüce bilgi ve makama ulaşamazlardı.
Tasavvuf Hakkında Gönül Sultanlarının Bazılarının Sözleri
Mahmûd Sâmî -kuddise sirruh- buyurur:
-Tasavvuf, menşe-i âdâb-ı erkân-ı şeriattir.
-Tasavvuf, Allah'a fart-ı muhabbet ve terk-i dâvâdır.
-Tasavvuf, kimyâ-yı feyz-i iksîr-i hakikattir.
-Tasavvuf, zikri dâimî, hurûc-ı mâsivallah'dır.
- Tasavvuf, Şems-i tabân, Bedr-i Kamer, Nur-i hikmet cezbe-i ismet, makam-ı hayret, kemal-i rü'yettir. Hülâsa, Tasavvuf, terki terkdir, hâsılı terk-i niyettir ve teslimiyettir.
Ebû Süleyman Dârânî -kuddise sirruh- buyurur:
-Tasavvuf, sûfinin üzerinde Allah Teâlâ'dan başka, kimsenin bilmediği bir takım fiilerin câri olması, ve Allah'dan başka kimsenin bilmediği şekilde Allah'la olmasıdır.
Ebû Bekir Kettânî -kuddise sirruh- buyurur:
-Tasavvuf,tamamiyle ahlâkdan ibâret olup, ahlâkça ziyâde olan tasavvufça da ziyâdedir.
Tasavvuf, safvet ve müşahededir.
Cüneyd Bağdadî -kuddise sirruh- buyurur:
Peygamber Efendimizin izini takib müstesna, hiç bir yol insanı Allah'a götürmez.
Şeyh Ebû Said Ebu'l-Hayr -kuddise sirruh-
-Şimdiye kadar evliyâdan yedi yüz zât tasavvufun tarifi hususunda çeşitli sözler söylemişlerdir. Bütün bu sözlerin özü şu noktada toplanır: Tasavvuf, vakti en değerli olan şeye sarf etmekdir.
İnsanın kıymeti, idrâkinin, zekâsının bu yolun büyüklerinin hakikatlarını anladığı kadardır.
Tasavvuf bilginlerinden maksad, kendini zorlamadan, uğraşmadan her an Allah Teâlâ'ya teveccüh ve ikbaldir. Yani her an Allah Teâlâyı hatırlamakdır.
Sâdık Dânâ (Musa Topbaş Efendi)