Şirk

cahid

Kıdemli Üye
Katılım
18 Ağu 2009
Mesajlar
6,084
Tepkime puanı
1,417
Puanları
113
Konum
Muamma...!
11269236_1160617560631348_489420642781988523_n.jpg

Âyet hakkında yapılan yorum fâsiddir. Buna göre Allah'ın (c.c.) kitabını açıklayan kitapları okumak (tefsir v.b.) şirk midir? Aynı mantıkla Kur'an'ın aslı değil meâliyle hüküm ihdas edilerek oluşturulan bu resmi hazırlayan da şirk mi koşmuştur?

Nakli bir kenara koyup aklını Rab edinenlerin varacağı nokta burasıdır işte..
 

garip70

Ordinaryus
Katılım
30 Kas 2009
Mesajlar
2,779
Tepkime puanı
309
Puanları
0
Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. (Enfal 24)
Allahu Teala kendine ve Resulüne uymamızı söylüyor. Ne yazık ki bazı kendini bilmezler, Resulü aradan çıkarıp, sadece Allah'a uymamızı söylüyorlar. Sanki biz Resule uyunca Allah'a uymuyoruz. Öyle bir kanı yaratmaya çalışıyorlar. Halbuki kendileri yukarıdaki ayete itaat etmiyorlar farkında değiller.
Belki de farkındalar da bunun bir diğer aşaması için zemin hazırlıyorlar. Bir diğer aşaması nedir? Nakille dilden dile hafızlarla bize ulaşan Kur'an'ı Kerim'den için, bize ulaştıran kaynakları aradan çıkardıktan sonra Kur'an'da uydurma diyecekler. Yavaş yavaş zemin hazırlıyorlar.


Allahu Teala diyor ki:
Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun. (Nahl 43)
Bilenlere sorunca da kafir olarak damgayı yiyorsunuz. Niye mi? Sorup öğrenmenizi istemiyorlar.
Kur'an'a uyduk Resule gerek yok diyerek kendi heva ve heveslerini tanrı ediniyorlar.
Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? (Furkan 43)

Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız? (Casiye 23)

Resule uyduk diye hemen hadis tapınıcısı ünvanını yapıştırıveriyorlar. Çünkü biliyorlar ki bir Müslüman asla Allah'tan başkasına tapmaz. Bu şekilde tehdit ederek kafalarında Resule itaat konusunda soru işareti bırakmaya çalışıyorlar. Böylece ilk hedef, Müslümanı Resulullah'tan(sav) soğutmak. Bir sonraki hedef te Kur'an'dan ve Allah'tan soğutmak.

Peygamberleri, apaçık mucizeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik. Belki düşünürler. (Nahl 44)


''Kendilerine indirileni açıklaman için'' demek ne demek... Resulullah'ın(sav) açıklamalarını kabul etmeyeceksek bu ayeti inkar mı edeceğiz?
Belki düşünürler diyoruz tekrar bu ayeti hatırlatıyoruz. Çünkü adamların hedefi belli: ''Kur'an'da yoksa, yoktur...''
Peki dedik, Kur'an'da abdest nasıl tarif ediliyor: Yoksa yoktur dediler.
Ya namaz nasıl anlatılıyor dedik: Kur'an'da namaz yoktur, salat vardır dediler. Salat da sizin kıldığınız şekliyle değil dediler.

Sonucun nereye varacağını tahmin ettiniz mi?
Kur'an'da ezan da yok... Ezan okunmasın.
Kur'an'da cami de yok... Camilere gerek yok yıkılsın.

Yani ezansız bir gök kubbe, camisiz bir vatan, namaz kılmayan Müslümanlar, Resulullah'tan(sav) haberi olmayan ve O'ndan(sav) gelen tüm haberleri uydurma diyerek peygamberimize bizi yabancılaştıran bir gelecek...

Hatta ismini bile Tevhit kelimesi şeklinde kullanmış ki, doğruyu söylediğini sanalım. Halbuki halk arasında bir deyim vardır: ''Senin bi Allah bir dediğine inanırım, onu da zaten bildiğim için...''

 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
"Ey iman edenler, bütün müşrikler pisliktir..." (Tevbe 28)
 
Katılım
7 Haz 2014
Mesajlar
84
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Seyyid Kutub sosyologdur ve ibni teymiyeye yakinligi vardir . ibni teymiyenin goruslerini benimsedigi kitabinda bellidir. Bilgisayara ulasabilitsem aksam detayl açiklayacam Allahin izniyle.
 
Katılım
7 Haz 2014
Mesajlar
84
Tepkime puanı
3
Puanları
0
“Fi-Zilal-il Kur’an” tefsirinin sahibi Seyyid Kutup dikkat edilirse bir gazetecinin ve bir politikacının tabi’i sanatı olan yaldızlı ve heyecanlı yazıları ile okuyuculatını vecde getiren bir hatiptir. O, kapalı bir hazineyi satılığa çıkaran bir tellal gibi, İslamiyeti yalnız övmekte, içini açıp cevherleri teşhir etmeyip, İslam alimlerini ve onların kitaplarını sanki gençlerden saklayıp, kendi görüşlerini din bilgisi olarak teşhir etmektedir.
Bir artist rolü ile okuyucularını teshire çalışırken, çok yerde tezatlara düştüğünü, kendi kendini yalanladığını anlayamamıştır.
İslamiyeti kendine göre yorumlaması, yazdıklarını benimseyenlerin küfre kadar götürmektedir.
Bakınız mesela Maide suresinin 115. Ayetini tefsir ederken “Semadan sonra inme kıssası, hıristiyan kitaplarında, Kur’an-ı Kerimde varid olduğu gibi zikredilmez. Hazreti İsa’nın vefatından çok sonra kaleme alınmış olan bu İncillerde…) demektedir. Halbuki “hazreti İsa’yı öldürmediler, Onu asamadılar” ayeti kerimesini daha önce kendisi uzunca açıklamıştı. Ayeti kerimeler İsa Aleyhisselam’ın öldürülmediğini açıkça belirtiyor. Nisa suresi 157. Ayetinde: “O’nu öldürmediler ve asmadılar”buyruluyor. Seyid kutub’un öldürüldü diyerek tefsir ettiği ayete ise “teveffi”dedildiğini, yani göğe çıkarılma işinin tam olduğunu haber veriyor.
İsa (Aleyhisselam’ın) öldürüldüğünü savunarak Ehli sünnetten ayrılan Seyyid Kutup’un ne denli cahil olduğunu şimdi daha iyi anlayacaksınız.
İBNİ TEYMİYYE’Yİ ÖVÜYOR
“Cihan Sulhü ve İslam” kitabında ibni Teymiyye’ye bağlılığını göstermekten geri kalmayan Seyyid kutup’un sapıklığını göstermesi açısında bazı misaller vereceğiz. İnanın bu birkaç tanesini yüzlercesi arasından sizin için seçiyoruz.

Yine Cihan Sulhü ve ve İslam kitabında şöyle diyor: “Devletçilik sahasında çalışmalar henüz pek azdır. İslamın bu tarafı gereği kadar açıklanamamıştır.”
Kutup, İslamın bu tarafını kendisi açıklayacakmış. Hâlbuki 600 senelik Osmanlı devletini, kanunları, anayasaları, fetvaları, arşivlerdeki fetvaları, sayılamayacak kadar çoktur. İslam’da devletçiliği anlatan binlerce kitabı incelemek için bir ömür harcamak gerekir.
“İslam ve medeniyetin Problemleri” adlı kitabında bakın ne diyor:
“İslam toplumunu inşa ederken, bağlı olduğumuz şey, İslam fıkhı değildir. Bu fıkha yabancı kalmıyor isek de, bağlı olduğumuz şey, İslam yolu, İslam düsturu, İslam anlayışıdır.”

Fıkıh kitapları ve asırlar boyunca yazılan devletçilik kitapları İslam yolu değil de Seyyid Kutup’un açıklayacağı yol İslam yolu imiş.
Yine “Cihan Sulhü” kitabında: “İslam’a göre bütün insanlar, birbirlerine yakın bağlarla bağlı bir ailedir.” diyor.
Gazali’nin “Kimya-ı Saadet” adlı kitabında bildirdiği bir hadis-i şerifte ise şöyle buyruluyor:
“İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, müslümanları sevmek, kâfirleri sevememektir.” buyrulmakta ve Mücadele suresini son ayeti kerimesi zikredilmektedir: “Allah’u Teâlâ’ya ve kıyamet gününe iman edenler, Allah’u Teâlâ’nın düşmanlarını sevmezler”

Yani Allah’u Teâlâ ve Peygamberi, müminler ile kâfirleri ayırmamızı emrediyor. Yalnız müminlerin kardeş oldukları, bir kalenin duvarı gibi sapa sağlam aile olacakları bildiriliyor.
Seyyid kutup yine “Cihan Sulhü” kitabınca şöyle diyor: “İslamiyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dini taassubu kabul etmez”
Bu cümleler biraz tanıdık geldi nedense değil mi kardeşler? Her neyse, Seyyid Kutup kâfirleri sevmemeye taassup damgasını vuruyor.
İmam-ı Masum Hazretleri 29. Mektubunda şöyle buyuruyor: “Kâfirleri sevmemek, onlara kalp ile düşmanlık etmek ve darul harpte bulunanlarına sert davranmak ve onlarla muharebe etmek Kur’an-ı Kerimde açık olarak emredilmiştir. Kur’an-ı Kerime uymamız farzdır.”

Yine bu kitabında: “İslam insanlara zorla kabul ettirilmesi lazım gelen bir din değildir. Hiç kimseyi zorla dini kabule sevk etmez” diyor.
İslam öyle bir dindir ki, aslında bütün insanlığı zorla bu dine sokmak gerektir. Çünkü bu dine girmeyenler ebedi cehennemi hak edeceklerdir.
Ayrıca cihad etmek, Allah’u Teâlâ’nın kullarının müslüman olmalarına mani olan, zalim diktatörleri yok ederek, onları müslüman yapmak demektir. İman edenler, hakiki müslüman olurlar. İman etmeyip teslim olanlar, zimmî olurlar.
Allah’u Teâlâ bütün kullarını Müslümanlar vasıtası ile bu dine almak için cihadı emretti. Nisa suresi 94. Ayeti kerimesinde: “Mallarını, anlarını feda ederek, din düşmanları ile Allah’u Teâlâ’nın dinini yaymak için cihad edenler, oturup ibadet edenlerden aha üstündür” buyruluyor. Cihad, güç kullanarak kâfirlere emri bil maruf yapmaktır. Cihadı fertler değil, devlet yapar.

İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubatın 2. Cildi 69. Mektubunda buyuruyor ki:“kâfirlere karşı muharebeye giderken, Allah’u Teâlâ’nın ismini ve dinini yaymaya ve din düşmanlarını zayıflatmaya niyet etmelidir. Müslümanlara böyle emredilmiştir. Cihad da bu demektir.”
Tevbe Suresi 28. Ayeti kerimede ise: “Allah’a kıyamet gününe inanmayan ve Allah’u Teala’nın ve Resulünün haram ettiklerine haram demeyen ve hak olan İslam dinini kabul etmeyen kafirlerle, cizyeyi kabul ettiklerini veya müslüman olduklarını bildirinceye kadar harp ediniz.” Buyruluyor.
ZEKATTA İBNİ TEYMİYYE’YE TABİ
Seyyid Kutup “Cihan Sulhu ve İslam” kitabında şöyle diyor: “Zekât, her sene esas servetten yüzde iki buçuk mikdarında tahsil edilir. Bu vergiyi (vergi diyor) her vergiyi tahsil ettiği gibi, ancak devlet tahsil eder. Sarf edilmesi ile vazifeli olan da, devlettir. Yüzyüze ve iki ferd arasında meydana gelen bir muamele değildir. İşte zekat bir vergidir. Bunu devlet tahsil eder ve belirli yerlere sarfeder…. Eğer bu gün bazı kimseler zekâtını bizzat kendi elleri ile dağıtıyorlarsa, bu, İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir.”

Seyyid Kutup, zekât üzerinde de İbni Teymiyye’nin sözlerini tekrar etmekten kendini alamamıştır. Burada da Ehli Sünnetten defalarca olduğu gibi ayrılmıştır.
Hani kafadan “bu böyledir” demekten daha kolay bir şey yoktur herhalde. İslam âlimleri ise deliller ile konuşurlar.
ZEKÂT MESELESİNİ BİR AÇIKLAYALIM!
Yeri gelmiş iken bu konuda bir açıklama yapmak ve Sahabe efendilermize atılan iftiraya değinmek gerekiyor.

Ehli sünnet dört mezhep imamı sözbirliği ile bildiriyor ki. “zekat” demek “bir müslümanın tam mülkü olan zekat malı”nın yani helal yoldan malik olduğu, elindeki zekat malının belli bir kısmını, Kur’an-ı Kerimde bildirilen sekiz sınıf müslümandan yedisine temlik, teslim etmesi, vermesi demektir. Hanefi mezhebinde bunlardan yalnız birine de verilebilir.
Bu 7 kimse: fakir, miskin, amil (hayvan zekatını ve öşür denilen toprak mahsulünü toplayan kimse) hac ve gazada olan kimse, evinden ve malından uzak kalmış olan ve borçlu olan ve azad olacak köledir.
MÜELLEFİ KULUB NESH EDİLDİ
Sekizinci Sınıf “mellefi Kulub” denilen kimseler olup, kalplerine iman yerleştirilmesi istenilen veya kötülükleri önlenmek istenilen bazı kafirler ve yeni iman etmiş olan bazı zayıf müslümanlar idi. Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunların üçüne de zekat verirdi.
Fakat Hazreti Ebubekir zamanında, Beytül Mal emini olan Hazreti Ömer, (İbni Abidin’de delil olarak yazılı olan) ayeti kerimeyi ve (kütübü sitteninde hepsinde olan)“Mu’az” hadisini okuyarak, “müellefi kulub olanlara zekat verilmesini Resulüllah nesh eylemiştir” dedi. Halife ve Ashab-ı Kiramın hepsi bunu kabul ederek ayrıca icma hâsıl oldu.

Nesh Resulüllah hayatta iken olur, İcma ise vefatından sonra olur. Bu inceliği anlayamayanlar, bunu Hazreti Ömer’in neshettiğini zannediyorlar. Ashab-ı Kirama ve fıkıh âlimlerine dil uzatıyorlar. “Bedayi” ve diğer kitaplarda bildirildiği gibi, İslamiyete yardım için, düşmanın zararını önlemek için onlara para ödenebilir ama bu zekât kısmından değil, başka bölümden ödenir.
Zekat konusu ayrı bir bölüm gerektirdiğinden burada noktalıyoruz…
DEVLET TOPLUMUN MALINI İSTEDİĞİ GİBİ ALIRMIŞ!
Seyyid kutup “Cihan Sulhu” adlı kitabında hezeyanlarına devam ediyor. “Devlet yalnız vergi yolu ile değil, şahsi mülkiyetlerden ihtiyacın gerektirdiği miktarı karşılıksız ve iade etmemek üzere alır. Toplumun umumi ihtiyaçlarına harcar” diyor.

Aslında tam bizim devlet adamlarına göre bir fetva. Onlarda nereden vergi alsak diye düşünüyorlardı. Bak düşünmenize gerek yok, Seyyid Kutup’un aklına uyarak milleti soyabilirsiniz.
“Mecelle” de geçtiği üzere “Başkasının mülkünü kullanmak için emrolunamaz”.Mesela filancanın malını, falanca kimseye ver diye birisine emredilemez.
“Dürrül Muhtarda” da: “Bir kimsenin malı, onun gönlü rızası olmadan alınırsa helal olmaz” buyruyor.

İmam-ı Ahmedin Müsnedinde ve Ebu Davud’da geçen bir hadis-i şerifte ise Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Bir kimsenin malı, onun gönül rızası olmadan alınırsa helal olmaz.”
Seyyid Kutup’un sosyalist yaklaşımı, İslamiyet’ten ne kadar uzaklaştığının da bir göstergesi. Çünkü onun savunduğu sistem adaletin olmadığı sosyalist sistemlerde mevcuttur. İslam’da ise kapitalist bir sistem yoktur. Herkes alın terinin, çalışmasının karşılığını bulur. Devlet de, reisler de milleti sömürmez.
HIRSIZ SOYAR, DEVLETE YARAR!
Yine Cihan Sulhu adlı kitabına şöyle diyor: “Yağma, soygunculuk, gasp, hırsızlık, rüşvet, hile ve faiz, ihtikar ve bunlara vesile olan yollardan şahsi mülkiyet meydana gelmez. Devlet istediği zaman bunu tamamen veya kısmen hazineye alabilir. Tarihi örnekler, bu hakkın tamamen devlete verildiğini göstermektedir.”

Haksız kazançlar elbette helal değildir. Devletin bunlar istediği zaman değil hemen geri alması lazımdır fakat geriye aldığı, devletin olmaz. Bunları sahibine ulaştırması lazımdır. Devletin vazifesi, acizin hakkını zalimden alıp, ona yardımcı olmaktır. Bunu mazluma ulaştırmayıp hazineye alırsa o hırsızdan ne farkı kalır?
İbn-i Abidin beşinci ciltte şöyle demektedir: “haramdan elde edilen, mesela gasp edilen mallar sahiplerine geri verilir. Böyle mallar, Beytül malın olmaz. Bütün müslümanların ortak malı da olmaz.”
SAHABE-İ KİRAMA DİL UZATAN SAPIK
Seyyid kutup “İslamda Sosyal adalet” adlı kitabında mezhepsizliğini ve sahabeye olan kini kusmaktan geri durmamıştır. Bakın 247. Sayfasında ne zırvalıyor:
“Beni Ümeyyenin iktidara gelişi zararlı oldu. Hazreti Ömer birkaç sene daha hilafette kalsaydı veya Hazreti Ali üçüncü halife olsaydı yahut hazreti Osman iktidara geldiğinde yirmi yaş daha genç bulunsaydı, İslam tarihinin çehresi daha başka olurdu. Hazreti Ömer, zenginlerin artan mallarını alıp, fakirlere eşit tevzi ederdi”

Bu yazılarında Hazreti Osman (Radıyallahu Anh) ın idaresiz, beceriksiz olduğunu ima ediyor. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) ise “Osman halife olamaya daha layıktır, muktedirdir” buyuruyor. Şimdi acaba hangisine hak vereceğiz?
O halde Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) yanılmış mıdır? Peygamberimizi sie şöyle buyuruyor: “Allah’u Teâlâ, doğru sözü Ömer’in dili üstüne koymuştur”…
SAYMAKLA BİTMEZ HEZEYANLAR
Seyid kutup’un hezeyanlarını “bana göre”lerini saymakla bitiremezsiniz. Bu gün hem müslüman hem sosyalist geçinen “yeşil komünistlerin” ilham kaynağı olan Seyyid Kutup yine birçok reformist tarafından övülmekte ve fikirleri gençlere aşılanmaya çalışılmaktadır. Bize düşen görev bu reformistlerin fikir kalıplarını çözmek ve kimliklerini iyi bilerek ortaya atılan fikirlerin değerlendirmesini yapabilmek, aldanmamak ve her yerde deşifre etmek. Bu kabiliyeti kazandığımız zaman Ehli sünnetin sırtı yere gelmez demektir

www.ihvanlar.net
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Seyyid Kutub sosyologdur ve ibni teymiyeye yakinligi vardir . ibni teymiyenin goruslerini benimsedigi kitabinda bellidir. Bilgisayara ulasabilitsem aksam detayl açiklayacam Allahin izniyle.
Seyyit Kutup sosyolog olduğu dönemlerde dünyada sosyoloji ilmi ana okulu çocuğnun seviyesindeydi.. Sosyoloji yeni bir bilim dalıdır. Bilhassa 2. dünya savaşından sonra gelişmiştir. 2. dünya savaşı dönemi sosyoloji ilmi fevkalade tenkit edilmiştir.. Çünkü Nasyonalsosyalizim ve Komünizim gibi fikirlerin toplumda tutacağına inanıyorlardı.. Yeni bir dünya düzeni arayışı vardı.. Bunlar tabi ki tutmadı.. Sonunda Osmanlı'nın ve Roma'nın dahi devlet nizamı olan ''pax'' sistemine geri döndüler. Çünkü pax sisteminin asırları aşan bir tecrübesi vardır. Bi ara tecrübe denediler tutmadı, geçti gitti.. Pax, barış demektir. Halkların barışı anlamını taşır. Multikültürel toplum yapısı.. Yani çok kültürlü toplum yapısını benimsediler.. Seyyit Kutup, sosyoloji ilmini öğrendiği yıllarda Nasyonalsosyalizim vardı. Zaten kendisi Hitler ve Mussolini hayranı olduğunu eserlerinde dile getirmektedir. İslamı sosyolojik olarak bu defolu sistemle yorumlamaya kalkmıştır. Gençlik yapılanmaları, üniformalı yürüyüşler, spor faliyetleri falan hepisi ''Hitler Jugend'' örgütlenmelerinin kopyasıdır..

Bıyığa bakınız!..
qotb.jpg


İhvanı müslimin dünyayı bilmediği için bu eleştirileri yerli yerince yapamıyor. Dolayısıyla kendisini yenileyemiyor. Bu eleştirileri yapabilmek için tarih bileceksin, felsefe, sosyoloji bileceksin..

Bu fikir akımlarının bir de sosyalist versiyonu vardır. Onlarda aynı. Avrupanın çöplüğünde buldukları kırıntılarla islamı yorumluyorlar..

Bu noktada duygusallığa kapılıp çektikleri çilelerden bahsedebilirsiniz. Normaldir. Çünkü o dönemin sosyoloji anlayışında ''romantizim'' faktörünü kullanmak vardı.. Zamanında kullanılan bu romantizmin etkileri haliyle günümüze kadar gelmiştir. Şehit resimlerini arapça marş eşliğinde yayınlamak falan, buradan kalmadır.. Komünizmin romantizmini, marşlarını falan hatırlayın! Dünya, dün geçerli saydığı bu işleri bugün çöpe atmıştır. Hem çile delil midir? Aklınızı başınıza alın arkadaşlar. Dünyayı anlayın, okuyun. Durağan olmayacaksın. Fikirde aslolan tenkittir, tartışabilmektir. HER NESİL KENDİ HASTALIKLARINI TEŞHİS ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR.. Dünün fikir adamının teşhisi ve bu teşhise binaen sunduğu reçeteler kıyamete kadar kalıcı olmak zorunda değildir. Kur'an'ı yorumlamış olması eleştirilemez anlamına gelmez. Burada eleştirilen haşa Kur'an değil, bilakis ayetlere getirilen yorumdur.
 

Yüzde bir

Doçent
Katılım
18 Haz 2011
Mesajlar
711
Tepkime puanı
356
Puanları
63

Konu şirk, oldukça mühim bir konu neuzubillah ...

Tevhid'in zıddı bir kelime olan şirk, ortak koşmak demek. La ilahe illallah; İlah yoktur olmadığı suretle, illa, mutlaka, ancak Allah vardır. La havle vela kuvvete illa billah; Allah'tan, Allah ile olmayan herhangi bir hal, hareket ve kuvvet yoktur. Gerisi paradokstur, çelişkidir. Ya O na kulluk edeceğiz ya da, ya dası da yok ki; yok olanın peşine düşüp neuzubillah bir ömrü heder edeceğiz.

Ya hu! mubahase bulunulan konu ayetlerle sabittir ki; bir şedid-ül kuva tarafından talim edilen, hevasından konuşmayan ve konuştuğu bir vahiy olan, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamber efendimizdir. Hal böyle iken efendimiz nasıl olur da Allah'ın sevmediğini sevebilir? Nasıl olur da Allah'ın istemediğini isteyebilir? Efendimiz; emir olunduğu gibi istikamet eden, direkt Allah'a davet eden nur saçan bir kandil timsali apaçık bir uyarıcıdır. Efendimizin istikametinde gördüğümüz yanlışlar, bizim dalaletimize delalet eder.

Ayette buyurduğu gibi; e ilahün meallah? Allah ile beraber bir ilah mı? Ya rabbi senden sana sığınırız, neuzubillah. Hem biz bir şedid-ül kuva tarafından talim mi edildik de ayetlerden anladığımızı/anlayışımızı hak kabul ediyoruz yoksa ki hak bir sözü batıl bir manada kullanarak hevamıza mı tabi oluyoruz.

Rabbimiz amele mukarin olarak idrakimizi, ilmimizi artırsın; marifet, gördüğümüz manaları arızi süfli seviyelere çekmek değil, manamızı ulvi semavi seviyelere çıkarabilmeye çalışabilmektir. Böyle, böyle gördüklerimizin değişmesi elbette mümkün olacaktır. Bize düşen anladığımız ile kalmamak, şedid-ül kuva bir mürebbi-i kamil'in talim ettiği vechile amel ile birlikte düşünmek ve tefekkür etmektir. Yoksa, ilim çin'de bile olsa bulup almak gerektir.

Allah'ın izni olmadıkça musibetten bir şey isabet etmez Ve her kim Allah'a imân ederse kalbini hidâyete erdirir ve Allah her şeyi bilendir.

 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
"Ey iman edenler, bütün müşrikler pisliktir..." (Tevbe 28)
 
Üst