Seyyid Abdülhakim Arvâsi rahmetullahi aleyh hazretlerinin vefatının sene-i devriyesi.
-1-
- Allahü teala şefaatine kavuştursun inşallah -
27 Kasım 1943 de Ankara'da vefât etti..
Ağlasın, kan ağlasın her müslimân!
Çünki, seyyid Abdülhakîm terk etdi cân..
Tam İlmihal Seadeti Ebediyye kitabında buyuruluyor ki;
ABDÜLHAKÎM EFENDİ “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Zâhir ve bâtın ilmlerinde kâmil ve dört mezhebin de fıkh bilgilerinde mâhir, veliy-yi kâmil idi. Rûh bilgilerinin mütehassısı idi. Binikiyüzseksenbir 1281 [m. 1865] senesinde Van vilâyetinin Başkale şehrinde tevellüd, 1362 [m. 1943] de, Eyyübde Murtedâ efendi tekkesi câmi’i imâmı iken, tevkîf edilip, Ankarada vefât etdi. Bağlumda medfûndur. Babası seyyid Mustafâ, seyyid Tâhâ-i Hakkârînin “kuddise sirruh” oğlu olan, seyyid Ubeydüllahın talebesi idi. Seyyid Mustafâ çok kâmil idi. Gördüğü kimsenin, hangi nemâzı kılmadığını, yüzünden anlardı. Bunun babası, seyyid Muhyiddîndir. Onun babası, seyyid Muhammed, bunun babası da, seyyid Abdürrahmândır. İmâm-ı Alî Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup, Seyyid oldukları, Irâkdaki şer’î mahkeme defterlerinde yazılı olduğu gibi, seyyid Abdülkâdir-i Geylânînin torunu olan seyyid Abdürrezzâkın mübârek el yazısı ile de tasdîk edilmiş olduğu, Van mebûsu İbrâhîm Arvâsın 1371 [m. 1952] de basdırdığı (Seyâhatnâme-i Kâsım-ı Bağdâdî) kitâbında yazılıdır.
Ey gözlerimin nûru, ey cândan yakîn cânân!
Abdülhakîm Arvâsî, hasta rûhlara dermân!
Bizler nerde siz nerde, perdeler feth olmuyor,
Sizden uzak kaldıkca, kalbler râhat bulmuyor.
Sohbetden, muhabbetden, dâim konuşurdunuz,
Talebe, hocası ile ölçülür, diyordunuz.
Adım adım, hakîkat yolunu geçmişsiniz!
Rûhları serhoş eden, şerbetden içmişsiniz!
Dünyâ yok gözünüzde, kalb sâhibi ile meşgûl,
Sensin cihânda şimdi, Rabbin en sevdiği kul!
Tevâzû’, büyüklüğün alâmeti derdiniz,
Her hareketinizde bunu gösterirdiniz.
Cihân zûlmetde iken Fehîm nûr saçıyordu,
O haznedeki esrâr, hep size nasîb oldu!
Ya Rabbî! Seyyid Fehîm, ne büyük mürşid imiş,
ölü kalbi dirilten, bir Hakîm yetişdirmiş.
Resûlullahdan gelen, nûru nakş etmiş size,
En büyük arzûmuzdur, kavuşmak lutfünüze!
Nûra kavuşulur mu, bir rehber olmadıkca?
Kalbleri ihlâs ile, ona bağlamadıkca.
.....
Seyyid Abdülhakim efendi hazretlerinin en çok sevdiği ve en kıymetli talebesi Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh hazretlerinden işittim, buyurdularki;
Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri bir gün buyurdular ki, “Başkal’a şehrinde bir medresem vardı. Bu medresede yirmi-otuz talebe okutuyordum. Talebenin yimesi içmesi, elbiseleri, bütün masrafları hep bana ait idi. Bir gün ders veriyordum, kapı açıkdı, içeri gayet temiz giyinmiş bir bey geldi. Selam verdi ve dersi dinledi. Ders sonunda yanıma geldi; (Efendim kaç talebeniz var? Hangi kitâbları okutuyorsunuz? Hangi kitâblara ihtiyacınız var?) diye sordu. Ben de lâzım olan birçok kitâb ismi verdim. Biraz sonra hepsini yazdı. Cebinden defterini çıkardı, bütün ihtiyaçlarımı deftere yazdı. Biraz sonra veda etdi, gitdi. Konuşması gayet nazik, elbisesi gayet muntazam ve temiz olduğundan, bunun bir İstanbul beyi olduğunu anladım. Birkaç ay geçdi. Ben artık bunu unutmuşdum. Birgün medreseye postacı geldi. Seni postaneden istiyorlar dedi. Gitdim. Bunlar sana geldi dediler. İki büyük sandık gösterdiler. O iki sandık kitâb dolu idi. Kitâbları, sandıkları aldım, hayvana bindirdim. Medreseye getirtdim. Sandıklar açıldı. Bir de ne bakayım, sandığın içinde iki ay evvel ismlerini yazdırdığım kitâblar. Üzerinde bir kağıt. (Halife-i müslimin Sultan Abdulhamid Hân’ın hediyyesidir) yazılı.” Demek ki, Sultan Abdulhamid Hân bütün Anadoluya, bütün ilm yuvalarına, böyle bedava kitâb gönderiyordu.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri daha sonra Gümüşsuyu Tepesindeki Kaşgari Dergâhının şeyhliği, imâmlığı ve vâizliği ile vazîfelendirildi. Bu arada 5 Ağustos 1919'da Sultan Vahideddîn Han tarafından Süleymâniye Medresesine tasavvuf müderrisi (ordinaryüs profesörü) olarak da tâyin edildi. Böylece hem çeşitli câmilerde vâz ederek ve hem de üniversitede hoca olarak İslâmiyeti yaymaya, din düşmanlarını susturmaya ve sindirmeye başladı.
Seyyid Abdülhakîm Efendi din bilgilerinde ve tasavvufun ince bilgilerinde çok derin idi. Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir, sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevâbını alır, sormaya lüzum kalmadan, o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerâmetler görürdü. Çok mütevâzi, pek alçak gönüllü idi. Ben dediği hiç işitilmemişti. İslâm âlimlerinin adı geçtiği zaman:
"Bizler o büyüklerin yanında hazır olsak sorulmayız, gâib olsak aranmayız." ve;
"Bizler o büyüklerin yazılarını anlayamayız. Ancak bereketlenmek için okuruz." buyururdu. Halbuki kendisi bu bilgilerin mütehassısı idi.
Sultan Vahideddîn Han kendilerini çok sever, takdîr ederdi ve duâlarını isterdi. Nitekim Abdülhakîm Efendi hazretleri şöyle anlattı:
Memleketin işgâl altında bulunduğu ve kurtuluş savaşının başladığı günlerdi. Beşiktaş'ta Sinanpaşa Câmiinde vâz edip çıkıyordum. Kapı önünde duran bir saray arabasından, kibar bir bey inip; "El melikü yakraükesselâm ve yed'ûke iletta'âm." yâni "Sultan sana selâm ediyor ve seni iftara çağırıyor." dedi. Araba ile saraya gittik. İstanbul'un seçilmiş vâizleri, imâmları çağırılmıştı. Yemekten sonra ser müsâhib geldi. Sultanın selâmı var. Hepinizden ricâ ediyor. Anadolu'da kâfirlerle çarpışan kuvây-ı milliyenin gâlib gelmesi için duâ etmenizi ve Anadolu'daki mücâhidlere para ve duâ ile yardım etmeleri, eli silah tutanların onlara katılmaları için milleti teşvik etmenizi ricâ ediyor, dedi. Bu emir üzerine çok kimseyi Anadolu'ya gönderdim. Çok yardım yapılmasına sebeb oldum.
Bir defâsında da Sultan Vahideddîn Han, Ramazân-ı şerîf ayında Hırka-ı seâdetin bulunduğu odayı ziyâret edecekti. Seyyid Abdülhakîm Efendi'yi de dâvet etti. Diğer ileri gelen devlet adamları ve din adamları da oradaydı. Bu vakanın devâmını, hizmetlerini gören Şakir Efendi şöyle nakletmektedir:
Sultan tam Hırka-i seâdetin bulunduğu odanın kapısına gelince, Abdülhakîm Efendi nerededir? diye sordu. Oradaki kalabalık birbirlerine bakıştılar. O isimde birisini tanımıyorlardı. Arkaya doğru haber verdiler. Efendi hazretleri, benim ismim Abdülhakîm'dir deyince, sultan sizi istiyor deyip, hemen yol açtılar. Sultan kendilerini bekleyip yanyana biri dünyâ, biri âhiret sultanı olarak, Sultanü'l-enbiyâ Peygamber efendimizin seâdetli hırkalarının bulunduğu odaya girdiler. Berâberce ziyâret ettiler. Çıkınca Sultan bereket sayarak orada olanlara birer mendil, ona ise iki mendil hediye etmişler. Ben dış kapıda Efendi'yi bekliyordum. Geldiler ve ziyâretlerini anlattılar. "Sultan herkese bir mendil verdi, bana iki tane verdi. Birisi senindir." deyip birini bana verdiler.
Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri, Seyyid Fehim hazretlerinden icazet alıp dönerken, Seyyid Fehim efendi hazretleri bir mektûb yazıp, Abdülhakim efendi hazretlerinin bulunduğu yere göndermiş. Buyurmuşlar ki, “Gelen Abdülhakim, eski Abdülhakim değildir. Ona karşı çok dikkat edin. Onu kırmayın. Sizin kurtuluşunuz ve felaketiniz onun elindedir.”
- Allahü teala şefaatine kavuştursun inşallah -.