Seyyid Abdülhakim-i Arvasi

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



Bitlis yolunda bir genç, kışın tipiye tutulup, yolunu kaybeder. Helâk olacak halde iken; "Yâ Rabbî! Zamânımızın kutbunu imdâdıma yetiştir!" diye yalvarır. Hemen siyah sakallı birisi zuhûr eder, atın dizginlerini tutup, istikamet verir ve; "Böyle git, şehre varırsın!" buyurur.Genç, o gaybdan gelip kendisine yol gösteren zâtın şemaline dikkat eder. Otuz sene sonra, Bâyezîd Câmiinde, tesâdüfen vâzında bulunur. Ben bu şeyhi bir yerden tanıyacağım diye düşünür. Vâzdan sonra çıkarlarken, Abdülhakîm Efendinin "kuddise sirruh" yanına yaklaşır, daha konuşmadan, Abdülhakîm Efendi; "Bitlis'teki tipi fırtınasını mı hatırladın?" diye kulağına hafifçe söyler. Gözyaşlarını tutamayıp, eline sarılır, öper... öper.

Seyyid Abdülhakîm Efendi "kuddise sirruh", kendisini candan seven ve tıbbîyede okuyan bir talebesinden eczacılığı seçmesini istedi. Talebe tıbbiyede sınıfın birincisiydi. Ancak anne ve teyzesi ise onun Eczacılığa geçme isteğine şiddetle karşı çıkarlardı. Böyle bir şeye teşebbüs ettiği takdirde haklarını helâl etmeyeceklerini bildirdiler. Genç büyük bir üzüntü içerisinde Fâtih Câmii avlusuna geldi. Ne yapacağını bilmez bir hâldeydi. Bir tarafta annesi diğer tarafta ise canından çok sevdiği hocası. Âniden aklına gelen bir düşünceyle câmi avlusuna girecek ilk kişiyle istişâre etmeye karar verdi. Nitekim biraz sonra câmi avlusuna giren zâtın yanına yaklaşarak; "Efendim size bir şey danışmak istiyorum." dedi. Buyurun sizi dinliyorum demesi üzerine; "Ben tıbbiyede talebeyim. Hocam tıbbiyeyi bırakıp eczâcılığı seçmemi istiyorlar. Annem ve teyzem ise şiddetle karşı çıkarak haklarını helâl etmeyeceklerini söylediler. Ne yapayım?" O zat; "Senin hocan kim evlâdım?" deyince, "Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri." cevâbını verdi. Bu söz üzerine o zat; "Evlâdım senin hocan öyle bir kimsedir ki, bin ana fedâ olsun. Hiç düşünmeden sözünü tut!" dedi. Talebe bu söz üzerine derhâl eczâcılığa kaydını yaptırdı. Daha sonra meşveret ettiği o zatın yine Abdülhâkim Efendi hazretlerinin talebelerinden Cevat Bey olduğunu öğrendi. Hocasının bereketi ile daha sonra anne ve teyzesi de haklarını helâl ettiler.

Diş hekimi emekli albay Sabri Bey anlatır: Abdülhakîm Efendi, arada bir bana, teyemmüm nasıl yapılır diye göstererek öğretirdi. Kendi kendime, şimdi su olmayan yer yok, acaba neden bu kadar teyemmüm üzerinde duruyor derdim. Vefâtından otuz sene sonra, ellerimde yara çıktı. Hatta bir başparmağımı kestiler. Doktorlar ellerine su vurmayacaksın dediler. Üç sene teyemmümle yâni onların gösterdiği şekilde teyemmüm ederek namaz kılmak zorunda kaldım.


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



Hâlid Turhan Bey anlatır:
Bir gün ziyâretlerine gitmiştim. Kütüphânelerinden bir kitap çekip, bir yerini açıp bana verdiler ve; "Buyurun, okuyun!" buyurdular. Arapça idi. Okumaya çalıştım. Yanlış okuyunca düzeltirlerdi. Bir daha okuttular ve gene yanlışlarımı düzelttiler. Sonra; "Türkçeye çevirin!" buyurdular. Takıldığım çok ibâreler oldu. Yardım ettiler, hattâ kendileri tercüme ettiler. Bir daha okutup, bir daha tercüme ettirdiler. İyice anlamıştım. Vefâtlarından yirmi sene kadar sonra, kütüphâne müdürlüğü için, Ankara'da imtihana girdim. İmtihanda elime bir Arapça kitap verdiler ve bir yerini açıp, okuyun dediler. Bir de ne göreyim, Abdülhakîm Efendinin "kuddise sirruh" verdiği kitap ve açtıkları sayfa değil mi? Okudum, tercüme ettim. İmtihanı kazandım. Kütüphâne müdürü oldum. Ama imtihandan çıkınca, Efendinin bu büyük ve açık kerâmetini görünce hüngür hüngür ağladım.

Buyurdular ki;

Kur'ân-ı kerîm şifâdır. Fakat şifâ, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifâ gelmez.

Gerçek kerâmet, kerâmetin gizlenmesidir. Bunun dışında görünenler, velînin irâde ve ihtiyârı ile değildir. İlâhî hikmet öyle gerektiriyor demektir.

Allahü teâlâ sırrını eminine verir. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.

Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.

Hak'tan ve Hak yolundan başka her ne düşünülürse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.

Din bilgileri, dünyâda ve âhirette, huzûru, seâdeti kazandıran bilgilerdir.

Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir.


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



Buyurdular ki;

Hakk'ı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, ona kulluk etmedikçe, insanlar birbiri ile sevişemez.

Kavuştuğunuz her nîmet; hep hakka îmânın hâsıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın ihsânıdır.

Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlâkınızla, sözlerinizle, giyinişinizle İslâmın vekârını, kıymetini gösteriniz.

Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır.

Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe; ızdırap ve felâketten kurtulamaz.

Allahü teâlâ dilediğini yapar. İster sebepli ister sebepsiz, dilediği gibi azap veya lütfeder. Güzel ve doğru onun dilediğidir.

Allahü teâlâ bize fadlı, ihsânı ile tecelli etsin; bizi fadlı ile korusun! Adliyle tecelli ederse, yanarız.

Riyâ olmasın diye cemâatten kaçanlar ayrı bir riyâ içindedirler.

Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür.

İlim cehli izale eder, yok eder, ahmaklığı değil.

Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, îmân eksikliğidir.


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



Dîni dünyâ çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultan, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy ve Beyoğlu Ağa Câmii kürsîlerindeki konuşmaları, bunların iftirâlarına sebeb oldu. Bunların tahriki ile Eylül 1943'te tutuklanarak İstanbul'dan İzmir'e götürüldü. Bir müddet Meserret otelinde sonra bir evde polis nezaretinde kaldı. Yakınları, kendilerinin Bursa'ya nakli veya İstanbul'a iâdesi için birkaç defâ teşebbüse geçtilerse de her defâsında red cevâbını aldılar. Nihâyet Ankara'ya nakline müsâde çıktı. Bu karar üzerine Ankara'da Hacı Bayrâm-ı Velî civârında, biraderinin oğlu Seyyid Faruk Işık'ın evine geldiler. Bu sırada hasta olduklarından Faruk Işık Bey'in evinde on sekiz gün hasta yattıktan sonra 27 Kasım 1943 (H.1362)'te vefât ettiler. Vefât ânında hafif bir zelzele oldu.

Ankara hiç sevmedikleri bir yerdi. Bu sebeple yakınları mübarek nâşın İstanbul'a nakli için resmî makamlara başvurdular. Ancak kabul edilmedi. Şehrin belediye sınırları içinde ölenlerin asrî mezarlığa gömülmesi şartı da vardı. Bu yüzden herkes eli kolu bağlı mahzun ve üzgün bir durumda bulunuyordu. Çünkü kendileri bu mezarlığa defnedilmeyi istemiyorlardı.

O sırada evin ahşap kapısı çalındı. Kapıda kim olduğu, nereden geldiği belli olmayan ak sakallı bir adam:
"Ankara civârında Bağlum isimli bir köy vardır. Oraya götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır." dedikten sonra dönüp gitti. Meçhul adamın arkasından koştularsa da sanki sır oldu ve ortadan kayboldu.

Keçiören'de dâmâdı İbrâhim Arvas Beyin evinde gasl, techiz, tekfîn ve namazı edâ edildikten sonra Ankara'nın kuzeyinde ve 24 km mesâfede bulunan Bağlum'a getirilerek defnedildi. Telkinini kimin vereceği, oğlu fazîletli Ahmed Mekki Efendiye "rahmetullahi aleyh" sorulunca; "Babam Hilmi'yi çok severdi. Onun sesini iyi tanır. Telkinini Hilmi versin." buyurdu. Böylece telkin vermek ve kabr-i şerîfine girmek vazîfeleri talebesi Hüseyin Hilmi Beye "rahmetullahi aleyh" nasîb oldu.

Ağlasın kan ağlasın her müslüman
Çünki, Seyyid Abdülhakîm terk etti cân
Âlim ü âmil, veliyy-i kâmil idi.
Zâtına mevdu' idi sırr-ı nihân.

Bağlum nâhiyesi eskiden beri sel, yağmur, dolu gibi âfetlerin eksik olmadığı bir yerdi. Ancak Bağlum halkı Seyyid Abdülhâkim Arvâsî "kuddise sirruh" hazretleri buraya defn olunduktan sonra hiç âfet görmediklerini beyan etmişlerdir.

Seyyid Abdülhakim Efendinin; Sahabe-i Kiram ve İslam Hukuku Erriyâz-ut-Tesavvufiyye isimli eserleri mevcuttur. Ayrıca talebelerine gönderdiği risâle büyüklüğünde pek çok mektupları vardır. Arabi, Farisi ve Türkçe şiirler yazmıştır.

Abdülhakim Efendi'nin üç oğlu ve iki kızı vardı. Oğullarından Enver Bey hicret esnasında 1918'de Eskişehir'de vefat etti. İkinci oğlu faziletli Ahmed Mekki Üçışık Efendi İstanbul'da Kadıköy müftülüğünde bulunmuştur. 1967'de İstanbul'da vefat etmiş olup kabri Bağlum kabristanındadır. üçüncü oğlu Münir Efendi, İstanbul belediyesinde uzun seneler çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlakı ile etrafının saygısını ve sevgisini toplamıştır. 1979'da vefat etti. Kabri Bağlum'dadır.


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



AMELİYAT OLMADI AMA...

Sevdiği kimselerden, Sabri Bey var idi ki,
O da şu hâdiseyi, anlatır bizâtihî:

Bir gün râhatsızlandım ve gittim hastâneye,
Apandisit teşhîsi, kondu muâyenede.

Bayram olduğu için, yapmayıp ameliyât,
Bir başka hastâneye, sevkettiler o sâat.

Çıkıp, o hastâneye, gitmeden daha önce,
Efendi'ye uğrayıp, haber verdim hemence.

Ellerini öperek, oturunca, o derhâl,
Bana; "Sen hasta mısın?" diyerek etti suâl.

"Evet." deyip gösterdim, o ağrının yerini,
Tam onun üzerine, dokundurdu elini.

"Burası mı?" diyerek, o yeri ovdu biraz,
Onun bereketiyle, gitti benden o maraz.

O, mübârek elini, dokununca o yere,
Apandisit ağrısı, kayboldu birden bire.

Kırk beş sene oluyor, o günden îtibâren,
Apandisit ağrısı, görmedim bir daha ben.


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



BÜTÜN BUNLARA RAĞMEN

Sevdiklerinden biri, bir gün huzûrlarına,
Gelerek şu şekilde, bir suâl sordu ona:

"Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî mi yüksektir,
İmâm-ı Rabbânî mi, merak eder bu fakîr?"

Abdülhakîm Efendi, cevâben o kimseye,
Başladı Abdülkâdir Geylânî'yi övmeye.

Buyurdu: "Gavsül âzam, idi ki bu büyük zât,
Ânında yetişirdi, istese her kim imdât.

Öyle çok kerâmeti, vardı ki onun hattâ,
Duâsıyle ölüyü, döndürürdü hayâta.

Kendi zamânındaki, bilcümle evliyânın,
Fevkinde bulunduğu, kesin idi bu zâtın.

Ve kıyâmete kadar, her Velî'ye feyiz, nûr,
Onun vâsıtasıyle, erişir, vâsıl olur.

Mübârek cemâlini, görseydi biri elhak,
Allahü teâlâyı, hâtırlardı muhakkak.

Dört yüz kişi yazardı, vâzını muntazaman,
Birbirinin sırtında, yazarlardı çok zaman."

Böylece bu Velî'den, bahsedip uzun uzun,
Çok kerâmetlerini, anlattı önce onun.

Sonunda buyurdu ki: "Bütün bunlara rağmen,
İmâm-ı Rabbânî'nin âşıkıyım ama ben."


ÎMÂNIN KUVVETİNDEN

Hâbil Efendi diye, vardı ki bir terzisi,
Pek çoktu Efendi'ye, bağlılığı, sevgisi.

O'na öyle ihlâsla, bağlıydı ki o hattâ,
Böyle hâlis bağlılık, az bulunur hayatta.

Bir gün ziyâretine, giderken Efendi'nin,
Düşündü ki gidince, sorayım şunu ilkin.

Diyeyim ki: "Efendim, istemiyorum ama,
Çok kötü düşünceler, geliyor hâtırıma.

Hiç kurtulamıyorum, ben bu vesveselerden,
Îmânıma bir zarar, gelir mi bu şeylerden?"

Bunları düşünerek, vardı huzurlarına,
Girince, sohbetini, kesti ve baktı ona.

Ve hemen buyurdu ki: "Bir müslümanın eğer,
Hâtırına gelirse, çok fenâ düşünceler,

Onun kötülüğüne, bir işaret değildir,
Îmânının kuvvetli, olduğuna delîldir."

Henüz suâl etmeden, almıştı cevâbını,
Efendi, daha sonra, ikmâl etti vâzını.


 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Bir zamanlar Ehli Sünnetin Şerefli bayrağını
Hiç yılmadan samimiyetle azimle taşıyan
Anadolu'yu saran sinsi küfür kancalarını
Müminlerin kalplerinden bir bir söküp atan

Seyyid Abdulhakimdi o en nurlu soydandı
Müminlere hakiki dost kafirlere düşmandı

Mütevaziydi, konuşmazdı hiç kendi aklından
Ben dediği işitilmedi naklederdi her zaman
Öyle bir veliydi ki o secdeye vardığı an
Nurlar saçılırdı arşa Kaşgari Dergahından

Bugün her kim sahipse ilim amel ihlasa
Ve kimin kalbinde bu yola muhabbet varsa
Borçludur onun orada yaptığı büyük irşada
Borçludur nurlu dergahında yetişen aşıklara

O halde; evde , işte sohbette dualarımızda
Rahmetle analım daima Seyyid Abdulhakimi
Ve onu bize tanıtan , dünyayı nurladıran
Ehli Sünneti cihana yayan, mürşidimizi
Kutbi İrşad Hüseyin bin Said İstanbuli'yi

(Huzur Pınarı Mail Grubu)
 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



BİR ÜNİVERSİTELİYE CEVÂB-1

Abdülhakîm efendinin, İstanbulda, Sultân Selîm Câmi-i şerîfi bağçesindeki, (Medrese-tül-mütehassısîn)de tesavvuf müderrisi [Ya’nî, ilâhiyyât fakültesinde, tesavvuf kürsîsi, ordinaryüs profesörü] iken, bir üniversitelinin süâline karşı, yazmış olduğu mektûbu, kelimelerini sâdeleşdirerek, aşağıya yazıyoruz:

Bütün kuvvetinizle, Allahü teâlânın kudreti sâhasından dışarı çıkabilirseniz, çıkınız! Fekat, çıkamazsınız. Bu sâhanın dışı, adem diyârıdır. O adem [ya’nî yokluk] diyârı da, Onun kudreti içindedir.

Bir sırası düşerek, İbrâhîm-i Edhemden “kuddise sirruh”, birisi nasîhat istedi. Buyurdu ki, altı şeyi kabûl edersen, hiçbir işin sana zarar vermez. O altı şey şudur:
1 — Günâh yapacağın zemân, Onun rızkını yime! Rızkını yiyip de, Ona ısyân etmek, doğru olur mu?
2 — Ona âsî olmak istersen, Onun mülkünden çık! Mülkünde olup da, Ona ısyân etmek, lâyık olur mu?
3 — Ona ısyân etmek istersen, gördüğü yerde günâh yapma! Görmediği bir yerde yap! Onun mülkünde olup, rızkını yiyip, gördüğü yerde günâh yapmak, uygun değildir.
4 — Can alıcı melek, rûhunu almağa geldiği zemân, tevbe edinceye kadar izn iste! O meleği kovamazsın. Kudretin var iken, o gelmeden önce tevbe et! O da, bu sâatdir. Zîrâ, Melek-ül-mevt, ânî gelir.
5 — Mezârda, Münker ve Nekîr ismindeki iki melek, süâl için geldikleri vakt, onları kov, seni imtihân etmesinler! Soran kimse dedi ki, (Buna imkân yokdur). Şeyh buyurdu ki, (Öyle ise, şimdiden onlara cevâb hâzırla!)
6 — Kıyâmet günü Allahü teâlâ (Günâhı olanlar, Cehenneme gitsin!) diye emr edince, ben gitmem de! Soran kimse dedi ki, (Bu sözümü dinlemezler). Bunun üzerine, o kimse, tevbe etdi ve ölünceye kadar, tevbesinden vazgeçmedi. Evliyânın sö-zünde, rabbânî te’sîr vardır.

İbrâhîm-i Edhemden “kuddise sirruh” sordular ki, Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabûl ederim, veririm) buyuruyor. Hâlbuki, istiyoruz, vermiyor? Cevâb buyurdu ki, Allahü teâlâyı çağırırsınız, Ona itâ’at etmezsiniz. Peygamberini “sallallahü aleyhi ve sellem” tanırsınız, Ona uymazsınız. Kur’ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakkın ni’metlerinden fâidelenirsiniz, Ona şükr etmezsiniz. Cennetin, ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hâzırlıkda bulunmazsınız. Cehennemi, âsîler için yaratdığını bilirsiniz, Ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Aybınıza bakmayıp, başkalarının ayblarını araşdırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökden ateş yağmadığına şükr etsin! Dahâ ne isterler? Düâlarının netîcesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?

[Allahü teâlâ, Mü’min sûresinin altmışıncı âyetinde, (Düâ ediniz, kabûl ederim), isteyiniz, veririm buyuruyor. Düânın kabûl olması için, beş şart vardır: Düâ edenin müslimân olması, Ehl-i sünnet i’tikâdında olması, harâm işlemekden, bilhâssa harâm yimekden, içmekden sakınması, farzları yapması, bilhâssa beş vakt nemâz kılması, Ramezân oruclarını tutması, zekât vermesi, Allahü teâlâdan istediği şeyin sebebini öğrenip, bunu araması lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Birşey istenince, o şeyin sebebini gönderir ve bu sebebe te’sîr ihsân eder. İnsan bu sebebi kullanıp, o şeye kavuşur. Evliyâsının hâtırı için, âdetini bozarak, bunlar düâ edince veyâ Evliyâyı kirâm vesîle edilerek düâ edilince, bunlara (Kerâmet) olarak, sebebe hâcet kalmadan, doğruca istenileni verir.]


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



BİR ÜNİVERSİTELİYE CEVÂB-2

Siz, adem diyârından, bu varlık âlemine, kendiliğinizden gelmediğiniz gibi, oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördüğünüz gözler, işitdiğiniz kulaklar, duygu edindiğiniz organlar, düşündüğünüz zekâlar, kullandığınız eller ve ayaklar, geçeceğiniz bütün yollar, girip çıkdığınız bütün mahaller, hulâsa, rûh ve cesedinize bağlı bütün âletler, sistemler, hepsi ve hepsi, Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz Ondan hiçbir şey gasb edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve kayyûmdur. Ya’nî, görür, bilir, işitir ve her var olan şeyi, her ân varlıkda durdurmakdadır. Hepsinin idâresinden, hâllerinden bir ân gâfil olmaz. Mülkünü kimseye çaldırmaz. Emrlerine uymayanların cezâsını vermekden de, âciz kalmaz. Meselâ, Ayda, Merihde ve diğer yıldızlarda insan olmadığı gibi, bu Erd küresinde de bulunmasaydı, birşey lâzım gelmezdi. Bundan dolayı, büyüklüğünden birşey eksilmezdi.

Hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, (Önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en müttekî, itâ’atli kulum gibi olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi “aleyhimüsselâm” aşağı gören, düşmanım gibi olsanız, ülûhiyyetimden bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganîdir, Ona hiçbiriniz lâzım değildir. Siz ise, var olmanız için ve varlıkda kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtâcsınız).

Güneşden ziyâ ve harâret gönderiyor. Aydan ışık dalgaları aks etdiriyor. Siyâh toprakdan, tatlı renkli, hoş kokulu nice çiçekler, güzel yüzler yaratıyor. Rüzgârdan gönüllere ferahlık veren nefesler döküyor. Birçok senelik uzaklıkdaki yıldızlardan, şu çıkdığınız, sonunda gömüleceğiniz topraklara nûrlar yağdırıyor. Zerrelerinde nice nice titreşimlerle te’sîrler uyandırıyor. [Bir tarafdan, beğenmediğiniz, iğrendiğiniz pislikleri,en küçük, en hakîr mahlûkları [mikroplar] vâsıtası ile, toprağa çevirip, çiğnediğiniz bu toprakları bitki fabrikasında, vücûdünüz makinasının yapı taşı olan, protein, ya’nî yumurta akı maddesi hâline döndürüyor. Bir tarafdan da yine nebâtât fabrikasında, toprağın suyunu, havânın boğucu gazı ile birleşdirerek ve içerisine, semâdan gönderdiği enerjiyi, kudreti depo ederek, nişastalı, şekerli maddeleri ve yağları, ya’nî vücûdünüz makinesini işletecek kudret kaynağını yaratıyor.] Böylece, tarlalarda, çöllerde, dağlarda, derelerde, bitirdiği nebâtlarda ve yer yüzünde ve denizlerin dibinde gezdirdiği hayvanlarda, mi’delerinize gidecek, sizi besliyecek rızk, gıdâ hâzırlıyor. Akciğerlerinizde kimyâhâneler açarak, burada kanınızın zehrini ayırıp, yerine oksijen yakıcı maddesini sokuyor. Dimâglarınızda, fizik laboratuvarları açarak, burada his uzvlarından, sinirlerden gelen haberler alınıp, demir taşına miknâtis kuvvetini yerleşdirdiği gibi, beyninize yerleşdirdiği akl ve yüreğinize yerleşdirdiği kalb kuvvetleri te’sîri ile, bir ânda, çeşidli plânlar hâzırlanıp, emrler, hareketler meydâna getiriyor. Yüreğinizi çok karışık ve hârika dediğiniz te’sîrlerle, geceli gündüzlü çalışdırıp, damarlarınızda kan nehrleri akıtıyor. Sinirlerinizde, akllarınızı şaşırtan, nice nice yol şebekeleri dokuyor. Adalelerinizde sermâyeler gizliyor. Dahâ ve dahâ birçok hârikalarla, vücûdünüzü techîz ediyor, temâmlıyor. Hepsine fizik kanûnları, kimyâ reaksiyonları ve bioloji olayları gibi ismler takdığınız, bir nizâm ve âhenkle, te’sîs ediyor, montaj yapıyor. Kuvvet merkezlerini içinize yerleşdiriyor. Gereken tedbîrleri rûh ve şu’ûrunuza tersîm ediyor. Zihn denilen bir hazîne, akl nâmında bir mi’yâr, fikr dedikleri bir âlet, irâde dediğiniz bir anahtar da, ihsân ediyor. Her birini yerinde kullanabilmeniz için size tatlı, acı ihtârlar, işâretler, meyller, şehvetler de veriyor. Dahâ büyük bir ni’met olarak, sâdık ve emîn Resûllerle açıkca, ta’lîmât gönderiyor. Nihâyet, vücûdünüz makinesini işletip ve tecribelerini gösterip, maksada göre kullanmanız ve istifâde etmeniz için elinize teslîm ediyor. Bütün bunları, size ve irâdenize ve yardımınıza muhtâc olduğundan değil, mahlûkları arasında size ayrı bir mevkı’, bir salâhiyyet vererek, mes’ûd ve bahtiyâr olmanız için yapıyor. Ellerinizi, ayaklarınızı, kullanabildiğiniz her uzvunuzu, arzûnuza bırakmayıp da, yüreğinizin atması, ciğerlerinizin şişmesi, kanlarınızın dolaşması gibi, sizden habersiz kullansaydı, her işinizde, zorla, refleks hareketleri ile, çolak el, kuru ayak ile yuvarlasaydı, her hareketiniz bir titreme, her kımıldamanız bir siğirme olsaydı, kendiliğinize ve emânetlere mâlik olduğunuzu iddi’â edebilir mi idiniz? Sizi, cansızlar gibi, sâde dış kuvvetler te’sîri ile veyâ hayvanlar gibi, yalnız dış ve iç kuvvetler ile aklsız, şu’ûrsuz hareket etdirse idi ve evlerinize taşıdığınız ni’metlerden, yük hayvanı gibi, ağzınıza bir lokma verseydi, onu alıp yiyebilecek mi idiniz?


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



BİR ÜNİVERSİTELİYE CEVÂB-3

Doğmadan evvelki, doğduğunuz zemânki hâlinizi düşünüyor musunuz? Üzerinde yatıp kalkdığınız, yiyip içdiğiniz, gezip dolaşdığınız, gülüp oynadığınız, derdlerinize devâ, korkulara, sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa, yırtıcı ve zehrli hayvanların ve düşmanların hücûmlarına karşı koyacak vâsıtaları bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havâsı, kudret kimyâhânesinde inbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç düşünüyor musunuz? Bugün, bizim dediğiniz karaların, denizlerden süzülüp ayrıldığı, dağların, derelerin, ovaların, tepelerin döşenildiği zemân, acabâ nerede idiniz? Denizlerin acı suları, Hakkın kudreti ile buhârlaşdırılarak, gökde bulutlar yapılırken, o bulutlardan yağan yağmurlar, [çakan şimşeklerin ve güneşden gelen kudret, enerji dalgalarının hâzırladığı gıdâ maddelerini,] yanmış, kurumuş toprakların zerrelerine işletip, o maddeler, [ziyâ ve harâret şu’âları te’sîri ile] oynayıp titreşerek hayâtın hücrelerini yetişdirirken, nerede idiniz ve nasıldınız?

Bugün kendinize maymun tohumu derler, inanırsınız. Allah yaratır, yaşatır, öldürür, herşeyi O yapar derler inanmak istemezsiniz.

Ey insan! Acabâ sen nesin? Babanın damarlarında neydin? Bunak, örümcek kafalı, gerici diye hakâret etdiğin babana, vaktiyle damarları içinde sıkıntı verirdin. O zemân, seni oynatan kimdi ve sen onu, niçin râhatsız ediyordun? O, istese idi, seni bir çöplüğe atabilirdi, fekat atmadı. Seni, bir emânet gibi sakladı. Bol bol besleneceğin bir gülşen serây-ı ismete tevdi’ etdi ve nice zemân himâyene uğraşdı ise, sen niçin sıkıntılarından babanı mes’ûl tutarak tahkîr ediyorsun da, ni’metlerinden ona ve yaratanına bir şükr payı ayırmıyorsun? Sonra sen, emânetini niçin herkesin kirletdiği çöplüklere döküyorsun?

Etrâfın, arzû ve emellerine uyduğu zemân, herşeyi, aklınla, ilminle, fenninle, gücünle, kuvvetinle yaratarak yapdığına, bütün başarıları îcâd etdiğine inanıyorsun. Hakkın sana verdiği vazîfeyi unutuyor ve o yüksek me’mûrlukdan isti’fâ ediyor ve emânete sâhib çıkmağa kalkıyorsun. Kendini mâlik ve hâkim tanımak ve tanıtdırmak istiyorsun. Öte tarafdan, etrâfın, arzûlarına uymaz, dış kuvvetler seni mağlûb etmeğe başlarsa, o zemân da, kendinde hasret ve husrândan, acz ve yeisden başka birşey görmüyorsun. Hiçbir irâde ve ihtiyâra sâhib olmadığını, herşeyin cebr elinde esîr olduğunu ve varlığının, otomatik ve fekat zembereği kırık bir makina gibi olduğunu iddi’â ediyorsun. Kaderi bir (İlm-i mütekaddim) değil, bir (cebr-i mütehakkim) ma’nâsında anlıyorsun. Bunu söylerken, ağzının, gramofon gibi olmadığını da, sezmez değilsin.

Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği zemân eline geçirebileceğin kuru ekmeği yimekle, yimeyip açlıkdan ölmek arasında hür ve serbest bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı hâlde, elini, dilini uzatır, onları yirsin. Hem yirsin, hem de birşey yapmadığına hükm edersin. Düşünmezsin ki, elin ve ağzın, yine arzûnla oynamış ve bu oynayış bir sıtma, bir titreme olmamışdır. Fekat, böyle mecbûr olduğun zemânlarında bile, irâdene mâlik olduğun hâlde, seni âciz bırakan, hâricî kuvvetler karşısında kendini mecbûr, esîr, hâsılı bir hiç bilirsin.


 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



BİR ÜNİVERSİTELİYE CEVÂB-4

Yâhû! İşin yolunda, muvaffakıyyet ve muzafferiyyet yanında olunca (Hep), işlerin aksi, ters olduğu zemânında ise, kaderin cebri altında oyuncak bir (Hiç) diye iddi’â etdiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?

Ey Âdem oğlu! Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz! Her hâlde ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz, îcâd etmekden, herşeye hâkim ve gâlib olmakdan, şübhesiz uzaksınız. Fekat, inkâr olunamayan bir hürriyyet ve ihtiyârınız, sizi hâkim kılan, bir arzû ve seçim hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmıyan bir hâkim ve mutlak, başlı başına bir mâlik olan, Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve müşterek vazîfeler alan, birer me’mûrsunuz! Onun koyduğu ahkâm ve nizâm ile, Onun ta’yîn etdiği mevkı’leriniz ve halk edip emânet olarak verdiği salâhiyyet ve vâsıtalarınız nisbetinde vazîfe yaparsınız. Âmir ancak O, hâkim yalnız O, mâlik yine Odur. Ondan başka âmir, Ona benzer hâkim, Ona ortak mâlik yokdur. Sizin o kadar benimseyerek, hevesle atıldığınız maksadlar, gâyeler, girişdiğiniz mücâdeleler, sarf etdiğiniz gayretler, duyduğunuz iftihârlar, kazandığınız başarılar, Onun için olmadıkça, hep yalan, hep boşdur. O hâlde kalblerinizde, niçin yalana yer veriyorsunuz da, şirklere sapıyorsunuz? Niçin, eşsiz hâkim olan, Hak teâlânın emrlerine uymuyor, Onu ma’bûd tanımıyorsunuz da, binlerce, hayâl olan, ma’bûdlar arkasında koşuyor, hepiniz sıkıntılar içinde boğuluyorsunuz? Her neye koşuyorsanız, sizi sürükleyen bir emel, bir ihtiyâr, bir îmân değil midir? Niçin o emeli Hakdan başkasında arıyorsunuz? Niçin, o îmânı Hakka tahsîs etmiyor, o ihtiyârı bu îmâna ve îmânın netîcesi olan amellere sarf etmiyorsunuz?

Hak teâlânın hâkimliğini tanıdığınız, emâneti ve emniyyeti bozmayarak çalışdığınız zemân, birbirinizi ne kadar sevecek, ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden, Allahın merhameti, neler yaratacakdır. Kavuşduğunuz her ni’met, hep Hakka îmânın hâsıl etdiği kardeşliğin netîcesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsânıdır. Gördüğünüz her musîbet ve felâket de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın netîcesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. Bu da, hukûku kendiniz kurmağa kalkışmanın, Hak teâlâ ile yarış edebilecek şerîklere tâbi’ olmanın, hâsılı, hâlis tevhîd ile, yalnız Hak teâlâya îmân etmemenin netîcesidir.

Hulâsa, insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı şirk ve müşriklikdir. İlm ve fen, ilerlediği hâlde, insanlığın ufklarını sarmış olan fesâd karanlığı, hep şirkin, îmânsızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin netîcesidir. Beşeriyyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırâb ve felâketden kurtulamaz. Hakkı tanımadıkça, Hakkı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hakdan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perîşanlık yoludur. Görmez misiniz, câmi’e gidenler sevişir, meyhâneye gidenler döğüşür.

Hak teâlâdan başka herneye gönül verseniz, herneye tapınsanız, hepsinin zıddı, mukâbili vardır. Bunların hepsi de, Hakkın kudreti ve irâdesi altındadır. Şerîki, nazîri, misli, zıddı, mukâbili olmayan, yegâne hâkim, ancak Hak teâlâdır ve ancak Onun mukâbili bâtıldır, yanlışdır ve varlığı mümkin olmıyan bir yoklukdur.

Hak teâlâdan başka, herneye tâbi’ olur, herneye tapınır, Onun yerine, herneyi sever ve hakîkî hâkim tanırsanız, biliniz ki, onlar da sizinle berâber yanacakdır. [Yukarıdaki mektûbun ingilizce tercemesi, Abdülhakîm efendinin ingilizce hâl tercemesi ile birlikde, (The Proof of Prophethood) kitâbının içinde, Hakîkat Kitâbevi tarafından neşr edilmişdir.]

Merkez-i dâire-i iflâs ve bî nevâî
Ser şâr-ı sahbây-ı hodgâmî ve nâ âşinâî
esseyyid
Abdülhakîm efendi


Kâfirin topu çok, hîlesi çok, azâbı çokdur.
Mü’minin ilmi çok, hayâsı çok, râhatı çokdur.

 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri



KABİR ZİYÂRETİ

Seyyid Abdülhakim efendi "kuddise sirruh", (Râbıta-i şerife) kitabında buyuruyor ki:

Büyük bir zatın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbirşey getirmeyip, o zatın ruhunu, his organları ile anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhdan, kendi kalbine birşeyler akmaya başlar. O zatın feyzlerinden bir feyz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hasıl oluncıya kadar, bu nuru kalbinde saklamalıdır. Çünki, Evliyânın ruhları, feyzlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır.

Kabr yanına gelince, önce selâm verilir. Mezârın sağ yanına, yani kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, suretini hâtırına getirir. E’uzü ve besmele ile bir Fâtiha ve onbir İhlâs okur. Sevâbını Resulullah efendimizin ve bütün Peygamberlerin ve Eshab-ı kiramın ve Evliyâ-i izâmın ruhlarına ve bu zatın ruhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde birşey hasıl oluncıya kadar durur. Gelen kimse almasını bilir ise, o zat da vermeye ehil, olgun bir Velî ise ve şartları gözeterek beklerse, elbette birşey ele geçer. Bu şartlar, o zatın kendisini tanıdığına, selâmını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, orada imiş gibi feyz vereceğine, Allahü teâlâ, feyzini, ruhun gıdâsını, onun ruhu ile gönderdiğine inanmaktır.

Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, çeşmeye gider. Ağaca veya sobaya gitmez. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlaç isteyen bir hasta, tabîbe ve eczâhâneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdâsını, ruhun temizliğini isteyen de, Evliyânın kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, Evliyânın kalbinden göndermektedir. Herşeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fakat, herşeyi belli bir sebeple göndermek, Onun âdetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lazımdır. Sebebleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Fen derslerini, fen bilgilerini öğrenmek, Onun âdetine uymak, sebepleri öğrenmek demektir.

Bir kabirden feyz almak için, o zata karşı, diri imiş gibi, edeb ve saygı göstermek, kabri üzerine basmamak da lazımdır.


 

Ümmî Ebiha

KuzeyiN Kızı
Katılım
8 Kas 2007
Mesajlar
1,125
Tepkime puanı
276
Puanları
0
"Hak teâlânın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah'ın merhameti neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakk'a imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhamet ve ihsanıdır. Gördüğünüz her musibet ve felaket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır."
 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri


Buyurdular ki;

MEKTÛBÂT

Seyyid Abdülhakim efendi "kuddise sirruh", (İslam aleminde, İmam-ı Rabbaninin "kuddise sirruh" Mektubatı kadar kıymetli bir kitap daha yazılmamıştır. Allahın kitabından ve Resulullahın hadislerinden sonra, İslam kitaplarının en üstünü, en faydalısı, İmam-ı Rabbaninin Mektubat kitabıdır. Mektubatta bildirilen tasavvufdan, tarikatten ve hakiki mürşidlerden şimdi hiç kalmadı. Bizler, Mektubattaki ince bilgileri, marifetleri anlayamayız) buyururdu. Halbuki, kendisi, bu bilgilerin mütehassısı idi.

Bir mektubunda diyor ki, (Hilmi! Mektubunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükür ettim. Din ve dünyanıza en ziyade yarayan ve dini İslam'da misli telif olmayan (Mektubat) kitabını okuyup, bazısını anlamak, pek ziyade bir fadl ve ihsanı ilahidir. Hilminin bu ihsana kavuştuğunu öğrenince, Rabbime çok şükür eyledim.)

HER ŞEYİN EN İYİSİ SEVGİLİYE VERİLİR

Muhammed Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", mahbub-i Rabbilalemindir. Yani Allahü tealanın sevgilisidir. Her şeyin en iyisi, sevgiliye verilir.

Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed “aleyhisselam” ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu güç birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu medh edecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, Onu tenkid edecek iktidarı yoktur.

YABANCI DİL ÖĞRENMEK

Batının ilim, fen, teknik ve her sahadaki fenni gelişmelerini almak elbette lazımdır. Zaten İslamiyet bunu emreder. Yabancı dil öğrenmenin lazım olduğunu hadis-i şerifler haber vermektedir. Zeyd bin Sabit diyor ki, (Resulullah bana Yahudi dilini öğrenmeği emir eyledi. Öğrendim. Yahudilere gönderilen mektupların çoğunu bana yazdırırdı. Onlardan gelen mektupları bana okuturdu). Bu haber, Tirmizi'de uzun yazılıdır. Zeyd, böylece ibrani ve süryani lügatlarını öğrendi.

Büyük İslam alimi Seyyid Abdülhakim efendi "kuddise sirruh", mükemmel Arabi, Farisi konuştuğu halde, (Yabancı dil bilseydim, bütün dünyaya faydalı olurdum) derdi. Avrupa dillerini bilmediği için esef eder, çok üzülürdü. (İslam dininin üstünlüklerini, rahat ve huzur kaynağı olduğunu ve medeniyete, fende ve ahlakta ilerlemeğe ışık tuttuğunu dünyaya bildirmek için, kısacası, İslamiyet'e ve bütün insanlara hizmet için, yabancı dil öğrenmek muhakkak lazımdır) buyururdu.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Ya Rabbi! Sana layık hiçbirşey yapamadım. Yüzüm kara olarak huzuruna geldim. Fakat, senin dinini yıkmak, İslamiyet'i yok etmek isteyenleri sevmedim. Senin için olan bu buğduma beni bağışla!) diyerek dua ederdi.

 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul

Zâhirde muhtâc görünür hizmete,

bâtını imdâd ediyor herkese.

Zâhirine bakan aldanır elbet,

Özünü görene hep gelir himmet.

Hak teâlâ dostlarını gizledi,

bâtını zâhirle mestûr eyledi.

Zâhirleri islâmiyyet mir’âtıdır,

bâtınları Hakkın nazargâhıdır.


Âşıka derdlerin verdiği safâ,
dediler ki, ni’metlerde yok aslâ.

Gâfiller buna inanmazlar ammâ,

Kur’ânda bildiriyor Hak teâlâ.

Velî sohbetinde bulunsa kişi,

kalb gözü açılır, nûr dolar içi.

Nefsin arzûları hoş gelmez olur,

bu sırrın perdesi hemen çözülür.

İslâmiyyete yapış, bir Velî ara!

bulmazsan, sevmek de yetişir sana!

Bu iki ni’mete ermiş olanlar,

Veliyy-i kâmilden feyz alırlar.

Resûlün kalbinden fışkıran nûrlar,

muhabbet yolundan bunlara akar.

Abdülhakîm Arvâsî, Velî idi,

sözleri, işleri, buna delîl idi.

Seyyid Fehîmden, almışdı icâzet,

her hâlinde görünürdü kerâmet.

Ârifi tanımak zor olur sanma!

Her işi uygundur Resûlullaha!

Sözü, işi, Peygambere uymıyan,

her ne derse desin, durma kaç ondan!

Amel, yapılan işler demekdir.

Amel ve îmân İslâmiyyetdir.

Îmân inanmakdır, amel yapmak,

ikisi iledir müslimân olmak!

İnananlar yetmiş üç fırka oldu,

hak yolu yalnız, (Ehl-i sünnet) buldu.
 

m-angel

Nam-ı diğer TÜRBEDAR
Katılım
20 Eyl 2007
Mesajlar
1,629
Tepkime puanı
260
Puanları
0
Yaş
55
seyyid Abdülhakim Arvasi Hz.lerini torunundan dinleme şerefine nail olmuş biri olarak yazıyorum mübarek gerçektende Allah dostu bir veli imiş. Rabbim şefaatlerine nail eylesin.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Abdul Hakim Arvasi Hazretleri k.s kendisi ile son bulan değerli bir irşad önderi idi....
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Rabbim bizi abdulhakim arvasi hazretlerini tanıtan alimin şefaatinede nail eyylesin..

herkez silsile peşinde oluyor bazen bakıyorumda ,halbuki silsilede olmayan birsürü alim,hikmet ehli zaatlar mevcut..

imamı Rabbani hazretlerinin bir sürü irşad eden talebesi vardı hepsi silsilede kayıtlımı ..
 
Üst