İki Mucize Hadis-i Şerif:
Sırası gelmişken size iki mucize Hadis-i şerif arzedeceğiz.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir mucize olarak Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Sizin için Deccal’den daha çok deccal olmayanlardan korkarım.”
“- Onlar kimlerdir?”
“Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
Deccal’den daha beter olan bu sapıtıcı imamları Allah-u Teâlâ’nın bildirmesi ile bildi ve 1400 sene sonra olacak hadiseleri mucize olarak haber verdi. İslâm dinine ne kadar büyük tahribat yapacaklarını tarif buyurdu.
O 1400 sene evvel gördü ve buyurdu, şimdi de biz görüyoruz.
Niçin Deccal’den daha korkunç ve tehlikelidir bu imamlar?
Deccal resmen Deccal olarak çıkacak. İşaretleri bellidir, doğrudan doğruya Allahlık dâvâsı ile çıkacak. Bir gözü kör olacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
Ve fakat bu sapıtıcı imamlar olsun, âhir zaman ulemâsı olsun, hepsi de sûret-i haktan göründüler. İslâm önderi, kurtarıcısı gibi göründüler, İslâm’ın icaplarını yapmaya başladılar. Böylece saf ve temiz müslümanları saflarına aldılar, halk büyük kitleler halinde onlara iltihak etti ve intisap etti. Sonra lüzumlu olan maddeyi elde edince ve etraflarında kalabalıkları görünce, kendilerinde bir güç gördüler ve dinlerini ilân ettiler, ilâh kesildiler.
“İslâm’a hizmet edeceğiz” diye müslümanları yoldular, soydular. Hem imanlarını hem maddelerini aldılar. Elindeki parasını, parası yoksa arabasını, arabası yoksa evini aldılar. Yanında parası olmayanı mahçup etmek suretiyle senet imzalattırdılar, bu senetleri günü gelince ödeyemeyenleri icraya verdiler. Evini, arabasını ve arsasını dahi elinden alarak tahsil ettiler. Yani halkı kaz yerine koydular. Şimdi de en lüks hayat içinde yaşıyorlar. Müminleri aldatmak ve soymak işini onlar cihad sayıyorlar. Fakirin lokmasını ağzından aldılar, müslümanlara yaptıkları eziyetten dolayı da iftihar ediyorlar.
İslâm gibi görünerek bu soygunlarını İslâm namına yaptıkları için bu bir yalancılıktır.
İslâm gibi görünmeleri riyâkarlıktır.
Topladıklarını hayıra sarfedecekleri yerde şerre harcadıkları için emanete hiyanetlik yaptılar, bu ise münafıklıktır.
Ve o paralarla din-i İslâm’ın yıkılması için bütün güçleriyle çalışıyorlar.
Dolayısıyle Hazret-i Allah’ın, meleklerin ve bütün müslümanların lânetini, nefretini kazandılar.
Yüzlerce, binlerce, milyonlarca müslümanı etraflarına topladılar, onları kendi asliyeti olan küfre çektiler ve küfürlerini ilân ettiler. Bankalar kurdular, İslâm’ın haram kıldığı hükümleri helâl diye ilân ettiler. Böylece halkı imandan alarak yavaş yavaş küfre kaydırdılar, hepsini kâfir yaptılar.
İşte bunu Deccal yapamaz. Deccal’den daha beter oluşları, sûret-i haktan görünüşlerinden oldu.
Deccal bunların yaptığını yapamaz. Çünkü bunlar münafık olduğu için İslâm gibi görünüyorlar. Deccal ise doğrudan doğruya Allahlık dâvâsı ile çıkacak. Kâmil iman sahipleri hiçbir zaman ona aldanmaz, tuzağına düşmez.
•
İkinci bir Hadis-i şerif’lerinde yine mucize olarak şöyle buyuruyorlar:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar. Fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir.
İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu mucize Hadis-i şerif’lerinde “İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır, hayvan gibidir, hayvandan da aşağıdır.” buyuruyor.
Bunların iç durumu budur. Bunların üzerinde durmayın, irşada kalkmayın.
Binaenaleyh bu gibi güruhu irşad ve ikaza kalkmanız, hayvana birşey söylemek gibi olacağından bu gibi güruh ile muhatab olmamanızı tavsiye ederim.
Bu güruhu bırakın, siz ümmet-i Muhammedi irşada bakın...
Niçin hayvandan daha kötüdür bunlar?
Allah-u Teâlâ Rahman ism-i şerif’i mucibince itaat eden kullarına da isyan eden kullarına da sayısız nimetler bahşeder. Yeri, göğü ve içindekileri insanoğluna musahhar kılmıştır. Mümin de, kâfir de bütün bu nimetlerden istifade ediyor.
Kur’an-ı kerim’de birçok Âyet-i kerime’lerde, yerdeki ve gökteki, canlı ve cansız her şeyin Allah-u Teâlâ’yı tesbih ettiği haber verilmektedir.
“Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (İsrâ: 44)
Her hayvanın, her kuşun tesbihi ayrıdır, yaratanını bilir, tesbihini yapar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Göklerde ve yerde bulunanlarla, dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez misin?” (Nur: 41)
Münafık, nankör ve câhil insana gelince;
O nefsine zulmetti,
“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Âyet-i kerime’si mucibince Yaratan’a, Peygamber’ine, dinine hasım kesildi. İslâm’dan çıktı, küfre saptı, yandaşlarının da kâfir olmasını istediler.
Kitap okuyorlardı, onu da inkâr ettiler. Yolunda gidiyor gibi görünüyorlardı, ondan da saptılar.
İşte bundan ötürü hayvandan elli derece daha aşağıya düştüler.
Çünkü hayvan, hayvan olarak yaratılmış, fakat hayvanat da nebâtat da, cemâdat da Yaratan’ını biliyor, tesbihini yapıyor.
Onlar ise insan olarak yaratıldıkları halde Yaratan’a hasım kesildiler, din-i İslâm’dan çıktılar, kâfir oldular.
Niyetleri bozuk olduğundan ötürü Hazret-i Kur’an boğazlarından öteye geçmedi. İçlerine iman yerleşmediği için, boş oldukları için boşluğa düşüverdiler.
Eğer sıdk ile şehadet getirselerdi, bu şekilde küfür batağına batmazlardı. Hazret-i Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin ve bütün müminlerin lânetini kazanmazlardı.
Şimdi herkes bunları nefretle seyrediyor ve âkıbetlerini bekliyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu mucize Hadis-i şerif’inde onların dinden çıkacaklarını, bir daha da dönemeyeceklerini haber veriyor.
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar artık dönmezler.” (Bakara: 18)
Hayırlı hiçbir şeye kulak vermezler, kendilerine fayda verecek şeyleri söylemezler, basiretleri kördür, Hakk ve hakikatı görmek istemezler, hidayet yoluna dönmezler.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Gerek Âyet-i kerime’ler, gerekse Hadis-i şerif’ler onları bu şekilde belirtiyor. Biz de bu ilâhi hükümlere bakarak bunların içyüzlerini çok rahat bilmiş ve görmüş oluyoruz ve müminleri uyandırıyoruz.
•
Uyan be kardeş! Kardeş zannettiğin kâfirle dost olma. Eğer dost olursan Allah-u Teâlâ’nın dostluğunu kaybetmiş olursun.
Bu iki Hadis-i şerif’i mucize olarak gösteriyorum. Bu noktaya dikkat ederseniz esrarı çözmüş olursunuz.
Bu ajanlar ve bu sapıtıcılar İslâm’mış gibi göründüler. Kürsülerde İslâm’ın iyiliğinden, küfrün kötülüğünden bahsettiler. Bu mülkün sahibi olan Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerinden uzun uzadıya söz ettiler. İslâm dinine göre talebe yetiştiriyorlardı. Zira Bediüzzaman Hazretleri’nin izinde idiler. O büyük velinin feyiz ve bereketi ile talebeleri bir müddet böylece devam etti. Teheccüd namazı dahi kılıyorlardı.
Deccal’den daha beter olan imamlar ise henüz asliyetini ortaya koymamışlardı.
Onlar İslâm’mış gibi göründüler, halkı bu perde altında soymaya başladılar. İslâm’dan ilk ayrılışları böyle oldu.
Zira Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Onlar ise tasavvurun haricinde halkı soydular, yoldular, kanlarını emdiler, evlerini arabalarını ellerinden aldılar ve böylece yavaş yavaş asliyetlerini ortaya koymaya başladılar. Sonra da alenen küfürlerini ortaya koydular.
Nurdan nâra döndüler, isim değiştirdiler. Şimdiye kadar nurcuların ismi Bediüzzaman Hazretleri’nin ismi ise de, küfrünü ilân edince narcılar ismini aldılar. Ve narcıları imandan ettiler. Küfrü hoş göstererek onların hepsini küfür batağına düşürdüler.
•
Nurcu müslümanlar ise o zâtın izini takip edip sünnet-i seniyye rayları üzerinde giden, iman-küfür berzahını bilenlerdir.
Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin bu hususta şöyle bir beyanı var:
“Ey hitabet-i umumiye sıfatı ile, gazete lisanıyla konferans veren muharrir (yazar)! Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var. Fakat şeair-i İslâmiyeye (İslâm’ın sembolü olan hususlara) zıd ve muhalif olan herzeler (saçmalıklar) ile İslâmiyeti lekelendirmeğe katiyyen hakkın yoktur.
Seni kim tevkil etmiştir (vekil kılmıştır)? Fetvâyı nereden alıyorsun? Hangi hakka binaen milletin namına, ümmetin hesabına İslâmiyet hakkında hezeyanları savurarak dalâletini neşr ve ilân ediyorsun? Milleti, ümmeti kendin gibi dâll (hak yoldan sapmış) zannetme.
Dalâletini (sapıklığını) kime satıyorsun? Burası İslâmiyet memleketidir, yahudi memleketi değildir. Cumhur-u mümininin (müminlerin ekserisinin) kabul etmediği bir şeyin gazete ile ilânı, milleti dalâlete dâvettir, hukuk-u ümmete (ümmetin haklarına) tecavüzdür. Bir adamın hukukuna tecavüze cevaz-ı kanunî olmadığı (kanuni ruhsat verilmediği) halde, koca bir milletin belki âlem-i İslâmın hukukuna hangi cesarete binaen tecavüz ediyorsun? Ağzını kapat!..” (Mesnevî-i Nuriye sh: 89)
Biz bunlara narcı diyoruz, nurcu demiyoruz. Narcı başka, nurcu başka.
NURCULAR O BÜYÜK ZEVÂT-I KİRAM’IN İZİNDEN YÜRÜYEN, NURU TAKİP EDEN, ALLAH-U TEÂLÂ’NIN NURUNU YAYMAYA ÇALIŞANLARDIR.
NARCILAR İSE MÜNAFIKTIR, KÜFÜR İZİNİ TAKİP EDERLER, KÜFRÜ YAYMAYA ÇALIŞIRLAR. BUNLAR BİR TUTULMASIN VE BİR SANILMASIN.