Mehmet Akif Ersoy Şiirleri

acizneyzen

Paylaşımcı
Katılım
29 Şub 2008
Mesajlar
112
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
www.muminforum.tr.cx
Alınları terlemeli

Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!

Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk;
Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkâk

Bu milyarlarca da'vâdan ki inler dağlar, enginler;
Oturmuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim dinler?

Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ,
Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ!

Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın;
Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın;

Eser a'mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten;
Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten;

Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta;
O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu'd-i mutlakta!

* * *

Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol,
Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol!

Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır,
Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır:

Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran;
Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!

Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı,
Göçüp ma'mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı?

Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır. Devr-i cem'iyyet.
Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet,

"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm'a;
Uzaklaşsan da îmandan, cemâ'atten uzaklaşma.

İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînâfa yok meydan:
"Cemâ'atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(c.c.)'tan.

Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı,
Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı?

Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret?
Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret!

Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın;
Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın?

Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen;
Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen!

Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir;
Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa'âdettir:

Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın?
Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın.

Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa'y ister:
Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.

Mehmet Akif Ersoy
İstanbul, Teşrinievvel 1334 (1918)
 

Berre Tuna

Nazende
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,816
Tepkime puanı
587
Puanları
0
Konum
İstanbul
Âtiyi Karanlik Görerek Azmi Birakmak...

ÂTİYİ KARANLIK GÖREREK AZMİ BIRAKMAK...

"Oğullarım: Gidiniz de Yusuf'la kardeşini araştırınız;
hem sakın Allah'ın inayetinden ümidinizi kesmeyiniz.
Zira, kâfirlerden başkası Allah'ın inayetinden ümidini kesmez."
(Yusuf, 87)


Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.

Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit, "İki el bir baş içindir."
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?

Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!

Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

Herkes gibi dünyâda henüz hakk-ı hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?

Ye's öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me'yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar

Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez...
En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez!

Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile şirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin

Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,

Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!



Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!"

Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da "yapışsam..." demiyor bir tarafından!

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.

Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.

Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!

"İş bitti... Sebâtın sonu yoktur!" deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.




Mehmet Akif Ersoy
19 Rabîülâhir 1331 - 14 Mart 1329 (1913)
 

dervişane

Üye
Katılım
22 Ağu 2009
Mesajlar
28
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Zulmü Alkışlayamam

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;


Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.



Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta, boğarım...



-Boğamazsın ki!



-(Boğamazsam da) Hiç olmazsa yanımdan koğarım!



Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;


Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.



Doğduğumdan beridir, âşıkım istiklale,


Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale



Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?


Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.



Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim.


Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.



Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:


Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.



Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...


İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?



Mehmet Akif ERSOY
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Leylâ

Leylâ Mehmet Akif'te bir başka dile gelmiş... Tasavvufta gördüğümüz hikâyelerle yoğrulmuş belki Mehmet Akif; ama o hâllerden sıyrılmış; bizler için ideal bir Leylâ portresi çizmiş... Kendi içinde yaşadığı arayışı, ümidsizliği belki Leylâ ile diriltmeye çalışmış... Ayrı bir mânâ, ayrı bir ufuk; şiir oldukça etkileyici her ne kadar anlatmakta aciz olsamda...

Beni derinden sarsan şiirin ilk mısraları açıkçası... Ruhunun yaşadığı ızdırabı o denli hissettiriyor ki insanın göğe çıkası geliyor...-ki heyhat gök yüksek!

Bu sefer zindan oluyor her bir köşe, kaçış diye inliyor insan; lâkin- yer pek!

Bu ızdırabın mânâsını derinden yaşamak ancak ruhu derinlerde olan insanlara mahsus olsa gerek.Mehmet Akif'in derinliğinde bir kulaç atabilmek ne büyük hayal!



Sonra ki mısralarına bakınca anlıyorsunuz Akif'in asıl gâyesini, ümmet bilinci ve gaye Leylâ ile farklı ufuklara yelken açıyor...Leylâ'nın kimliği nasılda derinleşiyor, hikmet kazanıyor...

İdrâk edemediğim Leylâ şiiri konusunda daha çok yazmak abesle iştigal olur... En güzeli okuyup sessizce kendi içimizde anlamlandırmak sanırım...

Ben bu Leylâ'yı çok sevdim... Sizlerde sevin inşaAllah...



"Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?" derim, "yer pek";
Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, "gök yüksek".
Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız;
Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!
Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın;
Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın!
Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler;
Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!
Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;
İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?
Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla?
Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ,
Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;
Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!
Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu,
Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu!
O ferdâ, istemem, hiç doğmasın "ferdâ-yı mahşer"se...
Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse;
Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?
Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?
O "aydınlık" ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,
"Vücûdundan peşîman, ölmek ister" sandığın Şark'ı,
Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya;
Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.

Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın,
Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın.
Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak;
Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak!
Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma!
Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,
Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?
Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?
Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?
Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?
Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?
Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,
Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.

Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın?
Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın,
Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;
Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;
Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten;
Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten;
Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ;
Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ!
Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan,
Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.

Mehmet Âkif Ersoy
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Bülbül

bu akşam dilime bu şiiri düştü...
neler yazmalı bilmiyorum;
ama bu şiiri okumak, anlatmak kimlere düştü?
onlardan biride ben olsaydım diye hayıflanıyorum...



-Basri Bey oğlumuza-

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)




[Safahât, Yedinci Kitap]


(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız
hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu;
tetkikine de imkân yoktu.
 

aricev

Paylaşımcı
Katılım
21 Eyl 2009
Mesajlar
143
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Yaş
42
Yeis yok(M.A. Ersoy)

YEİS YOK!

Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!
"Ölmüş"mü dedin?Ah onu öldürmeli miydin?

Hakkın ezeli fecri boğulmazdı, a zâlim,
Ferdâlanın artık göreceksin ki ne muzlim!

Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.
Yıllarca bakınsan, bir ufak lem'a görünmez.

Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin;
Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!

Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin.
Arkanda mı, karşında mı sâhil seçemezsin.

Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!
Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:

Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.

Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;
Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın!

Ey, Hakk'a taparken şaşıran, kalb-i muvâhhid!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid.

Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile ye'sin
Hâşâ! Bunun imkânı yok elbette bilirsin.

Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?
Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?



Doğduk, "Yaşamak yok size!" derlerdi beşikten;
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!

Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,

Ye'sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı;
Mel'un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!

"Devlet batacak!" çığlığı beyninde öter de,
Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde!

"Devlet batacak!" İşte bu öldürdü şebâbı;
Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tâbı?

Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmıyacaktır;

Tek sen uluyan ye'si gebert, azmi uyandır:
Kâfi ona can vermeye bir nefha-i îman;

Davransın ümidîn; bu ne haybet, bu ne hırmân?
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;

Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşıla,
Allah(c.c.)'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.
1919
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Zulmü Alkışlayamam

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.


Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!...

-Boğamazsın ki!

Hiç olmazsa yanımdan kovarım..


Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.


Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!


Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!


Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
irticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?


Mehmet Akif Ersoy



 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Necid çöllerinden medine'ye

"Milli şair Medine de Peygamberimizi ziyareti sırasında içeriye giren uzun boylu Sudan'lı bu sözleri söyler ve ruhunu orada teslim eder.Nasıl bir aşk O'nun üç ay çölü yürüyerek geçmesini sağlamıştır.
Günümüzde birkaç saat havaalanında beklemek, yaklaşık 3 saat süren uçak yolculuğu,otele ulaşmak...

İnsanların beklemeye tahammülleri kalmayıp,yorulup tartışmaya başlıyorlar.

Allah O aşkı bulmayı herkese nasip etsin."




[SES]http://dl2.musicwebtown.com/k/a/r/a/karamursel/playlists/20129/154384.mp3[/SES]

Ya nebi,şu halime bak!
Nasıl ki bağrı yanar,gün kızınca,sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harim-i pakine can atmak istedim durdum;
Gerildi karşıma yıllarca ailem,yurdum.
"Tahammül et!" Dediler...Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;
Önümde durmadı artık, ne hanüman, ne ocak...
Yıkıldı hepsi...Ben aştım Diyar-ı Sudan'ı.
Üç ay "tihame!" deyip çiğnedim beyabanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki belki sahra da;
Yetişmeseydin ya Muhammed, imdada:
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
İradem olduğu gündür senin iradene ram,
Bir an için bana yollarda durmak haram.
Bütün heyakil-i hilkatle hasbihal ettim;
Leyale derdimi döktüm,cibali söylettim!
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü...
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı hecrine katlandım elli üç senedir...
Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikaabını kaldır mezar-ı pakinden;
Bu hasta ruhumu artık ayırma hakinden!
Nedir o meş'ale?Nurun mu?Ya ResulAllah!
Sükun içinde bir an geçti, sonra bir kısa "ah!"...
Ne gördüm,oh!Serilmiş zemine Sudan'lı...
Başında, ağlayarak bir zavallı Seylan'lı,
Öpüp öpüp kapıyor elleriyle gözlerini...
Bitince harice nakliyle gasli,tekfini,
"Baki"a gitti şehidin vücud-u fanisi;
"Harem"de kaldı, fakat ruh-u cavidanisi.
Mehmed Akif Ersoy
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0
çok güzel kelimeler,öyle yanlz zahiri değil,ruhla,sevdayla,maneviyatla yazılmş satırlar...
Allah üstatdan razı olsn,sizdende efendim...

paylaşm için teşekkürler...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi
Lakin aşk olsunki aldırmazda otllarmış eşşek
Sanki tavşanmış gelen yahud kılıksız köstebek
Kar sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı
Hasmı derken çullanırmış yutmadsan son lokmayı
Bir hakikattır bu bildiğin usluba sok
Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok


Mehmet akif ersoy
 

_Nihade_

Gafleti eyLe Heba
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
2,061
Tepkime puanı
581
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ankara
Mehmet Akif ERSOY Şiirleri

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:

Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!

Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn...
Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar!

Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler!
Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler!

«Medeniyet» denilen vahşete lânet eder,
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!

Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden!
Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden!

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât;
Sonra nâmusuna kurban edilen buna hayat!

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!

Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler:
Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkaz-ı beşer!

Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!

Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük
Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

Ey bu toprakta birer nâş-ı perişan bırakıp
Yükselen, mevkib-i ervâh!.. Sakın arza bakıp

Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var...
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!..

Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün!..
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!

Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!..

Hele İ'lanı zamanında şu mel'ul harbin,
"Bize Efkar-ı umumumiyesi lazım Garb'ın ";

Oda ALLAHI bırakmakla olur herzesini,
Halka iman gibi telkin ile , dinin sesini

Susrutan aptalın idrakine bol bol tükürün
Yine hicran ile çılgınlıgın üstünde bu gün ,

Bana Vahdet gibi bir yar-ı musiad lazım
Artık ey yolcu bırak .. Ben Yanlız Ağlayayım.

MEHMET AKİF ERSOY
 

!SMA!L

EFULİM EFULİM EFULİM
Katılım
19 Ağu 2009
Mesajlar
373
Tepkime puanı
117
Puanları
0
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!


Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!


RABBİM RAZI OLSUN İHVANIM SENİN PAYLAŞIMLARIN BİR BAŞKA MÜBAREK İÇİM FERAHLIYOR.
 

Sükut-u Hayal

AşK-I KüBrA
Katılım
20 Ağu 2009
Mesajlar
1,588
Tepkime puanı
294
Puanları
0
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?

Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? (Zümer, 9)

Olmaz ya… Tabii… Biri insan, biri hayvan!
Öyleyse “cehâlet” denilen yüz karasından
Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.
Kafi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?
Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:
Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!
Son-ders-i felâket ne demektir? Şu demektir:
Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!
Zirâ, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;
Zirâ, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!

Coşkun, koca bir sel gibi, dâim beşeriyyet,
Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet.
Dağlar, uçurumlar, ona yol vermemek ister…
Lakin o, ne yüksek, ne de alçak demez örter!
Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak…
Elbet katılır… Hangisi ister geri kalmak?
Bizler ki bu müthiş, bu muazzam cereyanla
Uğraşmaktayız… Bak, ne kadar çılgınız anla!
Uğraş bakalım, yoksa işin, hey gidi şaşkın!
Kurşun gibi sür atli, denizler gibi taşkın
Bir çağlayanın menba-i dehhâşına doğru
Tırmanmaya benzer, yüzerek, başka değil bu!
Ey katre-i âvâre, bu cûşun, bu hurûşun
Âhengine uymazsan, emin ol, boğulursun!

Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık,
Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık!
Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır!
Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet…
Ey derd-i cehâlet, sana düşmekte bu millet,
Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs!
Ey sîne-i İslâm a çöken kapkara kâbûs,
Ey hasm-i hakîkî, seni öldürmeli evvel:
Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el!

Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslam ı da “batsın!” diye tutmuş yediyorsun!
Allah tan utan! Bâri bırak dîni elinden…
Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!
Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?
Allah tan utanmak da olur, ilim ile… Heyhât!

Mehmet Akif Ersoy
Safahat, Üçüncü kitap – Sahife: 217
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Son Şiiri ile Mehmed Akif

Son Şiiri ile Mehmed Akif
M. Ertuğrul Düzdağ



Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm,
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu!
Gül devrimi bilseydim onun, bülbül oturdum;
Ya Rab, beni evvel getireydin ne oturdu?....

M. Ertuğrul Düzdağ
Mehmet Akif merhumun vefatından bir sene önce söylediği bu kıta, onun bir ömür süren ızdırabının kısa bir ifadesidir. Gözlerinin önünde koca bir İslam devleti parçalanmış ve o, yirmi yıl içinde ümitler, hayal kırıklıkları, sonra yeniden canlanan heyecanlar, gayretler ve sonunda her şeyin üstünü örten bir ölüm sessizliği karşısında çaresiz, mahzun kalmıştır.
Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağım,
Bana çok görme, İlahî, bir avuç toprağımı...

Bu iki mısra da yine aynı yıl içinde, bir resminin arkasına yazıverdiği altı satırın son kısmıdır.
1933'te yazdığı ve Safahat'ının son şiiri olarak yayınladığı "Sanatkar" manzumesi ise Akif'in muzdarip hayatının ve onun neslinin çektiklerinin adeta bir hülasasıdır.
Bu şiirde konuşturduğu sanatkar, İslam ümmetinin bütün dertlerini yüreğinde hissetmiş, yanıp yakılmış, çalışıp çabalamış, fakat sonunda paramparça olan İslam ülkesi karşısında çaresiz ve hatta neredeyse ümitsiz kalmıştır. Müslümanların düşman eliyle parçalanmış diyarları ve onların kendi içlerindeki perişanlıkları karşısında, batıp gitmiş olan "İslam birliği" güneşinin yeniden doğuşunu, ancak Mahşer'de bekleyebilmektedir.
Şiirde Sanatkar'la konuşan şahıs, onu mesud zannetmekte ve bu zannını kendisine söylemektedir:
Şu yurda geldi mi, bilsem, senin kadar mesud!
Sanatkar ki biz ona Akif diyeceğiz ise bu ummadığı ve kendisinden pek uzak olan nimete mazhar sanılmasından dolayı hayretler içinde kalarak, şöyle cevap verir:
"Çocukken, gerçekten de mesuddum. Aile hayatım cennet gibiydi. Fakat bugün mutluluk, benim için
-Saadet öyle mi? Yok yok, seraba verme vücud! Çocukluğumda, evet, bahtiyar idim cidden, Harim-i ailenin farkı yoktu cennetten "Biraz büyüyüp de hayata atıldım ve olan biten'e aklım erdiği zaman, dünyam değişti. Bütün İslam diyarları düşman tehdidi ve taarruzu altında idi. Her yer ateş ve duman içinde kaldı. Tarihimizden iftihar ettiğimiz neyimiz varsa, düşman ayakları altında çiğnendi. Milletimiz de eski ahlak ve seciyesini kaybetti."
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Eşikten atladığım gün değişti, lakin, çevremizi
Kuşattı parçalanan Şark'ı bir duman, bir alev.
Durur mu, almış ateş hanümanı bir kere?
Bütün mefahiri tarihimin serildi yere:
Harabe kalmadı hattı o şanlı maziden

"Biz bu ızdırapların içinde kıvranırken, düşmanlarımız, İslam ülkesini parça parça koparıp paylaştılar. İslam toprakları artık düşmanların olmuştu. Sevgili müslümanlar öldürüldü, esir edildi. Şerefler ve namuslar çiğnendi. Bizden geriye kalan, sadece, ümitsiz bir ümmetin acı feryadı idi."
Meğer, bu heybetin altında kıvranırken ben,
Kopar kopar da gidermiş o lîme lime diyar'
Dönünce arkama, baktım: ne yer durur, ne de yar,
Yabancı ellere geçmiş, birer birer, hepsi;
Kalan şu kubbede, haşir bir ümmetin yeşil

Fakat şair bu acıyı karşısındakine duyuramamış olmalı ki, diğeri onu mesud zannetmektedir.
"Bana gücenme, acı sözlerini seni üzmesin. Çünkü ben, hayatı belalar içinde geçmiş bir adamım. Ben, ümmetimin kötü kaderine karşı, gece gündüz mücadele eden biriyim. Bu yüzden ömrüm acılar içinde geçmektedir. Gerçi henüz savaşıyorum, teslim olmadım. Fakat artık yaşlandım ve çok yoruldum."
Gücenme, anla nihayet ki: bir belazedeyim,
Kader dedikleri unsurla pençeleşmedeyim.
Kolum, kafam, gece gündüz didişmeden bitab;
Ayaktayım henüz amma, serildi, gitti şebab.

"Evet gençliğim gitti ve kuvvetim tükendi; fakat felakete bak ki, İslam ümmetinin zafere ulaşması şöyle dursun, henüz kurtuluşunu ümid edebilmekten bile uzağım."
Serildi, hem de nasıl bir zamanda, heybete bak:
Zafer hayalim geçtim, halas ümidi uzak!

"Geleceği kurtarmak için yaptığımız her teşebbüs, acıyla ve bozgunla sonuçlandı. Bizim uğramadığımız hangi hezimet kaldı! Sasıma gelen şu facialara bak:
Yurdum mahvolup kül kesildi. Vatansız kalan derbeder ümmetim sefalet içinde. Aileler dağıldı; çocuklar, yuvalar öksüz kaldı. Camilerim, türbelerim, yakıldı yıkıldı, yok edildi. Kabe'min etrafı kimsesiz, sahipsiz ve harap. Ümmetsiz kalan dinim zayıflayıp gidiyor. Bütün bu harabelerin üzerinde ise, düşmanların ve hainlerin baykuş sesleri çınlamakta:"
Helaki boyladı atiye attığın her adım;
Değilse, hangi hezimet çıkar ki, uğramadım?
Yığınla kül kesilen yurdumun hayaleti mi?
Vatansız ümmetimin derbeder sefaleti mi?
Hazan yeliyle harab, öksüz aşiyanım mı?
Fezaya savrulan avare hanümanım mı?
Yerinde yeller esen mabedim mi, türbem mi?
Civarı çöl kadar ıssız harîm-i Kabem mi?
İçin için kanayan dînimin serilmesi mi?
Bu his harabesi üstünde baykuşun sesi mi?

"Sözün kısası başıma gelmedik facia kalmadı. Acaba yarın ne olacak? Onu bilemem. Fakat bugünkü durumu kısaca anlatabilirim:"
Hulasa, görmediğim cilve hangi faciâdır?
Yarınki perdeyi bitmem; o şimdilik bir sır;
Fakat bugünkünü dinlersen ihtisar edeyim:

"Dalgalar tarafından savrulur, elimde olmayan hadiselerin arasında batar çıkarım. Bazen çakar bir şimşek, ortalığı aydınlatır da İslam ümmetinin feci halini bana gösterir. İşte asıl o zaman hayatımdan bıkarım ve: Ben ne yapıyorum? Kaderle mücadele edilmez. Eğer ölmek istiyorsam, şu tahta parçalarını, kalemimi bırakmalıyım; İslam davası için çalışmaktan vaz geçmeliyim ve müslümanları sürükleyip mahveden şu felaketin dalgaları arasında ben de kaybolup gitmeliyim, derim... Fakat yapamam, intihar edemem. En ufak bir ümid de olsa her çareye baş vururum. İşte böylece batar çıkar giderim:"
Zaman olur, kabaran dalgalarla savrulurum
Zaman olur, açılan bir cehennemi uçurum,
İner benimle beraber fezayı inleterek;
Zaman olur, bulut altında gizlenen şimşek,
Deşer de zulmeti, bir sahne gösterir ki, inan,
Bütün bütün beni bizar eder hayatımdan:
"Kaderle pençeleşilmez, ecelse beklediğim,
Şu tahta parçalarından tecerrüd etmeliyim...
Yeter boğuştuğum artık..." derim...
Hayır duramam, Taş olsa baş vururum, intihara baş vuramam!
Batar, çıkar, giderim...
Sanatkar, arkadaşına bunları söylerken güneş batmış, onun "yetim bıraktığı ufuklara akşamın hüznü çökmüş" ve arasını "acıklı sineye" döndürmüştür. Ama şairin ızdırabının yanında akşamın hüznü çok hafif kalır.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
"Yetim ufukları şu anda akşamın kızıllığı okşuyor. Az sonra da yıldızlar okşayacak ve ona yetimliğini unutturacak. Acıklı sîne dediğin ufuklardan ise yarın yeni bir güneş doğacak. Onlara neden acıyorsun?
Onlar yalnız değiller. Teselli edenleri var ve en geç yarın güneşlerine kavuşacaklar. Ya ben!"
"Yetim ufuklar"! okşar durur şu anda şafak,
Şafak sönünce de yıldızlar okşayıp duracak;
"Acıklı sine"yi dersen, güneşlidir yarma.
"Ya ben, ne yapacağım? Müslümanlar ne yapacaklar? Benim dünyamın simsiyah ve farklarında ne ışık, ne ümid ve teselli veren bir ses var.. Benim bütün nasibim, sadece, sonsuz bir gece.:"
Fakat, benim gecemin simsiyah ufuklarına,
Şu kubbeden ne ziya var, ilaç için, ne sada,
Bütün nasibi o ıssız, o sermedi yeldâ.
"Bir zamanlar davası için alev alev yanan gönlüme bakınca da, orada sadece, batmış güneşlerimden kalmış gurup izlerini görür ve titrerim. Evet, benim sönmüş güneşlerimden kalan da gurup izi.. Fakat bu izler bir 'yokluk' kadar derindir. Benim güneşlerimin doğuşu yok!
Harim-i kalbime indim mi, titrerim tir tir,
Adım başındaki iz. çünkü bir gurûb izidir.
Evet, gurûb izi, lakin, adem misali derin,
Tulü'u mahşere kalmış batan güneşlerimin....
"Ey güzel yoldaşım! Neden ağlıyorsun? Neden heyecanlandın? Senin ağlaman beni incitir, şu dünyada uğramadığım bela kalmadı. Bırak da hiç olmazsa senin üzüldüğünü, senin ağladığım görmeden gideyim..."
Neden, fakat heyecanın? Nedir yüzündeki yaş?
Sonunda yolcunu incitme, ey güzel yoldaş!
Bela mı kaldı ki dünya evinde görmediğim?
Bırak, şu yaşları, hiç yoksa, görmeden gideyim! Sevgili Akif! Senin ızdırabını duymamak, paylaşmamak ve seninle birlikte ağlamamak, hangi müslümanın elinden gelir. Bunu bizden isteme! Sana ve senin davana daima ağlayacak ve huzûr-i îlahî'ye de galiba bu zavallı yaşlarımızdan daha değerli bir şey götüremeyeceğiz. Davan yücelsin ve ruhun şad olsun!


Altınoluk Dergisi



 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Mehmet Akif Ersoy Hayatı ve Eserleri
1873 yılında İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936 yılında aynı kentte öldü. Babası, Fatih Camii medrese hocalarından Arnavut İpek'li Tahir Efendi'dir. Ortaöğrenimini Fatih Merkez Rüşdiyesi'nde ve Mekteb-i Mülkiye İdadisi'nde gördü, bir yandan da Fatih Camisi'ndeki derslere giderek Arapça ve Farsça öğrendi. Ortaöğrenimini bitirdiği yıl, yeni açılan Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ne girdi, dört yıl süren öğrenimi sonunda baytarlık (veterinerlik) bölümünü birincilikle bitirdi (1893). Ziraat Bakanlığı'na memur olarak girdi, dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da görev yaptı. Bir süre sonra, ek görev olarak, Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nde kitabet dersleri (1906) verdi. 1908'den sonra, arkadaşı Eşref Edip ile birlikte Sırat-ı Müstakim (1908) ve daha sonra Sebil'ür-Reşad (1912) dergilerini çıkardı; bu yıllarda, resmi görevi olan Umur-i Baytariye Müdür Muavinliğinde çalışırken Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine atandı (1908). Balkan Savaşı'ndan sonra Umur-i Baytariye şubesindeki görevinden (1913), ardından Darülfünun'daki (1914) görevinden ayrıldı. Meşrutiyet'in ilk döneminde, Ziya Gökalp'in öncülüğüyle başlayan "Türkçülük" akımına karşı, Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un (1849-1905) etkisiyle, "İslâm birliği" görüşünü benimsedi. Sırat-ı Müstakim ve Sebil'ür-Reşad'da yayımladığı makaleler, şiirler, çeviriler ve Fatih, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Beyazıt camilerinde verdiği vaazlarla (1912) bu ülküyü yaymaya çalıştı. Birinci Dünya Savaşı içinde İtilaf Devletleri'ne karşı Ortadoğu'da bir İslâm Birliği kurma siyaseti güden Almanya'nın çağrısı üzerine, Harbiye Nezareti'ne bağlı "Teşkilat-ı Mahsusa" tarafından Berlin'e gönderildi (1914), burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kamplarda incelemelerde bulundu. Dönüşünde yine birkaç ay kadar da Arabistan'a yollandı, savaş yılları içinde "Bâb ül Meşihat"e bağlı olarak kurulan "Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye" başkatipliğine atandı (1918). Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milliye'den yana davranış ve yazılarından dolayı, Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye'deki görevinden atıldı (1920). Anadolu'ya geçerek Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Burdur Milletvekili olarak görev yaptı (1920-1923); Konya ayaklanmasını önlemek, halka öğüt vermek için Konya'ya gönderildi. Oradan Kastamonu'ya geçti, Nasrullah Camisi'nde Sevr Antlaşması'nın iç yüzünü, Kurtuluş Savaşı'nın niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi, bu vaaz Diyarbakır'da basılarak (1921) bütün vilayetlere ve cephelere dağıtıldı. Yaşamının bu döneminde "İstiklâl Marşı"nı yazdı (1921). Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra İstanbul'a döndü; çağdaş ve uygar yeni Türkiye'nin kurulması için zorunlu görülen siyasal ve toplumsal devinim ve devrimleri, kendi inanç ve ülküsüne aykırı gördüğü için Türkiye'den ayrıldı. Mısır'a gitti, Hilvan'a yerleşti, Kahire'deki Câmi-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı müderrisliğine bulundu (1925-1936), bu gönüllü sürgün döneminde siroz hastalığına tutuldu; sağaltım için döndüğü İstanbul'da öldü.
Türk edebiyatında "toplum için sanat" akımının başlıca temsilcilerinden biridir. Halka seslenen,yalın, halkın söyleyiş özelliklerini koruyan, konusu günlük ya da siyasal olaylardan alınmış, gerçekçi ve gözleme dayalı, aruz ölçüsü ile lirik-epik, lirik-didaktik şiirler yazdı.


ESERLERİ:


Safahât, ikinci kitap, Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
Safahât, üçüncü kitap, Hakkın Sesleri (1913)
Safahât, birinci kitap (1914)
Safahât, dördüncü kitap, Fatih Kürsüsünde (1914)
Safahât, beşinci kitap, Hâtıralar (1917)
Safahât, altıncı kitap, Âsım (1919)
Safahât, yedinci kitap, Gölgeler (1933)
Safahât, bütün şiirleri I-II (1943, ölümünden sonra)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Uyan

Baksana kim boynu bükük ağlayan.
Hakkı hayatındır senin ey müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.

Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kere kımıldanmadın.

Ninni değil dinlediğin velvele,
Kükreyerek akmada müstakbele.
Bir ebedi sel ki zamandır adı,
Haydi katıl sen de o coşkun sele.

Karşı durulmaz cereyan sine-çak...
Varsa duranlar olur elbet helak.
Dalgaların anmadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimak?

Dehşeti maziyi getir yadına;
Kimse yetişmez yarın imdadına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evladına?

Ben onu dünyaya getirdim diye
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakkı-i übüvvet de bu caniliğe!

Doğru mudur ye's ile olmak tebah?
Yok mu gelip gayrete bir intibah?
Beklediğin subh-i kıyamet midir?
Gün batıyor sen arıyorsun tebah.!

Gözleri maziye bakan milletin,
Ömrü temadisi olur nakbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ,
Görmeye lakin daha yok niyyetin.

Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et.
Korkuyorum, Garbın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel'anet.

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: "Hakkımı vermem" diyen.


Mehmet Akif Ersoy
 
Üst