M. Es'ad Erbilî (k.s.)

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Şu gün gibi bir hakikattir ki, Esad Efendi (K.S.) pek çok müslümanın daha adından bile haberdar olmadığı velâkin zamanının kutbu olan bir zattır. Kendisi birçok halife yetiştirmiştir. Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (K.S.) de bunlardan sadece biridir. Esad Efendinin Rabbimizin aşkıyla yanıp-tutuştuğu hâlde, bulunduğu ve lâyık görüldüğü makam gereği öyle alâyişe, gösterişe, reklâma, caf-caf'a, şatafata, tafraya, hava atmaya, sükseye, görkeme, tantanaya ve herşeyi bilirim allâme havalarına girmesine hiç gerek duymazdı ve esasen bunların hiçbirine de ihtiyacı yoktu. Çünkü o,
hani hazret-i Ömer (R.A.) nun Uveysi Karani (K.S.) Hazretlerine :
"Yâ Uveys ! Bana nasihat eyle ." dedikten sonra Uveys Karanî'nin ;
"Yâ Ömer ! Seni kim tanır ?" sorusuna ;
"Beni bütün müslümanlar tanır" cevabını aldığında :
"Yâ Ömer! Seni yalnız Allah tanısın o sana yeter."
cevabındaki anlami, manâ ve inceliği çok iyi biliyordu.
Esasen tarikat ve tasavvuf demek, bu tür alayiş ve gösterişlerden uzaklaşmak demektir. Bu manâda çok manidar bir şiirini de teberruken sizlerle paylaşmayı bir kıvanç vesilesi sayıyorum.
Rabbimiz her iki cihandada onlarla bir ve beraber olmayı nasib-i muyesser eyelsin.



Senin aşkınla mecnûnum

Usandım nefs elinden âh! Günâhtan başka zârım yok.
İbâdetten feyizlenmiş gecem yok, hem nehârım yok.
Dilim suskun, medet yâ Rab! Gönül bir kış, bahârım yok.
“Senin aşkında Mecnunum velâkin iştihârım yok.
Demâdem dağ-ı hasretlê figandan başka kârım yok.”
Benim çârem, Senin affın. Bu yüzden çâresiz geldim.
Bütün gâyem; Senin sevgin. Bu yüzden gâyesiz geldim.
O gün sâyende hıfz olmak için ben sâyesiz geldim.
“Metâ-i lutfunû almak için sermâyesiz geldim.
O türlû bir teh-î destim ki hattâ ihtiyârım yok.”
Yanar bîçâre sinem, dertliyim ver âfiyet yâ Rab!
Gönül aşkınla nâlândır, gedâyım âtıfet yâ Rab!
Cemâlin lutfedip göster, kerem kıl âkıbet yâ Rab!
“Ne ilm û marifet verdin, ne câh-î menkıbet yâ Rab!
Bihamdilillâh ki, bir zerrê medâr-î iftiharım yok!”
Muhammed Esad ERBİLÎ
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
2196re1.jpg
 

hamdüsena

Üye
Katılım
11 Şub 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
Cenabi Allah C.c Kiyamet Gününde Bu Güzel Dostlarindan Bizleri Ayirmasin
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bir anısı...

Esad Efendi (K.S.) İstanbul'a irşad faaliyeti için geldiğinde kendinin ne bir tanıyanı vardı ve ne de ilmi durumundan haberdar olan...İrşad için hem Nakşi ve hem de Kadiri icazeti buluna Hazret, önceleri hiçbir yerde boş kadro bulunmadığı için günlerini boş geçirmemek için bir medresenin müstahdem işlerine bakmaya başlar. Bir gün iki medrese talebesi, fıkhi br mesele üzerinde tartışırlarken işin içinden çıkamazlar ve tartışmalarına kulak misfiri olan Esad Efendi yanlarına yaklaşarak "Kardeşler, mesele bundan ibarettir" diyerek konunun fıkhi hükmünü açıklar. Medrese talebeleri birbirlerine şaşkınlıkla bakar ve Esad Efendiye mustahdemlik gibi bir görevi lâyık görenlere sitemde bulunurlar.
İşte onların ilimleri böyle iken, mahviyyet ve tevazuları da böyle bir noktadaydı.
Rabbimiz sabah derslerinde kendisi ile ülfet edenlerden eyleye ...
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
tekrar kavuşmak ne güzel...
Allah hepinizden razı olsun kardeşlerim silsileyi devam ettirelim inşallah
rabbim salih kullarının yüzü suyu hürmetine bizleri af eylesin.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Rabbimiz himmet ve tasaarruflarından ayırmasın .

752.jpg

TAKDİM
Bir devirdi…Milli ruhun künde üstüne künde yediği bir devirdi. “Ahirzaman mevsim-i elimanesi” nin en sert kışları yaşanıyordu. O günleri yaşamayan bizler elimizdeki nimetleri hovardaca harcayabiliyoruz maalesef. Bir büyüğümüzün dediği gibi, “Siz kış bilmediniz, kar kış görmediniz. Fırtına nedir onu yaşamadınız. Evinize girdiğiniz zaman hiçbir zaman dışarıya çıkma endişesini omzunuzda taşımadınız. Dışarda endişesiz dolaşırken evinize gireceğiniz zaman yine endişe içinde değildiniz. Hep bahar yamaçlarında dolaştınız. Bu bakımdan da kışın şiddetini, hiddetini, öfkesini çok iyi bilemeyebilirsiniz. Beni mazur görün; “bilemeye bilirsiniz” derken size cehalet ittihaz etmiş bulunuyorum. Ama bunu anlamayabilirsiniz”
İşte böyle bir boranın ortalığı kavurduğu bir gün şehid olmuştu Erbilli Esad Efendi…Gönüllerimizde bir yad-ı cemil bırakarak…Ruhu şad olsun…

KISACA HAYATI
Şeyh Muhammed Esad Efendi hazretleri 1264(1847) tarihinde, şimdi Irak hudutları içinde bulunan Erbil kasabasında dünyaya gelmiştir. Hem anne ve hem baba tarafı seyyiddir. Dedesi Şeyh Hidayetullah efendi Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin Erbil halifesi idi. Muhterem pederleri Mehmed Said Efendi de Nakşibendiliğin Halidiyye koluna bağlı bir şeyhti. İlk öğrenimini Erbil ve Deyr’de tamamladı. Gençliğinde ata binmeye çok meraklı olduğunu bir mektuplarından anlıyoruz. Babasının hânkahında yani tekyesinde dini ilimlerini tahsil ettikten sonra, 23 yaşında 1870’de Taha el Hariri’ye intisap etti. Beş yılda seyri sulukünu tamamlayarak, hilafet aldı ve Hacca gitti.
Hacc dönüşü şeyhi vefat edince, İstanbul’a geldi. Fatih camiinde Hafız divanı ile Molla Cami’nin Lüccet-ül Esrar kitabını okuttu. Ünü kısa zamanda her yana yayıldı. Abdülhamid hanın damadı Halid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade etti. Bu arada Meclis-i Meşayih üyeliğine tayin edildi. Kendisine bir tekke yöneticiliği verilmesi için müracaat etti. Fındıkzade Macuncu’da Şehremini Odabaşı semtindeki Kelami Dergahı şeyhliği boştu. Burası Kadiri tekkesi olduğu için Kadiri icazetnamesi gerekiyordu. Esad efendi, 1883 tarihinde Abdülkadir Geylani hazretlerinin soyundan olan Şeyh Abdulhamid er Rıfkani’den aldığı Kadiri icazetnamesini sundu ve bu tekkeye tayin oldu.
Burada Kadiri ve Nakşi usullerince zikir meclisleri düzenledi. İstanbul’a geldiğinde çeşitli konularda derlediği Kenz-ül İrfan adlı hadis kitabını neşretti. Bu kitap yoğun ilgiye mazhar oldu.
Bu esere nazmen bir takriz yazan zamanın Erkan-ı Harbiye reisi Ahmed Muhtar Paşa Esad efendiyi şöyle tavsif ediyor:
“Mürşid-i Ruşen güher, allame-i ulvi nazar,
Şeyh-i Bostan-ı Siyer, minhac-ı Hakka pişuva
Hazret-i Esad efendi ki, uluvv-i şanını,
Daniş-u irfanını tasdik eder ehl-i nuha”

1900 yılında Abdülhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple Erbil’e nefyedildi. Sultanın meşhur vehmi tahrik ettirilerek gerçekleşen bu sürgünün açıklamasında ise “sıla-i rahm” deniyordu. Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad faaliyetini sürdürdü. Mektubat adlı eserini teşkil eden mektupların ekserisi bu zaman zarfında yazılmıştır.
Esad efendi Meşrutiyet ile beraber İstanbul’a döndü. Kelami dergahını zemin kat üzerinde genişleterek inşa ettirdi. 1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh üyesi, Meclis-i meşayih reisi Elif efendinin istifası üzerine de başkanı oldu. Tekkelerin başına ehliyetli kimselerin görevlendirmesi için çalıştı. Bu sıralar Tasavvuf ve Beyan-ül Hak gibi mecmualarda tasavvuf içerikli yazılar yazdı. Sultan Reşad’ın sevgisini kazandı.Aynı yıl padişah tarafından Hacca “Sürre emini” olarak gönderildi. 1915’te Meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti.
Kuvva-i Milliyeyi sonuna kadar destekledi. Hatta, Fevzi Paşa Anadolu’ya geçerken elini öpmek ve duasını istirham için geldiğinde, paşayı zaferle müjdeledi. Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamaya karar vererek, Erenköy Kazasker’de satın aldığı köşkünde inzivaya çekildi. Evi sürekli polis gözetimine alındı. 23 Aralık 1930’da Menemen vakasıyla ilgili olarak tutuklanarak Menemen’e sevk edildi. İdam talebiyle yargılandı. İlerlemiş yaşı sebebiyle cezası müebbede çevrildi. Oğlu Ali Efendi idam edildi. Menemen’de askeri hastanede üremiden tedavisi yapıldığı sırada 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece yarısı vefat etti. Zehirlendiği de söylenir. Cenazesi ailesine verilmeyerek Menemen’de defnedildi.
KADERE TESLİMİYET
Aziz şehid Esad Efendi Menemen tırpanının harekete geçtiğini sezmiş gibidir. Mâhut basının aleyhinde başlattığı yaygara üzerine oğlu Ali efendi kendisine; “Babacığım! Ben havayı beğenmiyorum. Etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor. Evimiz ve sokağımız tarassut altında .. Bir tedbir alalım!…Mesela köşkteki kalabalığı dağıtalım, onları memleketlerine gönderelim. Biz de göz önünden silinelim.” Diye yalvarınca, Şeyh Efendi mahzun bir tebessümle şöyle cevap veriyor. “Allah’ın takdiri neyse o olacaktır! Bana öyle geliyor ki, ok yaydan çıkmış ve hakkımızda karar alınmıştır. Yani tedbir zamanı geçmiştir.”
İstanbul merkez vaizlerinden değerli alim merhum Hacı Cemal Öğüt hocaefendinin şu acı hatırası da hem bu meseleyi, hem Menemen’in iç yüzünü ortaya sermektedir: “Bir gün eski dostu Emniyet genel müdürü Rıfat bey, Cemal Öğüt’ü Ankara’ya çağırır. Hocaya “Artık Esad efendiyi ziyaret etme. Çünkü onu istemiyorlar. 70 bin müridi var diye korkuyorlar. “Bu adamın mutlaka ortadan kaldırılması lazım” diyorlar. Ben “Niçin?” diyorum, “Kabahati nedir?” diye soruyorum. Ve bu makamda kaldığım sürece de böyle bir işe alet olmayacağım. Ancak, beni buradan alıp vali yapacaklar. Bu makama da bir adamlarını getirip bu işi halledecekler. Sakın sakın Esad efendiyi ziyaret etme…Hatta birkaç ay evinden dışarı çıkma.” Cemal hoca bu sıkı tenbihata rağmen Esad Efendiyi ziyaret eder. Daha o, anlatıp anlatmama kararsızlığı içinde iken Esad efendi büyük bir tevekkülle şu şiiri okur:
“Esad unuttu Erbil’i, Kabe’yi
Canımı cananıma vermişim artık.”

ŞEMAİL VE AHLAKI
Esâd Efendi, uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, sürme gözlü, şişmana yakın cüsseli, esmer tenli, heybetli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zât idi. Çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zâtı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.
1925’te kendisini dergahında ziyaret eden ve bir müddet burada kalan Danimarkalı yazar Carl Wett hatıralarında Esad efendiyi şöyle anlatıyor: “Uzun beyaz sakalı, nurlu yüzü,tatlı ve yumuşak bakışlı siyah gözleriyle seksen yaşından çok daha genç gösteren Şeyh efendi, bu haliyle insanda saygı uyandırıyordu.”
Es’âd Efendi, Muhammedi meşrebde, isâr ve infak doygunluğunda bir gönül sultanıydı. Nitekim vefatına yakın şunları söylemişti: “İntisabımın ilk yıllarında gönlüme; Yâ Rabbi, huzuru ilahiyene çıplak olarak geleyim. Şayan-ı kabul amelim varsa onları günahkar kullarına bağışlayayım.” şeklinde bir duygu gelmişti. Şimdi aynı duygularla doluyum.”
BİR İRFAN MEKTEBİ: KELAMİ DERGAHI
Esad efendi’nin İstanbul’da Kelami dergahındaki halesi özellikle meşrutiyet sonrası alabildiğince parladı. Toplumun her kesimini kuşatan bir mektep vazifesi gördü. Carl Wett hatıralarında bu durumu şöyle anlatıyor: “Tarikat bütün sosyal tabakaları kucaklıyordu. Gelenlerin arasında yüksek idareciler ve zabitlerden tutun da, halkın her sınıfından insan vardı.”
“Yüksek rütbeli subaylar, memurlar ve zenginler, eski ve solmuş elbiseler giyen yoksullarla gerçek bir kardeşlik havası içinde diz dize oturmakta idiler.”
Bu cennet misal irşad merkezi o zamanlar İstanbul’un tanınmış bir çok simasının da her daim uğrağı olmuştur. Bediüzzaman, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Ali Ayni, Mahmud Muhtar paşa, Mehmed Akif bey gibi…
Merhume Münevver Ayaşlı hanım “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” adlı eserinde Ahmed Naim beyin alakasına şöyle ışık tutar; “Bir de Naim bey hakkında bildiğim, Menemen’de şehid edilen Şeyh Esad efendi hazretleri ile görüştükleri, kendisini sık sık ziyarete gittikleridir.”
Bediüzzaman hazretlerinin de sık sık Esad efendiyi ziyaret ettiğini görüyoruz. Ayrı bir başlık altında bu konuyu inceleyeceğiz. Burada kısaca bir hatırayı nakledelim. Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Abdurrahman Cerrahoğlu bey bir ziyaretinde Üstad’ın kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Bundan kırk yıl kadar evvel Şeyh Esad Efendi kardeşim bana geldi. “Kardeşim Said, tuttuğun bu yolu tarikatla birlikte devam edersen zamanın imam veya reisi olursun’ dedi.”Cevaben dedim: ‘Kardeşim, öyle bir zaman gelecek ki, iman adet kabilinden sallantıda olacak. Biz-tarikat bir tarafa-hepimiz bugünden tezi yok imanî hüccetlerin gönüllerde yerleşmesi için birleşirsek, o zaman en faydalı, en lüzumlu vazifemizi yerine getirmiş oluruz.’
Devrin padişahı sultan Reşad’ın Esad efendiye hususi bir sevgisi varmış. Kastamonu ulemasından Mehmed Feyzi efendi, hocası Ömer Aköz hocaefendiden naklen şöyle bir hatıra naklediyor: “Bir gün kendilerine(Esad Efendi’ye) bir cübbe hediye etmişler. Gönderdiği şahsa “Cübbeyi giyerken ne dua ederse, onu yaz, getir” diye emir buyurmuşlar. O duayı elbisesinin göğüs kısmının içine diktirmişler. ”
Esad Efendi kendisiyle mülakat yapan Carl Wett’e Dergahın hizmet metodunu şöyle anlatmış: “Bu tekkede bizim takip ettiğimiz yol Nakşibendi ve Kadiri tarikatları olarak bilinen iki tarikatın arasında bir yoldur. Ve bu dergah Arabistanlı Şeyh Kelami tarafından tesis olunduğundan bulunduğumuz yere Kelami dergahı adı verilmiştir.”
Carl Wett dergahın insanı asude bir iklime götüren nurani havası için şunları da yazmakta hatıralarında: “Tekkede on üçüncü günümde Deniz Harp akademisinden emekli olmuş bir profesör ile görüştüm. Şeyh efendiyi ziyarete gelmişti. Çok kibar ve insana güven telkin eden bir zattı. Esasen tekkede herkes insanda bu hisleri uyandırıyordu. Burada kaldığım müddet içinde münakaşa ve en ufak bir sert konuşmaya rastlamadım.Bu hal, Şeyh efendiye duyulan derin hürmet hissinden doğuyordu. Bu öyle derin bir saygı idi ki, onu huzurunda herkes alçak sesle konuşur, ayak parmaklarının ucuna basarak yürürdü.”
Carl Wett’in Kelami dergahında kaldığı süre içinde milletimize karşı kalbinde uyanan intiba da ne kadar etkileyici: “Bu saygıya layık Türk halkına Avrupa’da ne kadar zalimce muameleler yapılmıştı. Afrika’daki zengin topraklarını ve Akdenizin doğu kıyılarını ele geçirmek için Türklerin zalimliği ve barbarlığı hakkında en adi iftiralarda bulunulmuştu. Bunu yapan büyük devletlerdi. Ermeniler ve Yunanlılara yapıldığına dair herkesin kandığı katliam raporları hala canlı bir şekilde hatırımdadır. Türklerin en sulhsever ve en dost insanlar olduğunu söylersem, hiç de mübalağa etmiş sayılmam.”
Bu sevgi halesi sadece Anadolu ile sınırlı kalmaz. Çevre ülkelere de bir kor halinde düşer. Yine Carl Wett’den dinleyelim: “Şeyh efendi ile konuşmamızda kendisine tarikatın yaygınlık durumunu sordum. Anadolu, Bulgaristan, Bosna ve Arnavutluk içinde dağılmış halde kırk kadar halifesi ve yüz binden fazla müridinin olduğunu söyledi.”
Esad Efendi’nin halifeleri arasında en meşhuru Adanalı Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi hazretleridir.
Tabii bu kadar canlı bir alakalılar halkası ne kadar samimi olursa olsun, iktidarı elinde tutan güç odakları için hep kuşkuyla bakıla gelen bir mesele olmuştur. “Acaba şeyhlik postundan şahlık tahtına geçer mi?” türünden kuruntulardır bunlar.. Nitekim Efendi’nin gerek Abdülhamid devrinde nefyi, gerekse tek parti iktidarı zamanında baş hedef haline gelmesinde bu hususu da dikkate almak gerekmektedir. Popülerlik, gözde olmak, sayı çokluğu ve şâşâ tahrik unsurudur aynı zamanda…
ŞAİR ŞEYH
Esad Erbili hazretleri aynı zaman da bir edip ve şairdi. Ana dili Türkçe olmakla beraber Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Türkçe’yi kullanmaktaki mahareti Hüseyin Vassaf Bey’in ifadesiyle “selîka-ı kalemiyyesi ve tarz-ı mânâdaki tevcihi kendisine sahife-i edebiyatta sernâme-i mübâhât eyleyecek derecededir.”
Es’âd Efendi kendisi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen tasavvufî halk edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla kullanmayı başarmıştır. O’nun Türkçe’yi kullanmaktaki liyakatı ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir. “Es’âd Efendi’nin Kenzü’l İrfan isimli eserinde asli metne ve Osmanlıca’ya büyük bir sadakat ve hakimiyet müşahede ettiğimizi belirtmek borcundayız…”
Esad efendi’nin şiirlerini topladığı Divanı da diğer eserleri gibi Erkam yayınları tarafından neşredilmiştir. “Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Es’âd Efendi’nin ince bir hassasiyet ve şiir kâbiliyetine malik bulunduklarına işaret…” diyor merhum Necip Fazıl… Carl Wett de şunları söylemektedir: “Şeyh Muhammed Esad efendi çeşitli dini konularda kitaplar yazmıştı ve nazımda Arapça, Farsça ve Türkçe güzel şiirler yazacak kadar mahir bir zattı.” Divan’da Arapça ve Kürtçe birer şiir de bulunmaktadır.
İşte en meşhur şiirlerinden birkaç demet:
“Tecella-yı Cemalinden Habibim nevbahar ateş.
Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, hak-u har ateş.

Şua-ı afitabındır yakan bilcümle uşşakı.
Dil ateş, sine ateş, hem du çeşm-i eşkibar ateş.

Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasletmek.
Ceset ateş, kefen ateş, hem ab-ı hoşgüvar ateş”

“Gönül nur-ı cemalinden habibim bir ziya ister.
Gözüm Hak-i rehinden ey tabibim tutiya ister.

Safa-yı sineme zulmet veren Jeng-i günahımdır.
Aman ey kânı ihsan, zulmet-i kalbim cila ister.

Yetiş imdada ey Şah-ı Risalet ruz-i mahşerde
Ki, derd-i bi deva-yı masiyet senden şifa ister.

Ne ab-ı dideden rahat, ne ah-ı sineden imdat
Benim bar-i günahım lütf-u şah-ı Enbiya ister.

Sarıldım dâmen-i ihsanına ey Şafi-i Ümmet,
Dahilek ya Muhammed, hasta canım bir deva ister.

Nola bir kerre şâd olsun cemal-i bâkemalinle
Ki kemter bendeniz Esad sana olmak feda ister.”

“Ey gönül aldanma yarın ahdine, peymanına.
İtimat etmek hatadır lütfuna, ihsanına.
Sadık isen kıl tahammül cevrine, payanına.
Aşık olur kim, kılar canın feda cananına
Meyl-i canan etmesin, her kim ki kıymaz canına.”

“Gördükçe hal-i zarını Mahbub eder ihsan sana
Terket heva-yı ıyşını, lütfeylesin canan sana
Sarf etme zayi vaktini, vermez şifa seyran sana.
Ey derde derman isteyen, yetmez mi dert, derman sana.
Ey rahat-ı can isteyen, kurban olan candır sana.”

FİKİRLERİNDEN BİR DEMET
***Tarikat erbabından bir zata müracaattan maksat yalnız zikir telkini değil, salikin kabiliyet toprağına ilahi marifet tohumlarının ekilmesidir. Zira zikir telkini tasavvufi kitapların mütalaası ile de elde edilir. (4. Mektup) Esad efendi bir şiirinde de bu mevzuya şöyle değinir:
“Dergah-ı Pir-i muganda hak-i pay ol Esada.
Ol zaman anlarsın rütbe-i bâlâ nedir.”

(Ey Esad! Gerçek ve hakiki mürşidin dergahında ayağının toprağı olursan ancak o zaman en yüce rütbenin ne olduğunu anlarsın.)
*** Namazın başından sonuna kadar huzur ve huşuyu muhafaza etmek evliyanın büyüklerinin ancak güçlükle muktedir olabileceği meselelerden olduğundan avam için ise,kolay olmadığı açıktır. Şu kadar var ki, namazın herhangi bir rüknünde olursa olsun namaz kılan için o nispette kabul ümidi şüphesizdir. Binaenaleyh namaz kılanlar huzur için mümkün olduğu kadar çalışıp gayret göstermelidirler.”(10. Mektup)
*** “Ağlamayı hafif görüp geçmeyelim. Dünyanın servet ve nimetinin çabucak yol olması ve neticesinin tehlikesi apaşikar olduğu kadar (Allah aşkı ve korkusundan)ağlamanın da keramet, selamet, saadet ve gelecekteki rahatı da açıktır.(59. Mektup)
*** Muhterem Ali Ramazan Dinç Hocaefendi’nin nakline göre, Esad Efendi kalbin gaflet bağlamasının başlıca üç sebebini saymıştır
1-Şer’i emirlere, edeplere riayetsizlik(Faizli muameleler,yalan,gıybet, dedikodu,banyoda göbek ile diz kapağı arasını örtmeme, yatma halinde edebe riayetsizlik gibi şeyler.)
2-Islahı için hariç, gönüllü olarak, gafil, kalbi isyanlarla siyahlaşan insanlarla oturup kalkmak, gülüp eğlenmek.
3-Dünyanın israf kabilinden olan süsüne püsüne itibar etmek.

***Esad efendi, Kenz-ül İrfan’da, bir hadis-i şerifin izahında özürsüz namaz cemaatini terk etmenin
1-Yangın
2-Deprem
3-Sel felaketi gibi tabii bir afetin gelmesine vesile olabileceğini bildirmekte

ESERLERİ
1-Mektubat: Çeşitli dost ve müridlerine yazdığı mektuplardan ibarettir. Genelde tasavvufi meseleleri işlemektedir. 23.10.2003′
te muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi bir soru münasebetiyle Esad efendi hakkında şunları söylemişti:”Mektubat’ı var. Çok enteresan bir eser. Hem ilmi var, hem maneviyatı var,okudum Mektubatını…”

2- Kenz-ül İrfan: 1001 hadis-i şerif tercemesidir.
3- Divan: Türkçe ve Farsça şiirlerini topladığı eserdir.
4-Tevhid risalesi:Evhuddin Balyuni’ye ait eserin tercüme ve izahıdır.
5-Fatiha-i şerife tercemesi: Fatiha suresinin muhtasar bir yorumudur.
6- Risale-i Esadiyye; Tasavvuf konularını işleyen küçük bir eser.
KAYNAKLAR
1-Son Devrin Din Mazlumları- Necip Fazıl Kısakürek- Büyük Doğu Yayınları-İst- 2000(20. baskı)
2- Devrimlere tepkiler ve Menemen Provokasyonu-Mustafa İslamoğlu-Denge Yayınları-İst:1998(7. baskı)
3- Mektubat- El hac M. Esad Erbili-Erkam Yayınları-İst
4-Altınoluk dergisi:1, 2, 3 ve 5. sayılar
5-Sahabeden Günümüze Allah Dostları-Cilt: 9 ve 10- Heyet- Şule Yayınları-İst:1996
6- Son Şahitler-Cilt:1-Necmeddin Şahiner- Nesil Yayınları- İst-1993
7- İslam Ansiklopedisi:11/348-349-İFAV Yayınları-İst:1995
8-Feyizli Sözler-Derleyen:Rafet Küllüoğlu-Cihan Yayınları
9-Kemâle dair sohbetler-Ali Ramazan Dinç- Mavi Yayıncılık
10-Kenz-ül İrfan-M. Esad Erbili-Çelik Kitabevi-İst:1982
11-Evliyalar Ansiklopedisi-cilt:6- Türkiye Gazetesi Yayınları-İst:1992
12-Son Devir Osmanlı Uleması-Cilt:3- Sadık Albayrak- Milli Gazete Yayınları-İst:1980
13-Osmanlıdan Cumhuriyete İslam Alimleri- Vehbi Vakkasoğlu- Cihan Yayınları-İst-1987
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Allah cc bizlere gönderdiği bir Nimet için yazılan senaryolar artık tüm gerçekleri ile önümüzde.

Genelkurmay Başkanlığı'nın arşivine göre Kubilay'ın katilleri esrarkeş
'İrticaî kalkışma' şeklinde sunulan Menemen Olayı ile ilgili önemli belgelere ulaşıldı. Genelkurmay ve Emniyet arşivi, Kubilay'ı katledenlerin esrarkeş olduğunu ortaya koyuyor.



Genelkurmay, ayrıca dönemin yerel idarecilerini, haberdar olmasına rağ-men olaylara seyirci kalmakla suçluyor.

Tarihe 'Menemen Olayı' olarak geçen Asteğmen Kubilay'ın katledilmesinin üzerinden 76 yıl geçti. Ancak 'irticaî kalkışma' olarak sunulan hadiseyle ilgili şüpheler zihinlerden hiç çıkmadı. Gerek Mehdiliğini ilan edip topladığı bir avuç müridini esrar içirerek kendisine bağlayan Derviş Mehmet'in kimliği, gerekse resmî makamların olay sırasındaki ihmalleri, resmî teze karşı çıkan araştırmacıların "komplo" iddiasına yol açtı. Bu tartışma her 23 Aralık'ta yeniden gündeme gelirken, Zaman olayın perde arkasıyla ilgili önemli bir belgeye ulaştı.




1. Kolordu Komutan Vekili Mustafa Paşa'nın hazırladığı Menemen Raporu, 26 Aralık 1930 tarihini taşıyor.



Emniyet raporu: Esrarlı sigarayla tasarrufunu artırıyormuş

Kubilay'ı öldüren Derviş Mehmet'in çevresindeki insanları esrarla etki altına aldığına ilişkin bir başka resmî bilgi de Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında yer alıyor. Dönemin İçişleri Bakanlığı'na 25 Aralık 1930'da "Vali Kazım" imzasıyla gönderilen 7 maddelik raporun 4. maddesinde şunlar yazılı: "Bunların hepsinde esrar ve esrarlı sigara olup, Derviş Mehmet bunları Manisa'da alıştırmış ve bununla da tasarrufunu artırıyormuş."

O dönemde Büyük Erkan-ı Harbiye Riyaseti olarak adlandırılan Genelkurmay Başkanlığı'na ait 26 Aralık 1930 tarihli bir belge, hükümet yetkililerinin ihmallerine dikkat çekiyor. Genelkurmay tarafından Menemen'e gönderilen 1. Kolordu Komutanı Vekili Muğlalı Mustafa Paşa (Mustafa Muğlalı) hadiseden üç gün sonra Ankara'ya ilettiği raporda Derviş Mehmet'in şüpheli hareketlerinin yetkili mercilerce bilindiğine işaret ediyor. Buna rağmen gerekli takibatın yapılmadığı; uzaktan seyirci kalınarak adeta "olay çıkmasına göz yumulduğu" ima ediliyor. Emniyet arşivlerindeki bir belgede ise Derviş Mehmet'in etrafındaki insanları esrara alıştırıp, istediğini yaptırdığı belirtiliyor. Dokuz maddeden oluşan dört sayfalık Genelkurmay raporunda da kendisini 'Mehdi' ilan eden Derviş Mehmet'in Manisa'da bir esrarkeş kahvesini mekan edindiği ve çevresindeki insanlarla uzun süre şüphe uyandıracak fiiller içinde bulunduğu kaydediliyor. Derviş Mehmet'in bu şüpheli halinin bilinmesine rağmen ortadan kaybolduğuna dikkat çekilen raporda, "Kayboluşları Manisa hükümetine bildirilmesine rağmen, Menemen'e gelene kadar 15 gün boyunca gezdikleri civar köylerde ahaliye telkinatta bulunmalarına rağmen bundan haberdar olunmaması ve hükümet konağı önüne gelene kadar Menemen hükümetinin bundan hiçbir suretle malumat almaması" eleştiriliyor.
Genelkurmay raporunda Menemen kaymakamı ve ilçe jandarma komutanı hakkında da ağır suçlamalar var. Kaymakamın hükümet konağına çok sonradan geldiği ve olan bitene uzaktan seyirci kaldığı kaydedilirken, jandarma kumandanı için, "Hükümet konağı içerisine dört neferiyle birlikte girerek kadın gibi saklandı." ifadeleri kullanılıyor.

"Büyük Erkan-ı Harbiye Riyaseti'nin 26/12/1930 tarihli ve 6747 No'lu tezkeresinin suretidir" üst başlığı bulunan dokuz maddelik raporun 6. maddesinden bazı satırbaşları şöyle: "Şu mes'elede çok şayan-ı dikkat ve mühim gördüğüm noktalar Manisa'da ilk önayak olarak ortaya atılan bu şerirlerin Manisa'da iken bir esrarkeş kahvesinde daimi surette içtima ederek orasını tekke haline getirdikleri ve son zamanlarda hepsinin sakal bırakmak suretiyle bütün bütün calib-i şüphe vaziyet aldıkları ve bu hal Manisa zabıtasınca da malum olduğu halde Manisa'dan birdenbire gaybiyetleri ve hatta bu gaybiyetlerin aileleri tarafından hükümete malumat verilmesi üzerine Manisa hükümetinin bunlar için hiçbir teşebbüste bulunmaması ve civar kazaların nazar-ı dikkatleri celbedilmemesi gerek Manisa'da gerekse haricinde teşkilatların olup olmadığı hakkında tahkikat ve tetkikat yapılmayarak işin tesadüfe bırakılması Manisa'dan ayrıldıktan sonra Paşaköy, Yağcılar, Bozalan, Çukurköy ve civarlarında on beş gün dolaşarak ahaliye birtakım telkinatta bulunmalarından hiç kimsenin haberdar olmaması 23/12/1930 günü sabah namazına doğru musellahan ve birlikte sabah namazını kılarak ve camiden ellerine bir de bayrak alarak yine ahali ile camiden çıkışlarından ve sabahleyin hükümet konağı önüne kadar gelişlerinden Menemen hükümetinin hiçbir suretle malumat almaması..." Aynı maddenin sonunda kaymakamlık ve jandarma komutanının tavrı da şu sözlerle eleştiriliyor: "Menemen kaymakamı beyin, hükümet konağı cihet-i askeriye tarafından işgal edildikten sonra ancak hükümete gelmesi ve bu zamana kadar adeta seyirci vaziyetinde kalması ve bir silah arkadaşı koyun gibi karşısında boğazlanırken Menemen jandarma kumandanının dört neferi ile hükümet konağı içerisine girerek kadın gibi saklanması..."

Raporun 7. maddesinde ise Kubilay'ın askerlerinin neden cephanesiz olduğu sorgulanıyor: "Sevk u idare hatalarına alaydan telefonla kuvvet talep eden jandarma kumandanı şu kuvvetin ne için ne maksatla ve ne gibi bir vaziyet karşısında talep edildiği hakkında alayı tenvir etmemiştir. Jandarma kumandanının noksan olarak verdiği bu malumat alayca gönderilen ilk bölüğün cephanesiz olarak yola çıkarılması kuvvetlerin vaziyeti hakim olmasına sebep olmuştur."

Emniyet raporu: Esrarlı sigarayla tasarrufunu artırıyormuş

Kubilay'ı öldüren Derviş Mehmet'in çevresindeki insanları esrarla etki altına aldığına ilişkin bir başka resmî bilgi de Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında yer alıyor. Dönemin İçişleri Bakanlığı'na 25 Aralık 1930'da "Vali Kazım" imzasıyla gönderilen 7 maddelik raporun 4. maddesinde şunlar yazılı: "Bunların hepsinde esrar ve esrarlı sigara olup, Derviş Mehmet bunları Manisa'da alıştırmış ve bununla da tasarrufunu artırıyormuş."



--------------------------------------------------------------------------------

23 Aralık 1930'da Menemen'de neler yaşandı?

Mustafa Fehmi Kubilay, Giritli Hüseyin ve Zeynep çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1906 doğumlu Kubilay'ın asıl mesleği öğretmenlikti. 23 Aralık 1930'da İzmir'in Menemen ilçesinde meydana gelen olay sırasında askerlik görevini yapıyordu. 'Mehdi" olduğunu iddia eden Giritli Mehmet (Derviş Mehmet) 7 Aralık'ta, 6 müridiyle Manisa'dan yola çıkarak, civardaki Paşa köyünde yaptıkları hazırlık ve propagandalardan sonra 23 Aralık sabahı, gün doğarken tekbirlerle Menemen'e girdi. Belediye meydanında çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle hükümet karşıtı sloganlar atmaya başladı. Silahlı olan asiler bir müfrezenin başında olaya müdahale eden Asteğmen Kubilay'ı, hemen ardından da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürdü. Olay, arkadan yetişen askerî birlikler tarafından şiddetle bastırılırken, Derviş Mehmet ve iki müridi öldürüldü. 31 Aralık 1930'da toplanan bakanlar kurulu, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edilmesine karar verdi. Sıkıyönetim komutanlığına 2. Ordu Kumandanı Fahrettin Paşa (Altay), Divan-ı Harp Reisliği'ne 1. Kolordu Komutan Vekili Muğlalı Mustafa Paşa atandı. Olay 1 Ocak 1931'de Denizli Milletvekili Mazhar Müfit (Kansu) ve arkadaşlarınca verilen soru önergesiyle TBMM gündemine getirildi. Soru önergesini Başbakan İsmet Paşa (İnönü) cevaplandırdı. Daha sonra sıkıyönetim ilanına ilişkin önerge tartışıldı ve oybirliğiyle kabul edildi.

Erdal Şen - Politika Muhabiri

Alıntıdır Zaman gazetesinden
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
M. Es'ad Erbilî (k.s.)
ŞEMAİLİ

Es'ad Efendi uzuna yakın boylu, beyaz sakallı, süzme gözlü, esmer tenli, şişmana yakın cüsseli, güler yüzlü, tatlı sözlü, vakur bir zat idi. Çok kuvvetli bir hafızaya

sahipti. Senelerce evvel görüştüğü zatı hemen tanır, konuştukları mevzuyu derhal hatırlardı.

Altın silsilenin otuz üçüncü halkası yine Irak'tan, Musul'un Erbil kasabasından 1264/1847 yılında Erbil'de doğdu. Baba ve anne tarafından seyyiddir. Babası Erbil'

de bulunan Halidî tekkesi şeyhi M Saîd Efendidir. Babası tarafından dedesi Hidayetullah Efendi ise Mevlana Halıd el-Bağdadi' nin Erbil'de yaptırdığı tekkeye tayın ettiği halifesidir.

Es'ad Efendi ilk tahsilini Erbil ve Deyr'de ikmal ettikten sonra yirmi üç yaşında iken 1287/1870 yılında manevi bir işaretle Nakşı-Halidi şeyhi Taha'l-Hariri'ye (o

1294/1875) intısab etti. Beş yılda seyru sulükunu ikmal île hilafet aldı 1292/1875 yılında Hicaz'a gitti.

altınolukcom
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
M. Es'ad Erbilî (k.s.)
ŞEMAİLİ

İstanbul'a Gelişi

Hac dönüşü, şeyhi de vefat etmiş bulunduğundan İstanbul'a geldi. İstanbul' da önceleri Salkımsöğüt'te Beşirağa dergahında misafir olarak kaldı. Muhib ve ziyaretçilerinin sayısı artınca buradan ayrılarak Bayezid-Parmakkapı' da Makasçılar

içinde bulunan camiinin müezzin odasına yerleşti. Fatih Cami'inde Hafız Divan'ı ile Mevlana Camii'nin Luccetu'l-esrar adlı eserini okuttu. Onun bu derslerine ilim ve

irfan ehlinden pek çok kimse devam etti. Bayezid dersiamlarından Hoca Yekta Efendi ve benzeri alimler onu bu derslerinden tanıyarak intisab ettiler.

Kelamî Dergahı Şeyhliği

Kısa zamanda şöhreti İstanbul'u tuttu ve Sultanın damadı olan Derviş-paşa-zade Halid Paşa kendisini saraya davet ederek ondan bir buçuk sene kadar arapça ve dini

ilimler tahsil etti. Sultan ikinci Abdülhamit Han tarafından da Meclis-i Meşayıh azalığına tayin olundu. Toplantı günleri meclise, ders günleri Fatih camiine, ara sıra da Saray'a giderdi.
altınolukcom
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
M. Es'ad Erbilî (k.s.)
ŞEMAİLİ

Bu arada evini Bayezid Camii imaretinin kapısı üstündeki odalardan meydana nazır olan kısma nakletti. Ayrıca kendisine bir tekke tevcih olunması için Meşihat' a

müracaat etti. Fındık zade Macuncu civarında Şehremini Odabaşı semtindeki Kelamî Dergahı şeyhliği münhal bulunuyordu. Burası Kadirî tekkesi olduğundan tayın için

Kadirî icazetname gerekiyordu. Esad Efendi 1303/1883 tarihinde Abdülkadir Geylanî ahfadından Abdulhamid er-Rifkanî'den aldığı Kadiri icazetnameyi ibraz île

bu tekkeye tayin olundu. Burada muntesiblerine önce oturarak ve Kadiri evradı okuyarak Nakşî usulünce "hatm-hacegan" yaptırırdı. Ancak

Nakşî tarîkatında sohbet esas olduğundan cuma günleri de zikirden evvel "esrar-ı aşk ve muhabbete dair" sohbet ederdi Es'ad Efendi bir ara Halıcılar' da bulunan Feyzullah Efendi dergahına da devam etti.

altınolukcom
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
YOLUNUZ DÜŞERSE MUTLAK İZMİR MENEMEN İLÇESİNDEKİ DEKİ KABRİNİN BULUNDUĞU UFAK CAMİYE UĞRAYIN HELE CUMA NAMZI İNANIN AYRI BİR HUŞU İÇİNDE KILARSINIZ.ALLAH A EMANET OLUN.
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
YOLUNUZ DÜŞERSE MUTLAK İZMİR MENEMEN İLÇESİNDEKİ DEKİ KABRİNİN BULUNDUĞU UFAK CAMİYE UĞRAYIN HELE CUMA NAMZI İNANIN AYRI BİR HUŞU İÇİNDE KILARSINIZ.ALLAH A EMANET OLUN.

agbi iki gün önce izmirdeydik keşke bu mesajı daha önce okusaydım.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
M. Es'ad Erbilî (k.s.)
ŞEMAİLİ

Tekrar Erbil'e

İstanbul'a ilk geldiği bu devrede ibadet ve ahlak gibi çeşitli konulardaki hadislerden derlediği "Kenzu'l-İrfan" adlı eserini neşretti. Onun bu esen büyük hüsn-i kabüle

mazhar oldu. 1316/1900 yılında Abdulhamid Han tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbil'de ikamete me'mür edildi

Erbil' de saliha bir kadın tarafından kendisi için inşa ettirilen tekkede Meşrutiyetin ilanına kadar irşad hizmetiyle meşgul oldu Mektubat adlı eserindeki mektuplarının ekserisini bu esnada Erbil'de muhib ve müridhanıyla muhabereleri teşkil eder.

İstanbul' a İkinci Gelişi

Esad Efendi, Meşrutiyeti müteakip sevenlerinin daveti üzerine 1324/1908' de tekrar İstanbul'a döndü. Kelamî dergahını zemin kat üzerine genişleterek yeniden inşa ettirdi. Üsküdar'daki Selimiye Dergahı şeyhliği boşalınca oranın şeyhliği de Es'ad

Efendi'ye tevcih olundu. Buraya niyabeten oğlu Mehmed Alı Efendi'yi tayın etti. Kendisi de arasıra gelip irşad hizmetini oğluyla birlikte yürüttü. Milli mücadelenin

başlaması üzerine Ankara' ya gidecek olan Fevzi (Çakmak) Paşa'nın bu dergahta Es'ad efendiyle birkaç defa görüştüğü bilinmektedir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Meclis-i Meşayıh Reisliği

Es'ad Efendi 1330/1914 yılında önce Meclis-i Meşayıh azası sonra da reisi oldu Meclıs-i Meşayıh reisliği zamanında tekkelerin ıslahı ve şeyhliklerine ehliyetli kimselerin tayini ile şeyh evladının en iyi şekilde yetiştirilmelerini temin

istikametinde çalışmalar yaptı. Padişah Sultan Reşad' ın sevgisini kazanan Es'ad Efendi, aynı yıl "sürre emînî" olarak hacca gönderildi. 1331/1915 yılında meclis-i Meşayıh reisliğinden istifa etti.

Es'ad Efendi pek çok halife yetiştirdiğinden İstanbul, Anadolu, Yugoslavya ve Bulgaristan'da binlerce müntesibi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) tekkelerin kapatılmasından önce İstanbul'a gelen ve Kelami Dergahı'nda onbeş gün

misafir kalan Danimarkalı araştırıcı Carl Vett' in anlattıklarından onun dergahına ilim ve devlet adamlarından pekçok itibarlı kişinin o şartlarda bile devam ettiği anlaşılmaktadır. (bk. Kelamî Dergahından Hatıralar)
altınolukcom
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
M. Es'ad Erbilî (k.s.) ŞEMAİLİ devamı

Tekkelerin Kapatılmasından Sonra

Tekkelerin kapatılmasından sonra hiç sokağa çıkmamağa karar vererek Erenköy-Kazasker' de satın aldığı köşkünde inzivayı ihtiyar etmesine rağmen dikkatler

üzerinden eksik olmamıştır. 23 Aralık 1930 yılında meydana gelen Menemen vak'asıyla ilgisi bulunduğu iddiasıyla tutuklanarak Menemen'e sevk edildi. İdam

talebiyle yargılandı, ilerlemiş yaşı sebebiyle idam cezası müebbed hapse çevrildi. Oğlu M. Ali Efendi ise idam edildi.

Es'ad Efendi Menemen'deki askeri hastanede üremiden tedavi gördüğü sırada 84 yaşında iken 3-4 Mart (1931) gecesi vefat etti. Vefatıyla birlikte zehirlendiği ile ilgili tartışmalar da gündeme geldi.
altınolukcom
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
M. Es'ad Erbilî (k.s.) ŞEMAİLİ devamı

Edebî Şahsiyeti

Ana dili Türkçe olmakla beraber aynı kuvvetle Arapça, Farsça ve Kürtçe de bilirdi. Divanı ve diğer eserleri buna delildir. Türkçeyi kullanmaktaki mahareti Hüseyin

Vassaf Bey' in ifadesiyle "selîka-i kalemiyyesi ve tarz-ı ma'nadaki tevcihi kendisin sahife-i edebiyatta sername-i mübahat eyliyecek derecededir."

Es'ad Efendi kendisi tekkeden yetişmiş bir şair olmasına rağmen tasavvufi halk edebiyatından ziyade divan edebiyatını benimsemiş ve aruzu büyük bir ustalıkla

kullanmayı başarmıştır. O'nun Türkçeyi kullanmaktaki liyakati ve şiirlerindeki başarısını Necip Fazıl şöyle ifade etmektedir: "Esad Efendinin Kenzü'l-İrfan isimli eserinde asli metne ve Osmanlıca' ya büyük bir sadakat ve hakimiyet müşahede

ettiğimizi belirtmek borcundayız..." "Şiirlerine gelince bunlar, Şeyh Es'ad Efendi'nin bir hassasiyet ve şiir kabi-liyyetine malik bulunduklarına işarettir..." (Son Devrin Din Mazlumları, s. 169-170)

devamı var
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0

MEKTUBAT
59. MEKTUP


AZ GÜLÜP ÇOK AĞLAMAK


Ayrılık derdini görmüş gözlerimizin nurlanmasını,
hicran acısını tatmış sinemizin sevinçle dolmasını sağlayan
bilhassa sıhhat ve afiyetinizi müjdeleyen, iltifat sevgi ve
vefa dolu mektubunuz iftiharla elime ulaşarak cemalinizin
aşıkı bulunan ve size kavuşmayı arzulayan bendenizi
sevinç ve minnet denizine daldırdı. Edâsından anlaşıldığı
gibi yazıldığı zaman zâtınızı ağlatan aynı mektup güldürme özelliğine
de sahipmiş ki, duacınızı güldürdü.

Bu suretle ikimizi de “Az gülün çok ağlayın.”(Tevbe: 82) Âyet-i kerime’sine uygun olarak “Ağlamayan çocuğa meme verilmez.” kaidesince sizi büyük velilerin sütüne müstehak eyledi.

Ağlamayı hafif görüp geçmeyelim.
Dünyanın servet ve nimetinin çabucak yok olması ve neticesinin tehlikesi apaşikâr olduğu kadar ağlamanın da keramet, selâmet, saâdet, gelecekteki rahatı da açıktır.

Seçkin sahâbiler, sâlih seleflerimiz -Allah onların cümlesinden râzı olsun- Hazretleri’nin kıyamet korkusu ve ahiret dehşeti için teselliye vesile kabul ettikleri vasıtaların biri de gözyaşlarını meydana getiren korku ve haşyetten ibarettir. Cenâb-ı Hakk ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretleri görülüp kabul edilen korku ve haşyetinizi artırıp dünya hissesine isabet eden muhabbetinizi mahvederek zâtınızı iki cihanda hür ve gönlüşen eylesin, âmin.

Bi-hurmeti Tâhâ ve Yâsîn.

 
Üst