Kaptan
Mecra Yazarı
Ejder Aşit
Kuran Müslümanlığı Sapıklık mı?
İki gündür Yusuf kaplan’ı okuyorum, ilk defa yazılarında bu kadar sığ ve aciz gördüğümü itiraf etmem gerekir. Böyle bir yazı yazma gereği nerden duydu bilemem. Fakat şu bir hakikat; Ortadoğu’da IŞİD ‘le beraber değişen güç dengeleri, yeni bir konjonktüre doğru yol aldığımızı ve bunda Selefi düşüncenin etkin tetikleyici bir güç olduğu…
Son dönemlerde bazı medya kuruluşlarında Ehli sünnet olarak geçinen bir takım şoven insanların ısmarlama haberlerine yer veriliyor olması ile bu yazı arasında paralel bir ilişki olduğu kanısındayım. Bir yerlerde düğmeye basılmış da yangından mal kaçırılıyor sanki. Bazen iddialarına cevap veremeyecek kadar komik duruma düşebiliryorlar.
Yusuf Kaplan’ın Kur’an Müslümanlığından bahseden iki yazısında da peygamberi hangi mecraya oturttuğunu tam anlayamadım. Öyle ya kendisi de tam anlamamış olacak ki; ‘Bugünkü yazı anlaşılır ve net; umarım herkes anlamak istediği gibi anlamaz’ demekle yazıyor ikinci makalesini…
Protestanlaşmanın hristiyanlığı seküler bir din haline getirip din olmaktan çıkarma teoremi üzerinden kurduğu tezini Wittenberg kilisesi kapısında yazan Martin Luther’in ‘’ Artık bende incili anlayabileceğim iyi de kimsin sen? Çapın ne? Daha önemlisi de yetkin/liğin ne?’’ Sözleriyle destekliyor. Peygambersiz bir dinin olamayacağı ve Protestanlaşacağını, deruni hikmetlerden uzaklaşacağını belirtiyor. Bir diriliş hareketi olarak övdüğü-savunduğu Ehli sünnet kadar konunun öznesi durumundaki peygambere bir başlık açma gereği bile duymuyor. Kelimeleri yuvarlayarak geçiştiriyor.
Kısaca belirtilenler bunlar… Hakaretleri de kendisine yakışmış doğrusu. Bahsetmeye değmez.
Neo Selefi diye adlandırdığı Kuran Müslümanlığı peygambersiz din midir? Hangi peygamber? Sorusu bizi dinden uzaklaştırır mı? Peygamberin Kuran dışında tabi olduğu başka hidayet kaynağı var mıdır? yakıldıktan 400 yıl sonra Hıristiyanların din adamları tarafından yazılan İncil ile ilk günden bu yana tam metin elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim bir tutulabilir mi? Bir yığın sorun daha sorulabilir…
Eğer bu sorulara peygamberin Kuran dışında tabi olduğu başka bir kaynak yoktur, o sadece bu kitaba inanıyor ve onun gereğini yerine getirmeye çalışıyordu dersek; başta Kuran müslümanı Peygamber(as)’dir.
Onun kalbine iniyor olması, en başta onun tabiiyetini gerektirir. ’’ Başta resül Rabbinden kendisine indirilene iman etti (uydu) sonra müminler (Bakara süresi-284)…
Hz.Aişe’ye peygamberin ahlakı sorulduğunda ‘’Siz hiç Kur’an okumaz mısınız? Onun ahlakı Kur’an’dır ‘’ ibaresi hadis kitaplarında önemli bir noktada durur. Dolayısıyla Kur’an’a Tabi olmak sapıklık değil dinin bir emri ve gereğidir.
‘’Bir peygamber kitapsız olabilir ama bir kitap asla peygambersiz olamaz.’’ Bunları birbirinden ayrı düşünmek abestir. Ayrıca bir peygamberin kendisine indirilen kitaba aykırı hareket etmesi hiç mi hiç düşünülemez.
Kur’an Müslümanlığı peygambere karşı bir hareket değil uydurulan dinden inzal dine doğru bir duruştur. Bir peygamber kendisine indirilenden farklı konuşuyor ve hareket ediyorsa belli ki bundan nemalanan bir gurup vardır. Konuşan değil konuşturulan bir peygamber vardır. Bunun anlaşılmasında Kıstas ve miheng Kur’an’dır.
Şayet bunlar Allah resulü hayatta iken yapılsaydı veya Allah resulü yapsaydı ikaz ayetleri peşinden sıralanırdı. Tevbe ve Enfal süresini okuyanlar iyi bilirler. Esirler konusunda ‘Bir peygambere esir almak yakışmaz’ denilirken O ‘’ Eğer Allah verdiğimiz karardan dolayı(fidye ve okuma yazmaya karşılık serbest bırakma) bizi cezalandırsaydı Ömer dışında aramızdan hiç kimse kalmazdı’’ der. Tebük seferinde af dileyen
münafıklara izin vermesinden dolayı ‘’Allah seni affetsin! Neden onlara izin verdin…’’denilerek ilahi ikaz yakasına yapışıyordu. Çünkü O, Kur’an’ın dışında değil ta kendisiydi, ete kemiğe bürünmüş şekliydi.
Uydurulan dinin en fazla tahrif ettiği peygamber tasavvurudur. Tasavvufta peygamberimiz diğer peygamberlerle yarıştırılırken insani olmayan sıfat ve yakıştırmalara maruz bırakılmıştır. Resail ve şemail kitaplarını okuyanlar bilirler, insanüstü bir peygamberle karşılaşılıyor. Ayrıca hidayet rehberinden ziyade İdrarından şifa, kılından medet, ayak izinden himmet, Cübbesinden destek isteniyor. Ayetler ise; cinsel
organların işlevlerinin daha iyi yapması için üfürükçülükte, baş ağrısına, diş ağrısına, ölülere, gömülere, kısmete tevdi ediliyor.
Aynı şekilde bunun tersini yapıp etki-tepki meselesi olarak peygamberi postacı konumuna koyup ‘’o görevini yerine getirip işi bitti ’’ diyenlerde onu gereği gibi anlamış değillerdir. Namazı duaya, orucu hevaya, zekatı farklı bir kisveye…
Mustafa İslamoğlu hocanın deyimiyle ‘’iki tasavvur bir gerçek’’. İki yalan bir doğru. O doğru, İslam’ın öngördüğü rol model kişisi, Kur’an’ın en ulvi projesi insanı kâmildir: Peygamberdir. Aranacak yer ise Kur’an’dır. Dolayısıyla rahatlıkla diyebiliriz ki; Peygamber bu dinin ilk Kur’an müslümanıdır.
Kuranı herkes anlar mı? Neden anlamasın. Çünkü bunun sadece bazı insanların anlayabileceğinin savunmak dinde tekelleşme olarak adlandırılabilir. Ortaçağ Hıristiyanlığında sonuçları hazin olmuştur. Kilise(dönemin dinsel otoritesi) o dönemde din adına büyük cinayetler işlemiş, tanrı adına konuşmuş, Martin Luther gibi
kitabı herkesin anlayamayacağını savunarak kendisine yozlaşmışlık içinde yeni bir yozlaşma yolu bulmuş, onlara cennetten tapu satışları, paralı tevbe seansları yaptırarak dini seküler bir hale getirmiştir.
Hâlbuki müminler ilahi sofradan nasiplerince faydalanır, bilgilerince ittikaları artar. Ne Kitaptan bir ayet nede peygamberin yaşayış ve sözlerinde sözlerinde bu tezi destekler bir ibare vardır…
Abdullah b.Selam Tevbe süresi 31.ayette geçen ‘’onlar hahamlarını ve rahiplerini kendilerine rab edindiler’’ ayeti inzal olduğunda ‘’Ey Allahın resulü biz onları rab edinmiyorduk’’ der. Peygamber’de: Siz onların helal dediğine helal; Haram dediğine haram demiyor muydunuz? O’da; Evet, der. Allah resulü’de ‘Bu işte Rab edinmektir’ der. Yani din adamlarıyla ilişkimiz sadece dinin onlara terk edilmesi ile değil kitap doğrultusunda
doğrularına tabi olmaktır.
Yazıda verilen örnek üzerinden İncil ve Kur’an arasında mahiyet olarak temel farklar vardır. Her ikisi ilahi menşeili fakat İncil yakıldıktan 400 yıl sonra tekrar yazılıyor, Kuran ise tevettür olarak bize ulaşıyor. İncil’de ilahi olmayan kavram ve olaylara rahatlıkla rastlanabiliyor. Hadis ilminde olduğu gibi yazıldığı dönemin kargaşa ve korkularını içinde taşıyor. İncil’in başına gelen İslam tarihinde hadislerin başına gelmiştir.
Hülasa din temelinde Kur’an’ın olduğu-siyasi ve makami mevkilerden uzak-sağlam bir mecraya oturtulup sünnet ona göre inşa edilmedikçe ve hadis onun doğrultusunda düzeltilmedikçe bu kargaşa devam eder…
Kuran Müslümanlığı Sapıklık mı?
İki gündür Yusuf kaplan’ı okuyorum, ilk defa yazılarında bu kadar sığ ve aciz gördüğümü itiraf etmem gerekir. Böyle bir yazı yazma gereği nerden duydu bilemem. Fakat şu bir hakikat; Ortadoğu’da IŞİD ‘le beraber değişen güç dengeleri, yeni bir konjonktüre doğru yol aldığımızı ve bunda Selefi düşüncenin etkin tetikleyici bir güç olduğu…
Son dönemlerde bazı medya kuruluşlarında Ehli sünnet olarak geçinen bir takım şoven insanların ısmarlama haberlerine yer veriliyor olması ile bu yazı arasında paralel bir ilişki olduğu kanısındayım. Bir yerlerde düğmeye basılmış da yangından mal kaçırılıyor sanki. Bazen iddialarına cevap veremeyecek kadar komik duruma düşebiliryorlar.
Yusuf Kaplan’ın Kur’an Müslümanlığından bahseden iki yazısında da peygamberi hangi mecraya oturttuğunu tam anlayamadım. Öyle ya kendisi de tam anlamamış olacak ki; ‘Bugünkü yazı anlaşılır ve net; umarım herkes anlamak istediği gibi anlamaz’ demekle yazıyor ikinci makalesini…
Protestanlaşmanın hristiyanlığı seküler bir din haline getirip din olmaktan çıkarma teoremi üzerinden kurduğu tezini Wittenberg kilisesi kapısında yazan Martin Luther’in ‘’ Artık bende incili anlayabileceğim iyi de kimsin sen? Çapın ne? Daha önemlisi de yetkin/liğin ne?’’ Sözleriyle destekliyor. Peygambersiz bir dinin olamayacağı ve Protestanlaşacağını, deruni hikmetlerden uzaklaşacağını belirtiyor. Bir diriliş hareketi olarak övdüğü-savunduğu Ehli sünnet kadar konunun öznesi durumundaki peygambere bir başlık açma gereği bile duymuyor. Kelimeleri yuvarlayarak geçiştiriyor.
Kısaca belirtilenler bunlar… Hakaretleri de kendisine yakışmış doğrusu. Bahsetmeye değmez.
Neo Selefi diye adlandırdığı Kuran Müslümanlığı peygambersiz din midir? Hangi peygamber? Sorusu bizi dinden uzaklaştırır mı? Peygamberin Kuran dışında tabi olduğu başka hidayet kaynağı var mıdır? yakıldıktan 400 yıl sonra Hıristiyanların din adamları tarafından yazılan İncil ile ilk günden bu yana tam metin elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim bir tutulabilir mi? Bir yığın sorun daha sorulabilir…
Eğer bu sorulara peygamberin Kuran dışında tabi olduğu başka bir kaynak yoktur, o sadece bu kitaba inanıyor ve onun gereğini yerine getirmeye çalışıyordu dersek; başta Kuran müslümanı Peygamber(as)’dir.
Onun kalbine iniyor olması, en başta onun tabiiyetini gerektirir. ’’ Başta resül Rabbinden kendisine indirilene iman etti (uydu) sonra müminler (Bakara süresi-284)…
Hz.Aişe’ye peygamberin ahlakı sorulduğunda ‘’Siz hiç Kur’an okumaz mısınız? Onun ahlakı Kur’an’dır ‘’ ibaresi hadis kitaplarında önemli bir noktada durur. Dolayısıyla Kur’an’a Tabi olmak sapıklık değil dinin bir emri ve gereğidir.
‘’Bir peygamber kitapsız olabilir ama bir kitap asla peygambersiz olamaz.’’ Bunları birbirinden ayrı düşünmek abestir. Ayrıca bir peygamberin kendisine indirilen kitaba aykırı hareket etmesi hiç mi hiç düşünülemez.
Kur’an Müslümanlığı peygambere karşı bir hareket değil uydurulan dinden inzal dine doğru bir duruştur. Bir peygamber kendisine indirilenden farklı konuşuyor ve hareket ediyorsa belli ki bundan nemalanan bir gurup vardır. Konuşan değil konuşturulan bir peygamber vardır. Bunun anlaşılmasında Kıstas ve miheng Kur’an’dır.
Şayet bunlar Allah resulü hayatta iken yapılsaydı veya Allah resulü yapsaydı ikaz ayetleri peşinden sıralanırdı. Tevbe ve Enfal süresini okuyanlar iyi bilirler. Esirler konusunda ‘Bir peygambere esir almak yakışmaz’ denilirken O ‘’ Eğer Allah verdiğimiz karardan dolayı(fidye ve okuma yazmaya karşılık serbest bırakma) bizi cezalandırsaydı Ömer dışında aramızdan hiç kimse kalmazdı’’ der. Tebük seferinde af dileyen
münafıklara izin vermesinden dolayı ‘’Allah seni affetsin! Neden onlara izin verdin…’’denilerek ilahi ikaz yakasına yapışıyordu. Çünkü O, Kur’an’ın dışında değil ta kendisiydi, ete kemiğe bürünmüş şekliydi.
Uydurulan dinin en fazla tahrif ettiği peygamber tasavvurudur. Tasavvufta peygamberimiz diğer peygamberlerle yarıştırılırken insani olmayan sıfat ve yakıştırmalara maruz bırakılmıştır. Resail ve şemail kitaplarını okuyanlar bilirler, insanüstü bir peygamberle karşılaşılıyor. Ayrıca hidayet rehberinden ziyade İdrarından şifa, kılından medet, ayak izinden himmet, Cübbesinden destek isteniyor. Ayetler ise; cinsel
organların işlevlerinin daha iyi yapması için üfürükçülükte, baş ağrısına, diş ağrısına, ölülere, gömülere, kısmete tevdi ediliyor.
Aynı şekilde bunun tersini yapıp etki-tepki meselesi olarak peygamberi postacı konumuna koyup ‘’o görevini yerine getirip işi bitti ’’ diyenlerde onu gereği gibi anlamış değillerdir. Namazı duaya, orucu hevaya, zekatı farklı bir kisveye…
Mustafa İslamoğlu hocanın deyimiyle ‘’iki tasavvur bir gerçek’’. İki yalan bir doğru. O doğru, İslam’ın öngördüğü rol model kişisi, Kur’an’ın en ulvi projesi insanı kâmildir: Peygamberdir. Aranacak yer ise Kur’an’dır. Dolayısıyla rahatlıkla diyebiliriz ki; Peygamber bu dinin ilk Kur’an müslümanıdır.
Kuranı herkes anlar mı? Neden anlamasın. Çünkü bunun sadece bazı insanların anlayabileceğinin savunmak dinde tekelleşme olarak adlandırılabilir. Ortaçağ Hıristiyanlığında sonuçları hazin olmuştur. Kilise(dönemin dinsel otoritesi) o dönemde din adına büyük cinayetler işlemiş, tanrı adına konuşmuş, Martin Luther gibi
kitabı herkesin anlayamayacağını savunarak kendisine yozlaşmışlık içinde yeni bir yozlaşma yolu bulmuş, onlara cennetten tapu satışları, paralı tevbe seansları yaptırarak dini seküler bir hale getirmiştir.
Hâlbuki müminler ilahi sofradan nasiplerince faydalanır, bilgilerince ittikaları artar. Ne Kitaptan bir ayet nede peygamberin yaşayış ve sözlerinde sözlerinde bu tezi destekler bir ibare vardır…
Abdullah b.Selam Tevbe süresi 31.ayette geçen ‘’onlar hahamlarını ve rahiplerini kendilerine rab edindiler’’ ayeti inzal olduğunda ‘’Ey Allahın resulü biz onları rab edinmiyorduk’’ der. Peygamber’de: Siz onların helal dediğine helal; Haram dediğine haram demiyor muydunuz? O’da; Evet, der. Allah resulü’de ‘Bu işte Rab edinmektir’ der. Yani din adamlarıyla ilişkimiz sadece dinin onlara terk edilmesi ile değil kitap doğrultusunda
doğrularına tabi olmaktır.
Yazıda verilen örnek üzerinden İncil ve Kur’an arasında mahiyet olarak temel farklar vardır. Her ikisi ilahi menşeili fakat İncil yakıldıktan 400 yıl sonra tekrar yazılıyor, Kuran ise tevettür olarak bize ulaşıyor. İncil’de ilahi olmayan kavram ve olaylara rahatlıkla rastlanabiliyor. Hadis ilminde olduğu gibi yazıldığı dönemin kargaşa ve korkularını içinde taşıyor. İncil’in başına gelen İslam tarihinde hadislerin başına gelmiştir.
Hülasa din temelinde Kur’an’ın olduğu-siyasi ve makami mevkilerden uzak-sağlam bir mecraya oturtulup sünnet ona göre inşa edilmedikçe ve hadis onun doğrultusunda düzeltilmedikçe bu kargaşa devam eder…