Darul_Beka
Profesör
- Katılım
- 17 Kas 2013
- Mesajlar
- 2,221
- Tepkime puanı
- 175
- Puanları
- 63
İSLÂM'IN HAKİMİYET VE EGEMENLİK TALEBİ YOKTUR DİYEN CAHİLLERE...
Daha önceleri değişik çalışmalarımızda belirttiğimiz gibi Kur’an’daki “Velayet” konusu âlimlerimiz tarafından yeterince ve vahyin ruhuna ve nübüvvet misyonuna uygun olarak işlenmemiştir. Kur’an-ı Kerimin tamamına yakınında siyasal anlamlar içeren bu kavrama yeterli ve doğru anlamlar verilemediği gibi kavramdan hareketle alternatif bir siyaset projesi hazırlanmamıştır. Müslüman araştırmacılar çeşitli nedenlerle bu konuya duyarsız kalmışlardır. Yirmiye yakın anlamdan siyasal içeriği olmayan manalar meallerde tercih edilmiş ve kavramın içerisi boşaltılmıştır. Bunun nedenini iyi bir Kur’an okuyucusu olarak şimdi daha iyi anlıyoruz ki ilerde bunlara detaylı olarak değineceğiz. Kur’an, mü’minlerden dinin hayata hâkim kılınmasını ve hayatın hiçbir alanında zalimlerle ortak hareket edilmemesini istemektedir. Kur’an bütünlüğünün ana konularından birisi de hiçbir kâfirin Müslümanlar üzerinde velayet/yönetim hakkının olmadığını insanlığa deklare etmektir. Bu önermenin izahı ve geçmişte yaşandığının ispatı mahiyetinde Rabbimiz, Müslümanlara Kur’an kıssalarını göndermiştir. Kıssalarda tevhid mücadelesi veren peygamberlerin zalimlere ve kâfirlere karşı dirençleri ve mücadeleleri anlatılır. Müslümanlar için de metodik kurallar içeren bu kıssalardan elbette bir hareket fıkhı ortaya koymak mümkündür. Esefle belirtelim ki ne ülkemizde ne de diğer halkı Müslüman ülkelerde bu tip çalışmalar yoktur. Kur’an kıssalarından mülhem uygulanabilir bir İslâmî hareket fıkhı hazırlanmamıştır. Kıssaları mizansen olarak gören kafanın amacı ise Müslümanların hayatı vahiyle anlamlandırma projelerine bilerek darbe vurmaktır. Müslümanları yaşanmış bir İslâmî hareket fıkhından mahrum etmektir.
Dünyanın farklı yerlerindeki bazı Müslüman ilim adamları ve hareket liderleri velayetle ilgili ayetlerden ve kıssalardan yola çıkarak siyaset fıkhı çalışsalar da, bu çalışmalar bir proje niteliğinde değildir. İnsanı küfre karşı tavırlı olmaya ve teyakkuz hâlinde olmaya çağıran bu çalışmalardan yeni bir yönetim/siyaset usulü belirleyip tüm dünyanın sorunlarına çare olacak biçimde sistem çıkarmak mümkün değildir. İnsanın radikal damarlarını besleyen bu çalışmalar, henüz bir siyaset projesine dönüştürülemedi. Diyeceğimiz, bu alandaki çalışmalar yeni sahiplerini beklemektedir. Şayet bu çalışmalar sonlandırılarak tüm dünyaya, özelde de Müslümanlara sunulmazsa siyasal arayışlarını batıdan yana yapan Müslüman gençleri itikaden de kaybedeceğiz. Bu kayıp kitlesel bir irtidattır. Siyasal tercihle başlayan bu değişim insanların hayatlarının bütün boyutlarına yansımaktadır. Fakat hiçbir Allah kulu bu değişimin itikadi boyutlarının hükmünü yüksek sesle henüz söyleyemedi. Cesaret edemedi. Mektepli ve alaylı ulema(!) sanki dilini yuttu. Politeist hayat tarzına suskunluğu ile cevaz verme günahını işledi. İnsanlar da hem batılı bir dünya görüşü alınıp yaşanabilir hem de Müslüman kalınabilir yanlışına saplanıp kaldılar. Zaman zaman, referansını Yusuf Suresi 106. Ayetten alan “müşrik Müslümanlık(!)” diye ifade ettiğimiz durum tam bu anlayıştır. Hâlbuki Müslümanların yeni varlık alanları bulup zafere ulaşmaları bu hakikatin insanlara anlatılmasına bağlıdır. Meseleyi bilenler ya bu gerçeği hemen söyleyecekler veya sustukları için ahirette, ilmi gizlemenin lanetine ve acı sonucuna katlanacaklardır.
Ayetlerde beyan edildiği üzere İslâm, fitnesiz bir dünya kurmayı istemektedir. İnsanın haddini bilmeyip ilahi nitelikleri gasp etmeye çalıştığı ve kendini ilah yerine koyarak dünyada hüküm sürmeye başladığı her yer fitne ortamıdır. Allah’ın emirlerinin hayatın anlamlandırılmasında merkeze alınmadığı her siyasa fitne yurdudur. Bu anlamda fitne ortamı, tarihsel bir mekân olmayıp nitelikseldir. Fitne ortamlarında belirleyici olan “heva” dır. Fitne ortamının banileri insaniyet konumunun altına düşen tağutllardır. Bu tip siyasalarda vahiy, hayatın anlam kazanmasında yok sayılmıştır. Adı ister cahiliye olsun, ister modernitenin farklı yüzleri fark etmez. Hukukun referanslarının vahiy olmadığı yerlerde egemen olan “fitne”dir. Kur’an, Müslümanlardan fitne kalmayıp hayat Allah’ın emirleri çerçevesinde anlam kazanana kadar mücadele ve cihad etmelerini istemektedir. Bu mücadele; küresel küfrün güdümündeki verili duruma, zulmün hâkimiyetine ve küfür merkezli statükoya karşıdır. Fitne karşıtı özellikler üzerinden siyaset yapanlara ve temsil edilen fikirlere değil içlerinde yer almak sempati duymak bile Kur’an’da yasaklanmıştır.[1] Bu hakikati en iyi bilen Peygamberimiz ve peygamberler siyasette net tavırlı olmuşlardır. Küfre ve değişik biçimlerine bir an bile itaat etmedikleri gibi hemen alternatif siyasetin kurallarını da ortaya koymuşlardır. Risalet davasında, velayeti teslim ederken veya teslim alırken “ehven-i şer” anlayışı yoktur. Zira Peygamberin ve davetinin var olduğu yerde hayır kapısı mutlak anlamda kapanmamıştır. Zamanımızda Peygamber Efendimiz fiziken olmasa da getirdiği vahiy ve bu vahyin yaşanmış biçimi olan sünnet sapasağlam varlığını korumaktadır. Kıyamete kadar da bakidir. Hayır kapılarının ihtimalli bile olsa açık olduğu yerlerde “ehven-i şer” siyaseti üzerinden kâfirlere iktidar yolu açılmaz. Bu kapı bir defa açıldı mı bir daha kapanmaz ve küfrün iktidarları devam ederler. Daha açık bir ifadeyle, Müslümanlığının şuurunda olan kimseler varsa, hayır kapıları her an açıktır; ehven-i şer siyasetine mahal yoktur. Hayır kapısını açmayı zorlamadan ehven-i şer siyaseti üzerinden verili batıl siyasete; emperyalizmin sağ ve sol yerli uygulamasına razı olmak kötü sonuçlarını bile bile mevziyi terk etmektir. Dünya Müslümanlarının yaşadığı tecrübeler ehven-i şer üzerinden yerlerini terk edenlerin bir daha eski güçlerine dönemediklerine şehadet etmektedir. Ehven-i şer siyaseti mutlak şerre nefes alma ve yapılanma imkânını verir. Böyle bir siyasette sadece İslâm düşmanlarının ve dine karşı olanların sayıları artar. Özelikle ülkemizdeki din düşmanlarının sayısını yerli sağ siyaset ve emperyalizmin taşeronluğunu yapan liberal politikacılar artırmıştır. Onların münafık eylem ve söylemleri yüzünden bu ülkenin binlerce evladı gerçek dinle tanışamadan ölüp gitmişlerdir. Bu anlamda fitne çıkaranlar/küfrün farklı biçimlerini kurumsal hâle getirenler melundurlar.
[1]Bak: Hud 11/113
MEHMET SÜRMELİ
Daha önceleri değişik çalışmalarımızda belirttiğimiz gibi Kur’an’daki “Velayet” konusu âlimlerimiz tarafından yeterince ve vahyin ruhuna ve nübüvvet misyonuna uygun olarak işlenmemiştir. Kur’an-ı Kerimin tamamına yakınında siyasal anlamlar içeren bu kavrama yeterli ve doğru anlamlar verilemediği gibi kavramdan hareketle alternatif bir siyaset projesi hazırlanmamıştır. Müslüman araştırmacılar çeşitli nedenlerle bu konuya duyarsız kalmışlardır. Yirmiye yakın anlamdan siyasal içeriği olmayan manalar meallerde tercih edilmiş ve kavramın içerisi boşaltılmıştır. Bunun nedenini iyi bir Kur’an okuyucusu olarak şimdi daha iyi anlıyoruz ki ilerde bunlara detaylı olarak değineceğiz. Kur’an, mü’minlerden dinin hayata hâkim kılınmasını ve hayatın hiçbir alanında zalimlerle ortak hareket edilmemesini istemektedir. Kur’an bütünlüğünün ana konularından birisi de hiçbir kâfirin Müslümanlar üzerinde velayet/yönetim hakkının olmadığını insanlığa deklare etmektir. Bu önermenin izahı ve geçmişte yaşandığının ispatı mahiyetinde Rabbimiz, Müslümanlara Kur’an kıssalarını göndermiştir. Kıssalarda tevhid mücadelesi veren peygamberlerin zalimlere ve kâfirlere karşı dirençleri ve mücadeleleri anlatılır. Müslümanlar için de metodik kurallar içeren bu kıssalardan elbette bir hareket fıkhı ortaya koymak mümkündür. Esefle belirtelim ki ne ülkemizde ne de diğer halkı Müslüman ülkelerde bu tip çalışmalar yoktur. Kur’an kıssalarından mülhem uygulanabilir bir İslâmî hareket fıkhı hazırlanmamıştır. Kıssaları mizansen olarak gören kafanın amacı ise Müslümanların hayatı vahiyle anlamlandırma projelerine bilerek darbe vurmaktır. Müslümanları yaşanmış bir İslâmî hareket fıkhından mahrum etmektir.
Dünyanın farklı yerlerindeki bazı Müslüman ilim adamları ve hareket liderleri velayetle ilgili ayetlerden ve kıssalardan yola çıkarak siyaset fıkhı çalışsalar da, bu çalışmalar bir proje niteliğinde değildir. İnsanı küfre karşı tavırlı olmaya ve teyakkuz hâlinde olmaya çağıran bu çalışmalardan yeni bir yönetim/siyaset usulü belirleyip tüm dünyanın sorunlarına çare olacak biçimde sistem çıkarmak mümkün değildir. İnsanın radikal damarlarını besleyen bu çalışmalar, henüz bir siyaset projesine dönüştürülemedi. Diyeceğimiz, bu alandaki çalışmalar yeni sahiplerini beklemektedir. Şayet bu çalışmalar sonlandırılarak tüm dünyaya, özelde de Müslümanlara sunulmazsa siyasal arayışlarını batıdan yana yapan Müslüman gençleri itikaden de kaybedeceğiz. Bu kayıp kitlesel bir irtidattır. Siyasal tercihle başlayan bu değişim insanların hayatlarının bütün boyutlarına yansımaktadır. Fakat hiçbir Allah kulu bu değişimin itikadi boyutlarının hükmünü yüksek sesle henüz söyleyemedi. Cesaret edemedi. Mektepli ve alaylı ulema(!) sanki dilini yuttu. Politeist hayat tarzına suskunluğu ile cevaz verme günahını işledi. İnsanlar da hem batılı bir dünya görüşü alınıp yaşanabilir hem de Müslüman kalınabilir yanlışına saplanıp kaldılar. Zaman zaman, referansını Yusuf Suresi 106. Ayetten alan “müşrik Müslümanlık(!)” diye ifade ettiğimiz durum tam bu anlayıştır. Hâlbuki Müslümanların yeni varlık alanları bulup zafere ulaşmaları bu hakikatin insanlara anlatılmasına bağlıdır. Meseleyi bilenler ya bu gerçeği hemen söyleyecekler veya sustukları için ahirette, ilmi gizlemenin lanetine ve acı sonucuna katlanacaklardır.
Ayetlerde beyan edildiği üzere İslâm, fitnesiz bir dünya kurmayı istemektedir. İnsanın haddini bilmeyip ilahi nitelikleri gasp etmeye çalıştığı ve kendini ilah yerine koyarak dünyada hüküm sürmeye başladığı her yer fitne ortamıdır. Allah’ın emirlerinin hayatın anlamlandırılmasında merkeze alınmadığı her siyasa fitne yurdudur. Bu anlamda fitne ortamı, tarihsel bir mekân olmayıp nitelikseldir. Fitne ortamlarında belirleyici olan “heva” dır. Fitne ortamının banileri insaniyet konumunun altına düşen tağutllardır. Bu tip siyasalarda vahiy, hayatın anlam kazanmasında yok sayılmıştır. Adı ister cahiliye olsun, ister modernitenin farklı yüzleri fark etmez. Hukukun referanslarının vahiy olmadığı yerlerde egemen olan “fitne”dir. Kur’an, Müslümanlardan fitne kalmayıp hayat Allah’ın emirleri çerçevesinde anlam kazanana kadar mücadele ve cihad etmelerini istemektedir. Bu mücadele; küresel küfrün güdümündeki verili duruma, zulmün hâkimiyetine ve küfür merkezli statükoya karşıdır. Fitne karşıtı özellikler üzerinden siyaset yapanlara ve temsil edilen fikirlere değil içlerinde yer almak sempati duymak bile Kur’an’da yasaklanmıştır.[1] Bu hakikati en iyi bilen Peygamberimiz ve peygamberler siyasette net tavırlı olmuşlardır. Küfre ve değişik biçimlerine bir an bile itaat etmedikleri gibi hemen alternatif siyasetin kurallarını da ortaya koymuşlardır. Risalet davasında, velayeti teslim ederken veya teslim alırken “ehven-i şer” anlayışı yoktur. Zira Peygamberin ve davetinin var olduğu yerde hayır kapısı mutlak anlamda kapanmamıştır. Zamanımızda Peygamber Efendimiz fiziken olmasa da getirdiği vahiy ve bu vahyin yaşanmış biçimi olan sünnet sapasağlam varlığını korumaktadır. Kıyamete kadar da bakidir. Hayır kapılarının ihtimalli bile olsa açık olduğu yerlerde “ehven-i şer” siyaseti üzerinden kâfirlere iktidar yolu açılmaz. Bu kapı bir defa açıldı mı bir daha kapanmaz ve küfrün iktidarları devam ederler. Daha açık bir ifadeyle, Müslümanlığının şuurunda olan kimseler varsa, hayır kapıları her an açıktır; ehven-i şer siyasetine mahal yoktur. Hayır kapısını açmayı zorlamadan ehven-i şer siyaseti üzerinden verili batıl siyasete; emperyalizmin sağ ve sol yerli uygulamasına razı olmak kötü sonuçlarını bile bile mevziyi terk etmektir. Dünya Müslümanlarının yaşadığı tecrübeler ehven-i şer üzerinden yerlerini terk edenlerin bir daha eski güçlerine dönemediklerine şehadet etmektedir. Ehven-i şer siyaseti mutlak şerre nefes alma ve yapılanma imkânını verir. Böyle bir siyasette sadece İslâm düşmanlarının ve dine karşı olanların sayıları artar. Özelikle ülkemizdeki din düşmanlarının sayısını yerli sağ siyaset ve emperyalizmin taşeronluğunu yapan liberal politikacılar artırmıştır. Onların münafık eylem ve söylemleri yüzünden bu ülkenin binlerce evladı gerçek dinle tanışamadan ölüp gitmişlerdir. Bu anlamda fitne çıkaranlar/küfrün farklı biçimlerini kurumsal hâle getirenler melundurlar.
[1]Bak: Hud 11/113
MEHMET SÜRMELİ