İslam Sosyalizmi Ve Ali Şeriati

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Allahperest Sosyalist: Ali Şeriati1


“I have no religion, but if I were to choose one, it would be that of Shariati’s”
Jean-Paul Sartre




Yaşadığımız dünya, düşünen insana ‘tutunamamayı’ yazgı olarak belirlemiş bir dünyadır. Cehaletin ve çıkar ilişkilerinin kol gezdiği bir çağda düşünmek ve konuşmak en büyük suçtur. Ali Şeriati, kaderini paylaştığımız bir coğrafyada bu suçu işlemiş ve bedelini hayatıyla ödemiş bir aydındır. İran devriminin ideologu, “inkılâbın Voltaire”i kabul edilen Şeriati, engin zihin dünyasıyla hâlen dahi nerede durduğu tartışılan bir isimdir. Egzistansiyalizmden sosyalizme hatta mistisizme kadar uzanan bu büyük düşünürün zihin atlası şaşırtıcı derecede geniştir. Zihin atlasının genişliği nispetinde de anlaşılmaktan uzaktır.


Dr. Abdulkerim Suruş’un da ifadesiyle Şeriati, şahsiyetine ve köklerine bağlı olduğu halde, kendinden ve içinde bulunduğu binadan uzaklaşarak dışarıdan bakmak, böylece kendinin ve bulunduğu binanın sair binalar arasındaki yerini ve farkını görebilmek güç ve cesaretini gösterebilmiş nadir kişilerden biridir.2


Burada incelemeye çalıştığımız İslam sosyalizmi tartışmasında Şeriati’nin özel bir önemi olduğunu belirtmek gerekir. Zira o, Hamid İnayet’in de saptamasıyla İslamî radikalizmin en popüler teorisyeni ve İslam sosyalizminin radikal versiyonunun başlıca ilham kaynağıdır. Şeriati bir öğretmen, bir hatip ve bir teorisyen olarak sadece aydın gençlerin benimsediği şekliyle İslam sosyalizminin kavramsal temellerini geliştirme konusunda değil, ayrıca direngen İslam’ın vasıflarının ortaya çıkarılması konusunda da İslam dünyasının diğer yerlerindeki hiçbir düşünürün icra edemediği bir etki icra etmiştir.3 Şeriati, İslam sosyalizmi konusunda daha önce saydığımız isimlerden çok farklı bir yerde durur. O da İslam ve sosyalizm gibi iki ayrı dünya görüşünü yan yana getirir fakat bu, bir Doğulu aydının aşağılık kompleksinden kaynaklanan sentez gayretinden veya Batıcılıktan kaynaklanmaz. Aksine Şeriati, Doğululuk ve Müslüman olmak gibi aidiyetlerine büyük bir onurla sıkı sıkı bağlıdır. Ayrıca daha önce saydığımız isimler -Seyyid Kutub’u hariç tutarak söylüyorum- genel olarak İslam geleneği ve kültürüyle yetişmiş, sosyalizmi çağın yadsınamaz bir realitesi olarak bulgulamış ve bunun temelde İslam’la da çelişmediğine inanarak ikisini mezcetmeye çabalamışlardır. Oysa Şeriati, Paris’te kaldığı süre içerisinde dinler tarihi ve sosyoloji öğrenimi görürken Paris’in entelektüel çevreleriyle kurduğu yakınlığın da tesiriyle Marksist bir formasyondan geçmiştir. Bu öğrenim sürecinden sonra 1964 yılında İran’a döndüğünde, bütün İslami kavramları bir İslam sosyolojisi kurmak amacıyla sosyolojinin verileriyle ve Marksist bir bakış açısıyla yeniden yorumlamaya çalışır. Bu konuda son derece çarpıcı ve orijinal sonuçlar elde ettiğini de belirtmek gerekir. Öyle ki Kur’anî kavramları bütün ortodoks doktrinlerin ve geleneksel yorumların aksine tamamen farklı bir şekilde yeniden yorumlayan Şeriati’nin bu çalışmalarına çarpıcı bir örnek olması nedeniyle, Kur’an’da aktarılan Habil ve Kabil kıssasıyla ilgili yorumunu aktarmak istiyorum. Bilindiği gibi Marx, Komünist Parti Manifestosu’nda şöyle diyordu: “Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası ezen ile ezilen, birbiriyle sürekli bir karşıtlık içinde bulunmuş, birbirine karşı gizli ya da açık kesintisiz bir mücadele sürdürmüş, bu mücadele ise nihayetinde ya tüm toplum yapısının devrimci dönüşümüne ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüne yol açmıştır.”4


Ali Şeriati, Marx’ın insanlık tarihinin, sınıfsal bir mücadele tarihi olduğunu bildiren bu görüşünü kabul eder; fakat bu mücadele, Marx’ın zannettiği gibi tarihsel bir evrimle köle ile efendi, serf ile senyör veya işçi ile patron arasında değil, Habil ile Kabil arasındaki mücadele olduğunu söyler.5 Şeriati’ye göre toplum, Marx’ın aksine sadece bu iki kutuptan oluşur. Yani ya toplum kendi kendisinin efendisidir, herkes toplum için çalışır; yahut da fertler mülk sahibidir, herkes kendi başının çaresine bakar.6 Şeriati bunu Habil ile Kabil’in mesleklerinden veya sınıflarından çıkarır. Habil çobandır, üretim araçlarının toplum mülkiyetinde olduğu çağı temsil etmektedir. Kabil ise bir toprak sahibi olarak özel mülkiyet sisteminin ve tarımın var olduğu çağın temsilcisidir. Ona göre ikisi arasındaki mücadele, ailevî ya da çevresel arka planlara bağlanamaz; çünkü aynı anne-babanın çocukları ve aynı ırkın mensubudurlar. Eğitsel faktörler de sorumlu tutulamaz; çünkü hem aynı terbiyeyi almışlar hem de bu ilkel aşamada sosyal hayat eğitsel alanda bu kadar farklılığa neden olacak şekilde gelişmemiştir. Geriye ekonomik hayat ve sınıfsal statü kalmaktadır.7
Görüldüğü gibi Şeriati, Marksist bir bakış açısı ve analiz yöntemiyle yeniden yorumladığı bu Kur’an kıssasında hem İnayet’in hem de Cesur’un vurguladığı gibi insan amellerinde en belirleyici unsur olan fıtrat ve iradeyi göz ardı ederek ondan hiç söz etmemekte ve bu yüzden önemli bir yanılgıya düşmektedir.8 Şeriati, Kabil kutbunu da yine Kur’anî kavramlardan hareketle üç boyutlu bir egemenler sistemi olarak ortaya koyar. Bunlar, militarizm (Fir’avnî), klerisizm (Bel’amî) ve Kapitalizm (Kârûnî) olarak üç başlı bir yılan gibi, toplum üzerine çöreklenir. Yine Şeriati’nin ifadesiyle, biri güçle insanların başını ezer ve belini büker; biri cebini boşaltır; diğeri de kulağının dibinde fısıldar: “Sabret, değmez; bunlar dünyanın süsüdür, değeri yok!”9 Yani biri siyasî iktidarı, diğeri iktisadî iktidarı ve sonuncusu da resmî din adamlarını ve din sömürüsünü sembolize eder.


Denilebilir ki Ali Şeriati’de İslam ve sosyalizm birbirine mezcedilmesi gereken iki ayrı olgu olarak durmaz. Bunun için, onun oturup planlanmış bir İslam sosyalizmi tasarısı yoktur. Onun tasarladığı zaten özünde devrimci bir ruh taşıyan tevhid inancını, bir dünya görüşü haline getirmektir. Bu çabasında da ilk elde Marksist sosyolojinin verilerini kullandığını belirtmiştik. Zaten o, yazılarında da sosyalizmi değil daha çok onun teorik ve bilimsel kaynağı olan Marksizmi ele alır. Bu yüzden bu tartışmada (İslam sosyalizmi tartışması) onu incelerken doğrudan doğruya onun Marksizme bakışını irdelemek zorundayız. Dikkatli bir okur bütün Batı ideolojilerine ve özellikle Marksizme karşı hemen bütün kitaplarında ciddî eleştiriler getiren Şeriati ile Marksizm arasında bir ilişki kurulmasını şaşkınlıkla karşılayacak ve eleştirecektir. Burada şu noktanın gözden kaçırılmaması gerektiğini belirtmek zorundayım. Şeriati, Batı ideolojileri içerisinde özellikle Marksizmin dikkate alınması gerektiğini vurgular. Nitekim Brad Hansen’ın da belirttiği gibi Şeriati, Marksizmi diğer Batılı “izm”ler arasında, dünya görüşü, insani faaliyetlerin tüm boyutlarını içeren en olgun ve en kapsamlı bir ideoloji olarak kabul ediyordu.10 Hatta Marksizmden haberdar olmaksızın, tarih ve toplumun idrak edilemeyeceğini söyleyecek kadar onun bilimselliğine inanıyordu.11 Fakat onun aynı zamanda eleştirelliği kesinlikle elden bırakmadığını ve onun taklit edilmesi hâlinde insanın bağımsız yargılama yetilerini kaybedeceğine dair uyardığını da görürüz. Yine o, Marksizmin ve/veya sosyalizmin insanı tek boyutlu, manevî duygularını kaybetmiş, varoluş gayesini yitirmiş insanlar haline getirdiğini de söyler. Örneğin Marksizm ve Diğer Batı Yanılsamaları: İslamî Bir Kritik adlı eserinde şöyle der: “Sosyalizmin, biri dışında insanın tüm unsurlarını yok etiğini ve kökle gövdeyi kapsaması için, bu unsurun haddinden fazla gelişmesini teşvik ettiğini görürüz. Dolayısıyla, bu boyut ne kadar yüce olursa olsun, insan tek boyutluluğa indirgenmektedir.”12 Elbette Marksizmi bir taraftan eleştiri oklarına tutarken diğer taraftan onun kavramlarıyla İslamî nassları yorumlamaya kalkışmak bir paradoks gibi görünecektir. Nitekim Abrahamian da bu konuya dikkatleri çeker:


“İlk etapta, Şeriati’nin Marksizm’le çelişen bir bakış açısına sahip olduğu görülür. Ancak o, Marksizmi kimi zaman sert bir biçimde eleştirmekle birlikte, kimi zaman da bu ideolojinin bazı kavramlarını özgürce kullanır. Görünürdeki bu çelişki, kimilerinin onu politik açıdan antimarksist saymasına neden oldu. Diğer bazı kimseler ise, onu gerçek inançlarını, İslam örtüsü altında gizleyen bir Marksist zannediyorlardı. Onu, üçüncü yolu gösteren şaşkın ve yolunu kaybetmiş bir aydın sananlar da vardı.”13


Abrahamian, Şeriati’nin bakış açısıyla üç ayrı Marx ve üç ayrı Marksist yorum bulunduğu gerçeğini bilirsek görünürdeki bu çelişkinin de ortadan kalkacağını bildirir: Genç Marx, olgun Marx ve yaşlı Marx. Genç Marx, her şeyden önce diyalektik materyalizmi savunarak tanrıyı, ruh ve uhrevî yaşamı inkâr eden bir filozoftur. Şeriati’ye göre, Marx’ın bu boyutu Avrupalı sosyalist ve komünistler tarafından gereğinden fazla bir biçimde vurgulanarak büyütüldü. Çünkü bu kimseler kendi gerici kiliselerine karşı direnmek için, tüm din biçimlerini ve tüm dinleri aşağıladılar. Olgun Marx, bir sosyal-bilimci olarak yönetici- patron sınıflarının ezilenleri ve işçileri nasıl sömürdüklerini açıkça ifşa eden gelişmiş Marx’tır. “Tarihsel determinizm”in –ekonomik determinizm değil- kanunları nasıl işler ve her ülkenin ekonomik alt yapısı ile bunun üstünde yer alan özelde ideoloji ile politik kurumlar gibi üst yapılar arasındaki etkileşim nasıldır türü sorulara cevap arar. Üçüncü Marx ise devrimci bir parti oluşturarak çoğunlukla politik açıdan zorunlu ve fakat kendi sosyal metodolojisiyle tam olarak örtüşmeyen öngörülerde bulunan yaşlı bir politikacıdır. Daha sonra Engels’in tahrifleri, işçi sınıfının kurumsallaşarak bürokratikleşmesi ve Stalin’in materyalizmi sıkıştırma gayretleri sonucu Marksizm bilimsellikten uzaklaşmış, ekonomik dar bakışlı materyalizm dışında hiçbir şeyi kabul etmeyen durağan ve yüzeysel bir inanca dönüşmüştür. Şeriati bu üç tür Marksizm’in birinci ve üçüncü şekillerini açıkça yadsır. Onun övdüğü, tarih ve toplum bilimler için bilinmesi gerektiğini söylediği ikincisi; yani olgun Marx’tır.14


Ertuğrul Cesur’un da vurguladığı gibi Şeriati, bilimsel Marx’ı diğerlerinden ve Stalinizmden arındırarak hakkını teslim ettikten sonra, filozof Marx’ın susup da sosyolog Marx’ın konuşmaya başlamasıyla birlikte her şeyi berbat ettiğini belirtir.15 Ona göre bilimsellikten uzaklaşarak ideolojikleşmeye başlayan Marksizm ile İslam’ın arası açılmaya başlar. Bu uyuşmazlığın da en belirgin baş gösterdiği nokta her fikrin konu-maddesi (subject-matter) olan insan’dır. Nitekim İnsan adlı eserinde şöyle der: “Gerek dinsel gerekse din dışı olsun, her ideoloji ister istemez insanı kendine mihver olarak seçiyor. İşte İslam ile Marksizmin arası en fazla bu noktada açılıyor ve açılmaya devam ediyor. Buna göre, her iki ideolojinin beslendikleri kaynakların farklı olması ve bu esasa göre yorumlar yapması doğaldır. İslam ile Marksizm arasında politik, toplumsal, ekonomik ve ahlaki çatışma bu noktada başlamaktadır. İslam, insanı tevhid esasına göre açıklamaya çalışırken, Marksizm tevlid (üretim) esasına göre açıklamaktadır.”16


Görüldüğü gibi Ali Şeriati, Marksizm ile İslam arasındaki uzlaşmazlıkları ve çatışmaları vukufiyetle bilen fakat Marksizm’in bir ideoloji olarak değil, bir bilim olarak tarih ve toplum için göz ardı edilemeyeceğini savunan alışılmadık bir aydındır. Onun düşünce dünyasının üçlü bir saç ayağı üzerinde durduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu üçlü saç ayağı aynı zamanda onun entelektüel ve sosyo-kültürel kaynaklarını da verir: İslam’ın Şii yorumu, sûfî bir kişilik ve her ne kadar eleştiri oklarına tutsa da Marksist terminoloji. İslam sosyalizmi tartışması bağlamında onun yalnızca Marksist cephesini irdeleyen bu yazı, Şii ve sûfî yönünü biraz gölgede bırakmak durumunda kalmıştır.


Dinî kavramları modern ve yabancı kavramlarla bu şekilde pervasızca harmanlayan bu sıra dışı aydın, birçok kesimde huzursuzluk yaratmış; bu yüzden ömrü boyunca iki cephede savaşmak zorunda kalmıştır: İslam’ı toplumdan ayırıp cami köşesine çekilmiş, etrafında ördükleri örümcek ağında her düşünce hamlesine karşı çıkan aşırı gelenekçiler ve köksüz, taklitçi aydınlar. Şeriati’nin düşüncelerine gösterilen tepki her ne olursa olsun, onun Marksizm’i, İran ve tüm İslam dünyası için reddetmesine rağmen, gençlerin harekete-kıyama yöneltilmeleri için sol terminolojiden yararlanmış olduğu gerçeği yadsınamaz. Yine bu eklektik yaklaşımın meşruiyeti hakkında ne düşünülürse düşünülsün, Şeriati’nin diyalektikle İslamî ve özellikle Şii sosyal adalet kavramlarını terkip ederek geliştirdiği doktrinler çağdaş İran’da, aksi olduğunda laik ya da sol kanat ideolojilerine sapabilecek olan çok sayıda genç için İslam’ı yegâne mücadele ideolojisi yapmakta başka dinî doktrinel düzenlemelerden çok daha yararlı olmuştur.17


Şehadetinin ardından bunca zaman sonra, ülkesinde ve Türkiye dâhil diğer İslam ülkelerinde onca okunmasına rağmen Şeriati, anlaşılmış mıdır? Buna olumlu cevap vermek hayli güçtür. Çünkü düşüncemizin en büyük sorunu yaftalarla düşünmektir. Her ismi bir şablona, bir kategoriye yerleştirerek o isme muameleyi maruz gören bu kolaycılık, kimseyi anlama zahmetine girişmez. Zaten kimliğini var olan bu kategorilerin birine girmekte veya bir gruba ait olmakta bulan bu zihniyet, hiçbir hizibe ait olmayanı, yani kendine benzemeyeni her taraftan taşa tutmakla tatmin bulur. Oysa hiziplere sığınmak, korkaklığın işaretidir ancak. Entelektüel cesaret, bütün kampların oklarına rağmen meydanda ‘durmayı’ gerektirir. Hayatında taşlanan entelektüelin yazgısı, ölümünden sonra değişir mi? Heyhât! Bu sefer de entelektüeli bekleyen her kampın günah çıkartırcasına kendine mal etmeye çalışmasına rağmen anlaşılmamaktır. Bu, okların en yaralayanıdır oysa. Çünkü ‘anlaşılmamak’, aynı zamanda süregidecek bir yanlış anlamayı yani yozlaştırmayı terkinde taşır.
İşte bir tartışmanın serencamı ve bir aydının yazgısı! /



Mehmed Saîd

………………………………………………………………
1 Bu ifadeyi Ertuğrul Cesur’dan ödünç aldım. Bkz. “Ali Şeriati (1933-77): Allahperest-Sosyalist”,İslâmiyât V (2002), sayı 2, s. 69-91. Bu ifade aslında Şeriati’nin henüz öğretmen okulunda öğrenci olduğu yıllarda katıldığı Muhammed Nahşeb öncülüğünde örgütlenmiş Hodâperestân-ı Sosyalist (Allahperest sosyalistler) adlı fikir kulübünden hareketle kullanılmıştır. Şeriati’nin kapsamlı bir biyografisi için bkz. Ali Rahnema, Ali Şeriati Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi, Kapı Yay. İstanbul- 2006. Cesur, yukarıda andığım yazısında Şeriati’nin düşünce yapısının temel esprisinin bu tamlamada yattığını belirtir.
2 SURUŞ, Dr. Abdulkerim; Dinî Düşüncenin Yeniden Kurulması ve Dr. Ali Şeriati, çev. Sabah Kara, Kıyam Yay. Ank. 1989, s. 13 ve 44
3 İNAYET, Hamid; Çağdaş İslami Siyasi Düşünce, Çev. Yusuf Ziya, Yöneliş yay. İst. 1988, s. 284
4 MARX, Karl- Engels, Friedrich; Komünist Parti Manifestosu, Mephisto Kitaplığı, İst. 2006, s.29-30
5 ABRAHAMİAN, Ervand; “Şeriati ve Marksizm”, Dünyada Ali Şeriati, (edisyon) çev. Yasin Demirkıran, İst. 1998, Ekin Yay. s. 353
6 MERİÇ, Cemil; Kırkambar, Ötüken Yay. İst. 1980, s. 438
7 İNAYET, Hamid; Çağdaş İslami Siyasi Düşünce, Çev. Yusuf Ziya, Yöneliş yay. İst. 1988, s. 287
8 A.g.e. s.288 Ayrıca CESUR, Ertuğrul; “Ali Şeriati (1933-77): Allahperest-Sosyalist”,İslâmiyât V (2002), sayı 2, s. 88
9 A.g.m. s. 72
10 HANSEN, Brad;”Samed Behrengi, Celal Al-i Ahmed ve Ail Şeriati’nin Bakış Açısıyla İran’da Batıcılık”, Dünyada Ali Şeriati, (edisyon) çev. Yasin Demirkıran, İst. 1998, Ekin Yay. s. 283
11 ABRAHAMİAN, Ervand; “Şeriati ve Marksizm”, Dünyada Ali Şeriati, (edisyon) çev. Yasin Demirkıran, İst. 1998, Ekin Yay. s. 353
12 Aktaran HANSEN, Brad;”Samed Behrengi, Celal Al-i Ahmed ve Ail Şeriati’nin Bakış Açısıyla İran’da Batıcılık”, Dünyada Ali Şeriati, (edisyon) çev. Yasin Demirkıran, İst. 1998, Ekin Yay. s. 284
13 ABRAHAMİAN, Ervand; “Şeriati ve Marksizm”, Dünyada Ali Şeriati, (edisyon) çev. Yasin Demirkıran, İst. 1998, Ekin Yay. s. 352
14 A.g.e. s. 352-353
15 CESUR, Ertuğrul; “Ali Şeriati (1933-77): Allahperest-Sosyalist”,İslâmiyât V (2002), sayı 2, s. 80
16 Aktaran CESUR, Ertuğrul; a.g.m. s. 80
17 MERİÇ, Cemil; a.g.e. s.428. İNAYET, Hamid; a.g.e. s. 289 ve HANSEN, Brad; a.g.m. s.286
 

musavi

Doçent
Katılım
19 Şub 2011
Mesajlar
515
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Biz Ali Şeriatiyi okuyalı anlayalı neredeyse kaçakın yaşı kadar var... amacını sevmiyorum yolunu da... sevmeli miyim? hayır.... eh bunları artık bulup bulup orta yere ters köşeciler seriveriyorlar ki ehl-i sünnete duyması gereken yaklaşım ve sevgiyi şiaya duyanlarca alkışlanmak hoşlarına gidiyor sanırım... bi de diğerleri de kılçık görülüyor ya nefisler hoş mu hoooş.... e devam o zaman bizim nefsi hoş etme gibi derdimiz yok nasılsa gene gülümseyerekten geçelim :)

eminmisin anladığına onu anlamak zordur...ve yazdıkların hiç anladığını göstermiyor.
 
Üst