Herkes Risale-i Nur'dan Bir Vecize Yazsın

hadi_d

Paylaşımcı
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
126
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar, "İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar" deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.
 

hadi_d

Paylaşımcı
Katılım
17 Şub 2007
Mesajlar
126
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.
 
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Konum
istanbul şu an bolu
’Faniyim,fani olanı istemem
Acizim,aciz olanı istemem,
Ruhumu rahmana teslim eyledim,
Gayr istemem..,

İsterim ,fakat bir yar-ı baki isterim,
Zerreyim fakat,
Bir şems-i sermed isterim..,
Hiç-ender hiçim fakat,
Bu mevcudatı umumen isterim..
 

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com
Rivayette var ki, "Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek."
Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, "Filân adamın eli deliktir." Yani çok müsriftir.
İşte, "Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder" diye bu hadîs ihtar ediyor; "İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer" diye haber verir.
 

Liz

Asistan
Katılım
29 Ocak 2007
Mesajlar
349
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Bugünü halk eden, kıyamet gününü halk edebi­lir ve baharı icad edecek, haşrin icadına muktedir bir Zat olabilir...
 

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com
Rivâyette var ki, "Âhirzamanda Allah Allah diyecek kalmaz."
bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: "Allah Allah Allah" deyip zikreden tekkeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeâirde ismullah yerine başka isim konulacak demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünkü Allah'ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah'ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.
Diğer bir tevili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü'minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyamet kâfirlerin başlarında patlar.
 

btekin17

Üye
Katılım
7 Ocak 2007
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
bu kainatta görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyorki,bu mütemadiyen değişen ve tazelenen kainat,bütün mevcudatiyle ayinedarlık dilleriyle ,o güzelin cemalini tavsif ve tarif eder
 

sadık78

Asistan
Katılım
28 Ara 2006
Mesajlar
400
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
www.muratciftka
Web sitesi
www.gulturkiye.com
Rivayette vardır ki, "Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâva edecekler ve kendilerine secde ettirecekler."9
Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir.
 
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
14
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
SAYGIDEĞER ABİLER ABLALAR:
BEN HER NEKADAR VECİZE YAZMAK İÇİN BURAYA GELDİMSEDE www.nurpenceresi.com ve www.nur.web.tr WEB SİTELERİNDEN ALINTI YAPTIĞIM İKİNCİ LEM'A YI VE BU LEM'A İLE BAĞLANTISI OLAN BİR VECİZEYİ SİZİNLE PAYLAŞMAK İSTİYORUM;
İKİNCİ LEM'A


b424.gif


b434.gif
-21-

SABIR KAHRAMANI Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir. Fakat, âyetten iktibas suretinde, bizler münâcâtımızda
b435.gif
-83- demeliyiz.
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:

Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfâtını düşünerek, kemâl-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra, yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle, kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: "Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor" diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş, kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merhametine mazhar eylemiş.
BİRİNCİ NÜKTE: Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm'ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm'ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münâcât-ı Eyyubiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyâde muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neuzûbillâh) mahall-i îmân olan bâtın-ı kalbe ilişip îmânı zedeler ve îmânın tercümânı olan lisanın zevk-i ruhânîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u îmânı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günâhı gizli işliyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman, melâike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emâre ile onları inkâr etmek arzu ediyor. Hem meselâ: Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işliyen bir adam, Cehennem'in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennem'in ademini arzu ettiğinden, küçük bir emâre ve bir şüphe, Cehennem'in inkârına cesaret veriyor. Hem meselâ: Farz namazını kılmayan ve vazîfe-i ubûdiyeti yerine getirmiyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazîfesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed'in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki: "Keşki o vazîfe-i ubûdiyeti bulunmasa idi." Ve bu arzudan bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şübhe, vücûd-u İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat'î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki: İnkâr vasıtasiyle, gâyet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubûdiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkeza.. bu üç misâle kıyas edilsin ki بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sırrı anlaşılsın.
İKİNCİ NÜKTE: Yirmialtıncı Söz'de sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musîbet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.

Birinci Vecih: Cenab-ı Hak, insana giydirdiği vücud libâsını san'atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libâsını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfi ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor. Ve hâkeza... مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاءُ

İkinci Vecih: Hayat; musîbetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.
Üçüncü Vecih: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubûdiyettir; hastalıklar ve musîbetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubûdiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati, birgün iba'det hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek gerektir. Evet ibâdet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musîbetlerle musîbetzede zaafını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubûdiyet yapar. Bu ubûdiyete riya giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musîbetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibâdet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibâdet hükmüne geçer. Hatta bir âhiret kardeşim, Muhacir Hâfız Ahmed isminde bir zatın müdhiş bir hastalığına ziyâde merak ettim. Kalbime ihtar edildi: "Onu tebrik et. Herbir dakikası birgün ibâdet hükmüne geçiyor." Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Biriki Sözde beyan ettiğimiz gibi: Her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya "ah" veya "oh" gelir. Yâni ya teessüf eder, ya "Elhamdülillah" der. Teessüfü dedirten, eski zamanın lezâizinin zevâl ve firakından neş'et eden mânevî elemlerdir. Çünki zeval-i lezzet elemdir. Bazen muvakkat bir lezzet, daimî elem verir. Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor. Eski hayatında geçirdiği muvakkat âlâmın zevâlinden neş'et eden mânevî ve daimî lezzet, "Elhamdülillâh" dedirtir. Bu fıtrî hâletle beraber, musîbetlerin neticesi olan sevab ve mükâfat-ı uhreviye ve kısa ömrü, musîbet vâsıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse sabırdan ziyade, şükreder. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَالضَّلاَلِ demesi iktiza eder. Meşhur bir söz var ki: "Musîbet zamanı uzundur." Evet musîbet zamanı uzundur. Fakat örf-ü nasta zannedildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, belki uzun bir ömür gibi hayâtî neticeler verdiği için uzundur.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Yirmibirinci Sözün birinci makamında beyan edildiği gibi: Cenab-ı Hakk'ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musîbete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle sabır kuvvetini mâzî ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musîbete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakkı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Çünki geçmiş herbir gün, musîbet ise zahmeti gitmiş rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bil'akis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musîbet vasıtasıyla bâki ve mes'ud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak, divaneliktir. Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musîbeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. "Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musîbet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
Elhasıl: Nasıl, şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musîbeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakatı selbeder. Birinci Harb-i Umumî'nin birinci senesinde, Erzurum'da mübarek bir zat müdhiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim, bana dedi: "Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım." diye acı bir şikâyet etti. Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim: Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp, şekva etme; onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler. Rabbin olan Rahmânirrahîm'in Rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki: Sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp merkezi zaif bırakıp, düşman edna bir kuvvet ile merkezi harab eder." Dedim: "Kardeşim, sen bunun gibi yapma, bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü, uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir şükret." O da tamamıyla bir ferah alarak: "Elhamdülillah, dedi, hastalığım ondan bire indi."
BEŞİNCİ NÜKTE: Üç mes'eledir.
Birinci Mes'ele: Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir. Musîbet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musîbetler, hakikat noktasında musîbet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasılki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zâhirî musîbetler var ki: İlâhî birer ihtar, birer îkazdır ve bir kısmı keffâret-üz zünupdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musîbetin hastalık olan nev'i, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musîbet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: "Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor."
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm münâcâtında istirahat-ı nefs için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mânî olduğu zaman ubûdiyet için şifa taleb eylemiş. Biz, o münacat ile -birinci maksadımız- günahlardan gelen mânevi ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için ubûdiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat mu'terizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilane ve istimdadkârâne iltica edilmeli. Madem Onun Rubûbiyetine râzıyız, o rubûbiyeti noktasında verdiği şey'e rıza lâzım. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda "Ah! Of!" edip şekva etmek; bir nevi kaderi tenkiddir, Rahîmiyyetini ittihamdır. Kaderi tenkid eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, Rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de: Musîbete giriftar olan adam, itirazkârâne şekva ve merakla onu karşılamak, musîbeti ikileştiriyor.
İkinci Mes'ele: Maddî musîbetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ: Gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehâcüm göstermeleri, lâkayd kaldıkça dağılmaları gibi; maddî musîbetlere de büyük nazarıyla ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musîbet cesedden geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musîbeti dahi netice verir; ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi maddî musîbet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur gider. Bu hakikatı ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey bîçare feryadı, belâdan kıl tevekkül.
Zira feryad belâ-ender, hata-ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safa-ender, atâ-ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan bütün dünya cefa-ender, fena ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel tevekkül kıl!
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Nasılki mübârezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle: Adâvet musâlâhaya, husûmet şakaya döner, adâvet küçülür mahvolur. Tevekkül ile musîbete karşı çıkmak dahi öyledir.
Üçüncü Mes'ele: Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musîbet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lütf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair musîbetzedeleri (fakat musîbet, dine dokunmamak şartiyle) bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musîbet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini îras etmiyor. Çünki hangi bir genç hasta yanıma gelmiş ise, görüyorum; emsâllerine nisbeten bir derece vazife-i dîniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki: Öyleler hakkında o nevi hastalıklar musîbet değil, bir nevi nimet-i İlahiyyedir. Çünki çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet îras ediyor. Fakat onun ebedî hayatına faidesi dokunuyor, bir nevi ibâdet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.

VECİZE: Dost istersen ''ALLAH'' yeter evet o dost ise herşey dosttur

Şimdi bu lem'a ile bu vecizenin arasındaki iliişki ne diyeceksiniz
ne ilişki olduğunu ben söyliyim ikinci lem'a da sabrının bedelini gören ''EYYÜB(A.S)'' sabrı süresince dostunu ''ALLAH-Û TEÂLÂ'' bilmiş ve onu dost bilmesiyle başta eşi olmak üzere bir çok insan onun sabrını görerek ''HZ.EYYÜB'ÜN'' sabrının bedelinin ''ALLAH'IN'' varlığına ve şifanın ondan geleceğine inanmış her olayda bir hayır vardır ve bu hastalık olayı ile insanların ''ALLAH'IN'' varlığına inanması arasındada bir hikmet çıkartıyoruz...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ENBİYA SURESİ 21 VE 83'ÜNCÜ AYETLERDE ŞÖYLE BUYRULMAKTADIR:
21:"Eyyüb de hatırla ki, Rabbine şöyle niyaz etmişti: 'Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.''
83: ''Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.''
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
''ALLAH'a'' emanet olun...
SAYGILARIMLA KARDEŞİNİZ:EYYÜB
 

soy-turk

Üye
Katılım
10 Mar 2007
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Az ilerde sağdan köşeyi dönünce sarı bina 4.Kat:))
* Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Lem'alar

*Gururu bırak, aczini anla, mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren. Lem'alar

*Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer. Ehemmiyet vermezsen söner. Sözler
 

MiHRiMaH

Son gülen... :/
Katılım
6 Ara 2006
Mesajlar
2,752
Tepkime puanı
769
Puanları
0
Konum
İstanbul...
Herşey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki rahat edesin.
(mesnev-i nuriye)


Bu sözü, rafıma yapıştırdım... Bence gerçekten çok dikkat çekici ve toparlayıcı bir söz... Anlamak nasib olsun inşallah...
 

btekin17

Üye
Katılım
7 Ocak 2007
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun?
 

zelal

Asistan
Katılım
13 Haz 2006
Mesajlar
970
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadigi taktirde, fani dünyada biraktigin eserlere kiymet verme...
(BEDIUZZAMAN)
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Dünya madem fânidir.

Hem madem ömür kısadır.

Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.

Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.

Hem madem dünya sahipsiz değil.

Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.

Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.

Hem madem "Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez." (Bakara Sûresi, 2:286.)

sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.

Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.

Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.



Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.



Bediüzzaman Said Nursi
 
Katılım
20 Ara 2006
Mesajlar
627
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
33
Konum
Gurbet...
Web sitesi
www.meryk.org
Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.
 
U

ummuhan

Guest
Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. S. N
 
Katılım
31 Mar 2007
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
ne önemi varki..
arkadaşlar büyük bi sabırla hepsini okudum Allah hepinizden razı olsun harika sözler çok kıtım bu konularda az okuyorum sanırım :S :S
 

btekin17

Üye
Katılım
7 Ocak 2007
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
insan küçük bir alem olduğu gibi, alem dahi büyük bir insandır
 

agile_52

Üye
Katılım
6 Nis 2007
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
gözü veren zat hem gözü görür hemde ince bir mana olan gözün gördüğünü görür
 
Üst