Hadis öğrenelim...

U

ummuhan

Guest
İmam Malik`e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (sav) şunu söylemiştir: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah`ın Kitab`ı ve Resulünün Sünneti."
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
ـ5ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رَسُول اللّه #: شِرَارُ النَّاسِ الَّذِينَ يَسْألُونَ عَنْ شِرَارِ المَسَائِلِكَىْ يُغَلِّطُوا بِهَا العُلَمَاءَ[. أخرجه رزين . (2235)-
Yine Hz. Ebû Hüreyre anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İnsanların şerlileri, ulemaya (birşey öğrenmek için değil), onları yanıltmak için zararlı meselelerden soru soranlardır." Rezîn'in ilavesidir. Kaynağı bulunamamıştır.[11]



AÇIKLAMA:



Bu rivâyet, halk arasında sıkça rastlanan bazı tiplerin halini beyan etmektedir. Bunlar net cevabı olmayan, olsa bile faydası olmayan, bir başka ifade ile gerçek bir ihtiyaçtan doğmayan meseleleri sorarak, hem bilgiçlik taslamak suretiyle dikkatleri kendilerine çekmek hem de soru sordukları kimseleri küçük düşürmek, techil etmek isterler. Bu çeşit meseleler her devirde vardı. İnsî şeytanlar mü'minleri gerçek meselelerinden uzak tutabilmek, asıl öğrenilicek hususları gündem dışı tutmak için, günün şartlarına uygun yeni meseleler çıkarıp, bunları yayarak efkâr-ı umumîyeyi bunlarla meşgul ederler. Bir meclise gelen ve oradaki cemaatin istifadesi muhtemel olan misafir bir büyükten istifadeyi asgariye düşürmek için, o sinsi tiplerin samimî kimselerden önce davranarak hemencecik bu çeşit sorulara giriştikleri çoğu kere dikkkat çekici olur. Bu durum, ehl-i ferasetin, sinsileri teşhis etmelerine bir fırsat da tanır. Tecrübeli kişiler, meseleyi kavrayarak kısa cevaplar vererek veya o çeşit mevzulara girmeyerek durumu idare ederler.

Bunlar "insanların en şeriri" olarak tavsif edilmektedirler. Tavsif, riyâkâr ve hâinâne olan vak'aya mutabıktır.[12]
 

rrumeysaa

Üye
Katılım
5 Ara 2006
Mesajlar
36
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Konum
kayseri
AHİRZAMAN HADİSLERİ
Peygamberimiz bazı hadislerinde ümmetinin ömrünün binbeşyüz seneyi geçmeyeceğini söylüyor.Ve ahirzaman olarak belirtilen son safhada da yaşanacak kıyamet alametlerrini sıralıyor.Aşağıdaki yazıda,Peygamber Efendimiz(s.a.v.)'in 14 asır önce haber verdiği bu alametleri okuyacaksınız........

*İnsanların başına bir zaman gelecek ki ,onlardan faiz yemiyen kalmayacak yemese bile tozu mutlaka bulaşacaktır.

*Bir çok kişi az bi dünyalık zarfında dinini feda edecektir.

*Kazanç,belirli kişiler arsında dolaşacak,dar gelirliler açlık ve sıkıntıya düşecekler.

*Fitne her veve girecek ve tecrübesiz gençler başa geçecekler.

*Kur'an'dan bir resim,islam'dan bir isim,Müslümandan bir cisim kalacak.

*Üç şey çok kıymetlenecek;Helâl para,kendisiyle amel edinen sünnet ve candan bir dost.

*Ecnebiler çokğalacak ve müslümanlara galebe edecekler.

*Sonradan gelen nesiller ,önceden gelenlere sövüp sayacaklar.

*Mihnet,bela,musibet artacak,rahat ve huzur kalmayacak,kimse eliyle bunları önleyemeyecek.

*Köylüler şehirlere akın edecekler ve ne idüğü belirsiz deve çobanları,bina yaptırmakta birbirleriyle yarışacaklar.

*Bir Müslüman koyundan daha âciz olacak,hor ve hakir görülecek.

*İlim azalacak,cehalet,anarşi ve cinayetler artacak,adam öldürmek hafif bir suç sayılacak.

*Hilesiz iş yapılamayacak,tacirler ve yazrlar artacak kalem bollaşacak
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
AHİRZAMAN HADİSLERİ
Peygamberimiz bazı hadislerinde ümmetinin ömrünün binbeşyüz seneyi geçmeyeceğini söylüyor.Ve ahirzaman olarak belirtilen son safhada da yaşanacak kıyamet alametlerrini sıralıyor.Aşağıdaki yazıda,Peygamber Efendimiz(s.a.v.)'in 14 asır önce haber verdiği bu alametleri okuyacaksınız........

*İnsanların başına bir zaman gelecek ki ,onlardan faiz yemiyen kalmayacak yemese bile tozu mutlaka bulaşacaktır.

*Bir çok kişi az bi dünyalık zarfında dinini feda edecektir.

*Kazanç,belirli kişiler arsında dolaşacak,dar gelirliler açlık ve sıkıntıya düşecekler.

*Fitne her veve girecek ve tecrübesiz gençler başa geçecekler.

*Kur'an'dan bir resim,islam'dan bir isim,Müslümandan bir cisim kalacak.

*Üç şey çok kıymetlenecek;Helâl para,kendisiyle amel edinen sünnet ve candan bir dost.

*Ecnebiler çokğalacak ve müslümanlara galebe edecekler.

*Sonradan gelen nesiller ,önceden gelenlere sövüp sayacaklar.

*Mihnet,bela,musibet artacak,rahat ve huzur kalmayacak,kimse eliyle bunları önleyemeyecek.

*Köylüler şehirlere akın edecekler ve ne idüğü belirsiz deve çobanları,bina yaptırmakta birbirleriyle yarışacaklar.

*Bir Müslüman koyundan daha âciz olacak,hor ve hakir görülecek.

*İlim azalacak,cehalet,anarşi ve cinayetler artacak,adam öldürmek hafif bir suç sayılacak.

*Hilesiz iş yapılamayacak,tacirler ve yazrlar artacak kalem bollaşacak

. ahirzamanda yaşadığımıza inandığım biz müslümanların(inşaallah)Mevlam yar ve yardımcısı olsun...... Bu hadis-i şerifi hatırlattığın için Allah razı olsun....

ALLLAHA EMANET OLUN
 

emmargah

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
3,348
Tepkime puanı
6
Puanları
0
"Bir kimse kardeşini bir kusurdan dolayı ayıplarsa o kusuru işlemeden ölmez."
 

zeygue

Aktifleşmemiş
Katılım
17 Kas 2006
Mesajlar
1,262
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ankara
İmam Malik`e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (sav) şunu söylemiştir: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah`ın Kitab`ı ve Resulünün Sünneti."
Bu hadisin "... ve Resulünün Sünneti" kısmını Hz.ebuBekir.Hz.Ömer,Hz.Osman,Hz.Ali duymamışlar anlaşılan.
Çünkü onların devrinde hadis yazımı yasaktı.Yasak değilse neden hadisler toplanıp kitap haline getirilmedi.Bu iş Buhariye kadar geçiktirildi.
Eğer Peygamberimizin böyle bir sözü olsaydı sahabe-i güzin elbette bunun gereğini en iyi şekilde yaparlardı.Bunu Buhari'ye bırakmazlardı.Buna hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Sahabe-i güzinden kaç hadis rivayet edildiğini biliyormusunuz?

Hicreti beraber yapma şerefine erişen Hz.Ebu Bekirden sadece 2 hadis rivayet edildiğini biliyormuydunuz.
 

Sofuoglu

Ordinaryus
Katılım
29 Tem 2006
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
254
Puanları
83
Bu hadisin "... ve Resulünün Sünneti" kısmını Hz.ebuBekir.Hz.Ömer,Hz.Osman,Hz.Ali duymamışlar anlaşılan.
Çünkü onların devrinde hadis yazımı yasaktı.Yasak değilse neden hadisler toplanıp kitap haline getirilmedi.Bu iş Buhariye kadar geçiktirildi.
Eğer Peygamberimizin böyle bir sözü olsaydı sahabe-i güzin elbette bunun gereğini en iyi şekilde yaparlardı.Bunu Buhari'ye bırakmazlardı.Buna hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Sahabe-i güzinden kaç hadis rivayet edildiğini biliyormusunuz?

Hicreti beraber yapma şerefine erişen Hz.Ebu Bekirden sadece 2 hadis rivayet edildiğini biliyormuydunuz.


peki sen bunlari biliyormuydun?

peki o vakit buyurun size bu husus ile ilgili ayetlerle deliler umarim uzun demeyipde okursunuz ve nasiplenirsiniz

selametle




SÜNNETE SARILMAYI
GEREKLİ KILAN AMİLLER




İslâmiyet'te meşrûiyetin olduğu gibi gerekliliğin de asıl kaynağı, Allah'ın Kitâb'ı ve Resûlü'nün (s.a.s.) sünnetidir. Her alanda gerekli ve geçerli olan bu kâide sebebiyle "Sünnete sarılma"yı, Kitab ve sünnet nassları ile incelemek şüphesiz tabiî bir durumdur.

Kur'ân-ı Kerîm'in sünnete sarılmayı emretmesi
Kur'ân-ı Kerîm'de sünnete sarılmak gerektiğini (sünnete i'tisâm), sünneti bir bütün olarak kapsayacak tarzda çok genel ve öz bir biçimde şu âyet ifâde eder:
"Resûl size ne getirdi ise onu alın, ona tutunun; sizi neden nehyettiyse ondan kaçının!" (Haşr/59: 7).
Sahâbîler, bu âyetin sünneti kapsadığı inancındadır. Meselâ, Abdullah İbn Mes'ûd, kendisine dövme yapma ve kadınların kaş tüyleri gibi bazı tüylerini alma yasağının Kur'ân'da bulunup bulunmadığı sorusuna, Peygamberimiz'in ilgili hadîsiyle cevap vermiş ve bunu Kur'ân'a ait bir nehiy gibi değerlendirme sadedinde de bu âyeti okumuştur.1 Mevdûdî,
fey' taksimi münasebetiyle inen bu âyetteki hükmün umûmî ve asıl maksadın, tüm münasebetlerde Hz. Peygamber'in (s.a.s.) emirlerine teslimiyet olduğunu belirtmiş, bunun sebebini de şöyle izah etmiştir:
"Resûl size neyi getirdi ise onu alın" denirken, cümlenin devamında "size neyi getirmediyse" değil, "neyi yasakladıysa ondan kaçının" şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Bu hüküm sadece fey'e ait malların paylaşımını ihtiva etseydi, o zaman "neyi getirmediyse" denirdi. Fakat, "neyi yasakladıysa" denilmesinden anlaşıldığına göre kastolunan, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) emir ve yasaklarına uyulmasıdır. Nitekim, bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) de, "Size emrettiğimi mümkün olduğunca uygulamaya çalışın, yasakladığımdan da kaçının." 2 buyurmuştur.

Hz. Peygamber'e (s.a.s.) iman edilmesini ve O'na uyulmasını emreden âyetler, Hz. Peygamber'in ve sünnetinin konumunu belirlemek bakımından i'tisâmın gereğini de ortaya koymaktadır.
"Allah'a ve ümmî peygamber olan Resûlü'ne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız" (A'râf/7: 158)
âyetinden anlaşıldığı üzere Resûlüllah'a (s.a.s.) iman ve O'na uyma, Allah Teâlâ'nın istediği yola uymuş olmak için şarttır.Resûl'e iman, O'nun getirdiği vahye ve ortaya koyduğu sünnete i'tisâmı gerektirirken, bunları tasdik etmemekten kaynaklanan i'tisâmsızlık da imansızlığa delildir.

Hz. Peygamber'in Müslümanlar için en güzel örnek olduğunu belirten
"Andolsun ki, Resûlüllah'ta sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır" (Ahzâb/33: 21)
âyeti, bağlanılması gereken sünnetin "üsve-i hasene (güzel örnek)" olduğunu belirtmekte, dolayısıyla i'tisâm teşvikinde bulunmaktadır. Zira "üsve", bütün fiillerinde O'na uymayı ve değer vermeyi, bütün ahvâlini önemsemeyi ihtiva eder.3
Ayrıca âyetler, her devre hitap ettiği için, bütün Müslümanlar onun muhatabıdır. O (s.a.s.), her devirde örnek alınmalıdır.

Resûlüllah'a (s.a.s.) itaat edilmesi emri de sünnete i'tisâmı gerekli kılar. Bilindiği gibi, peygamberlere karşı ye-rine getirilmesi gereken vazifelerden ve onlara uyma şartlarından biri itaattir.
"Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisâ/4: 80) âyeti, peygambere itaatin neden gerekli olduğunu ve itaatin zorunluluğunu ortaya koyar. Âyetler, Resûlüllah'a (s.a.s.) itaati, Allah'a itaat saymıştır.4

Peygamber'e (s.a.s.) itaati, sadece "Kur'ân konusunda Peygamber'e itaat gerekir." şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira bu şekilde anlamayı gerektirecek nassî bir delil bulunmamaktadır. Hz. Peygamber'e itaat mecburiyeti, O'na (s.a.s.) itaatin Allah'a itaat etme sayılmasındandır. Çünkü Hz. Peygamber, Kur'ân'ın ifadesiyle, sadece Allah'ın yolu sırât-ı müstakime götürmekte (Şûra/42: 52) ve yalnız Allah'tan kendisine vahyedilene uymaktadır (En'am/6: 50). Şayet Resûl'e itaatten sadece Allah'a itaat murad edilmiş olsaydı, "Allah'a ve Resûlüne itaati" emreden âyetler bulunmazdı. Ona itaat, Kur'ân'da bulunan hususlarda farzdır denilecek olursa bu, Resûl'e mahsus bir itaat sayılmaz.
Allah ve Resûlü'ne itaat, ayrı ayrı zikredildiğine göre, Hz. Peygamber'e mahsus bir "itaat" alanı vardır ve O, (s.a.s.) Kur'ân'da yer almayan konularda hüküm veriyor demektir. "Allah Teâlâ, 'Peygamber'e itaat edin.' sözüyle 'Peygamber'le gönderdiğim âyetlere itaat edin, ama Peygamber'in bunun dışındaki açıklamalarına ve yorumlarına bakmayın' demeyi murad etseydi, bunu açıkça söylerdi. Aksine mutlak bir ifadeyle, hiçbir şeyle kayıtlamadan 'Resûlüllah'a itaat edin.' buyuruyor.
Öte yandan, 'Resûlüllah'a itaat edin' buyruğunun anlamı, Allah Teâlâ'nın O'nunla gönderdiği âyetlere itaat edin demek olsaydı, o takdirde, âyetlerin başındaki 'Allah'a itaat edin' sözü gereksiz bir tekrardan ibaret olurdu. Allah Teâlâ'nın emrettiği bu itaat, sadece Resûlü'nün getirdiği âyetleri kapsamamakta, âyetlerle birlikte sünnetine, hattâ şahsına itaati de içine almaktadır."5

İslâm âlimleri, konuyla ilgili âyetlerden hareketle Peygamber'e itaatin, O'nun sünnetine sarılmak ve getirmiş olduğu emir ve yasaklara boyun eğmek olduğunu söylemişler,6

"Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin." âyetlerinde Allah'a itaatin farzlarda, Resûl'e itaatin ise sünnetlerde itaat edin demek olduğunu belirtmişlerdir.7

Hz. Peygamber'e ittibâı emreden âyetler de sünnete uymayı gerektirir.
"Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlü'ne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na ittiba edin ki, doğru yolu bulasınız." (A'râf/7: 158) âyetinde Peygamber'e ittiba, Peygamber'e imanın devamı ve gereği sayılmıştır.
"De ki: Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Âl-i İmran/3: 31)
âyetinde ise Allah'ı sevmenin ve O'nun tarafından sevilmenin şartı, Peygamber'e ittiba olarak gösterilmiştir. Sevgi konusunda ittibaın şart koşulması, diğer konularda Peygamber'e ittibaı, tabiî olarak gerekli kılar. Ayrıca Allah Teâlâ'nın, Resûlü'ne (s.a.s.) tâbi olmayı kullarına farz kılması, Resûlüllah'ın (s.a.s.) sünnetinin Allah Teâlâ tarafından kabul edildiğini gösterir.

Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) hükmüne kayıtsız-şartsız kabul ve teslimiyet ile, zerre kadar şüphe duymadan, kalpten inanıp razı olmak gerektiğini emrederken de hiç şüphesiz sünnete bağlanmayı da (sünnete i'tisâmı) emretmiş olmaktadır: "Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına, o meselede kendi isteklerine göre bir tercih hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzâb/33: 36) ve
"Hayır, Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip ona teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." (Nisâ/4: 65) âyetlerinde sünnete i'tisâmın gereği açıkça vurgulanmaktadır. Zira bilinen bir gerçektir ki, Hz. Peygamber'in Kur'ân dışında verdiği birçok hüküm bulunmaktadır.
"Allah ve Resûlü'ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları, Allah'a ve Resûlü'ne arzediniz." (Nisâ/4: 59) âyeti de sünnete müracaat emrini tekid eder.
İlk dönem İslâm âlimlerinden Meymûn İbn Mihrân, "Allah'a arz edin" kısmının Allah'ın Kitab'ına, "Resûlü'ne arz edin" kısmının ise, O (s.a.s.) hayatta iken kendisine, vefat ettikten sonra da "sünnetine arz edin" demek olduğunu söylemiştir.8

Resûlüllah'ın (s.a.s.) çağrısına uyma gereğini bildirmek de sünnete i'tisâmı emretmek demektir.
"Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'a ve Resûlü'ne uyun." (Enfal/8: 24) âyetindeki
"Peygamber'in çağrısı"nda bir sınırlama olmaması, O'nun her emir ve yasağına uyulması lâzım geldiğini gösterir. Hz. Peygamber'in çağrısı, tabiî ki sünneti de kapsamaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber'e (s.a.s.) isyan etmek ve O'na uymamak yasaklanmıştır. Bu yasaklar, dolayısıyla Hz. Peygamber'e bağlanma gereğini ortaya koyar:
"Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan eder ve O'nun koyduğu sınırları aşarsa Allah böylesini, devamlı kalacağı bir ateşe sokar." (Nisâ/4: 14). "O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar." (Nur/24: 63) ve "...Resûl'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar vere-mezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır." (Muhammed/47: 32) âyetleri,
konuyla ilgili âyetlerden birkaçıdır. Son âyette, Hz. Peygamber'e karşı gelmenin Allah'a karşı gelme sayıldığı açıkça görülmektedir. Buradan, "Sünnete i'tisâm etmemek, Kitab'a i'tisâm etmemektir." sonucunu çıkarmak da mümkündür.

Sünnetin kaynağının vahiy olduğuna delâlet eden
"O, arzusuna göre konuşmaz." (Necm/53: 3) âyetinin sünneti de ihtiva ettiği, âlimlerce de kabul görmüş bir hakikattir.9
Bu âyet, sünnete i'tisâmın önemli bir delilidir.


Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Kur'ân'ı açıklama görevi, O'nun Kur'ân dışındaki söz ve uygulamalarına da i'tisâmı gerektirir. "Kur'ân dışında, Hz. Peygamber'e vahiy veya ilham ile bilgi gelmesini inkâr etmeye imkân görünmemektedir. Kur'ân'ın açıklaması O'na verildiğine göre, bu açıklama herhalde Kur'ân'dan ayrı birşey olmalıdır."10
Ayrıca beyân yetkisi, açıklama şekillerinin tamamını kapsar.
"İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'ân'ı indirdik" (Nahl/16: 44)
âyeti, Peygamber'in (s.a.s.) açıklamalarının, Kur'ân kaynaklı olduğunu gösterir.

Hz. Peygamber'in (s.a.s.) teşri' yetkisi de, sünnete bağlılığı gerektirir.
"O ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar" (A'râf/7: 157) ve
"Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle cizye verecekleri vakte kadar savaşın." (Tevbe/9: 29)
âyetleri, Hz. Peygamber'in bu yetki ve görevini ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber'in (s.a.s.) tebliğ görevi de sünnete i'tisâmı gerektirir. Sünnet, Resûlüllah'ın (s.a.s.) Rabbi'nden aldığı risâleti tebliğden ibarettir. Allah O'na, bu risâleti tebliğ etmesini emrederek şöyle buyurmuştur:
"Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'na elçilik vazifesini yerine getirmemiş olursun" (Mâide/5: 67). Hz. Peygamber (s.a.s.), dini tebliğ ederken sadece Kur'ân'ı duyurmakla kalmamış, Kur'ân'ın yanında sünneti de bildirmiş, Kur'ân ve sünneti içiçe yaşamış ve ashâbına bu şekilde öğretmiştir.

Bütün bu âyetlerden ve yorumlardan anlaşılacağı gibi "Sünnete bağlılık (i'tisâm bi's-sünne)", herşeyden önce Kur'ân-ı Kerîm'in müekked emridir. Kur'ân, sünnete uymayı herhangi bir ayırım yapmadan bir bütün olarak tavsiye eder. Hz. Peygamber'e iman edilmesi emri ve O'a inanmanın imanın şartları içinde yer alması, O'nsuz (s.a.s.) imanın tamamlanmaması, sahîh olmaması, Resûlüllah'ın (s.a.s.) konumunu belirler ve O'na uymayı gerekli kılar. Sünnete i'tisâmı emreden Kur'ân, Hz. Peygamber'i mutlak olarak Müslümanlara örnek göstermiştir. Çünkü İslâm, insan hayatının bütün kısım ve yönlerini birlikte değerlendirir. Hz. Peygamber'in üstlenmiş olduğu misyon, tabiî olarak O'nun bir sünnetinin bulunmasını gerekli kılar. Peygamber'in (s.a.s.) teşri' yetkisi vardır. Ayrıca sünnetinin vahye dayanması veya vahyin onayından geçmiş olması, Sünnetin kaynağının vahiy olduğunun göstergesidir. Kur'ân'ın, O'na karşı gelmeyi ve emrine uymamayı yasaklaması da sünnetin asıl kaynağını gösterdiği gibi, O'nun (s.a.s.) yolu olan sünnete itaati de farz kılar.

Bütün bu âyetler, Resûlüllah'ın (s.a.s.) değerini göstermesi yanında sünnetinin de değerini gösterir. Allah Teâlâ, Kur'ân'a uymayı nasıl farz kılmış ise, Peygamberinin (s.a.s.) sünnetine de uymayı emretmiştir.

Sünnetin, sünnete sarılmayı emretmesi
Hidayet rehberi ve tek örnek olarak gönderilmiş olan Hz. Peygamber'in (s.a.s.), Allah'ın yoluna çağırıcı niteliğiyle kendisine uyulmasını istemesi pek tabiîdir. Kur'ân'ın sünnete ittibaı emretmesinden sonra, sünnetin de aynı emri tekrarlaması, onun Kur'ân'dan aldığı gücü ifade ve te'yid etmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), "Sünnete sarılma"yı, Vedâ Hutbesi'nde ümmetine vasiyeti olarak açıkça ilân etmiştir.
"Size, kendilerine sarıldığınız takdirde ebediyen sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah'ın Kitab'ı ve Nebî'sinin sünneti. Bunlar (Kitab ve Sünnet), havzda (Kevser Havzı'nda) bana ulaşıncaya kadar ayrılmayacaklardır."11

Hz. Peygamber (s.a.s.), bu vasiyet ve tavsiyesi ile Kur'ân yanında sünnete sarılmayı da teşvik etmiş ve ona uyulmasını istemiştir. Teşri' yetkisini hatırlattığı hadîste, i'tisâmın gereğini, sünnetin gücüyle ve konumuyla te'yid etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) yine vasiyet niteliğinde kendisinden sonra sünnetine i'tisâmı tavsiye etmiştir. O (s.a.s.), "Ben sizi, gecesi gündüzü gibi apaydınlık olan bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helâk olanlar, o dinden sapanlar olur. Sizden kim yaşarsa birçok ihtilâfa şahit olacaktır. Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan râşid halifelerin sünnetlerine yapışınız. Bunlara sımsıkı sarılınız."12 buyurmuştur.

Ümmetin fırkalara ayrıldığı zamanlarda "kendisinin ve ashâbının yoluna uyanlar"ın kurtulan grup olacağını belirten Hz. Peygamber (s.a.s.)13
her devirde ve her durumda olduğu gibi -özellikle zor zamanlarda- sünnnete i'tisâmın kurtarıcı niteliğine dikkat çekmiş olmaktadır.

Resûlüllah'a (s.a.s.) iktida da sünnete i'tisâmı gerekli kılar. "Bana iktida eden bendendir."14
hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.), açıkça kendisine uyulmasını emretmektedir.

"Size bir şeyi yasaklarsam ondan derhal uzaklaşın. Bir şeyi emredersem, gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin."15 hadîsi de, her konuda sünnete i'tisâm gereğini ifade etmektedir. Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (s.a.s.), genel bir ifade kullanmıştır. Buna göre O (s.a.s.), her konuda uyulması gereken bir kimsedir. Zaten, bilhassa evrensel bir misyonla gelen bir peygamberin tek bir alanda örnek ve ölçü olması, bir alana sıkışıp kalması mümkün değildir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), "Sözlerin en güzeli Allah'ın Kelâmı, yolların en doğrusu, en güzeli ise Muhammed'in yoludur."16
buyurarak, sünnetten daha doğru ve üstün yol olmadığını belirtmek sûretiyle ona i'tisâmı teşvik etmiştir.

"Kim sünnetimi ihyâ ederse beni seviyor demektir. Kim beni severse, Cennet'te benimle beraberdir."17 hadîsinde ise Peygamber Efendimiz (s.a.s.), hem sünneti yaşatma emri vermiş, hem de sünnetine sarılmayı kendisiyle iliş kilendirmiştir.
"Kim benim fıtratımı (yaratılıştan sahip olduğum özellikleri) severse, sünnetimi yol edinsin."18
hadîsi de aynı doğrultudadır. O (s.a.s.), kendisine duyulan sevginin de imanla ilgisi olduğunu belirtmiştir.
"Allah'a andolsun ki, hiç biriniz beni babasından ve evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (gerçek mânâda) iman etmiş olamaz."19

hadîsi bunu açıkça ortaya koyar.

Sünnetin kaynağının vahiy olduğuna işaret eden hadîsler de, sünnete i'tisâmı teşvik eder. Hz. Peygamber'in (s.a.s.)
"Dikkat edin! Bana Kitab ve onun misli verildi. Dikkat edin! Bana Kur'ân ve onun misli verildi."20
hadîsi sünnetin önemine ve konumuna, kaynak göstererek dikkat çekmektedir.

Hz. Peygamber'in (s.a.s.) teşrî' yetkisinin olduğunu belirtmesi, konuya ait önemli delillerdendir. O, ileride sünneti inkâr edenlerin çıkacağını belirttikten sonra "Dikkat edin! Allah'ın Resûlü'nün haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir." buyurmuştur.21

Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur'ân ile sünnetin birbirinden ayrılmayacağını belirtmiştir.22

Bununla beraber, O (s.a.s.), Kur'ân dışında da vahiy aldığını, buna rağmen teşrî' yetkisini kabul etmeyip sünneti inkâr edenler olacağını, sünnete karşı çıkacak grupların türeyeceğini, hadîsleri önemsemeyen, her meseleyi Kur'ân'da aramak gibi bir temâyül gösterecek bozuk zihniyetlerin belireceğini haber vererek ümmetini ikaz eder ve böyle kimseleri, şu sözleriyle uyarır:
"Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış biri olarak 'biz, onu bunu bilmeyiz. Allah'ın Kitabı'nda ne bulursak ona uyarız, o kadar" derken bulmayayım."23

Hz. Peygamber (s.a.s.), böylece sünnetin, dinin iki kaynağından biri olduğunu inkâr edenleri teşhir etmiş,24
sünnet inkârı ve sünnetsiz İslâm arayışlarının olacağını haber vererek ümmetini uyarmış, İslâm Dini'nde sadece Kur'ân'la yetinmeyi tasvip etmemiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) bu kimseleri kınaması, bu iddiada bulunanların Kur'ân'a sarılmakta da samimi olmadıklarını gösterir. Konunun önemi, hadîsin başka rivâyetlerine de yer vermeyi gerekli kılmaktadır.

"Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak, Allah'ın şu Kur'ân'da haram kıldıklarından başka şeyleri haram kılmadığını mı zannediyor. Dikkat edin! Vallahi ben öğüt verdim, emrettim ve yasakladım. Bunlar (emirler ve yasaklar), Kur'ân'dakiler kadardır, hatta sayıca ondan da fazladır."25

Konuyla ilgili başka bir rivâyet ise şöyledir: "Sizden (ümmetimden) birinin (koltuğuna, dirseğine) dayanmış olarak beni yalanlaması umulur mu? Benden bir hadîs rivâyet edilir de 'Resûlüllah (s.a.s.) bunu söylememiştir' der."26
Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s.), hadîs inkârının kendisini yalanlamak sayıldığını belirtir. Başka bir rivâyette ise inkârcıları şöyle anlatır:
"Benden bir hadîs rivâyet edildiğinde 'Resûlüllah (s.a.s.) bunu söylemedi. Bunu bize garanti edecek kim var?' der."27
Bu ifâde, hadîs rivâyetlerinin incelenmesiyle ilgili olmayıp, esasen sünnet inkârcılarının tavırlarını, onların kendilerinden başka kimseye güvenmediklerini teşhir etmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), sünnet inkârcısına hadîs ulaştığında, o koltuğuna gerine gerine oturmuş olduğu hâlde, hadîsi zikreden kişiye "Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitab'ı vardır! Bu Kitab'da neyi helâl bulursak onu helâl kabul eder ve neyi haram bulursak onu haram kılarız." diyeceğini haber verdikten sonra, "Oysa Allah'ın Peygamberi'nin (s.a.s.) haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılınan şey gibidir."28
buyurarak meselenin önemine ve sünnetin kaynağına dikkat çeker. Resûlüllah (s.a.s.), yine bir başka sözlerinde, sünnet inkârcılarının,
"Bu Allah'ın Kitab'ı, onda bulunan helâli helâl sayarız, onda bulunan haramı haram sayarız." diyeceklerine dikkat çeker ve, "Dikkat edin, kime bir sözüm ulaşır ve o kimse sözümü yalanlarsa Allah'ı, Resûl'ün kendisini, Resûlüllah'ın (s.a.s.) sözünü de yalanlamış olur." buyurur.29
İnkârcı bu sözlerle, Allah'ın Peygamber'ine (s.a.s.) verdiği yetkiyi inkâr etmekte, dinde Peygamber'in (s.a.s.) kendi kendine hareket ettiğini ve O'nun sözlerine güvenilemeyeceğini belirtmiş olmaktadır.
Sünnet inkârcıları, hadîste bulunanlarla Kur'ân'da bulunanları sanki tıpatıp aynıymış gibi düşünerek Hz. Peygamber'in (s.a.s.) emri veya nehyi kendilerine ulaştığında, "Allah'ın Kitab'ı yanımızda, bu onda yok." derler."30
İslâm âlimlerinden Şâtıbî, konuyla ilgili olarak "Sünnet, Kitab'ı tefsîr eder. Kim sünneti bilmeden Kur'ân'ı alırsa, sünnette sürçtüğü gibi Kur'ân'da da sürçer." diyerek, İslâmiyet'ten önceki milletlerin bundan dolayı dalâlete uğradığını belirtir.31
Begavî de, yukarıdaki hadîslerle ilgili olarak "Bu hadîsler, hadîsin Kitab'a arzına ihtiyaç olmadığına delildir. Sünnetin, kendi başına hüccet olduğu sabit olmuştur. 'Bana Kitab ve benzeri verildi.' hadîsi de bunu gösterir." mütalâasında bulunur. Hadîste geçen koltuk (el-erîke) ifâdesi ile Hz. Peygamber'in (s.a.s.), din ve âhiret konusunda endişesiz, rahat düşkünü, ilimle meşgul bulunmayan ve refah içinde olanları murad ettiği belirtilmiştir. Bu kimseler, rahat ve rehavet içinde bilmedikleri konularda konuşan kimselerdir.32

Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisine itaati emreden (Nisâ/4: 13, 80) ve isyanı yasaklayan (Nisâ/4: 14) âyetleri tekrar ve te'yid mâhiyetinde kendisine itaati emretmiş ve isyanı yasaklamış; "Kim bana itaat etmişse, Allah'a itaat etmiştir; kim bana isyan ederse Allah'a isyan etmiştir." buyurmuştur.33 Aynı şekilde, "Ümmetimin hepsi Cennet'e girecektir; ancak imtina edenler giremeyecektir." hadîsinde Resûlüllah (s.a.s.), imtina edenlerin kimler olduğunu, "Kim bana itaat ederse Cennet'e girecektir, kim bana isyan ederse, o imtina etmiştir."34 buyurarak açıklamışlardır. Bu hadîs, Resûlüllah'ın (s.a.s.) sünnetinden imtina etmenin, O'na (s.a.s.) isyan35 sayıldığı anlamına gelir.

İbn Hibbân, Resûlüllah'ın (s.a.s.) sünnetine itaati; "uydurma gerekçelerle sünnetin def'i için yol arayanların söylediklerine aldırmaksızın, Allah'ın dini konusunda ileri-geri görüş belirtenlerin görüşlerini bir tarafa iterek, kemmiyet ve keyfiyetine bakmadan sünnete boyun eğmekten ibarettir" diye tanımlar.36

Resûlüllah'ın, "Burada bulunanlar bulunmayanlara duyursun."37 ve "Allah, sözümü duyup ezberleyen, sonra da onu duymamış olana nakleden kimsenin yüzünü ağartsın!"38
hadîsleri gibi, sünnetinin tebliğ edilmesine ve yayılmasına teşvikine dair emirleri de sünnete i'tisâmı âmirdir. Bu arada Resûlüllah'ın (s.a.s.) kendi sözünün diğer sözlerden farklılığına işaret etmesi de sünnetin ve sünneti tebliğin önemini göstermektedir. Hz. Peygamber'in (s.a.s.), meselâ Veda Hutbesi'nde, tabiî ki hepsi Kur'ân'da en azından açık olarak bulunmayan bazı hususları da anlattıktan sonra, "Dikkat edin, tebliğ ettim mi?"39
diye sorması ve farz ibadetler dışındaki ibadetleri de duyurma emrini vermesi,40 yine sünnete bağlanmak gereğini ortaya koymaktadır.

Resûlüllah (s.a.s.), kendi getirdikleri dışında başka dinlere ait bilgilerle ilgilenilmesine ya da kendi yerine bir başka peygamberin konulmasına kesinlikle müsaade etmemiştir.
O'nun bu tavrı, i'tisâmın gereğini ortaya koyan güçlü delillerdendir. Meselâ O (s.a.s.), "Yemin olsun ki ben size kusursuz bir din getirdim, Ehl-i Kitaba bir şey sormayın; kendileri sapmışken sizi hidayete erdiremezler, onlara sorarsanız ya bir bâtılı tasdîk eder ya da bir hakkı yalanlarsınız. Musa hayatta olsaydı, bana tâbi olmaktan başkası ona helâl olmazdı. Musa aranızda olsa, beni bırakıp ona tâbi olsanız dalâlete düşersiniz. Siz ümmetlerden benim payıma düşensiniz, ben de nebîlerden sizin payınızım." buyurmuştur.41
"Kendilerine okunan bu Kitabı sana indirmemiz onlara kâfi gelmedi mi?" (Ankebût/29: 51) âyeti de, bu hadîste ifade edilen gerçeğe parmak basmaktadır.42

Netice olarak Peygamber Efendimiz'in (s.a.s.), kendi sünneti ile ilgili bu hadîsler, sünnet olmadan İslâm Dini'ni yaşamanın mümkün olmadığının ifadesidir. Dinimizin iki kaynağı vardır. Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimiz'in (s.a.s.) sünneti. Sadece Kur'ân ile dinin gereklerini yerine getirmek mümkün değildir. Kur'ân'ın hayata geçirilişi, yaşanışı Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir. Resûlüllah'ın (s.a.s.), bir Müslüman olarak nasıl yaşadığını gözardı ederek müslümanca yaşamak mümkün değildir. Peygamber (s.a.s.), dini yaşarken şüphesiz bu hayat tarzını kendi kendine uydurmamıştır. Zaten bir peygamberin, Allah Teâlâ'nın tasdikinden geçmeden din adına bir söz söylemesi, bir icraatta bulunması imkânsızdır.






Dipnotlar

(1) Buhârî, libâs 82, 84, 85, 87, tefsîr 59/4. (2) Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'ân VI, 191. (3) Kurtubî, Câmi', VII, 5237. (4) Kurtubî, Câmi', I, 32. (5) Bkz.: M. Yaşar Kandemir, İki Cihan Güneşi, s. 245. (6) Kâdı Iyâz, Şifâ, II, 17. (7) Kurtubî, Câmi', II, 1445; V, 3042; IX, 6473; Kâdı Iyâz, Şifâ II, 18. (8) İbn Abdilber, Câmi', II, 190. (9) Bkz.: Kurtubî, Câmi', IX, 6255; Elmalılı, Hak Dini VII, 4572; Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'ân VI, 13-14. (10) Hüseyin Atay, "Kur'ân'ın Anlaşılması", Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, s. 26. (11) Muvatta', kader 3; İbn Abdilber, Câmi', II, 24, 110, 180; Hâkim, Müstedrek, I, 93. Bu konudaki önemli bazı rivâyetlerde sünnet yerine "Ehl-i Beyt" geçmekte ise de, Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettikleri gibi, Ehl-i Beyt'ten de maksat sünnettir. Bu bakımdan, hakiki Ehl-i Beyt, sünnete uyan ve sünneti yaşatandır. Ehl-i Beyt'in en önemli fonksiyonu sünneti yaşamak ve yaşatmaktır. (12) Dârimî, mukaddime 16; İbn Mâce, mukaddime 6. (13) Bkz.: Tirmizî, iman 18. (14) Müsned, V, 409. (15) Buhârî, i'tisâm 2; Müslim, ilim 2. (16) Buhârî, tefsîr 34/2, 111/2; Müslim, cum'a 43. (17) Tirmizî, ilim 16. (18) Abdurrezzâk, Musannef, VI, 169; Beyhakî, Sünen, VII/77. (19) Buhârî, iman 8; Müslim, iman 69-70. (20) Ebû Dâvûd, sünne 5; İbn Hibbân, Sahîh, I, 173. (21) İbn Mâce, mukaddime 2; Tirmizî, ilim 10. (22) Bkz.: Dârakutnî, Sünen, IV, 245; Hâkim, Müstedrek, I, 93. (23) Dârimî, mukaddime 49; Ebû Dâvûd, sünne 5. (24) İsmail Lütfi Çakan, Hadîslerle Gerçekler -2-, s. 138; (25) Ebû Dâvûd, harac 31(33). (26) Abdurrezzâk, Musannef, X, 453. (27) Abdurrezzâk, a. g. e., X, 453. (28) Tirmizî, ilim 10. (29) Taberânî, el-Mu'cemu'l-evsât, VII, 313; İbn Abdilber, Câmi' II, 189. (30) Müsned, VI, 8; İbn Hibbân, Sahîh I, 174. (31) Bkz.: Şatıbî, İ'tisâm, I, 59. (32) Bkz.: Begavî, Şerhu's-sünne, I, 201. (33) Buhârî, ahkâm 1, cihad 109. (34) Buhârî, i'tisâm 2. (35) Bkz.: İbn Hacer, Fethu'l-bâri, XV, 180. (36) İbn Hibban, Sahîh, I, 180. (37) Buhârî, ilim 37, 39. (38) Dârimi, mukaddime 24. (39) Bkz.: Müslim, küsûf 1. (40) Bkz.: Ebû Dâvûd, tatavvu' 10. (41) Abdurrezzâk, Musannef, VI, 113, 114; X, 313-314; Müsned, III, 387, 338, 471; IV, 266. (42) Dârimî, mukaddime 42
 

zühd

Profesör
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
1,592
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İstanbul/Ataköy
Web sitesi
www.why-islam.net
Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâla hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."
Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizi, Da'avat 105, (3533).
 

rrumeysaa

Üye
Katılım
5 Ara 2006
Mesajlar
36
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Konum
kayseri
Nu'man B.beşir (ra) Dan Rivayet Edilmiştir

Peygamber Efendimiz (sav) In şöyle Buyurduğunu Işittim.

'' Helal Bellidir, Haram Da Bellidir. Bu Ikisinin Arasinda çok Kimselerin Bilmedikleri şüpheli şeyler Vardir. Bir Kimse Bu şüpheli şeylerden Sakinirsa, Dinini Ve Irzini Korumuş Olur. Bir Korunun Etrafinda Hayvanlarini Otlatan çobanin, Her Halukarda Koruya Girmesi Nasil Mümkünse, şüpheli Iş Işleyenler De Bunun Gibi Harama Düşebilirler. Dikkat Edin! Her Hükümdarin Bir Korusu Vardir. Allah'in Korusu Da Haram Kildiği şeylerdir. Biliniz Ki Bedeb De Bir Et Parçasi Vardir. O Iyi Olursa Bütün Vücutta Iyi Olur. Eğer O Bozuk Olursa Bütün Vücutta Bozulur. Işte Bu Et Parçasi Kalptir.
( Buhari, Kitabu'l- Iman)
 

arşivist

Profesör
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
1,361
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
www.smf123.net
1907 - İmrân İbnu Huzeyfe (rahimehullah) anlatıyor:

"Meymüne (radıyallâhu anha) fazlaca borca giriyordu. Ailesi bu meselede müdâhale edip ayıpladılar. Şu cevabı verdi: "Borcu bırakmayacağım. Ben dostum ve can yoldaşım aleyhissalâtu vesselâm'ı şöyle söylerken dinledim: "Bir borçla borçlanan bir kimsenin ödeme niyetinde olduğunu Allah bilince, onun borcunu Allah mutlaka dünyada iken öder."

Nesâi, Büyü 99, (7, 315); İbnu Mâce, Sadakât 10, (2408).
 

onrat33

Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
62
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teala, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:

Adil devlet başkanı,

Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,

Kalbi mescidlere bağlı müslüman,

Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,

Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine "Ben Allah'tan korkarım" diye yaklaşmayan yiğit,

Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,

Tenhada Allah'ı anıp göz yaşı döken kişi."[1]

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Allah Teala, kullarının sadece kendi rızasına yönelik amellerinden hoşnud olur ve onları, kimseden yardım görme imkanının bulunmadığı yerde himayesine alır.

2. Hadîs-i şerifte sayılan yedi sınıf insanın vasıflarıve yaptıkları, örnek alınacak üstün nitelikli işlerdir.

3. Her güzel ve makbul işin temelinde, sevdiğini Allah için sevmek gibi bir üstün meziyet bulunmaktadır.

4. Gönülleri Allah sevgisi, Allah için sevme, Allah için buğzetme duygusuyla diri tutmak lazımdır.




[1] Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikak 24, Hudüd 19; Müslim, Zekat 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesaî, Kudat 2
 

emmargah

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
3,348
Tepkime puanı
6
Puanları
0
"Kim müslüman kardeşinin sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet gününde onun bir sıkıntısını giderir."
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
28. Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”

ALLAHA EMANET OLUN.
 
U

ummuhan

Guest
Resulullah (sav)`ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhacir de Allah`ın yasakladığı şeyi terkedendir."
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
Abdullah bin Ka'b'ın babasından naklettiğine göre Resulullah sallallahualeyhivesellem şöyle buyurdular:
“Mümin yeşil bitki gibidir; rüzgar onu bir oyana bir buyana büker sonra doğrulur. Munafık ise, çam ağacı gibidir. Hiç sallanmaz ama, bir darbe ile tamamen gider.”
 

zühd

Profesör
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
1,592
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İstanbul/Ataköy
Web sitesi
www.why-islam.net
İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara:
"Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen:
"Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'l-mâlden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular. Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara:
"Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar:
"Kabul ettik ey Allah'ın Resûlü!" dediler ve arkadan ilâve ettiler:
"Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlükatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı:
"Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı."
Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.
 

arşivist

Profesör
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
1,361
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
www.smf123.net
4538 - Hz. Enes radıyallahu anh demiştir ki:


"Cuma günü, (duaların kabul edileceği) ümit edilen saati, ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar arayın."


Tirmizi, Salat 354, (489).
 
U

ummuhan

Guest
Hz. Resulullah (sav) buyurdular ki: (Büruc süresinin), "İçlerinde burçları bulunan semaya, vaadedilen güne, şahidlik edene ve şahidlik edilene andolsun." ayetlerinde (1-3) geçen "vaadedilen gün"den maksad kıyamet günüdür; "şahidlik edilen gün"den maksad arefe günüdür; "şahidlik eden"den maksad da cuma günüdür." Resulullah (sav) devamla buyurdular ki: "Güneş, cumadan daha hayırlı bir gün üzerine ne doğdu ne de battı. Onda bir an vardır ki, hayır duası o ana rastlayan bir kulun duası, mutlaka kabul edilir, bir şerden sakınma (istiaze) talebinde bulunan kimse de mutlaka ondan sakındırılır."

Not: Cuma günü: (hicri, arabi takvime göre)perşembe günü ikindiden sonra başlayıp cuma günü ikindi ezanında sona erer...
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0



ـ1ـ عن النعمان بن بشير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ، ثُمَّ قَرَأَ: )وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِى أسْتَجِبْ لَكُمْ( اŒية. أخرجه أبو داود والترمذى، وهذا لفظ وصححه .



1. (1750)- Nu'man İbnu Beşîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Dua ibadetin kendisidir" buyurdular ve sonra şu âyeti okudular. (Meâlen): "Rabbiniz: "Bana dua edin ki size icâbet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir" buyurdu." (Gâfir 60). [Tirmizî, Tefsir, Gâfir, (2973); Ebû Dâvud, Salât 358, (1479). Metin Tirmizî'ye aittir.]

AÇIKLAMA:

Cümle normalde اَلدُّعَاءُ عِبَادَةٌ yani "Dua ibâdettir" şeklinde olması gerekir. Ancak araya hem zamir girmesi ve hem de ibâdet kelimesinin başına eliflâm konarak kelimenin ma'rife kılınması, Arapça'da mânaya kuvvet kazandırmaktadır. Böylece hadis, "ibadet münhasıran duadır, "duadan başka bir şey değildir" gibi hasr ifâde eden bir mânâya gelir. Bunun örneği hacc bahsinde geçmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haccın esâsını Arafat vakfesi teşkil ettiği için, اَلْحَجُّ عَرَفَةٌ "Hacc Arafat'tır" buyurmuştur. Bunun mânâsı, "haccla ilgili rükünlerin en büyüğü Arafat'taki vakfedir" demektir.

Öyle ise, dua da kabul edilsin edilmesin bir ibadet olmaktadır. Çünkü dua ile kişi, ihtiyacını teminde aczini idrak etmiş, bunu ancak her şeye kâdir olan Rabbinin te'min edeceğinin şuuruna ermiş ve bu sebeple O'na iltica etmiş olmaktadır. Esâsen ibâdet de bundan başka bir şey değildir. Nitekim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın delil olarak okuduğu âyet, önce dua etmeyi emrediyor, sonra da kibir ve büyüklük havasıyla "dua etmemek"i, "ibadet etmemek" olarak ifâde zımnında duâ etme dâvetine icâbet etmeyenlerin cehenneme hakîr ve zelîl olarak gireceklerini beyan ediyor.


ALLAHA EMANET OLUN
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
عن أبي هريرة

تعس عبد الدينار وعبد الدرهم وعبد الخميصة إن أعطي رضي، وإن لم يعط تعس وانتكس، وإذا شيك فلا انتقش
طوبي لعبد أخذ بعنان فرسه في سبيل الله أشعث رأسه مغبرة قدماه إن كان في الحراسة كان في الحراسة وإن في الساقة كان في الساقة إن استأذن لم يؤذن له وإن شفع لم يشفع.
(خ ه).



عن حارثة بن وهب
ألا أخبركم بأهل الجنة؟ كل ضعيف متضعف، لو أقسم على الله لأبره. ألا أخبركم بأهل النار؟ كل عتل جواظ جعظري مستكبر متفق عليه









عن مصعب بن سعد قال: قال النبي صلى الله عليه وسلم:


(هل تنصرون وترزقون إلا بضعفائكم).
صحيح البخاري،.


عن أبي الدَّرداءِ قال: سمعتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيهِ وسَلَّم يقول


(ابغُوني في ضعفائِكُمْ فإنَّما ترزقُونَ وتُنصرونَ بضعفائِكُم) .الترمذي










Ebu Hureyre RA rivayet ediyor: Peygamber aleyhisselam Efendimiz buyurdular ki:​





Dinar dirhem kölesi, kılık kıyafet tutkunu batmıştır;

ona verildiğinde memnun olur, verilmezse kahrolur, zelil olur.
Vücuduna bir diken batsa onu bile çekip çıkaramaz.

Allah’ın şu kuluna da ne mutlu!



Allah yolunda atının yularını tutmuş, saçı başı karışmış, ayakları toz çamur..

İleri hizmetlere verilir gider.. Geri hizmetlere verilir gider... Ama bir iş için ricada bulununca ricası kabul edilmez... Aracı olmak ister ama aracılığı kabul edilmez.” (Buhari)​




* * *​




Harise bin Vehb’in rivayetine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:​



Size Cennet ehlini haber vereyim mi?

Her bir zayıf ve itilmiş kimse; bu kimse, bir hususta yemin etse, Allah onun dilediğini yerine getirir.
Size cehennem ehlini haber vereyim mi?
Bunlar, kaba,cimri ve kibirli kimselerdir.” (Buhari-Müslim)​






* * *​


Mus’ab bin Sa’d RA, Peygamber aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:





Siz, ancak zayıflarınız sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” (Buhari)​




* * *​



Ebu’d-Derda RA diyor ki:
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’i şöyle buyururlarken işittim:​





Bana zavallılarınızı getirin! Siz, ancak zavallılarınız sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” (Tirmizi)
عن ثَوْبَانَ قال: قال رَسُولُ الله صلى الله عليه وسلم: "يُوشِكُ الأُمَمُ أنْ تُدَاعِيَ عَليْكُم كَمَا تُدَاعِيَ الأكَلَةُ إلَى قَصْعَتِهَا، فقالَ قَائِلٌ: وَمِنْ قِلّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ؟ قالَ: بَلْ أنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثُيرٌ، وَلَكِنّكُم غُنَاءُ كَغُنَاءِ السّيْلِ، وَلَيَنْزعَنّ الله مِنْ صُدُورِ عَدُوكُمْ المَهَابَةَ مِنْكُمْ، وَلَيَقْذِفَنّ الله في قُلُوبِكُم الَوَهْنَ، فقالَ قَائِلٌ: يَا رَسُول الله وَمَا الْوَهْنُ؟ قالَ: حُبّ الدّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ المَوْتِ".ابو داود:4297



Sevban RA anlatıyor:

"Resûlullah SAV Efendimiz buyurdular ki:

Oburların sofraya üşüştükleri gibi, yabancı milletlerin üzerinize çullanacakları zaman yakındır.!”

Orada bulunanlardan biri: "O gün sayıca az olacağımızdan mı?" diye sordu. Buyurdular ki:

"Hayır. Bilakis o gün siz çoksunuz!
Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız.
Allah,
- düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve
- sizin kalplerinize VEHN atacak!"
"VEHN de nedir ey Allah'ın Resûlü?" denildi. Buyurdular ki:
"Dünyalık sevgisi ve ölümden nefret!" Ebu Davud, Melahim 5, (4297).



 
Üst