Fatma Barbarsoğlu - Kalplerin karanlığı, karanlık kalplerin kararlılığı!

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İmaj yönetimi olarak vekil kaçırma

Ramazan'a veda ettiğimiz şu günlerde güncel siyaset üzerine bir yazı yazmak zorunda kalmak istemezdim. Kaldım. Çünkü konu mühim. Çarşamba günü okuduğunuz yazıyı yazdığımda henüz CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün serbest bırakılmamıştı. Henüz dağdakileri fazlasıyla "anlayan" açıklamasını yapmamıştı.
Bu bir milat diye yazmıştım. Aygün'ün kaçırılması kafaları karıştırmıştı. Serbest bırakılır bırakılmaz "dağdakilerden yana" yaptığı açıklamalar kafa karışıklığına cömert bir katkı sundu.
Aygün'ün Kürt ve Alevi kimliğinden dolayı kaçırılmasını anlamsız bulanlar olsa olsa Zazalığını öne çıkarttığı için kaçırılmıştır yolunda izah çalışmalarına girdi.
Lakin sonuç ortada. Kaçırılmadan önce medya mensuplarını, aydınlarını PKK'nın eylemlerine karşı dirayetle karşı durmaya çağıran Aygün "misafir" edilip eve dönüşünün ardından daha önce söylediklerini geçersiz bırakan bir açıklama yaptı. (Yapmış mıdır, yapmak zorunda mı kalmıştır bunu kısa zamanda öğrenmemiz pek mümkün görünmüyor.) Kaçırılan CHP vekili Hüseyin Aygün iken serbest bırakılan adeta başka birisi, yoldaşlarının sitemine maruz kalan BDP'li bir vekil olmuştur.
Niye kaçırıldı, neden kaçırıldı sorularının cevabı buradadır işte. Terör örgütü Hüseyin Aygün üzerinden imaj denetimi yapmıştır. Kaçırılmadan önce PKK'nın baskılarına dikkat çeken Aygün kaçırılıp 48 saat sonra serbest bırakıldıktan sonra "buradan" değil "oradan" bir lisan ile konuşmuştur: 'Kürt sorununun parlamentoda bulunan 4 partinin bir araya gelmesiyle çözülmesi gerektiğini söylediler. Bana yönelik herhangi bir tehdit yok. Son derece anlayışlı bir yaklaşım vardı. Akan kanın durması için CHP'den ve benden daha çok çaba beklediklerini ifade ettiler.(...) Sabah uyandığımızda bulunduğumuz bölgeyi Bahoz Erdal aradı. 'Kılına bile zarar gelmesin' diye talimat verdi. Sonra eylemin amacına ulaştığını söyleyip serbest bıraktılar. Giderken de sarıldılar, öptüler. Bu gençlerin tamamı evlerine dönmek istediklerini söylediler. 'Burada bulunan kardeşlerini unutma abi' dediler. Yürüyerek geldim. Ben Dersim'in dağlarını karış karış biliyorum."
PKK'nın imaj yönetimi ile ilgili olarak aldığı mesafeyi maalesef AK Parti kabul etmek istemiyor. Oysa bu gerçekle acilen yüzleşmemiz gerekiyor. Çarşamba günü Zaman gazetesinde Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Tuncer 'in yaptığı açıklamalar son derece önemli. Bu açıklama 24 saat içinde unutulacak açıklama değil. Terör örgütü yoksul çocuklara çengel atmakla yetinmiyor artık. Üniversitenin kampüsüne giriyor gençleri karşı cins üzerinden "ikna" ediyor.
PKK terörüne karşı bölgenin yoksul ve eğitimsiz çocuklarını koruyamıyorduk. Vakti zamanında hepimiz seferber olsa idik bir arpa boyu yol alırdık. Lakin geldiğimiz noktada başkentin göbeğinde "sevgili edinmek"üzerinden ikna edilen gençlerle karşı karşıyayız.
AK Parti hükümeti gençlere yönelik projeler konusunda iktidara geldiğinden bu yana dişe dokunur bir şey yapmamış olduğunu ne zaman kabul edecek?
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Vicdanlar tatilde mi?

Doğduğum yere de doyduğum yere de yabancı kalan ben en çok turist olmaktan korkarım.
Yabancı kimdir?
Yabancı kendini hiçbir zaman evinde hissedemeyendir.
Beni her yere yabancı kılan dünyaya kök salmaktan duyduğum korku belki de.
Paskal'ın muhteşem ifadesi ile merkezi her yer çeperi hiçbir yer olan dünya bazıları için her yeri evi yapıyor bazıları için evini bile gurbet.
Hz, Ali meselenin çok kadim bir mesele olduğunu hatırlatır bize. "Para gurbeti vatan, parasızlık vatanı gurbet yapar" diyerek...
Ama günümüzde daha mutlu olanlar en mutlu olanlar yurtsuzlar. O hiçbir yere ait olmayıp her yeri kendi malı mülkü sayanlar.
Hiçbir yere ait olmadan her yerin muktediri olanlar.
Aidiyet sorumluluk ister çünkü.
Bauman zenginlerin aidiyetsizliğini, fakirlerin kendilerini kendi evlerinde mahkûm hissetmeleri üzerinden değerlendiriyor.
Yaz sıkıntısı tam da bu budur.
Küresel dünyanın bazıları için açmış olduğu sınırsız hareketlilik imkânı yüzünden, yaz ayları herkesin (yazlığa gidenleri, bir hafta on gün tatil yapma imkânı bulanların bile) kendini mahkûm/kapatılmış olarak hissetmesine sebep oluyor.
Oysa güneş mutluluk hormonu için yeterlidir. Güneşin elleri ne kadar şefkatlidir.
Gerçekten bir yere gidebilmek ise dünyaya karşı nasıl göründüğünü umursamadan saatlerce gökyüzüne bakabilmektir.
Bedeni değil ruhu bir yerden bir yere götürebilmek bir basamak yükseltebilmek... Ne Ramazan-ı şerife girerken ne de ondan ayrılırken böyle bir amacımız olmuyor maalesef.
Yaz Ramazanları ile birlikte, ebedi âlemi kazanma şuuru değil, bir an önce bitirilip tatile koşulacak bir "Ramazan şuuru" her geçen gün biraz daha kavileşiyor yeni zengin Müslümanlarda.
Ramazan "tüketilip" tatile koşulacak.
Velhasıl bazılarımız Ramazan-ı şerifi yaşadı.
Ramazan ile yaşadı. Ayrılırken yaşanmışlıktan arta kalan hüzün ile gönlü buruldu.
Bazılarımız usançla oruç günlerini "tüketti".
Ramazan'ı "tüketenler" bayram sabahı "mübarek yeme içme aylarına" kavuştuğu için naralar attı.
Ramazan-şerif ile ne kadar yaşadığımızın nasıl yaşadığımızın ispatıdır mide fesadından hastaneleri dolduranlarımızın sayısı.
Nefsi emare basamağında yine kilitli kaldık! Yine ruhumuz bir basamak dahi çıkamadı.
Antep'ten gelen acı haberler ile bayramımız maalesef bayram olarak nihayetlenmedi.
Bayramımıza zehir katan, kattığı zehre masum çocukların küçücük bedenlerini katan terör örgütünü "anlamaya" çalıştıkça kaybeden biz oluyoruz.
Terör örgütüne, teröristlere, kaybolan hayatlara mesafemizi yeniden düşünmek zorundayız.
Diyorsunuz ki tatil ile başladığın yazıyı nasıl oluyor da terör meselesi ile bağlıyorsun. Anlayanlar anladı lakin anlamayanlar için küçük bir izah denemesinde bulunayım.
Cenaze törenleri bile ruhumuza temas etmiyor.
Vicdanlar tatilde mi?
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Biz bunca dertliyken siz niye bu kadar şensiniz!

Gençlerle karşılaştığımda en çok hangi köşe yazarlarını okursunuz sorusuna muhatap oluyorum. Eskiden hangi kitapları okursunuz diye sorulurdu.
Birkaç gazeteden birkaç yazar adı söylüyorum. Söylediğim isimlerin ortak yanı kalemlerini ve kelamlarını şiddet üzere kullanmayışları. Kendileri olarak kendi durdukları yerden ama iyi bildikleri konularda yazıyor olmaları.
Artan şiddet olayları ile haberlerin dili, gazetelerin manşeti, köşe yazarlarının fark yaratmak adına şiddet, pornografi soslu yazıları arasında doğru orantı olduğunu düşünüyorum.
Şiddetten şikâyet ediyor gibi yapıyoruz. Şiddet değince aklımıza sadece terör geliyor. Türkiye 'de terör olmasa her şey ne kadar güzel olacak diyoruz. Önce bu gerçek ile yüzleşelim. Terör olayları tavsar gibi olduğunda hayatımıza üçüncü sayfa haberleri girdi. Üçüncü sayfa haberlerini olabildiğince büyüterek, şiddetin şiddetini kullandığımız kelimelerle birkaç doz daha arttırarak ses çıkarmaya çalıştık.
Hıncal Uluç mesela. Şimdiye kadar toplam beş defa köşesine ya bakmışımdır ya bakmamışımdır. Gençler 'bakıyor' lakin. Bizde muhabir yok diye hayıflandığı yazısında kafasının çalışma biçimi karşısında dehşete düştüm. H.Uluç yaş almış ama belli ki hayattan hiç ders almamış. Isparta'daki vahşi cinayet ile ilgili olarak götüreceksin Ahmet Ümit'i ne güzel dizi yazı çıkar diyor. Eee dizi yazı çıkınca ne olacak? Gazetenin satışları artacak. Sonra cinayetin özendiriciliği artacak. İnsanların hayvani tarafına katkı sağlanmış olacak. Sonra... Sonrası heyecan peşinde koşan yazarlarımızı pek ilgilendirmiyor.
Sonrası şiddet. Sonrası güvensizlik. Sonrası korku. Sonrası tekinsizlik.
Şiddet haberlerini sekiz sütuna manşet yapsan ne oluyor, otuz iki bölüm tekmilini birden versen ne oluyor? Gazete satılıyor. Tek derdimiz bu. Satmak.(Bkz terör örgütünü satın alalım tart-ış-ma-ları.)
Ama ne acıdır ki, Hıncal Uluç'un, Ahmet Ümit'e üçüncü sayfa haberleri üzerinden yazı dizisi yaptırmayı önermesi dikkate alınıyor.
Oysa Ahmet Büke, (1970 doğumlu olduğuna dikkatinize çekmek isterim) 'Kumrunun gördüğü' adlı öykü kitabında Mahur Beste isimli öyküsünde oğlunu nerede yitirdiğini bilemeyen bir annenin memleketinden kalkıp Galatasaray'a gitmek için yola çıkışını anlatıyor. Ama nasıl anlatıyor! Nasıl çarpıcı, nasıl derin, nasıl şiirsel. En az üç kere okuyun. Ben öyle yaptım. Birincisinde dilin peşine takıldım. İkincisinde annenin hissiyatına odaklandım. Üçüncüsünü yazar için okudum. Dua niyetine.
Köşe yazarlarının, edebiyatçıların, gazete/kitap satışlarını arttırıcı yöntemler üzerine düşünmek yerine; Türkiye'nin gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, zengininden fakirine, yek dil olmasını sağlayacak üslubu, kavramları bulmak gibi bir derdi olmalı. En çok okunan yazar olmak için serseri mayın cümleler kurmak yerine, sade suya tirit aşk romanları kotarmak yerine sokağa çıkın ve insanların yüzündeki hüznü, öfkeyi, şaşırmışlığı ve korkuyu görün artık.
Bu korku, bu güvensizlik azalmayıp arttığı sürece ne yeni anayasa çıkar ortaya, ne terör biter. Ha bir müddet sonra teröre verdiğimiz canları algılamaz oluruz. Çünkü terörün hikayesi uzakta olandır. Düştüğü yeri yakandır. Ama yozlaşma hikayeleri eşiğin öbür tarafından bu tarafına geçendir.
Türkiye değil dünya bir yere gidiyor. Gözümüze güneş gözlüğü takarak güneşli günlere yol alamayacağımızı idrak edelim artık.
Yunanistan perişan, İspanya'da işsizlik toplumsal dokuyu bozacak boyutlara ulaşmak üzere. Japonya ve Çin özel mülk bir adanın satışı yüzünden birbirinin gırtlağına çökmek üzere. Adına bahar kondu diye gelenin bahar olmadığını Arap coğrafyası idrak etmek üzere. Suriye'nin ateşi sadece kendini değil, BM'nin sorumsuzluğu yüzünden bizi de yakmak üzere. Odaları bir bir yıkılan AB, islamafobi üzerinden antikor çalışmalarının şiddetini arttırmak üzere. ABD ne yapacağını bilmemenin tekinsizliğinde elindeki ateşi ya şundadır ya bunda vurdumduymazlığı ile İslam coğrafyasında rast gele bir yere atmak üzere.
Rusya bekleyişte, Çin gerileyişte.
Eskiler Allah bugünümüzü aratmasın derlerdi. Bu vurdumduymazlık bu tuzu kuru kibir yüzünden bu günleri arayacağımızdan korkuyorum.
İyi de siz niye bu kadar şensiniz!
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Fatma Barbarosoğlu - Market Duası / Buyurun Market Duasına

18 Mayıs 2013 Cumartesi 10:38

19146_285955814265_285850894265_3227856_5309707_n_850680665920.jpg


"Hafta sonlarının aileme, alışverişi değil ihtiyaç sahipleriyle paylaşımı hatırlatmasını özendir. Bozukluğumla kasa yanındaki ıvır zıvırı almayı değil yetimlere harçlık vermeyi güzel göster".Yeni Şafak gazetesi yazarı Fatma Barbarosoğlu, bir okuyucusunun yazısını köşesine taşıdı ve okuyucularının “market duası”nı ezberlemesini istedi.

Küre Medya / Haber Merkezi
Market Duası/Bu duayı yazın, ezberleyin/Fatma Barbarosoğlu

Tarihin her döneminde yoksullar, hastalar, yaşlılar, kimsesiz ve yetimler var idi.

Lakin göz gördüğünden kendini mesul hisseder, Allah kulu kula vekil kılmış diyerek tanıklığını sorumluluğa çevirmeye çalışırdı insanlar.

Yaşadığımız dönemi diğer dönemlerden farklı kılan; bizim herkesi dışarıda tutarak, kendimizi mutluluk parantezine beyhude sığıştırmaya kalkmamız...

Huzur da, mutluluk da tek başına tadılabilen/yaşanabilen duygular değil.

Huzur, mutluluk, şükür bir başkasının acısını, kederini tamir etmeye çalışırken edinilmiş yorgunluğun üzerine gelir daima.

Postmodern tanıklığımız, sorumluluk paylaşmaya değil şiddete yol açıyor, küçümsemeye kibire yol açıyor. Postmodern dünyanın incinmişlerini sadece başarı hikâyesinin öznesi olarak görmeye tahammülümüz var.

Allah fakirleri, kimsesizleri sever, ben de Allah'ın sevdiklerinin yanı başında olayım bilinci yok maalesef bizde.

Bu bilinç yok diye 'yapay bilinç' nakli bekleyecek değiliz!

Her dönemin bir imtihanı, her imtihanı geçecek bir dua vardır malumunuz.

Sizi okuyunca vurulduğum bir dua ile baş başa bırakıyorum. Dua Şevket Hüner Beyefendiye ait. Bu duayı kaydedin. Nereye mi? Zihninize ve kalbinize elbet.


Buyurun market duası...

Ya Rabbi;

-Ailemin zoruyla dâhil olduğum tüketim yarışının bir ferdi olmaktan aklımı muhafaza et.

-'Herkes sepetini doldururken ben bundan geride kalıyorum' eleminden kalbimi halas eyle.

-Şu an önünde durduğum tüketimi artırmak için tasarlanmış Marketten nefsimi himaye eyle. İsrafa teşvik eden bu yere istemeyerek sol ayakla giriyorum sağ ayağımla çıkmamı nasip eyle

-Küçük esnafı yok edip her şeyi kendi bünyesine alarak canavarlaşmış olandan ailemi gözet.

-Asgari ihtiyaç listemin dışında alışveriş etme isteğimin israf olduğu kanaatine eriştir.

-Diğer dolu sepetlerin tesiriyle elindekinin azlığıyla gönlü ezilen mağdurları muhafaza buyur.

-Lüzumlu olanı alacağım reyonun etrafındaki dolu rafların ayartmasından gözümü sakındır.

-Aileme alışveriş ederken ihtiyaç sahiplerini de unutmayıp onları memnun etmeyi nasip eyle.

-Tüketerek mesut olunacağını vehmeden nefsimi, paylaşarak hoşnut olmaktan hissedar eyle. 'Kendini iyi hissetmediğinde alışveriş etmelisin' şeytani yönlendirmesinden zihnimi arındır.

-Kurban bayramında eti paylaştıklarıma kasap reyonundan alış veriş etme şerefine erdir.

-Türlü türlü çukulataları ve şekerleri görünce bunlarla yetimleri bir an sevindirmeyi nasip eyle.
İndirim peşinde gün boyu market market gezmeye meyyal nefsime hasta ziyaretini sevdir.

-Hafta sonlarının aileme, alışverişi değil ihtiyaç sahipleriyle paylaşımı hatırlatmasını özendir.
Bozukluğumla kasa yanındaki ıvır zıvırı almayı değil yetimlere harçlık vermeyi güzel göster.

-Yaşlı ve hasta komşuların alışverişini yapıp poşetlerini evlerine teslim etmeye müyesser kıl.

-Semt pazarlarının kurulduğu gün marketlerin yaptıkları indirimlere itibar etmeme mani ol.

-Vücuduma ve aileme zarar veren şeyleri alıp doktorlara ve ilaçlara muhtaç kalmaktan koru.

-Gerekli olmadığı halde kampanyalara kanıp 'yığıp durma' hastalığından nefsimi halas eyle.

-İhtiyacımız olmayan ürünleri sırf yanında hediyesi var diye alma ahmaklığından beri eyle.

-Tüketimi arttırmak için çalınan müziğin coşkusuyla çılgınca alışverişten nefsimi uzaklaştır.

-Girişteki dolaba elimdekileri bırakıp yeni yükler edinme konforuyla aldatılmaktan koru.

-Alışveriş sepeti üzerinde gezdirerek bebeklerimizin pirupak fıtratlarını kirletmemizi engelle.

-Marketin, kızlarımın masum evcilik oyunlarına sinsice sızmasından muhafaza buyur.

-Çocukları markete götürüp tüketim alışkanlığı edindirme aymazlığından cümlemizi beri eyle. Henüz kazanmadığım parayı harcamama sebep olan kredi kartının şerrinden zatına sığınırım. Eşlerimize ve çocuklarımıza ek kart çıkartıp ipin ucunu kaçırmamızı isteyenlere fırsat verme.

-Kredi kartıyla tüketince 'bonus' biriktirmenin kazanç değil kayıp olduğunun izanına ulaştır. Slip çektirme kolaylığına kanıp borcunu ödeyemeyince özgürlüğünden olandan haberdar eyle.

-Evlere servisin, taşıyamayacağımız kadar alışveriş ettirme tuzağı olduğunun idrakine erdir.

-'Tükettiğin kadar medeni ve çağdaşsın' diyen Neoliberal politikaları yerin dibine geçir.

-Ekstrede ayrıntısını gördüğüm halde tövbe etmediğim harcama kalemlerinden affına sığınırım

-Kapıma bırakılan market broşürlerinin tesiriyle ihtiyaç listemi şişirmekten nefsimi koru. Reklâmlarda aciz gösterilen erkek ve öne çıkarılan kadınla kurulan tuzağın idrakine erdir.

-Küsuratlı etiketlere kanıp sanki çok ucuz alıyorum izlenimine kapılma safdilliğinden koru.

-Bizleri, yeni bir ürünü tattırmak adına kurulan reyonda doyma kurnazlığından beri eyle.

-Tüketmek istediğimde ayaktayken oturmayı, otururken yatıp bu histen kurtulma dirayetine ulaştır.

-Her türlü ateşi söndüren 'abdest' almanın içimizdeki israf ateşini söndürmesini nasip eyle.


Âmin...

Şevket HÜNER

Fatma Barbarosoğlu/Yeni Şafak
 

Ahmet

Çöl Aslanı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,764
Tepkime puanı
224
Puanları
0
Yaş
38
Çarpıcı bir dua. Amin diyelim..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kod adımız muhafazakar

I-Allah uzun ömürler versin Başbakanımız olmasa Türkçemiz yeni deyimler kazanmayacak. Son bir haftadır her vesileyle her yaş ve her kültür seviyesinden insanın dilinde bazen nükte bazen şikâyet bazen e yetti ama bu kadar da olmaz edasında bir 'kızlı erkekli' tartışmasına tanık oldum.

Kızlı erkekli tabiri post modern dönemi en iyi izah eden kavram çifti olduğu için kamuoyunun diline bu kadar derinden düştü diye düşünüyorum.

Geliniz meseleye başka bir açıdan bakalım.

Seküler zihniyet kızlı-erkekli ortamlara eleştiri getirilmesinden rahatsız.

Peki, şöyle yapsak olur mu? İslamcıların/muhafazakârların kızlı erkekli mekân paylaşımını dindarlar görmeye ve tartışmaya ve değerlendirmeye hazır mı?

Başbakanımız tebdili kıyafet eylese de 'başörtülü instagram kuşağı'nın mekân paylaşımını bizzat yerinde tespit etse...

II-

Küresel dünyada 'burası' ve 'orası' diye bir şey yok.

Hepimiz buradayız ve hiç kimsenin kimseyi yerinden kıpırdatmaya ne takati var ne de hakkı.

Herkesin durduğu yeri muhafaza ederek dünyamızı genişletebileceğimizi idrak edebilmemiz için, ihtiyacımız olan şey saygı.

Saygıyı 21. Yüzyıl kodları ile yeniden inşa edebilmemiz için mesafeyi korumaya dikkat göstermemiz gerekiyor.

Sağlıklı bir mesafe inşası için özel ve kamusal alanın dilinin birbirine karıştırılmaması gerekiyor.

Oysa siyasetin derinliksiz söylemi ve medyanın bu söylemi polemik üzeriden tüketime sunması yüzünden, kamusal alana her gün özel alanın dili enjekte ediliyor.

Ve bu konuda muhafazakârlar bütün kesimlerden maalesef daha hızlı.

Oysa mahremiyetin korunması için özel alanın 'özelde' kalmasına ihtiyacımız var.

Mahremiyet konusunda muhafazakârların kafa karışıklığı üslubu olmayan bir dil üzerinden her vesile ile ortaya çıkıyor.

Bu üslupsuzluk üzerinden karşı tarafı atağa kaldırarak 'muhafazakâr' bir izlenim verilmeye çalışılıyor.

Birileri Türkiye muhafazakârlaşıyor diyor, kod adı muhafazakâr olanlar ise 'Hakkımızı teslim ediyorlar nihayet' emniyeti içinde keskin cümleler kurmaya devam ediyor.

Ne Türkiye'nin ne de dünyanın 'muhafazakârlık' ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığını ispat etmek için geçen hafta her dakika karşımıza çıkan 'iç çamaşırı' defilesinin 'melekler podyumda' anonsu ile verilmesini hatırlatmam yeterli olur zannediyorum.

Dünyanın nereden nereye gitmekte olduğunu anlamamız için şu bilgiyi affınıza sığınarak paylaşmak istiyorum: 1946 yılında Loiz Reaud tarafından bikini tasarlanır. Fakat 'kıyafet' o kadar uygunsuz bulunur ki mankenler giymeyi reddeder.

Bikini Paris kumarhanesinden bir dansçıya giydirilir.

1964'e gelindiğinde ise Avrupa sahillerinde kadın bedenine dair gizli saklı neredeyse kalmamıştır.

III-

Çıplaklık cüretini giderek arttırıyor. Yaşadığımız dönem Roma'nın son dönemine benziyor adeta. Bolluk ve refahtan çürüyen Roma.

Dünya değerlerinden boşanmış çürürken bizim 'edep' ve 'mahrem' anlayışını, 'ötekiler' üzerinden tartışmadan çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor.

Çıplaklığın artan cüretine Paris üzerinden, Türkiye'nin seküler çevrelerinden değil İslami kesimin kına gecelerinden, kadınlar plajından da bakmanın önemli olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.

Ne ki bu bahse üç nokta koyayım da siz kendi gözlemlerinizi o üç noktaya itina ile yerleştirin.

Bu yazının yazılma sebebine gelince...

Dindarlar, muhafazakârlar olarak, 'ötekiler' in ahlakını/ahlaksızlığını merkeze alıp sorgulamak yerine ben neyi layıkıyla temsil edemiyorum sorusu ile yüzleşmeden bir arpa boyu yol gitmemizin mümkün olmadığını artık idrak etmek zorundayız.

Ahlakı koruyan kıyafet değil, kıyafeti koruyan ahlaktır.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
'Matbaanın icadı hicivdir', sosyal medyanın icadı katliam!


Haftanın ilk gününe; içinde debelenmekte olduğumuz gündemin dışına çıkarak başka bir yerden, başka bir zamandan çok başka duyarlılık alanlarından hanemize ışık düşürerek başlamak istiyorum.
Bugün sizler için Kierkegaard'dan 'matbaanın icadı hicivdir' diyen paragrafını seçtim.
Kierkegaard kimdir? 1813–1855 tarihleri arasında yaşamış olan Danimarkalı bir filozof. Kısa ömrüne 30 eser sığdıran 'iyi bir Hıristiyan'.
Kierkegaad'ın 'Kahkaha Benden Yana' adlı kitabına önsöz yazan Adrew Hamilton Kierkegaard hakkında şöyle diyor:
'Kimselere gitmez, kendi evinde de kimseyle görüşmez bu da görünmez bir meskenin bütün amaçlarını açıklıyor; içeriye giren oldu mu asla öğrenemedim. Buna rağmen onun tek büyük çalışma alanı insan doğasıdır; kimse onun kadar çok sayıda insan tanımaz. Aslında gün boyunca şehirde dolaşır durur, genellikle de yanında biri vardır; sadece akşamları okuyup yazar. Yürürken çok konuşkandır ve aynı zamanda kendisine yararlı olması muhtemel her şeyi yanındakinden çekip almayı da başarır.'
Kimselerin evine girmeyen kimseleri de evinin kapısından içeri almayan filozofumuzu bu yazı için önemli kılan nokta matbaanın icadına dair söylemiş olduğu cümleler:
'Matbaanın icadı bile neredeyse hicivdir, aman Tanrım o zamandan beri söyleyecek sözü olan ne çok insan varmış. O müthiş icat daha doğarken ölüme mahkûm bir sürü zırvanın yayılmasına yol açtı.'(s.216)
Kierkegaard'ın matbaanın icadına dair söylemiş olduğu cümleler bugün bizim için sosyal medya alanında yol açıcı cümle hükmünde. Neden mi?
Her teknolojik icat, tabii bir yayılma içinde varlığını geliştirdiğinde 'yeniliğin' görgüsünü de aşama aşama gerçekleştirmiş olur. Ancak post-modern dönem hiçbir şeyin aşama aşama gerçekleşmesine izin vermiyor.
Post-modern dönem makinelerin insanlar için değil insanların makineler için olduğu bir çağ. Dijital çağda hayatımıza giren her teknolojik ürün şimdiye kadar oluşturmuş olduğumuz bütün adabı muaşeret kurallarını, mahremiyet algısını imha ediyor.
Dünyadaki son çılgınlık selfie çılgınlığı. Selfie kişinin cep telefonu ya da fotoğraf makinesi ile kendi fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşması anlamına geliyor.
Amerikalı bir kadın artistin 'uygunsuz fotoğrafları'nın internet ortamında yayınlanmasından sonra 'sıradan 'insanlar o fotoğrafları' da aşan pozlar vererek fotoğraflarını sosyal medyada paylaştı.
Ekmeği paylaşmayan insanlar kendi fotoğraflarını paylaşmalara doyamıyor. Bütün dünyada tahminen günde 350 milyon fotoğraf paylaşımı yapılıyor.
Fotoğraf paylaşımını daha bir şevkli hale getirmek için olsa gerek selfie çılgınlığına destek vermek istercesine TIME kendi fotoğrafını çekip paylaşan şehirlerin listesi üzerine bir araştırma yayınlandı. TIME'ın araştırmasında, Filipinler'in Makati ve Pasig şehirleri, sosyal medya kullanıcıları arasında oldukça popüler olan 'selfie' fotoğrafların en çok çekildiği şehir olarak belirlendi.
Bu listeye, Türkiye'den iki şehir girdi. 65'inci sırada yer alan Adapazarı'nda her 100 bin kişiden 39'u selfie çekiyor. 80'inci sırada bulunan Eskişehir'deyse 100 bin kişiden 35'inde selfie alışkanlığı var.
Yazının devamını okumak için tıklayınız!
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ümmet bilinci ile uluslararası yurttaşlık omuz omuza ve...

Tembeller çalışanları sevmez. Kurumların en çalışkan insanları bir müddet tek başına bütün kurumun yükünü omuzlamasına rağmen yine de ilk kovulan olur.Neden mi?Onun çalışması ve gayreti; diğerlerinin atıl bedenini, örümcek ağı ile kaplanmış gözlerini ziyadesiyle yorar.Yekpare tembelliklerine, bakteri üreten köşelerine geri dönebilmek için, çalışmaktan yorulmayanın bir an önce gözlerinin önünden çekilmesi şarttır.Bu profilin sosyal medyadaki karşılığını; yapılanlara değil yapılmayanlara odaklanarak elindeki çamur topunu sağa sola atanlar temsil ediyor.Dünyanın başka ülkelerinde nasıl bilmiyorum; Türkiye'de sosyal medya, duyarlılıkları t...

Yazının devamı için tıklayın >>
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Fatma Barbarsoğlu - 'Bedelli'nin bedelleri: Verimli askerlik ile verimli hayat arasında

Yıllar önce bedelli askerlik için benden destek bekleyen okuyucularıma neden destek veremeyeceğimi beyan eden bir yazı yazmıştım.
Bugün ise bedellinin 28 yaş olarak açıklanmasının sakıncalarına dile getiren bir yazı yazacağım. Bedelli yaşı bekleyişe dayalı olmamalı. 25 yaşına gelen ve askerlik yükümlülüğü altında bulunan gençler 25 yaşında ödemeleri gereken miktarı bilerek hayatlarındaki askerlik belirsizliğinden kurtulmalı.
Neden mi?
Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlardan dolayı askerlik, hayatın bütün cephelerini değiştiren ana etken olarak varlığını koruyor.
Özellikle üniversite okumuş olan gençlerin önemli bir kısmı askere gitmek istemiyor. Çünkü askere gideceği zaman kariyer planlamasında bir kesinti olacağından ve bıraktığı yerden devam edemeyeceğinden endişe ediyor. Kariyer basamaklarını çıkarken askerlik yaşı da ilerliyor. Fakat Türkiye’de askerliğini yapmamış erkekler hiçbir sektörde asli elaman olarak kabul edilmiyor. Tam zamanlı çalışsa bile yarı zamanlı kategorisine değerlendiriliyor.
Bu meselenin birinci boyutu.Yani hakikaten akademik kariyer yapmak isteyen gençlerin bulunduğu kategori olarak belirleyelim bu bölümü.
Meselenin ikinci boyutu ise askerlik yapmak istemediği için akademik hayatı, askerliğin önüne çekilmiş set olarak kullanmak isteyen gençlerin durumu.
Birincilerin aldığı kararlar sadece kendi hayatlarını ve yakın çevrelerini etkilerken; ikincilerin askere gitmemek için akademik kariyeri askerliğin önüne çekilmiş set olarak kullanmaları, bütün akademik hayatı, dolayısıyla hayatın bütün sosyal yönlerini etkiliyor.
Üniversitelerdeki yüksek lisans ve doktora tezlerine bakalım lütfen. Her yıl yüzlerce tez yazılıyor ama içlerinden kaç tanesi gerçekten içinde bir “tez” barındırıyor?
Akademik hayat erkek öğrenciler için askerlik ile göz göze gelmemek için saklanılacak bir yer durumuna geldi neredeyse.
Askerlik sadece askerlik çağındaki gençleri ilgilendirmiyor. Aynı zamanda onların yaşıtı olan genç kızları da ilgilendiriyor. Aileler haklı olarak damat adayının askerliğini yapmış olmasını, hayatın içinde akacağı istikameti üç aşağı beş yukarı belirlemiş olmasını talep ediyor. Bu durumda gençler evlenemiyor ama diğer taraftan sündürülmüş arkadaşlıklar içinde birbirlerinin tüketeni olarak vakit geçiriyorlar.
Durum vaziyet bu merkezde olunca çıktı çıkıyor ha şimdi çıkacak beklentisi içinde yıllar geçiyor.
Hafta başında bedelli askerliğin “bedeli” ve istifade edebileceklerin yaşı açıklandı.28 yaşından gün alanlar 18 bin lira ödeyerek bedelliden faydalanacak. Banka kredileri devrede.
Bunca beklentinin sonunda nereye varmış oluyoruz:
Gençlerin hayat verimliliği artmıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de talepleri karşılanmıyor.
Genç işsizliğinin giderek arttığı bir Türkiye gerçeği içinde askerlik ile ilgili yapılanmayı aşama aşama gözden geçirmeyi düşünmek zorundayız.
Parası olanlar bedelli olarak askerlik yapabiliyorsa, parası olmayanların da askerde bulunduğu süre içinde maaş alması aradaki uçurumu bir nebze kapatacak bir işlevi yerine getirebilir mi acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Diğer taraftan teknoloji çağında ömründe bir defa askerliğini yapmış olmak, ömür boyu kişinin gerektiğinde asker olarak kullanılabileceği anlamına gelmiyor.
Velhasıl verimli askerlik ile verimli hayat çakışıyor ve ikisinde de geriye kocaman bir verimsizlik kalıyor.
Bedelli askerliğin bedelinin 18 bin Türk lirası olarak açıklanmasıyla birlikte, en son 2011 yılında çıkarılmış olan bedelli askerlik karşılığı ile mukayese edilerek aradaki 12 bin TL üzerinden değişik yorumlar yapılıyor.
Arkadaşlar bedelli askerlik meselesini bütün boyutları ile tartışalım ebette, ama seri sonu indirimli satışlar boyutuna indirgeyerek değil.
YENİ ŞAFAK
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kalplerin karanlığı, karanlık kalplerin kararlılığı!Nasrettin Hoca kendi ölümünü büyük kıyamet, zevcesinin ölümünü küçük kıyamet olarak nitelendirmişti. Merhum, hayatta olsaydı ihtimal “ülkesel elektrik kesintisi”ni küçük kıyamet olarak adlandırırdı.
Daha şunun şurasında bir kaç gün önce “dünya saati”ni uygulamış, fazla ışıltılı mekanlarımızı gezegene ayak uydurup şöyle bir kapatır gibi yapmıştık.
Bilmiyorduk ki, “dünya saati” dışında üç vakte kadar bir de “Türkiye saati”miz olacak.
Dünyanın en birinci petrol üreticisi ülke bizmişiz gibi herkesin altında bir otomobil!
Malum havalı işleri seviyoruz. Esasa dair bir meselemiz yok. İmaj lazım bize, imaj dediğiniz de ışıksız, parıltısız, yaldızsız olmuyor tabii.

“Ülkesel elektrik kesintisi”nden alınacak dersler:
1-Herkes ve de her şey neye bağlıymış? Enerjiye. Yer altı kaynakları konusunda enerji açısından nasipsiz olan necip memleketimizde, onu bunu vatan haini ilan edeceğimize öncelikle enerji tasarrufu konusunda hiç de tutumlu olmayan kendi nefsimizi vatan haini kabul edelim.
Merkezi ısıtma, 15 derece İstanbul ikliminde mekanları hamam gibi ısıtıyor, yandım Allah diyenler soğutucuları açıyor. Bkz kamu binaları.

2-Metro istasyonları elektrik kesintisi ihtimaline göre yeniden düzenlenmeli. Jeneratörlerin devreye geç girme ihtimaline karşı, kamusal mekanlarda B planı devreye sokulmak üzere hazır tutulmalı.

3-Elektrik kesintisinin olduğu saatlerde Berkin Elvan’ın ölümüne dair soruşturmayı yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alınması, iki olayın aynı zamana denk gelmesi olayın kör bir tesadüf olmadığı tezini anlamlı kılıyor. Üstelik DHKP-C bıçak sırtı ilerleyen günlerde en kritik noktalara eylem gerçekleştirmesi ile bilinen bir terör örgütü. Silahın elektrik kesintisinden yararlanılarak içeri sokulup sokulmadığı üç vakte kadar ortaya çıkacaktır elbet. Fakat şu konuda basiret sahibi kişiler olarak anlaşabilmemiz gerekiyor:
Kötü olan kötüdür. Eylemin kötülüğü eylem ile alakalıdır, eylemi yapanın kimliği ile değil. Savcıyı mesela IŞİD militanları rehin almış olsa idi olaya bakış açınız ne olacaksa sol terör örgütüne de bakışınız aynı olmak zorunda.

4-Bir kez daha kötüye hep beraber kötü diyemedik. Terörü meşrulaştırmak için bir çocuğun ölümünün bu kadar kullanışlı hale getirilmesi “sosyal demokrat hassasiyetinize” neden dokunmuyor! Berkin Elvan’ın babası “sadece adalet” isterken, keyfi yerinde “ekran yüzleri” rehin alınan savcıyı ölüme göndermeye neden bu kadar istekli!


5-Ülkenin karanlığı kötü elbet. Ne ki dört bir yan elektrikler gelince aydınlanacak. Yaşadığımız karanlık sadece maddi ya da teknik değil. “Ülkesel elektrik kesintisi” bazı kalplerin ne kadar karanlık olduğunu da ortaya çıkardı. Rehin alınan savcının ölümünü maç heyecanı içinde yazan tivitırcılar mesela...
Kalplerin karanlığı ve karanlık kalplerin kararlılığı konusunda ne yapacağımıza dair acilen düşünmemiz gerekiyor.
 
Üst