ismail
Yeni
- Katılım
- 3 Mar 2007
- Mesajlar
- 20,475
- Tepkime puanı
- 2,063
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
"Ev kadını" yok "evdeki kadın" var...
Bahar geldi. Bahar bize kaç vakittir tehdit ile geliyor. Ölüm ile geliyor. Umutlar her defasında başka bir bahara kalıyor.
Bahar gelince, yaz gelince ekranlar; ekran kamusallığını terasa, sayfiyeye taşır. Hayatın hakiki anlamına yalan dünyanın ufacık bir dokunuşudur açık hava ekranı. Lakin bu defa çetin geçen kıştan sonra açık hava CHP'lilerin iştahını kabarttı. Eylem dili ortaya koyar gibi yapacaklar Tandoğan Meydanı'nda. Grup toplantısı mı olur miting mi olur tartışmaları birkaç gündür aldı başını yürüdü. Yarın inşallah hoş görüntüler eşliğinde CHP'nin bu alandaki "ilk" oluşunu konuşuyor oluruz. Malum tüketim çağında ilk olmak, çocukların tabiri ile yepisyeni olmak çok önemli. Meclis dışı grup toplantılarının ilkini BDP'liler Diyarbekir üzerinden tescilleşmişlerdi ya... CHP grup toplantısını miting formatı üzerinden "ilk"leştirecek.
Bunca "yenilik", bunca gündem yoğunluğu içinde, biz kadim meselemize geri dönelim. Çünkü yarınlara sağlıklı aile yapısı içinde sağlıklı bireyler olarak yürüyebilmemiz için, kadınların çalışması meselesinde ortaya koyacağımız sağlam bakış açılarına ve ilkelere ihtiyacımız var.
Bir tarafta aman kadınlar çalışsın, ille de çalışsın, öbür tarafta zinhar kadınlar çalışmasın diyenlerin baskın sesi yüzünden, kadınların çektiği sıkıntılar giderek artıyor. Pek çok mektup aldım konu ile ilgili olarak. Ama iki mektubu özellikle dikkatinize sundum Cuma günü. Çünkü bu iki mektubun temsil değeri çok yüksek. Temsil değerinin yüksek olma sebebi şu: İkinci mektup çalışmak zorunda olan kadınların sıkıntılarını, bu sıkıntıların aşılmasına yardımcı olacak önerileri ortaya koyuyor.
Birinci mektup ise, eğitimli kadınların ontolojik duruşu ile bağlantılı olarak ortaya koyuyor çalışma azmini. İhtiyaç burada maddi değil, manevi. Kadınların çalışmasını sorunlu hale getiren durum tam da bu: Madem muhtaç değil niye çalışıyor?
Genç kızların, kadınların çalışmaması gerektiğini iddia edenlerin esasında kız çocuklarının eğitimine de karşı çıkması gerekiyor.
Kız çocuklarının eğitiminin sınırlanmasını ifade edenler var mı? Hayır!
İslami kesimde kız çocuklarının eğitimine bugün dindarlar karşı çıkmıyorsa, başörtüsü yasaklarına ve laikçilerin bu konudaki direnişine çok şey borçluyuz. Çok paradoksal bir durum gibi görünüyor. Ama vakıa bu. Başörtüsü yasakları başlamadan önce, İslami kesimde kadınların tek başına kaç kilometre yolculuk edeceği konusunda tartışmalar yapılırken; başörtüsü yasakları ve katsayı zulmü ile birlikte başörtülü kızların yurt dışı macerası için herkes gönüllü oldu. Gidilecek dendi gidildi. Ailelerin gözünün arkada olmaması için özellikle Avusturya'da muazzam bir örgütlenme gerçekleştirildi. Gitmek mi zor kalmak mı zor bir şarkı sözü olarak kaldıysa da; gidenler için dönmek mi zor kalmak mı sorusu yakıcı bir hakikat olarak her geçen gün varlığını hissettiriyor.
Durum bu merkezde olduğu halde; İslami kesimde kadınların çalışması meselesine sanki öyle bir sorun hiç yokmuş gibi yaklaşılmasını nasıl değerlendireceğiz?
Öncelikle şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor. Kadınların çalışmasının iki sebebi var: Ya yokluktan ya varlıktan. Yokluk maddi yokluk. Varlık ise kız çocuklarının aldığı eğitim.
Hayatının on yedi yılını örgütlü bir zamanda ve örgütlü bir mekânda; ilk okul, orta okul, lise, üniversite'de geçirmiş genç kızların eve dönmesini beklemek onlardan annelerinin bile değil, hamin ninelerinin "hayat azmini" beklemek ne kadar anlamlı?
90'ların sonuna kadar İslami kesimde bazı cemaatler kızların liseden sonra eğitimine devam etmesine mesafeli durdu. Serbest meslek ile iştigal eden erkekler, lise mezunu kızlarla evlendiriliyordu. Dolayısıyla kızlarını okula göndermeyen bazı cemaatler için kadınların çalışması gibi bir sorun hiç gündemde yoktu. Ta ki ev kadını ile evdeki kadın ayırımını fark edinceye kadar. Üst gelir düzeyine sahip olan ailelerdeki kadınların konumunu "ev kadını" değil "evdeki kadın" olarak ayırmak gerekiyor.
Elektronik aksamın evleri işgal etmediği zamanlarda evler, kadınlar ve çocuklar için korunaklı mekanlar idi. Oğlu için gelin arayan kayınvalide adaylarının, talip oldukları genç kızın hiç otobüse binmemiş olmasını bir ölçü olarak ortaya koyması, bir taraftan meseleye ne kadar sınıfsal göstergeler açısından bakıldığını gösteriyor. Ki bunu ayrıca tartışmamız gerek. Ama bu kıstas, diğer taraftan, yabancılarla aynı mekânı paylaşmama titizliğine de işaret ediyor. Biz analizimize kriterin bu ikinci yönünü ele alarak devam edelim. Yabancılarla ortak zaman ve ortak mekân kullanmama hassasiyetinin, yani mahremiyet hassasiyetinin anlaşılmayacak bir yönü yok. Ama bugün ortak zaman ve ortak mekân artık "dışarıda" değil tam tersine, elektronik aksamın mihmandarlığında hanenin ortasında gerçekleşiyor.
"Helal internet" kavramı diye bir şey hayatımıza dâhil oluyorsa. Dünyanın dört bir tarafından kanat önderleri, dini liderler buna ön ayak olup gençler iyi vakit geçirsin diye böyle bir projeyi başlattıklarını "büyük bir mutlulukla" dile getiriyorsa. Bütün bunları dile getirdikleri programın sonunda; biri mağripten biri maşrıktan iki gencin birbirlerini internet üzerinden tanıyıp; tanışıklıklarını nikâhla noktalamış olmalarını "gurur verici bir tablo" olarak sunuyorsa... Zamanı ve mekânı başka bir yerden "okumak" zorundan olduğumuzu daha fazla direnmeden kabul etmek zorundayız. Sosyal hayatın değişimine direnme, bir aşama sonra mutlak teslimiyeti getiriyor. Değişime direnmek yerine, değişimin içinde ilkelerimizi muhafaza etmenin yöntemini bulmak zorundayız.
"Çalışan kadın"ın ailesini ihmal ettiği tezini seslendirmek yerine, erkeğin aile içindeki görevinin sadece para kazanmak olmadığını; kavvam sıfatına ancak Peygamber Efendimiz'in sünnetine uyarak sahip olabileceğini hatırlatmamız, hatta bunun hiç unutulmamasını sağlamamız gerekiyor.
Bu konu burada bitmez. Devam edeceğiz.
Bahar geldi. Bahar bize kaç vakittir tehdit ile geliyor. Ölüm ile geliyor. Umutlar her defasında başka bir bahara kalıyor.
Bahar gelince, yaz gelince ekranlar; ekran kamusallığını terasa, sayfiyeye taşır. Hayatın hakiki anlamına yalan dünyanın ufacık bir dokunuşudur açık hava ekranı. Lakin bu defa çetin geçen kıştan sonra açık hava CHP'lilerin iştahını kabarttı. Eylem dili ortaya koyar gibi yapacaklar Tandoğan Meydanı'nda. Grup toplantısı mı olur miting mi olur tartışmaları birkaç gündür aldı başını yürüdü. Yarın inşallah hoş görüntüler eşliğinde CHP'nin bu alandaki "ilk" oluşunu konuşuyor oluruz. Malum tüketim çağında ilk olmak, çocukların tabiri ile yepisyeni olmak çok önemli. Meclis dışı grup toplantılarının ilkini BDP'liler Diyarbekir üzerinden tescilleşmişlerdi ya... CHP grup toplantısını miting formatı üzerinden "ilk"leştirecek.
Bunca "yenilik", bunca gündem yoğunluğu içinde, biz kadim meselemize geri dönelim. Çünkü yarınlara sağlıklı aile yapısı içinde sağlıklı bireyler olarak yürüyebilmemiz için, kadınların çalışması meselesinde ortaya koyacağımız sağlam bakış açılarına ve ilkelere ihtiyacımız var.
Bir tarafta aman kadınlar çalışsın, ille de çalışsın, öbür tarafta zinhar kadınlar çalışmasın diyenlerin baskın sesi yüzünden, kadınların çektiği sıkıntılar giderek artıyor. Pek çok mektup aldım konu ile ilgili olarak. Ama iki mektubu özellikle dikkatinize sundum Cuma günü. Çünkü bu iki mektubun temsil değeri çok yüksek. Temsil değerinin yüksek olma sebebi şu: İkinci mektup çalışmak zorunda olan kadınların sıkıntılarını, bu sıkıntıların aşılmasına yardımcı olacak önerileri ortaya koyuyor.
Birinci mektup ise, eğitimli kadınların ontolojik duruşu ile bağlantılı olarak ortaya koyuyor çalışma azmini. İhtiyaç burada maddi değil, manevi. Kadınların çalışmasını sorunlu hale getiren durum tam da bu: Madem muhtaç değil niye çalışıyor?
Genç kızların, kadınların çalışmaması gerektiğini iddia edenlerin esasında kız çocuklarının eğitimine de karşı çıkması gerekiyor.
Kız çocuklarının eğitiminin sınırlanmasını ifade edenler var mı? Hayır!
İslami kesimde kız çocuklarının eğitimine bugün dindarlar karşı çıkmıyorsa, başörtüsü yasaklarına ve laikçilerin bu konudaki direnişine çok şey borçluyuz. Çok paradoksal bir durum gibi görünüyor. Ama vakıa bu. Başörtüsü yasakları başlamadan önce, İslami kesimde kadınların tek başına kaç kilometre yolculuk edeceği konusunda tartışmalar yapılırken; başörtüsü yasakları ve katsayı zulmü ile birlikte başörtülü kızların yurt dışı macerası için herkes gönüllü oldu. Gidilecek dendi gidildi. Ailelerin gözünün arkada olmaması için özellikle Avusturya'da muazzam bir örgütlenme gerçekleştirildi. Gitmek mi zor kalmak mı zor bir şarkı sözü olarak kaldıysa da; gidenler için dönmek mi zor kalmak mı sorusu yakıcı bir hakikat olarak her geçen gün varlığını hissettiriyor.
Durum bu merkezde olduğu halde; İslami kesimde kadınların çalışması meselesine sanki öyle bir sorun hiç yokmuş gibi yaklaşılmasını nasıl değerlendireceğiz?
Öncelikle şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor. Kadınların çalışmasının iki sebebi var: Ya yokluktan ya varlıktan. Yokluk maddi yokluk. Varlık ise kız çocuklarının aldığı eğitim.
Hayatının on yedi yılını örgütlü bir zamanda ve örgütlü bir mekânda; ilk okul, orta okul, lise, üniversite'de geçirmiş genç kızların eve dönmesini beklemek onlardan annelerinin bile değil, hamin ninelerinin "hayat azmini" beklemek ne kadar anlamlı?
90'ların sonuna kadar İslami kesimde bazı cemaatler kızların liseden sonra eğitimine devam etmesine mesafeli durdu. Serbest meslek ile iştigal eden erkekler, lise mezunu kızlarla evlendiriliyordu. Dolayısıyla kızlarını okula göndermeyen bazı cemaatler için kadınların çalışması gibi bir sorun hiç gündemde yoktu. Ta ki ev kadını ile evdeki kadın ayırımını fark edinceye kadar. Üst gelir düzeyine sahip olan ailelerdeki kadınların konumunu "ev kadını" değil "evdeki kadın" olarak ayırmak gerekiyor.
Elektronik aksamın evleri işgal etmediği zamanlarda evler, kadınlar ve çocuklar için korunaklı mekanlar idi. Oğlu için gelin arayan kayınvalide adaylarının, talip oldukları genç kızın hiç otobüse binmemiş olmasını bir ölçü olarak ortaya koyması, bir taraftan meseleye ne kadar sınıfsal göstergeler açısından bakıldığını gösteriyor. Ki bunu ayrıca tartışmamız gerek. Ama bu kıstas, diğer taraftan, yabancılarla aynı mekânı paylaşmama titizliğine de işaret ediyor. Biz analizimize kriterin bu ikinci yönünü ele alarak devam edelim. Yabancılarla ortak zaman ve ortak mekân kullanmama hassasiyetinin, yani mahremiyet hassasiyetinin anlaşılmayacak bir yönü yok. Ama bugün ortak zaman ve ortak mekân artık "dışarıda" değil tam tersine, elektronik aksamın mihmandarlığında hanenin ortasında gerçekleşiyor.
"Helal internet" kavramı diye bir şey hayatımıza dâhil oluyorsa. Dünyanın dört bir tarafından kanat önderleri, dini liderler buna ön ayak olup gençler iyi vakit geçirsin diye böyle bir projeyi başlattıklarını "büyük bir mutlulukla" dile getiriyorsa. Bütün bunları dile getirdikleri programın sonunda; biri mağripten biri maşrıktan iki gencin birbirlerini internet üzerinden tanıyıp; tanışıklıklarını nikâhla noktalamış olmalarını "gurur verici bir tablo" olarak sunuyorsa... Zamanı ve mekânı başka bir yerden "okumak" zorundan olduğumuzu daha fazla direnmeden kabul etmek zorundayız. Sosyal hayatın değişimine direnme, bir aşama sonra mutlak teslimiyeti getiriyor. Değişime direnmek yerine, değişimin içinde ilkelerimizi muhafaza etmenin yöntemini bulmak zorundayız.
"Çalışan kadın"ın ailesini ihmal ettiği tezini seslendirmek yerine, erkeğin aile içindeki görevinin sadece para kazanmak olmadığını; kavvam sıfatına ancak Peygamber Efendimiz'in sünnetine uyarak sahip olabileceğini hatırlatmamız, hatta bunun hiç unutulmamasını sağlamamız gerekiyor.
Bu konu burada bitmez. Devam edeceğiz.