yine son çırpınışlara devam ediyorsun. çırpındıkça batıyorsun haberin yok
uydurmanı işte böyle ortaya çıkarırlar,rezil ederler bi çırpıda.
anca araştır bul dersin çünkü uydurmanı anca böyle kapatabileceğini düşünüyorsun.
bi hikaye uydur, sonra araştır bul de. nasıl olsa uyduruk
Bak senin yalan dediğin kıssa ,f.gülene sorulmuş....ben ne yazdığına bile bakmadım .işin içinden çıkacağını zannetmiyorum..İnsanlara kara cahil salya sümük saldıracağına az biraz okuda ondan sonra yalanci iftiracı de!seni gibi bilgi rezili olanlarlar artık çok canımızı sıkmaya başladı!
3-5 risalede abi olunursa olacağı bu tabiii!..din bildiğini sanan zır cahil bir nesil.....
“Üç kardeş meselesi
(ihve-i selâse)” diye bir örnek tasarlamış ve hocası Ali el-Cübbâî’ye: biri mü’min, diğeri kâfir, üçüncüsü de henüz çocukken ölen üç kardeş hakkındaki kanaatini sormuştur. Cübbâî’nin, birincisinin Cennet’e, ikincisinin Cehennem’e, üçüncüsünün ise azaptan kurtulmakla birlikte Cennet’e giremeyeceği şeklinde cevap vermesi üzerine Eş’arî üçüncü kardeşin şöyle bir mazeret ileri sürebileceğini söyler: “Yâ Rabbi! Beni yaşatsaydın ben de Sana iman ve itaat ederek yaşayıp Cennet’e girseydim. Benim için en uygun olan bu olmaz mıydı?” Bunun üzerine Ebû Ali el-Cübbâî buna şöyle cevap verir: “Cenâb-ı Hak, bu çocuk için en uygun olanı yaratmıştır. Zira yaşasaydı günahlara girecek ve netice itibarıyla Cehennem’e gidecekti. Onun böyle çocuk yaşta ölmesi bir rahmettir.”[SUP]
[1][/SUP]Burada meselenin nirengi noktası, büyüyüp de kâfir olan kardeşin durumudur. Evvelâ şunu ifade etmeliyim ki çocukken ölenin Cennet’e gideceğine dair kat’î bir nas yoktur. Ancak biz, rahmetin enginliği açısından Cennet’e gideceği ümidini taşıyabiliriz. Zira Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, “Onlar babalarına tâbidir.” buyurmaktadır. Sahabe, herhangi bir amel işlemeden mi diye sorunca da “Ne amel edeceğini Allah bilir.”[SUP]
[2][/SUP] buyurmuşlardır. Ayrıca bu yaklaşımın, hadislerin telifi açısından münakaşası yapılabilir. Binaenaleyh konuyu hemen kesip atmamak gerekir.
Sâniyen, Allah mülk sahibidir. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Kimisini geç, kimisini erken öldürür ve dilediğini dilediği kadar yaşatır. Âyet-i kerimenin ifadesiyle, kimse Allah’a, yaptığından dolayı soru soramaz. Ama Allah herkesi sorgular.[SUP]
[3][/SUP] Bu hakikati İbrahim Hakkı şu mısralarla dile getirmektedir:
“O’na bir kimse cebriyle bir iş işletemez asla,
Ne kim Kendi murad eder, vücuda ol gelir billâh.”
Sâlisen, kader mevzuunda bir önemli kıstas vardır: Cenâb-ı Hak meselâ, o çocuğun büyümesine ve kâfir olmasına imkân verirken büyümesini kâfir olmasına veya kâfir olmasını büyümesine bağlamamıştır. Küfür ayrı şey, büyümek ayrı bir şeydir. Şöyle ki her büyüyen, kâfir olmaz. Zira nice büyüyenler vardır ki küfür ortamında olsalar dahi mü’min olabilmiş ve mü’min olarak ölmüşlerdir.
Üçüncü çocuk “Yâ Rabbi, beni yaşatsaydın da Sana iman ve itaat ederek yaşasaydım ve Cennet’e girseydim!” derken acaba bir hakkı mı istemektedir, yoksa Cenâb-ı Hakk’ın atâsından bir şey mi talep etmektedir? Görünüşe bakılırsa bu çocuk, sadece Cenâb-ı Hakk’ın lütfundan istifade etmeyi düşünmektedir. Cenâb-ı Hak bir kimseyi çocuk yaşta öldürürse, bu bir atiyye-i ilâhiyedir.
Bunu şöyle bir misalle açabiliriz: İki arkadaş bir uçurumun kenarından geçerken birisi diğerine, “Buradan gitmeyelim, yuvarlanıp uçurumdan aşağıya düşebiliriz!” der. Arkadaşı, “Bir şey olmaz, gidelim!” diye ısrar eder. Giderlerken bu sözü söyleyen kişinin ayağı kayıp uçurumdan aşağıya yuvarlanır. “Gitmeyelim!” diyen kimse ise bir inâyetle kurtulmuş olur.
Şimdi uçurumdan aşağıya düşen kişi, arkadaşını kurtaran inâyet eline, “Sen onu kurtardın da beni niye kurtarmadın?” diyebilir mi? Diyemez, çünkü bu durumda O Zât ona şöyle diyecektir: Sen iradenle o uçurumdan aşağıya yuvarlandın. Ancak arkadaşına olan ihsanım, benim hediyem ve bahşişimdir. Ben herkese bahşiş verme mecburiyetinde değilim.
Dalâlet ve küfre düşen kimse de işte böyledir. O, kendi iradesiyle dalâlet ve küfrünü hazırlamıştır.[SUP]
[4][/SUP] Evet, Allah’ın, çocukken birinin canını alması, ona olan hususî bir lütfudur. Cenâb-ı Hak, herkese ihsanda bulunacak diye de bir husus söz konusu değildir. Allah (celle celâluhu) ona, atâyâ-i sübhaniyesinden ihsanda bulunmuş, diğerine ise bulunmamıştır. Ve o şahsın kendi iradesiyle hakkında küfür takdir edilmiştir. Ancak Efendimiz’in buyurduğu gibi –Allahu a’lem– yaşasaydı kâfir olacaktı. Evet, o kendi iradesiyle kendi küfür ve küfranını hazırlamıştır. Artık bir talepte bulunmaya da hakkı yoktur. İyilikler Allah’tan, kötülükler ise kişinin nefsindendir.[SUP]
[5][/SUP] Yani küfre giden, kendi isteğiyle gitmiştir. Allah kişinin küfrana gideceğini bilmektedir ve bildiğini yazmıştır.
Biraz açalım; yani bu kişi yaşayacak, iradesini kötüye kullanacak ve Cehennem’e gidecektir. Bu arada Allah onu yaşatırken, ona inanma fırsatı sayılan bir hayat bahşetmiştir. Zira çocukken ölen bir insan kabiliyetlerini inkişaf ettirme imkânını bulamamıştır. Bir diğerini Allah, gençlik, zindelik, güç ve çok imkânlara sahip olma şerefiyle şereflendirmiştir. Yani ona bağ ve bahçe vermiş, “Burayı ek, mahsulünü al, istifade et ve ahiretine zâd-ı ahiret gönder!” demiştir. O ise bu imkânları değerlendirmemiş ve değerlendirmesi için kendisine verilen iradesini suistimal ederek Cehennemini hazırlamıştır.
Binaenaleyh varlık, yaşama ve dünyada kalma, insan için çok hayırlıdır. O zaman o kimsenin böyle bir şeyi talep etmeye hakkı yoktur. İhtimal Cenâb-ı Hak böyle birine şöyle diyecektir: “Ben seni yaşattım ki doğruyu bulasın. Sen ise inhiraf ettin ve baş aşağıya gittin. O çocuk, kabiliyetlerini inkişaf ettiremedi ve çocukken öldü. Sen ise imkânlarını suistimal ettin. Hem o çocuğa Benim verdiğim şey Benim lütfumdur. Hiç kimsenin Benden bir şey alma gibi bir hakkı yoktur. Ben istediğime veririm, istediğime vermem. Evet, senin daha önceden Bana geçmiş bir hakkın bulunsaydı onu istemeye hakkın olurdu.
buda siad nursinin cuma namazına gitmeiğinin deilili....
Said Nursinin çeşit çeşit Cuma Namazı Kılmama bahaneleri;
(...) Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız zahiri bazı hatalarımı bahane edip ve yanlış olarak Risale-i Nuru benim malım zannedip Risale-i Nurun nurlarına perde çekmek, intişarına rekabet etmek için derler: "Said Cum'a cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor" gibi tenkidleri var.
Elcevap: Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim: Bu iki mes'elede büyük mâzeretlerim var.
Evvelâ: Ben Şâfiîyim. Şâfiî Mezhebinde Cum'anın bir şartı; kırk adam imam arkasında Fâtiha okumaktır. Daha başka şartlar da var. Onun için burada bana cum'a farz değil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden, bâzan sünnet olarak kılıyordum. (...)[1]
Sâniyen: (...) herkesin arkasında mezhebimce iktida edip namaz kılamıyorum ve okumakta yetişemiyorum ve daha Fâtihanın yarısını okumadan, imam rükûa gidiyor. Bizde Fâtiha okumak farzdır.[2]
(...) Hem camiye, cumaya gitmeye beni men'eden merdumgirizlik[3] hastalığı (...)[4