NURİ PAKDİL'İN YOLU!
Gözümüzü açar açmaz düşmüştük yollara. Planlanmış bir kaçıştı bu. İki rekât namaz kılacak kadar vakit yolda bekleyip kendimizi ilk gelen arabaya attık.
Tek gidiş, tek dönüş… Yarısından fazlasında yol yapım çalışması devam eden, hiç iki şehri birbirine bağlıyormuş gibi durmayan yolda ilerledi araba. Bakındık bizimle aynı yöne “kaçanlar” var mıdır acaba araçta diye. Ama... Tipleri kurtarmıyordu.
Yüzümüzü Doğu’ya döndüğümüzden beri anladık ki, doğuda insanı güneş karartmıyor. Acılardan yanan yüreğin bacası sanki simalar… Kara, kırışık ve yerli… Öyle insanlarla doluydu işte araba.
Maraş’ın gün ağarmadan uyanan insanları
Gideceğimiz yere yakın olduğunu zannettiğimiz bir yerde indik. Kahvaltı yapmak için bir yerler aradık. Garipti.
Cumartesi sabahıydı ve insanlar sokaktaydılar, pek alışık olmadığımız bir manzara… Anneler vardı, çocuklarının ellerinden tutmuş. Güneşle uyanan ve güneşi uyandıran ve kâinatı hayatlarında uyandıran insanlar akıyordu sokaklarda/n.
Kahvaltı etmek için girdiğimiz yerden; tostları aldığımız gibi çıktık, çaylardan vazgeçerek. Geç kalıyorduk. Yetişmemiz gereken bir “yer” vardı uzakta.
Şehir öyle bir yapıya sahipti ki; üzerinde evler, apartmanlar, camiler olan bir örtüyü tepenin üstüne örtüvermişti biri sanki. Dağ, dağ gibi; dere, dere gibiydi hala. “Anlamı ezen o makineler” dümdüz etmemişti henüz bu şehirde bazı anlamları.
Ne güzel sokaklar öyle
Cahit Zarifoğlu Caddesi, Alaaddin Özdenören Yatılı Bölge Okulu, Necip Fazıl Caddesi… Sanki bir masala düşmüştük de bütün sokak isimleri sevdiğimiz insanlara ithaf edilmişti. Sevdiğimiz yazarlar bir sokak gibi açılıyordu önümüzde… Sevdiğimiz yazarlar, bir sokak olmuş ulaştırmak istiyordu sanki bir yerlere!
En sonunda! İşte kocaman bir bina… Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi!
Konserlerde, imza günlerinde, meydanlarda gördüğümüz tiplerden çok uzak; ağır, oturaklı, sakin, suskun, derinden bakışlar… Koridordaki mütebessim ve sessiz tabloyu andıran yüzlerin arasından sıyrılıp salonda yerimizi aldık.
Bir kalp yoklaması
Kocaman bir afiş: “İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır. Tüm organlarımıza buyuran bir güç var onda. Anlatmaya, yorulmaya, gücümüzün yetmediği bir giz birikimi bu… İnsanı kalbinden tutmadınız mı görün, nasıl kayıp gidecek elinizden! Kaygan yabancı madde dolu bir şey olup çıkacak sonunda. Kalbin gereksinimlerine dikkat edilmedi mi emek de, ekmek de yitiriverir anlamını. Ne emek, ne ekmek, önce kalbimiz bozuluyor çünkü.”
“İşte bu!”, dedik. Sahnedeki kocaman afiş her şeyin güzel gideceğine bir işaret!
Ve başladı… “Düşünen Kalem Nuri Pakdil Sempozyumu”
Yolunu kaybetmiş çağa suskunluğuyla bir şeyler anlatmış…
Cümlelerini ateşte pişirmiş…
Pimi çekilmiş el bombası gibi…
Kalbinin ucuyla ufuklara bir şeyler yazan pak kalem Nuri Pakdil!
Pakdil’in engin dünyasına giriş
“Bu ülkede her gün her şeyi yeniden tanımlamak, anlamlandırmak lazımdır” diyerek, ustalıkla sahneye dizilmişlerdi “ağır ağabeyler”! Bir kalemin gölgesinde serinlemeyi, susmayı, çürüyen çağa karşı direnmeyi, eylemi... Ve daha birçok şeyi yeniden anlamlandırıyorlardı bizim için.
Oturumdaki ağabeyler konuştukça biz Pakdil’in dünyasına giriyorduk sanki.
Onunla otel odalarında yaşıyor, onunla sükût suretinde susuyor, onunla yazı makinesinin üzerinde ellerimiz, onunla Kudüs resmini okşuyorduk.
Onunla suyu açıyorduk ve su Filistin akıyordu.
Onunla yeryüzünü katlayıp ceplerimize sığdırıyorduk.
Onunla uyanıyorduk ve birbirimize soruyorduk: Ortadoğu nasıl bugün, diye…
Onunla “sessizliksizlik”ten patlıyordu beynimiz.
Onunla Ortadoğulu olduğumuzu hatırlayıp yeniden, onunla umudu yükleniyorduk korkuyu da alıp yanımıza.
Onlar, orada sessiz, derinden, sakince ve vakarla şeyhlerini bekleyen dervişler gibiydiler. Biz orada “sessiz bir bomba gibi” pimimiz çekilmiş duruyorduk!
Onlar konuştukça biz, Kudüs’ten, Mekke’den, Medine’den geçiyorduk. İçimizden bir adam geçiyordu: Sarsarak dev adımlarıyla içimizi. İçimizden bir adam geçiyordu konuştukça: Paklayarak içimizi… İçimizden bir adam geçiyordu, içimizden şehirler geçerken.
“En uzun yoldu, insanın içi” ve biz toplu halde bir adam’ın içinde yürüyorduk…
Bir ‘adam’ geçti içimizden
Ne geçen koskoca bir gün, ne salonu dayanamayıp terk edenler, ne kimilerine sıkıcı gelen konuşmalar, konuşmacılar… Ne bir simit susamı, ne bir bahçe duvarı, ne abdest alıp kurulandığımız o mescit… Ne art arda içtiğimiz çaylar…
Ne biz geçerken akan çeşmeleri Maraş’ın… Ne yerken kırıldığımız tarhanası Maraş’ın… Ne içimizde yankılanan ezanı bir şehrin… Ne şairler, ne yazarlar… Sanki adımlarının açtığı çukurda bulmaya çalışmak gibi onu başımızı daha da kalbimize eğerek, Sokaklardan onun geçtiği yerlerden haber sunsa diye ümitlenerek…
Bir Maraş geçti içimizden! Bir yazar geçti! Bir konuşan kalem, zihinlerimize bir şeyler çizdi de geçti!
Biliyoruz, Pakdil’in tarif ettiği gibi: “derin bir kazı” değil bu yazı. Ve yine biliyoruz, bir sempozyum insan hayatına ne kadar şey katabilir!
Ama biz bir şehirden ayrılırken şunu biliyoruz ki; bir yazarı kıvrımlarına kadar sevdik bir kez daha.
Anılarını kalemtıraşla açmaya çalışan adamı bir kez daha…
Hiçbir şeyi az sevemedik biz Pakdil gibi bu hayatta.
Bir kasa portakal alır gibi sevdik, dayanamayanlar çürüsün diye sevdik bir yazarı bayım! Kimliğinin her köşesinde nöbet tutan nöbet arkadaşımızı bir kez daha!
Biz bir yazarı, bıçakların ağzı kapansın diye bir sempozyuma “katılarak”…
Yeryüzündeki tüm yorgunluğumuzla; bir dakikalık düşünmeye çağıran bir yazarı sevdik bir kez daha!
Biz, bir yazarı yeryüzü gibi sevdik!
Ve şimdi bu dönüş yolunda yürürken… Ellerimizi kalbimize iyice bastırarak…
“
Kalbimde, yaşarken ölmüş insanların bedenleri; yürüdükçe, bir o yana yığılıyor bu toplam, bir bu yana. Bu durumda yürümek, büyük, çok büyük direnç istiyor elbette. Bu ölüler de yazık, sizin ölülerinizdir.
Sürekli, yeni eklemeler de oluyor bu ölülere.
Yaşarlarken, ölü gözüyle bakmak, ne güçtür!
Ellerimi kalbime iyice bastırarak, bu bedenlerin son sıcaklıklarını duymak: ileriye doğru yürürken, bu son sıcaklığı olsun –ne umut!- özenle korumak istiyorum.” (Nuri Pakdil- Bir Yazarın Notları- Sayfa 126)
Sevde Cemre Yalçındağ - Fatma Nur Ünal Maraş sokaklarından geçti
www.dunyabizim.com