Dostunuz varmı?

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Hiç candan dostunuz var mı sizin?
Her şeye inat size sarılan,
Sizi seven,siz de kendini bulan.
Sevdiğiniz paylaştığınız,kendinizi bulduğunuz?
Varların yokların hükümranlığın da, sizden olan.
Özlediğiniz bir dostunuz,tarafından özlendiğiniz.
Gelmesini dört gözle beklediğiniz,
Sarıldığınızda kainatı sardığınız,sardığında sizi kuşatan.
Varsa var yoksa yok anlayışı kadar samimi olan,
Olmadığında sizin için bulamaya çalışan,sizden olan.
Kavuşmaya özlem duyduğunuz,sizi görmek için can atan.
Böyle bir dostunuz var mı?
Şöyle özlemle gözlerinin içine baktığınız,
Fırtınalarda sığındığınız,size liman olan bir dost.
Dertlerinizi paylaştığınız,iyi ki varsın dediğiniz,kardeşçesine,
Kardeşten ilericesine kaynaştığınız.
Sadece onla oturmak, sohbet etmek için akşamları
İple çektiğiniz…
Günün size verdiği ağırlıkları ona yüklemek için beklediğiniz dost.
İçten yürekten, sevdalıca bütün manasını anlamışçasına
Bir dostunuz var mı?
Bütün sahte ve riyakar yüzlere inat, size sevgiyle bakabilen,
Sevgiyle sizde olanı paylaşabilen.
Sizin paylaşabildiğiniz bir can.
Kim ne derse desin bendendir dediğiniz,
Sizi de kendinden kabul eden bir dost.
Sevgilerden samimiyetten çağlar üstüne göçebileceğiniz,
Yüzünde maskesi olmayan,yalın duygu size bağlanan.
Baharlara neyse de,kışlar da sizi ısıtan,
Bir lokmayı paylaşan,bir yudum suyu sunan.
Böylece bir dostunuz varmıdır sizin…
Uzakta olduğunda uzun mektuplar yazdığınız,
“Can” dediğiniz,özledim dediğiniz,mektuplarınıza acele cevap beklediğiniz
Her duygunuzu nakış nakış satırlara işlediğiniz
Sayfaların gözyaşlarıyle ıslandığı bir dost.
Her kelamınızı,her cümlenizi,pür dikkat dinleyen,
Sizden yapabileceklerinizi bekleyen,sizinde beklediğiniz
Candan bir dostunuz var mı?
Asırlara bedel,ebede taşınacak,sıratta elinizden tutacak,
Ölümsüz bir dost.
Sizi karşılarken dünyayı kazanmış gibi olan,
Ayrıldığınız da, özleyeceğini söyleyen.
Sevinciniz de,kederiniz de yanınızda olan,
Kimselere anlatamadığınız, sırlarınızı paylaştığınız
Mahzunlaştığınız da, güldüren hayatı sevdiren
Bir dostunuz var mı?
Yoksa eğer,olması gerekir,bulmalısınız.
Mutlaka bulmalı,böyle bir dost edinmelisiniz.
Yoksa yalnızlığa mahkum yüzler arasında kaybolursunuz.
Sizden olmayanlarla kahrolursunuz.
Bana mı sordunuz,senin var mı diye?
Evet,
Baktığımda yüzümün güldüğü, gökyüzü kadar geniş,
Okyanuslar kadar engin, pınarlar kadar duru olan.
Can dediğim,candan dediğim,ezeli
Binlerce yıllara varan ebede köprü olan bir dostum var.
Benim var,çok güzel bir duygu,
Her kes yaşasın isterim samimi olan hisleri.
Samimiyeti inletsin yerleri ve gökleri.
YAKUP DÖĞER
 

~∂üяя-ι ¢αη

Kıdemli Üye
Katılım
15 Ağu 2009
Mesajlar
5,846
Tepkime puanı
1,226
Puanları
0
en büyük dostum ALLAH :)
sonrada ablam :)
sonrada dostum diyebileceğim arkadaşlarım(;
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Müslüman olmaktan korkuyormuyuz?

İnsanların inanç ve idealleri yaşamları boyunca hayatlarında direk olarak etkili olmuş, şahısları yönlendirmiştir. Yaratılış itibariyle bir olguya inanmak ihtiyacı insanın en temel zaruretlerinden olmuştur.
Tarih boyunca çeşitli fikirler, inançlar, ideologlar ve ideolojiler ve peygamberler gelerek insanlara yön vermiş onların hayatlarında ve yaşam
tarzların da etkili olmuştur.

Bizim içinde belli kurallar ve yaşam tarzı getiren son peygamber Hz. Muhammed (s. a. v. )olmuştur. O’nun getirdiği ve tüm dünyaya
vaaz ettiği son din İSLAM ve son kitap KUR’AN,
kendine inananların kalbinde yer ederek hayatların da belli bir düzene sokmuştur. ”İnandık ve iman ettik. ”diyen her şahsın bu sözlerden
sonra belli mükellefiyetleri kabullendiği ve
uyacağına dair sözü bir gerçek olarak gündeme gelir.

Dikkat edilirse, ve okunursa göreceğimiz gibi Kitabımızdan, inanmak, iman etmek ve arkasından amelde (yani emredilenleri yapmak)bulunmak gelir.
Söyleyen imanını ikrar eden mükellef amel noktasına gelmiş demektir. Bir iş verenin emrine girip onun emirlerine uyan bir çalışan gibi…
İman ve inandık demek sadece kuru bir sözcük ve telaffuzdan ibaret değildir. Sadece inandığını söylemek insanları inanç noktasında daimi kılmaz, daimilik inancın gereği olan amelleri yapmakla mümkündür.

Yani inancından ve imanından korkmamakla inandık deyip gereğini yapmamak, söz verip vecibelerini yerine getirmemek kimseyi iman noktasın da sabit kılmaz ve belli bir zaman sonra bağlayıcılığı kalmaz. Zira inanmanın olmazsa olmazı hususundaki amelleri vardır.

Bizim burada bahsettiğimiz inanç kendimizin mensubu saydığımız İSLAM DİNİDİR. Adımıza Müslüman denilmesidir.

Ve bu durumda olmaktan da iftihar ve onur duymalıyız. Çünkü İslam’ın yeryüzüne Resul aracılığıyla inmesinden sonra diğer din ve
inançlar batıl olmuş, sadece son din, son kitap ve son peygamber geçerli kılınmıştır. Allah-u Teala “Allah, Resulünü diğer bütün
dinler üstün kılmak için, hidayet ve hak dini ile göndermiştir.
İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar der. ”(61/9)buyurmakta,
inananlara sonsuz şeref ve izzet sahibi yapmıştır.

Ve bu izzeti de “Ey iman edenler!Allah’a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin ki, Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin,
günahlarınızı affetsin. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başarıya nail olur. ”(33/70-71)diyerek, Allah’a ve peygamberine itaat bağlamıştır.

Peygamber (s. a. v. )uyarmayı da “Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve ahiret gününe konuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır”(33/21)
diyerek hayatımızı belli bir düzene koymamızı buyurmaktadır. Bu bir tavsiye ve Allah’ın yönlendirmesidir.

İnancımızdan kaynaklanan onurumuzu korumak için. Onurumuzu
korumak için Resulü örnek almamız. bir başka ayette;

”EY İMAN EDENLER!Allah ve Resul’ü sizi size hayat verecek hakikatlere davet ettiğinde O’na icabet edin. Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer ve siz dönüp onun huzurun da toplanacaksınız (824)
diyerek bu inançtan kaynaklanan mecburiyeti biraz daha keskin olarak bildirmektedir.

Aslında söylemek istediğimiz, inanmak ve itaat etmenin mecburiyet sınırlarıdır. Çünkü inandım diyen hiç kimse sadece inandım dediğinden dolayı mesuliyetlerinden kurtulamayacaktır.

Buna peygamber (s. a. v. )de dahildir. Şüphe yok ki, Allah hem sizin hem de benim Rabbimdir; öyleyse yalnızca ona ibadet edin. İşte doğru yol budur. (3/51)”Deki: Benim namazında her türlü ibadetlerim de, hayatımda ölümümde, Rabbi lalemin olan Allah’a aittir.

Eşi ortağı yoktur O’nun Bana verilen emir budur. O’na ilk teslim olanda benim”(6/161-163)Yaratanın kendisine elçi ve uyarıcı olarak seçtiği peygamberler dahi inançlarının gereğini yerine getirmek mecburiyetindedir. Kaldı ki, O’na tabii olan bizler ne konumda olmalıyız.

“Ben inandım”, diyen ve İslam dairesin de olduğunu söyleyen

her şahıs kendiyle inancı arasında ki bağı kontrol etmeli, ne kadar bağlı olduğunu ve kendini inancın vecibeleriyle
ne kadar meşgul ettiğini gözden geçirmelidir.

İnanç sadece beyinlerde bir kavram, kalplerin temiz bölgelerinde saklanan bir duygu, cenazelerde hatırlanan bir ölüm, bayramlarda kutlanan bir tebrikleşme değildir. İmanın olmazsa olmaz kuralları, mecburiyetleri vardı.

Bunlar iman ettiğini söyleyenlere, amel, hakikatleridir. İnandığımızı ve imanımızı ispat eden verdiğimiz sözden dolayı onurumuzu koruyan davranışlardır. Bizleri inanmayanlardan ayıran özelliklerdendir.
Aksi halde, amelsiz Müslüman bir Katolik Hıristiyan’dan veya Yahudi’den farksızdır. Sadece Allah’a inandığını söylemek bir ayrıcalık değildir. Çünkü Hıristiyan ve Yahudilerde Allah’a inanıyor ve varlığını kabul ediyorlar. (23/84-85-86-87-88-89, 10/31)

İman ettiğini ve İslam olduğunu söyleyen şahıslar, sözden
eylene geçmek zorundadır. Çünkü İMAN sözle söylenip sonra da kenara konulacak kadar ucuz ve sıradan değildir.

İman Müslüman olmaktan korkmamaktır ve inancını her yerde her fırsatta her ortamda haykırmaktır. Allah’a dayanıp güvenerek “Allah, iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkar edenlerin ise velisi taguttur. Onları nurdan karanlıklara çıkarır…”(2/257)

Müslüman olmak Allah’ın yardımına mazhar olmak, O’nun himayesine girmektir. Müslüman olmaktan korkmamak her şeyi kazanmaktır.
İslam olduğunu söyleyip teslimiyetten kaçmak, dünya ve ahret
yolunda zarar etmektir.
”Ancak tövbe edip halini düzeltip hakkı söyleyenler başka.
Ben onları bağışlarım, çokça bağışlayan, tövbeleri çokça kabul olan Benim Ben!”

Sosyal yapının bozulduğu ve dejenere olduğu çağımız da, tüm olumsuzluklara sahip insanların bile varlıklarını ispatlamak için gösterdikleri gayret,

çaba ve enerji hat safhadadır.
Düşünün, eş cinseller biz böyleyiz diye haykırıp demek kurabiliyorsa,
ateistler inanmadığını haykırabiliyorsa,
İslam’a hakaret eden bir çok yayın çıkabiliyorsa, sen, ben ve inananlar, yaratılış gayemize uygun olarak evrensel onur adına eden
Müslümanlığımızdan korkalım. Neden namazımızı kılıp, orucumuzu tutmayalım. Neden kitabımızı okumayalım, okutmayalım. Niçin peygamberimi hayatını ezbere bilmeyelim.

İman, mesuliyet, sorumluluk, mecburiyettir.

Tüm kötülüklerin karşısında, onlarla mücadele etmek için, köklerini kazımak için dimdik durabilmektir. Müslüman, bu duruşun şahısta olan sıfatıdır.
Benliğiyle, fikriyle, eylemiyle bütünleşmiş halidir.
Bunun aksi durumlar, insanları evrensel dertlerle baş başa bırakıp kendimizin de dejenere olup kaybolmamızdır.
Ya Müslüman olmaktan korkmayacağız.
Çünkü “Allah iman edenleri hem dünya da hem de ahrette sağlam bir sözle destekler. Haksızlık edenleri şaşırtır. Allah dilediğini yapar. ”(14/27)yada yazgımıza razı olacağız.

YAKUP DÖĞER
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
hocam bir ders döneminin sonunda şöyle demişti
"arkadaşlar tatil dönemine giriyoruz
lütfen gideceğimiz yere dinimizide götürelim evde bırakmayalım"

sorunumuz pratik hayatın herkezce farklı olan kısımlarında
tercihlerimizin zaman zaman Allah tealadan taraf olmaması

örneğin rüşvet vermek bir melanet işdir yasaklanmıştır
ve hiçbir kimse durduk yerde kimseye rüşvet vermez
ama malesef bir takım mazeretler ihdas edilerek verilmekte veya alınmakta
gerekçe olarak ise
ama şöyle şöyle... denmekte
asıl olarak bu durum ifade edilmiş ve yasaklanmış olduğu halde
herşeyde olduğu gibi ferdi maslahatlar! öne çıkıyor

dünya ve ukba arasındaki tercihde
kalitenin göstergesi oluyor

varislerin bugünkü hali, emrolunan ve hala yerine getirmediğimiz
toplu olarak da yapılması gereken tevbe'sizliğin sonucu
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Söyle can..!

Söyle can, ne söyleyeceksen söyle sakın çekinme.
İçinden geldiği gibi,hissettiğin gibi,bildiğin gibi…
Sakın yapmacık olma,sakın sözü söylerken yanılma,diyeceklerini bir bir de,ama kendinden söyle.
Ne bilirse aklın,ne görürse gözün ne anlarsa kalbin.
Her diyeceğini,seni üzen seni ağlatan seni yanıltan ne varsa söyle.
Bugün beraberiz işte,bak oturduk sahile,çaylarımızda geldi.Şimdi bir sen varsın bir ben,birde söylenecek sözler var yüz yüze göz göze.
De bugün diyeceklerini,içinden geldiği gibi,bildiğin gibi becerebildiğin kadar.
Neyse seni dünyaya bezgin kılan,gökyüzünü daraltan,ruhunu saran,
neyse gözlerinin altında mor halkalar oluşturan,hepsini söyle.
Bu gün ben sendeyim,yatılı bir misafir gibi,daya dizlerime dizlerini söyle.
Her derdini dinlemeye and etimde geldim,yıllarca uzak mesafeleri,gözlerindeki kederleri silmek için kat ettim.
Uzak yollardan geldim bilesin,yorgunum,seni dinleyip yorgunluğuma şifa bulmak isterim.
Söylemesen bile,söyleyemesen bile,ben bilirim,lakin şimdi ben söylenecekleri dinlemeye geldim.
Hiç bir şeyi bırakma içinde,hiçbir gizlin kalmasın benden,ben ki;asırlarca uzaktan esen bir yelden, sana selamla geldim.
Gözlerin neden bu kadar engin,derinden bakar,neden her kelamın denizleri bile yakar.
Bir martı kanadına konan düşüncelerin,neden bu kadar manidar.
Hadi,susma söyle durma, kelimelerin kifayet etmediği yerde,bütün lugatları da getirdim önüne.
Takıldığın her yerde, kelimenin baş harfiyle sana tiyolar vereceğim.
Yeter ki sen anlatacaklarını,dile dökeceklerini,söyleyeceklerini söyle.Bir Yusuf zerafetiyle,bir Yakup sevgisiyle,
Eyyüp’un sabrıyle geldim sana.Dostane kucaklarım seni,dillerindeki sözleri duymak için beklemekteyim.
Söyle bana,neden bu kadar derin bu denizler,neden hava bu kadar sisli bugün,neden bilinmezler kadar sırlısın.
Seni dinlemeye geldim,sözlerinin bir ok gibi battığı alemde,
hedeflerin bunca pervasız duruşu,bir nefes kadar yorgunluğun uzak oluşu kelimelerin mecaza vuruşu nedendir?
Gözlerinden belli kederli olduğun,en sarp yokuşlarda durduğun,nedendir söyle?
Her adım atışında,her bakışında destansı ifadeler,yazılası belgeler binlerce bilinmeyenli denklemler var.
Çözmenin mümkün olmadığı bilmeceler gibisin,dostuna dahi sır perdesisin,söyle can anlat bu gün sendeyim.
Çok uykum gelirse dinlerken seni,bir şey istemem dizinin dibinde,masumane hislerle,
yol yorgunluğum gidene kadar kestirmenin en hafifinden tekrar dönerim sana.Yeter ki sen söyle.
Bir İbrahim yakınlığıyle bir İsmail teslimiyetiyle seni dinlemeye geldim.
Asırlık sevdalar var cepkenimde,hiç duymadığın ifadeler buldum.Biz lokman hekim gibi şifaya,bir
Hızır gibi yardıma geldim.Hiç bir anlattığın anlamsız değildir bende,bütün manaları yüklerim kelimelere.
Ta ki sende kast olunanı bulasıya kadar.İçimden geldi nedense nerde keder nerde elem varsa bende olmalı yansıması.
Sen ki,benden serzenişle,söyle.Hiç bir şey anlatmayacaksan,neden suskunsun onu söyle.
Dönüşü olmayan mesafeler kat ettiğini söyle.Sonra de ki,büyük bir tevekkülle,her şeyin sahibine derdimi dedim ben.
Kabinin mutmain olan yanıyle,ellerini var edene çevirdiğinde,bana demediklerini,yada diyemediklerini, O ‘na de.
Böyle dersen anlarım seni.Bilirim her keder söylenmez,her nakış her mintana işlenmez.
Her kederi, sahibine dediğini anlarsam;ben yıllık yollardan da gelsem ısrarlarımdan vazgeçer selametle bırakırım seni.
Bütün meraklarımdan,sorularımdan feragatla,
en samimi hislerin beni kuşatan yanıyla,buruk bir vedanın dayanılmaz sonuyla,
animislam3en4nu1.gif
’a emanetsin derim.
Bütün sırlara hakim,bütün kalplere sahip olanla baş başayız bilirim.
Yakup DÖGER
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Yolcu

Uzun bir yolun yolcusuyum,mesafeler izafi sanki.Ölçülerr yetersiz.

Eş dost azık hazırlığı içinde amansız bir mücadele.

En yüksek tepelerde bile havasız kalabileceğin nefesinin daralacağı bir yoldan gideceğim.

Ayaklarım dikenler içinde kan revan...Gözlerim uykusuz çoğu zaman...

Biraz yorgunum bilesin,hararet var benliğimde,dudaklarım çatladı susuzum.Bir yudum su bulacağım yoldur tercihim.

Yolumda en nadir çiçeklerin açacağı manzaraları görmek isterim,hanım ellerinin ve nergislerin...

Islanmak isterim yağan yağmurların altında,engin engin akan çılgın derelerin

berrak sularında.Kaç zamandır özlemle biriktirdiğim umutların arefesindeyim sanki,sonsuz düşlerin.

Hasta olsam yol boyunda,beni iyi edecek samimi gülüşlerin,

ve güneşden kopup gelen elmas renkli sıcak yüreklerin,efsunlu ellerinde başım önde ağlamaklı haldeyim.

Dedimya,uzun bir yolun yolcusuyum...Bir dilim ekmek ver bana,açlığım dinsin,

bir bardak da su;içimin yangınları sönsün.

Hep özlemle ve bekleyişle bitecek diye yolculuk menzili,kaç demet hasene dermem gerek samimi hislerle,

İhlasın zor sınavında,geçer not almak adına,uymak için İLAHİ RIZAYA,kaç secade alnımda eriyecek...

Ama olsun,duyardım ben çocukken İLAHİ RIZAYI kazanmak zordur derdi dedem.Hep umutlu ol evlat,hep tedirgin...

Bunlarla büyüttü bizi büyütenler,biraz örfi biraz gerçek,ama samimi ve içtendi hepsi.Yol uzun derdi taaa ozamanlardan diyenler.

Ben bunu şimdilerde daha iyi anlıyorum,yolun uznluğu hakkında diyenlere hak veriyorum.

Anlatmadıkları bir mesele daha vardı o vakitler büyüklerin...

Yolun uzunluğunu anladıkta,bunca zorluğunu kestirememiştik gerçekten.Aslın da yola çıkmak,

ATEŞTEN GÖMLEK giymekmiş.

Sonu bahtiyarlık olan yolda,takdire razı olmakmış,bu giyilen gömlek.

Kaç zamandır yoldayım,çokda yorgun,çok biçare ve gölgesi olmayan güneşli yerdeyim...

Bu vakit oldu ve açlığım gitmiş değil,ayaklarımın ağrısı dinmiş değil. Daha kaç vakit sürecek bu susamış halim.

Her yolun kıvrımında,yada sarp yokuşlarda,berrak suları özler gibiyim,

Önden gidenleri sanki görür gibiyim.

Bak işte ellerim,yorgun ve nasırlı,sanki suçlu,gözlerimse mahcup bakışlı...

Dizlerimin dermanı kesik sanki,erkenmi gücüm tükendi yolun sonumu göründü...?

Dedimya yolcuyum,yolumsa uzun.

Yorulduğumda bir taş bulur başımı koyarım,üşürsem yıldızlardan yorgan çekerim üstüme.

Elbet bitecek bu yol,er yada geç vakti gelince...

Bir niyazda bulundum yolculukta kendimce.Yaratana arzımı sunarak,

Yöneldim yoluma dal budak salarak.
YAKUP DÖĞER
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
ÜÇ gÜzel adam

Ümmetin nice altın sayfaları vardır ki, baktığımız da şavkı gözlerimizi alır.
Nice yaşanmış hayatlar vardır ki,okuduğumuzda kendimizden utandırır.
Bir örnek nesil var ki,ne geçmişte var olmuş nede gelecekte var olacaktır.Duymuştur,dinlemiştir ve iman etmiştir.
Sorusuz imanın tek temsilcileridir onlar.İşittik iman ettik diyenler sınıfı onlardı.
Hiç terettüt etmeden,düşünmeden,Rasul söyedi diye imanın en hat safhasında,yakınen amel eden bir nesildi onlar.
Her emre,gerek işe gerek ölüme,iman ettik diye koşan nesil.Her savaşta,
İnancımız yaşasın diye ölümüne mücadeleyle korkmadan yaşamış bir nesildir onlar.Yataklarında ölmekten korkan,
hep savaş meydanlarında bulunan orijinal neslin mümessilleri,hep kazanarak gittiler.
İşte bu neslin böyle destansı hayatından hiç unutulmayacak sayfalarından bir sayfa daha yaşandı bir zamanlar.
Halife Hz.Ebu Bekir.Ordu İslam ordusu,komutan Halid bin.Velid,düşman Bizans kafirleri.
Bütün yeryüzünden şirkin tasallutunu kaldırmak için gelen bir dinin yılmaz mücahitleri,arkalarında Allah'ın
desteği,ellerinde yalın kılınç,yüreklerinde imanın sönmez alevi.
Kaşılarındaysa,Bedre oranla kat be kat fazla İslam düşmanları.İslam Ordusu 40-50 bin,küfrün ordusu 250-300 bin.
Yüreklerde imandan kaleler,burçlarında şehadet bayrakları.Küfür dört bir koldan sarmış,
İslam Ordusu hilal halinde küfrün önünde.Komutan Halit emirlerini veriyor.
Mücahitler pür dikkat komutanlarını dinliyordu.Artık bir ömür özlem duydukları belki de sonsuzu kazanacakları gün gelmişti,belki de
“ Onlardan öyle erler vardır ki,Allaha verdiği sözü yerine getirdi,bazıları da getirmek için beklemektedir”
lafzının tecellisi için zaman bu vakitti.Artık savaş başladı başlayacaktı,sadece bir Allah-u Ekber bekleniyordu.
Ve beklenen söz söylendi,geri dönüşü olmayan bir eylem başlamıştı.
İmanların samimiyeti sınama vaktiydi şimdi,canın Rabbe verileceğini gün bu gündü belki.
Müthiş bir iman küfür savaşı başlamıştı,çok çetin çarpışmalar,ellerde kırılan yalın kılınçlar,kişneyen rafan atlar.
Halit bin Velid en önde,komutanları yanında,korkuyu ebede uçurmuşlar,
peşinden kendileri de gitmek için. Tam can pazarı,her yerden küfrün naraları,her yerden
Ümmetin tekbir sesleri Arş-ı Alaya yükseliyordu.Yüz binlerin içine dalan binler ve korkmadan saldıran altın neferler.
Bütün şiddetiyle süren iman ve küfür savaşı,küfrün gönüllerinde ölüm telaşı.
Uzun zaman süren savaşın ardında görülen üç güzel adam.
Yürekleri dağlayan, “işte şehadet özlemi budur” denilecek derecede Ebede özlem duyan.
Üç güzel adam,ağır yaralı,Dudakları hararetten çatlamış,kan bedenlerinden oluk oluk akan üç güzel adam.
Her taraf beşer naşı,her yer kan her yer feryad figan.
Geziyor ümmetin yardımcı kolları,şehitlerini ve yaralılarını bulmak için,acıdan çatlamış dudaklara bir yudum su vermek için.
Dolaşırken sakinin biri elinde ibrik, “SU” diye inleyen bir ses duyuyor,hemen yetişip kurtarmak için atılıyor o yana,
kanın aktığı ebede gülümseyen dudağa tam suyu verecek iken,yanından bir ses,
“SU” diyor,yaralı sakiye “O’na git” diyor,kardeşini kendine tercih ediyor,çünkü Rasul (sav) öyle terbiye etmişti onları.
Saki hemen o yana dönüp şehadet adayına yöneliyor,elinde ibrik tam su dudaklarla buluşacağı demde,
hemen yanından bir başka ses, “SU” diye sesleniyor.Bu kez yaralı sakiyi diğer
kardeşine yönlendiriyor.Kardeşini kendinden önde görüyor,çünkü Peygamber(sav)öyle öğretmişti.
Saki hemen o yöne yöneliyor,su diyeni buluyor,
tam dudaklar suyla buluşacak iken,şehadet müjdesine eriyor üç güzel adamdan biri.
Artık dudaklarında edebe gülümseyen bir tebessümle Rabbe olan sözünü yerine getirmenin verdiği vakarla,gözlerini yumuyor.
Saki hemen geri dönüyor,daha önceki su diyen yaralıya.
Baş ucuna geliyor ki,oda önünde gülümseyen bir edayla Rabbe verdiği sözü yerine getirmenin vakarıyla gülümsüyor.
Ve ebede erişiyor.Sakinin aklına ilk su diyen geliyor,
durmadan onun yanına koşarak,hiç değilse bu kardeşime suyu yetiştireyim diye çabalıyor.
Lakin tam su çatlamış kan revan dudaklarla buluşacak iken,onunda gözlerinde müjdelerin verildiği gülümseme,
Rabbe yolcu oluyor.
Yermük Harbi ve Üç güzel adam,insanlığa insan olmanın bedelinin neler olabileceğini anlatanlar.
Son nefeslerinde bile,kendinden başka herkesi düşünebilecekleri bir inancın
mümessilleri olduğunu ispatlayanlar.Son nefeslerinde bile,kardeşlerini tercih edebileceğini yaşayarak, ölümleri
pahasına sözden ziyade amelleriyle gösterenler.
“Onlardan bazıları ’a verdikleri sözü yerine getirdi,bazıları da sırasını beklemektedirler”
Onlar da sırası geldi ve sözünü tuttu.
Yermük Harbinin unutulmayan üç güzel insanıı,bütün çağlar boyunca,yeryüzü insanlığına,önce yaşamışlara,
şimdi yaşayanlara ve gelecek nesiller,bir daha tekrarı olmayacak örnekle
insanlık onurunun İSLAM’da saklandığını gösterdiler.
Ve üç güzel adam,bir efsane gibi ama gerçek olarak nesiller boyu anlatılacaktır.
Zamane insanlığının kulaklarını çınlatmak için.
YAKUP DÖĞER
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Çevre kültürü

Yeryüzüne gelen her fert belli bir zaman sonra eğitim ve öğretime başlar,
bu hadise bazen kişilerin yaşının belli bir seviyesini beklemeden gündeme gelir.

Kişilerin eğitimi ilk zamanlar kendi ailesi ebeveyni tarafından gerçekleştirilir,lakin çok geçmedense,
bu ilgi çevresine de taşarak kendine yakın olanlardan da etkilenme meydana gelir.
Şu bir gerçektir ki,insan birinci dereceden yakını olduğu halde kendine ait olanları eğitmekte zorlanır,
çevresi kendi ilgisinden fazla olarak,etkilerini kısa zamanda gösterir.

Bu etki olumsuz yönleriyle kısa zamanda meydana çıkar.
İnancına sadık ve Rabbine itaatkar olan insanlar, şer odaklarının üstün gayretleriyle,

temel olan değerlerden uzaklaştırılmışlar,
bunun yanına inananlarında inançlarındaki gevşek tavrı eklenince inanç kalelerinin burçlarında onarılmaz
hasarlar meydana gelmiş,kalplerde saklı olan samimi hisler zalimlerce fetih edilmiştir.

İslamın gönüllerdeki yeri zayıflamaya başladıkça çevre
kültürünün mimarları da gayretlerini artırarak çeşitli nefsi tekliflerle toplum arasında boy göstererek
kendi ideallerinde olan şeytani arzuları insan kitlelerine yaşam tarzı diye sunmuştur.

Vahyi olandan uzak sosyal ve hukuki yaşam tarzı olarak ifade edilebilecek olan çevre kültürü,
örf ve adetlerinde tesiriyle toplum arasında muhkem bir yer ederek varlığını sürdürmeye başlamıştır.
Çevre kültürünün kaçınılmaz etkisinin ve insan üzerindeki baskısının
çok yoğun olduğu bir yaşam tarzını zamanımızda görmekteyiz.İnsan yapısını bozmaya ve
ilahi standardın dışına çıkmaya zorlayan bir hayat tarzı maalesef günümüzde geçer bir konum olarak kabul görmektedir.
Etkilerinin kaçınılmaz sonucu bütün sınırları bile yıkacak güce ulaşmıştır.

Beşeri olan hayat tarzlarının hakimiyeti ve İlahi olandan uzaklaşma insan olabilmenin kurallarını da değiştirmiştir.
Anlayışların genelde beşeri ideallere endeksli olduğu sistemler,
garbın insana verdiği değeri de bütün çıplaklığıyle ortaya koymaktadır.

Toplumları yalnızlaştıran ve egoist mantığın içine iten yozlaşmış kültürlerin hakim olduğu
çevre kültürü, bulaşıcı bir hastalık gibi her kesimi sararak etkisi altına da almıştır.

İlahi olandan uzaklaşmak,beşeri olana dönüş,insanların sırtına büyük bir yük getirerek,
ezilmiş kitleleri sayısını her geçen gün artırmaktadır.
Asırlar öncesi zamanlarda yaşayan zulüm erbablarının günümüz versiyonları,geçmişe rahmet okutacak
nitelikte bir anlayışla çevre kültürünün yönünü belirlemekte,
yazılı ve görsel güçleriyle insan doğasına aykırı ve varsa sürekli empoze etmektedirler.

Toplumları etkilemeye aile yapısından başlayarak belli hedeflerine ulaşanlar başarılıda olmuştur.
İdeal olan ve yaşama yakışan tarzın hayattan uzaklaştırılmış
şekli yeni nesle orijinal şekilde empoze edilmiştir.İstedikleri standartta bir toplum kitlesi oluşturmak
için azami gayret gösteren çevre kültürünün mimarları,
efsunlu beyin yazılımları ile günümüzde bunu büyük ölçüde başarmıştır.

Profesyonel çalışma yöntemleri,yöresel örf ve adetleri de kullanarak gösterdikleri emek büyük kitlelere ulaşmış,
kati naaslara aykırı ve isyankar bir hayat tarzını egemen kılmışlardır.
Psikolojik ve maddi yaklaşımlar,ben merkezli ideolojiler muteber konuma gelmiş,kendisini korumak isteyen fertleri
bile zaman zaman rahatsız edecek boyutlara ulaşmıştır.
Vahye inat ve ebede muhalif yaşam tarzını oluşturan
çevre kültürü, inancın temel değerlerini bile saptıracak nitelikteki yaygınlığı ile insanları imani
konuda bile ihtilafa düşürmüş,bağışlanmayacak tek günah olan şirkin müntesipleri yapmıştır.

Özellikle örf ve adetler çerçevesinde baskın bir yer tutan
çevre kültürü tevhidi imanın inanandan istediklerini bile kale almaz tavrıyle tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.
Ailenin yaşam tarzından hayatın her safhasına nüfuz eden,
şirk kültürü de diyebileceğimiz bu anlayışın hakimiyetinin boyutları şaşılacak kadarda genişlemiştir.

Ahsen-i Takvim katında olan, yaratılmışların en üstün ve donanımlısı
insanın nice zorluklardan başarı ile çıkmasına rağmen,çevre kültürünün etkisiyle aşağılarında aşağısı
derecesine inmesi üzücü olan başka bir yöndür.

Esas olandan uzaklaşan sahte ilahlara fark etmeden tapan insan bu ibadet anlayışını
yine günümüzde yaygın olan çevre kültüründen almıştır.

Günümüzün beşer düşmanları,çeşitli ideolojik akımlarla,aklın esasını oluşturan
vahiyden insanları uzaklaştırmak için gereken bütün yöntemleri denemekte ve bu konuda ısrarcı tavırlarını sürdürmektedirler.
Özellikle sahip olunan temel inanç değerlerine

karşı yapılan saldırılar,insanları imanlarının emirlerinden uzaklaştırmak için yapılan
gayretler genel bir başarıya ulaşmış,günümüzde temel olan inanç değerleriyle taban tabana
zıt anlayış ve ameller muteber konuma gelmiştir.

Çevre kültürüyle yetişen ve hareket tarzımızı belirleyen inanları besleyen kaynaktan uzak olmak bu tuzağa
düşmeyi de kolaylaştırmıştır.Hayatını yanlış yönlendirenler,
çevre kültürüyle yetişenler,düzelmesi zor bir eğriliğe sahip oluyorlar.

Vahyi esastan uzaklaştıran çevre kültürü,ebede dair planlardan uzak bir yaşam tarzıyle nefislere
hitap ederek insanoğlunu kandırmaktadır.
Yakup DÖĞER
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
israilin yok olma kaygısı

“Elbette mü'minlere karşı düşmanlık da insanların en şiddetlisi olarak yahudileri
ve birde müşrikleri bulacaksın…”(maide-82)
Tarihin geçmiş dönemleri incelendiğin de,fitne ve fesadın mümasilleri olarak ilk sırada yahudileri göreceğimiz tarihin
gerek yazılı gerekse canlı şahitleriyle sabittir.Kendilerini seçilmiş toplum ve kurtuluşa erenler olarak gördükleri gibi,

kendi dışındaki insanları da,yahudilere hizmetçi ve uşak olarak algılarlar.
Yahudi olarak doğmayanların asla yahudi olamayacağı tezi yaşam tarzlarının temelini teşkil etmektedir.
Üstün sınıf olma tavırlarının ve mevcut ekonomik güçlerinin kendilerine
verdiği enaniyetle insanlığa nefrete dair ne varsa içlerinde kusmaktadırlar.Yukarıdaki ; “Ayet-i kerimenin ifadesi Hz. Peygambere
(salât ve selâm üzerine olsun)

özel bir hitab olabileceği gibi, genel geçer bir gerçeği dile getiren genel bir hitap da olabilir. Çünkü her insanın görebildiği apaçık
bir realiteyi dile getirmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in kendisiyle indirildiği dil olan Arapça'da bu tür ifade biçimlerine rastlamak mümkündür.
Ayet, her iki halde de, değindiği gerçeği açık bir biçimde ortaya koymaktadır.Bu gerçeği belirttikten sonra, ayetin ifade
biçiminde yahudilere ortak koşanlardan önce yer verilmesi dikkat çekmektedir.

Yani iman edenlere en amansız düşmanlar müşriklerden önce yahudilerdir. Yahudilerin düşmanlığı müşriklerinden
daha yaman, daha acımasız daha apaçık ve düşünen herkesin görebileceği bir realitedir.
Düşmanlıkta önce yahudiler sonra müşrikler gelir.
(fizilal)
Aslında burada açık bir gerçek mevcuttur,bunu herkes görebilmektedir.
Yeryüzünde
animislam3en4nu1.gif
ın tasarruf

hakkını gasp eden sahte ilahlar,kendilerine yegane düşman olarak gördükleri İslam Ümmetini nerede bulursa
yok etme gayretine girmiş bunu tarihin kendilerine tanıdığı her fırsatta yerine getirmekten geri durmamışlardır.

Mezalim imparatorluklarını kurmak için Müslümanların cesetleri üzerinde yükselen
zalimler İslam ümmetinin uyuşukluğu ve vurdum duymazlığından da istifadeyle emellerine ulaşmanın her yolunu gündeme

getirmektedir.Tarihinin hiçbir döneminde bunca kalabalık olmayan bu ümmet,yine tarihinin hiçbir döneminde de
bunca zulüm görmemiştir.Bu öyle bir zulüm ve işkencedir ki,insanlık tarihinin herhangi
bir sayfasında böyle bir zulme rastlanmamıştır.Geçmiş dönemlerdekiyle bir benzerliği yoktur.

Tarihin sayfalarından baktığımız zaman,geçmişte zulüm ve işkence gören
İslam ümmeti,kendini savunabilmiş,yenilgiye ve zulme belli mücadeleyle karşılık vererek kendini savunabilmiştir.
Günümüz dünyasında ise durum farklı olmakta,zulüm ve soykırımlar ümmetin savunmasız fertlerine uygulanmaktadır
.Bu durumda vahim olan başka bir yön daha vardır.
Bu ise İslam ümmetinin sanki üzerine ölü toprağı serpilmişçesine bigane ve kaygısız davranmasıdır.

Milyarla ifade edilen ümmet sayısı,maalesef kendinden geçmiş halde kardeşlerine yapılan her zulme kaygısız
seyirci kalmaya devam etmektedir.
Ümmetin önderi olması gereken alimlerin, varisliklerinden habersiz yaşam tarzları ,her zalime prim vermekte,

Beşeri müstekbirlerle uzlaşmış idealden yoksun gayesiz yaşayışları maalesef inananların üzüntüsüne yol açmaktadır.

Ne kadar acıdırki,bunca kırımın yaşandığı şu günümüzde,hiçbir alim halkın önüne çıkıp net bir tavır koymamış,
zalimlere ve zulümlerine lanet okumamıştır.

Keşke inanılan ve güvenilen ulema zümresi ınkilabi bir tavırla herkesin ve herkesimin duyabileceği bir
ses tonuyla ümmete ve zalimlere seslenme erdeminde bulunabilseydi.Yalan dünyanın
geçici menfaatlerine aldananlar bir gün şiddetli bir uyanışla uyanacaktır.İslam ümmetinin alimleri nerdesiniz,
bu ümmete neden rehberlik yapmıyorsunuz,sıcak ve sıtandardı yüksek yaşam tarzlarınızı bırakmak çok mu zor,

sizler Peygamber varisi olanlarsınız,varis olmanızın gereğini yapın,bu zalimlere karşı gereken neyse çıkın haykırın.
Aslında gündemimizde olan israilin mezalimidir .Ben öyle inanıyorum ki,artık israili ve yahudileri yok olma korkusu sarmıştır.


Anladılar ki dünya Müslümanları kendilerine yaşama fırsatı vermeyecekler,bir taşın ardına saklansalar da onları bulup öldüreceklerdir.
Şimdi Yahudilerin bu yaptığı mezalim kendilerine ait gelecek kaygısıdır.Yok olma kaygısıdır.
Artık İsrail diye bir yer yakında kalmayacaktır,işgal ettikleri ümmetin toprakları,onlara mezar olacaktır.
Bunca şiddetle celallenmeleri ve pervasız tavırları,kendi hayatlarına ait yok olma korkularındandır.
Bizler İslam Ümmeti olarak israilin yok olması ve emniyetlerinin ortadan kalkması için ne gerekiyorsa yapacağız,yapmalıyız.

animislam3en4nu1.gif
için ölenler hiçbir şekilde kayba uğramazlar.Rasulullahın bir mektubunu götüren elçinin, zamanın

zalimleri tarafından katledilirken söylediği söz ne kadar manidardır.Sahabe katledilirken “Vallahi kazandım” demiştir.
animislam3en4nu1.gif
adına canını verebilecek bir çok mücahit vardır bu ümmette,her ne kadar bizler korkak olsakta.

Bu ümmetin,fetvalarıyle kanını kaynatacak nice alimler vardır,her nekadar bizdekiler düzenle barışık olsada.
Yakup DÖĞER
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Dünden Günümüze inancımız

İlk Kur’an neslinden günümüze doğru gelindiğin de,bunca kopukluğun nedeni aslında çok basit olarak görülebilecektir.Çünkü sahabe döneminde ilk sırada Dinin öğrenilmesi,anlaşılması ve yaşanması geliyordu.
Bütün olumsuzluklara rağmen ilk sırada olan Allahın emirleri gelmekteydi.Zamanla bu öncelik yer değiştirdi.Kişilerin dünyaya olan bağlılığı artıkça dine olan ilgileri de azaldı,daha çok dünya meşgalesine daldılar,dinlerini öğrenmeyi ikinci hatta üçüncü plana attılar.Onlar için artık mal mülk servet,saltanat,yeni fetihler vardı.
Artık Kur’anda bir kenarda sünnette bir kenardaydı,kendileri direk okumak yerine onlar için okuyanları taklit ediyorlardı.Doğal olarak ta ,kendileri için okuyanlar ne kadar anlıyorsa onlarda o kadar amel ediyordu.
Devletin başına geçenler ümmetin halifesi olmaktan ziyade dünyalık saltanatlarına daldılar.Dünyevi isteklerini onaylatacak bir medrese hocası da her zaman buldular.Zalimlerin sultası altına girmeyenlerde (imamı azam gibi) şehid oldular.
İslam’a akın akın giren büyük kitleler hiçbir zaman Kuranla ve sünnetle direk muhatap olmadılar,hiçbir zaman ne Kitabımızı alıp eline anlayarak okumadılar,nede Hadisi şerifleri merak edip incelemediler.
Çünkü dünyevi meşgaleleri çok fazlaydı,yaşam tarzları hiçte Ashaba benzemiyordu.Teselli olarak mevcut bilenlere danıştılar,onlar ne kadar verdiyse onu anladılar.Yanlış yada doğru,bilmeden amelle bir hayat başladı.
Aslında aslolan,ashabın Rasule bile sorduğunu,sorabilmekti.Ama bilmedikleri dinin mensupları sorma cesaretlerini hiçbir zaman elde edemedi,çünkü sormak için bilmeleri geriyordu,bilmek içinse okuyup öğrenmek.
Bu zor olandı,kolay olan tercih edildi.Kolayın tercih edildiği bir hayat tarzı,bütün anlayışa hakim oldu.Kitap anlaşılamaz,peygamber ulaşılamaz gibi toplumlara lanse edildi.Bunun sonucunda bir çok bidat ve hurafe İslam’ın gündemine geldi.Birçok bidat hurafede islam’ın özündenmiş gibi yaşanmaya başladı.
Sormak okadar kolaydı ki,farzı ayn ilimler bile, bir ilmihali açıp okumak yerine,birilerine sorulur oldu
.Namazlarımızda okuduğumuz surelerin bile manasını anlama ihtiyacı duymadık hiç.Ama cenazelerimizin arkasından üçü,yedisi,kırkı gibi birçok merasimi yine bize dayatanlar tarafından kabul ettik.Okumak öğrenmek,dinimizi hayatımızın birinci sırasına koymak artık nerdeyse mümkün değildi.Nasılsa birileri bizim için okuyor,öğreniyor düşünüyordu.En temel inanç ilkelerinde bile hiçbir fikrimiz yoktu.
Bir gün Hz.Ömer Ashabına,”Ben yamulursam siz ne yaparsınız” diye sordu.Bir sahabe ayağa kalkıp,”Seni düzeltiriz ya Ömer” dedi.Çünkü,yamulduğunu anlayabilecek kadar dine vakıftı.Çünkü ilk sırada onlar için din vardı,Allahın emirleri vardı.Sonralarda,kullara karşı katıksız kulluklar başladı,dini bilmeyenler kendisi için öğrenenlere tabi oldu,öğrenenler yamuldu,tabileri de itiraz edemedi çünkü hiçbir bilgileri yoktu bu konularda.Bildikleri Allahın varlığı,kitabın ve peygamberin adıydı.Hepsi bu kadar.Ne Allahın tasarruf hakkında bilgi sahibi oldular,ne Kur’anın içeriğini merak ettiler nede Rasulün hayatını mücadelesini.Gerekte yoktu,çünkü işleri çok,kendileri için düşünenleri vardı.Onlar yanlışta düşünse,Kurana terste olsa,söz ve davranışları Rasulullaha(sav) benzemese de,onlar her şeyi bildiği için tevil edilirdi.Aslında söyledikleri başka bişey di,ama onları,onların seviyesine çıkmayanlar anlayamazdı.Zaman geçti hiç tanımadığımız dinin mümessileri olduk.Ne merakımız vardı,nede öğrenmeye gayretimiz,zaten işlerimizde çoktu,nasılsa bizim için düşünen akleden birileri vardı.Zordamı kaldık sorardık öğrenirdik.Ama nasıl iletirlerse öyle kabul etmek kaydıyle,sorgulamadan araştırmadan.Hani Ashab Rasule(sav) demiştiya, “Ya rasulullah,bu vahiymi senin sözünmü”,bizim bu şansımızda yoktur bizim yerimize öğrenenler karşısında.Çünkü sorgusuz teslimiyet .çoktan başlamıştı.Kur’anın önüne başka kitaplar,peygamberin önüne başka liderler geçti.Kur’an okunup tavsiye edilmekten çıktı,başka kitapların okunması gerektiği dayatıldı.Rasulullahın hayatı ve mücadelesi bırakıldı,başka şahısların yaşamı ve mücadelesi gündeme geldi.Bizim hocamız asrın kutbuydu,gavstı,kerametler sahibiydi.Hatta bu asrın müceddidiydi.Müslüman olmak,bir başka sıfattan sonra anılmaya başladı.Ben şucuyum,bucuyum,şu talebesiyim bunun müridiyim…Ben müslümanım diyen olursa;Bende müslümanım ama…diye bitiyordu kelimeler.Göğsümüzün kabaracağı erdemlerimiz değişti. “Allah’tan nasıl korkmanız gerekiyorsa öylece korkun ve yalnız Müslümanlar olarak can verin” hitabını duyan yoktu,çünkü anlaşılmayan bir kitabın tabileri olmuştuk.
Yakup Döğer.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bu yazı tamamen HAYAL MAHSÜLÜ bir yazıdır veya kurgudur. Çünkü, Rabbimiz her devirde hatta Rasulullah /(s.a.v.) Efendimizin bisetinde önce dahi Rabbimizin dinini ayakta tutacak insanalrdan -iman edenlerden- asla hali kalmaz. Hz.Ali (K.V.) şöyle buyurmuştur: -----------------------------------------------------------------------------“Yeryüzü, Kıyamete kadar Allahu Teala’nın dinini ayakta tutacak, ayetlerini ibtalden koruyacak kimselerden boş kalmaz. Onlar, insanlar içinde adedi çok az, fakat Allah katında kıymetleri çok yüksek kimselerdir.”--------------------------------------------------------------------------------------------------------Hâl böyle olunca yeryüzündeki sulta ve ikitdarların müslümanların elinde bulunması da , ellerinden bu güücn kaybolması daRabbimizin takdir-i ilâhisi olup mukadderat cümlesindendir. Bunalr olacaktır ve kıyamet gününe yaklaşmış olduğumuz günümüzde dahi , bütünkıyamet alâmetleri yaşanacaktır ki, bu fani dünaynın sonu gelmiş olsun. Bütün bu yaşadığımız ve yaşayacağımız hadise ve olayların müsebbibi ve fail-i hakikisi Rabbimizdir. Biz müslümanlara düşen ise, çevremizi, başakalrını, devlet ricalini ve diğer müslüman ülkelerdeki müslümanları suçlamadan üzerimize farz kılınmış olan dini emirleri hayatımıza uygulamak ve çobanlığını yaptığımız ve onalrdan sorumlu olduğumuz aile efradımızı ateşten korumak olmalıdır.Müslümanlar için bundan başka bir vazife bilmiyoruz Vesselâm.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
[ Namazlarımızda okuduğumuz surelerin bile manasını anlama ihtiyacı duymadık hiç.Ama cenazelerimizin arkasından üçü,yedisi,kırkı gibi birçok merasimi yine bize dayatanlar tarafından kabul ettik.Okumak öğrenmek,dinimizi hayatımızın birinci sırasına koymak artık nerdeyse mümkün değildi.Nasılsa birileri bizim için okuyor,öğreniyor düşünüyordu.En temel inanç ilkelerinde bile hiçbir fikrimiz yoktu.
Bir gün Hz.Ömer Ashabına,”Ben yamulursam siz ne yaparsınız” diye sordu.Bir sahabe ayağa kalkıp,”Seni düzeltiriz ya Ömer” dedi.Çünkü,yamulduğunu anlayabilecek kadar dine vakıftı.Çünkü ilk sırada onlar için din vardı,Allahın emirleri vardı.Sonralarda,kullara karşı katıksız kulluklar başladı,dini bilmeyenler kendisi için öğrenenlere tabi oldu,öğrenenler yamuldu,tabileri de itiraz edemedi çünkü hiçbir bilgileri yoktu bu konularda.Bildikleri Allahın varlığı,kitabın ve peygamberin adıydı.Hepsi bu kadar.Ne Allahın tasarruf hakkında bilgi sahibi oldular,ne Kur’anın içeriğini merak ettiler nede Rasulün hayatını mücadelesini.Gerekte yoktu,çünkü işleri çok,kendileri için düşünenleri vardı.Onlar yanlışta düşünse,Kurana terste olsa,söz ve davranışları Rasulullaha(sav) benzemese de,onlar her şeyi bildiği için tevil edilirdi.Aslında söyledikleri başka bişey di,ama onları,onların seviyesine çıkmayanlar anlayamazdı.Zaman geçti hiç tanımadığımız dinin mümessileri olduk.Ne merakımız vardı,nede öğrenmeye gayretimiz,zaten işlerimizde çoktu,nasılsa bizim için düşünen akleden birileri vardı.Zordamı kaldık sorardık öğrenirdik.Ama nasıl iletirlerse öyle kabul etmek kaydıyle,sorgulamadan araştırmadan.Hani Ashab Rasule(sav) demiştiya, “Ya rasulullah,bu vahiymi senin sözünmü”,bizim bu şansımızda yoktur bizim yerimize öğrenenler karşısında.Çünkü sorgusuz teslimiyet .çoktan başlamıştı.Kur’anın önüne başka kitaplar,peygamberin önüne başka liderler geçti.Kur’an okunup tavsiye edilmekten çıktı,başka kitapların okunması gerektiği dayatıldı.Rasulullahın hayatı ve mücadelesi bırakıldı,başka şahısların yaşamı ve mücadelesi gündeme geldi.Bizim hocamız asrın kutbuydu,gavstı,kerametler sahibiydi.Hatta bu asrın müceddidiydi.Müslüman olmak,bir başka sıfattan sonra anılmaya başladı.Ben şucuyum,bucuyum,şu talebesiyim bunun müridiyim…Ben müslümanım diyen olursa;Bende müslümanım ama…diye bitiyordu kelimeler.Göğsümüzün kabaracağı erdemlerimiz değişti. “Allah’tan nasıl korkmanız gerekiyorsa öylece korkun ve yalnız Müslümanlar olarak can verin” hitabını duyan yoktu,çünkü anlaşılmayan bir kitabın tabileri olmuştuk./QUOTE]

Bu yazıyı yazan güya yanlış diye takdim ettiği yanlışları kendisininde içinde bulunduğu bir durumda yazmış.kabul ettik,bulduk gibi Bu adama sormak lazım demekki sende kendi anlattığına göre sapıklardan imişsin.Öyleyse ilk önce kendini temize çıkar,kendini kurtarda ondan sonra haber ver.Eline kalem alan bir şeyler karalıyor.Güya kendinde birşey var fehmine kapılıyor.Cahl cesur olur kaydesince bin kusur sene içerisaindeki yaşamış Müslümanlara ve bu Müslümanlara tabi olmuş bu günkü yaşayan müslümanlara futursuzca iftira atıyor,karalıyor.Peki geçmiş Müslümanlar senin anlattığın gibiyse sana sözüm ona bu doğrular nasıl ulaştı.Onlar Kuran-ı Kerimi çoğaltmasalar.Hadisi Şerif Kitablarinı çoğaltmasalar Kuran ve Sünneti sen nerden bilebileçektin.Daha çok şeyler yazıla bilr ama hem burası buna müsait değil hem anlayana yazılır.Geçmişine küfreden haramzadeye değil.
 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
[Bu yazıyı yazan güya yanlış diye takdim ettiği yanlışları kendisininde içinde bulunduğu bir durumda yazmış.kabul ettik,bulduk gibi Bu adama sormak lazım demekki sende kendi anlattığına göre sapıklardan imişsin.Öyleyse ilk önce kendini temize çıkar,kendini kurtarda ondan sonra haber ver.Eline kalem alan bir şeyler karalıyor.Güya kendinde birşey var fehmine kapılıyor.Cahl cesur olur kaydesince bin kusur sene içerisaindeki yaşamış Müslümanlara ve bu Müslümanlara tabi olmuş bu günkü yaşayan müslümanlara futursuzca iftira atıyor,karalıyor.Peki geçmiş Müslümanlar senin anlattığın gibiyse sana sözüm ona bu doğrular nasıl ulaştı.Onlar Kuran-ı Kerimi çoğaltmasalar.Hadisi Şerif Kitablarinı çoğaltmasalar Kuran ve Sünneti sen nerden bilebileçektin.Daha çok şeyler yazıla bilr ama hem burası buna müsait değil hem anlayana yazılır.Geçmişine küfreden haramzadeye değil.

Hakaret yok sağlıkçı,düşüncelere saygılı olunacak,yarım asırdır yaşıyorsun
nerdeyse,bazı şeyleri öğrenmek gerek.
Sen yaşadığın islamla sahabeninkini karşılaştır,o zaman daha iyi anlarsın
ne denmek istendiğini.Savunduğunuz yaşam tarzınız Peygambere(sav) ve ashaba benziyorsa yani benzetiyorsan senin vercek bişeyin olamaz
ümmete.Ama içinde tereddün varsa biraz düşünürsün.
Beton duvarlarla surlar ördüğünüz düşüncelerinize bi kapı açarsanız
sizden başkalarınındayaşadığını görebilirsiniz.
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
İlk Kur’an neslinden günümüze doğru gelindiğin de,bunca kopukluğun nedeni aslında çok basit olarak görülebilecektir.Çünkü sahabe döneminde ilk sırada Dinin öğrenilmesi,anlaşılması ve yaşanması geliyordu.
Bütün olumsuzluklara rağmen ilk sırada olan Allahın emirleri gelmekteydi.


Zamanla bu öncelik yer değiştirdi.Kişilerin dünyaya olan bağlılığı artıkça dine olan ilgileri de azaldı,daha çok dünya meşgalesine daldılar,dinlerini öğrenmeyi ikinci hatta üçüncü plana attılar.

Onlar için artık mal mülk servet,saltanat,yeni fetihler vardı.


Artık Kur’anda bir kenarda sünnette bir kenardaydı,kendileri direk okumak yerine onlar için okuyanları taklit ediyorlardı.Doğal olarak ta ,kendileri için okuyanlar ne kadar anlıyorsa onlarda o kadar amel ediyordu.


Devletin başına geçenler ümmetin halifesi olmaktan ziyade dünyalık saltanatlarına daldılar.Dünyevi isteklerini onaylatacak bir medrese hocası da her zaman buldular.


Zalimlerin sultası altına girmeyenlerde (imamı azam gibi) şehid oldular.


İslam’a akın akın giren büyük kitleler hiçbir zaman Kuranla ve sünnetle direk muhatap olmadılar,hiçbir zaman ne Kitabımızı alıp eline anlayarak okumadılar,nede Hadisi şerifleri merak edip incelemediler.


Çünkü dünyevi meşgaleleri çok fazlaydı,yaşam tarzları hiçte Ashaba benzemiyordu.Teselli olarak mevcut bilenlere danıştılar,onlar ne kadar verdiyse onu anladılar.Yanlış yada doğru,bilmeden amelle bir hayat başladı.


Aslında aslolan,ashabın Rasule bile sorduğunu,sorabilmekti.Ama bilmedikleri dinin mensupları sorma cesaretlerini hiçbir zaman elde edemedi,çünkü sormak için bilmeleri geriyordu,bilmek içinse okuyup öğrenmek.


Bu zor olandı,kolay olan tercih edildi.Kolayın tercih edildiği bir hayat tarzı,bütün anlayışa hakim oldu.Kitap anlaşılamaz,peygamber ulaşılamaz gibi toplumlara lanse edildi.Bunun sonucunda bir çok bidat ve hurafe İslam’ın gündemine geldi.Birçok bidat hurafede islam’ın özündenmiş gibi yaşanmaya başladı.


Sormak okadar kolaydı ki,farzı ayn ilimler bile, bir ilmihali açıp okumak yerine,birilerine sorulur oldu
.


Namazlarımızda okuduğumuz surelerin bile manasını anlama ihtiyacı duymadık hiç.Ama cenazelerimizin arkasından üçü,yedisi,kırkı gibi birçok merasimi yine bize dayatanlar tarafından kabul ettik.Okumak öğrenmek,dinimizi hayatımızın birinci sırasına koymak artık nerdeyse mümkün değildi.Nasılsa birileri bizim için okuyor,öğreniyor düşünüyordu.En temel inanç ilkelerinde bile hiçbir fikrimiz yoktu.


Bir gün Hz.Ömer Ashabına,”Ben yamulursam siz ne yaparsınız” diye sordu.Bir sahabe ayağa kalkıp,”Seni düzeltiriz ya Ömer” dedi.Çünkü,yamulduğunu anlayabilecek kadar dine vakıftı.


Çünkü ilk sırada onlar için din vardı,Allahın emirleri vardı.Sonralarda,kullara karşı katıksız kulluklar başladı,dini bilmeyenler kendisi için öğrenenlere tabi oldu,öğrenenler yamuldu,tabileri de itiraz edemedi çünkü hiçbir bilgileri yoktu bu konularda.


Bildikleri Allahın varlığı,kitabın ve peygamberin adıydı.Hepsi bu kadar.Ne Allahın tasarruf hakkında bilgi sahibi oldular,ne Kur’anın içeriğini merak ettiler nede Rasulün hayatını mücadelesini.Gerekte yoktu,çünkü işleri çok,kendileri için düşünenleri vardı.Onlar yanlışta düşünse,Kurana terste olsa,söz ve davranışları Rasulullaha(sav) benzemese de,onlar her şeyi bildiği için tevil edilirdi.Aslında söyledikleri başka bişey di,ama onları,onların seviyesine çıkmayanlar anlayamazdı.


Zaman geçti hiç tanımadığımız dinin mümessileri olduk.Ne merakımız vardı,nede öğrenmeye gayretimiz,zaten işlerimizde çoktu,nasılsa bizim için düşünen akleden birileri vardı.

Zordamı kaldık sorardık öğrenirdik.Ama nasıl iletirlerse öyle kabul etmek kaydıyle,sorgulamadan araştırmadan.Hani Ashab Rasule(sav) demiştiya, “Ya rasulullah,bu vahiymi senin sözünmü”,bizim bu şansımızda yoktur bizim yerimize öğrenenler karşısında.Çünkü sorgusuz teslimiyet .çoktan başlamıştı.Kur’anın önüne başka kitaplar,peygamberin önüne başka liderler geçti.Kur’an okunup tavsiye edilmekten çıktı,başka kitapların okunması gerektiği dayatıldı.


Rasulullahın hayatı ve mücadelesi bırakıldı,başka şahısların yaşamı ve mücadelesi gündeme geldi.


Bizim hocamız asrın kutbuydu,gavstı,kerametler sahibiydi.Hatta bu asrın müceddidiydi.Müslüman olmak,bir başka sıfattan sonra anılmaya başladı.Ben şucuyum,bucuyum,şu talebesiyim bunun müridiyim…



Ben müslümanım diyen olursa;Bende müslümanım ama…diye bitiyordu kelimeler.Göğsümüzün kabaracağı erdemlerimiz değişti. “Allah’tan nasıl korkmanız gerekiyorsa öylece korkun ve yalnız Müslümanlar olarak can verin” hitabını duyan yoktu,çünkü anlaşılmayan bir kitabın tabileri olmuştuk.


Yakup Döğer.

Onlar için artık mal mülk servet,saltanat,yeni fetihler vardı.

: ))

onlar dediği kim acaba yazarın..!saltanat fetih diye suçladıkları kim acep..!


Devletin başına geçenler ümmetin halifesi olmaktan ziyade dünyalık saltanatlarına daldılar.Dünyevi isteklerini onaylatacak bir medrese hocası da her zaman buldular.

: ))

buldukları içinmi imamı azam hazretleri gibi bir alim şehit oldu ..!!


İslam’a akın akın giren büyük kitleler hiçbir zaman Kuranla ve sünnetle direk muhatap olmadılar,hiçbir zaman ne Kitabımızı alıp eline anlayarak okumadılar,nede Hadisi şerifleri merak edip incelemediler.

: ))

yazık yazık gerçekten..!!

gerisini ne alıntılamaya ne okumaya ruhum kaldırmıyor..!

baştan sona gurur ,kibir,aşağılama kokan,tek müslüman benim diyen bir yazı..



sayın tevhid_yolcusu su ne vakittir,özgürlük adına yazılarınızı iyiye tevil edip yazılarınızdaki suçlamaları,hakaretleri görmezden gelmeye çalışıyorum..lütfen konularınızı ehli tarik,kişileri aşağılayıcı,kurandan uzak yolda lanse edici yazıları asmaktan vaz geçiniz..!


 

tevhid_yolcusu

Profesör
Katılım
30 Eyl 2009
Mesajlar
811
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Onlar için artık mal mülk servet,saltanat,yeni fetihler vardı.

: ))

onlar dediği kim acaba yazarın..!saltanat fetih diye suçladıkları kim acep..!


Devletin başına geçenler ümmetin halifesi olmaktan ziyade dünyalık saltanatlarına daldılar.Dünyevi isteklerini onaylatacak bir medrese hocası da her zaman buldular.

: ))

buldukları içinmi imamı azam hazretleri gibi bir alim şehit oldu ..!!


İslam’a akın akın giren büyük kitleler hiçbir zaman Kuranla ve sünnetle direk muhatap olmadılar,hiçbir zaman ne Kitabımızı alıp eline anlayarak okumadılar,nede Hadisi şerifleri merak edip incelemediler.

: ))

yazık yazık gerçekten..!!

gerisini ne alıntılamaya ne okumaya ruhum kaldırmıyor..!

baştan sona gurur ,kibir,aşağılama kokan,tek müslüman benim diyen bir yazı..



sayın tevhid_yolcusu su ne vakittir,özgürlük adına yazılarınızı iyiye tevil edip yazılarınızdaki suçlamaları,hakaretleri görmezden gelmeye çalışıyorum..lütfen konularınızı ehli tarik,kişileri aşağılayıcı,kurandan uzak yolda lanse edici yazıları asmaktan vaz geçiniz..!


Kimseye hakaret yok.Kimseyi aşağılamak yok.
Açın tarih kitaplarını okuyun,durumu görün.
Ne tarikatten bahsediliyor yazıda,ne ehli tarik aşağılanıyor.
Ne şahıs ismi var nede cemaat,tarikat ismi.
Tarihte bu hadiseler olamdımı sizce,katıldığınız hiç bir yer yokmu yani?
Tarih kitaplarına bi bak kardeşim.Hülafa-i Raşidinden sonraki bölümden başla okumaya.Sende göreceksin durumu,müslümanların neler çektiğini.
Bunlar bizim ortak sorunlarımız.
Kızmana bozulmana gerek yokki.Ne bir cemaati nede bir tarikatı
aşağılamak benim haddim değil.Gördüğüm yanlışlar varsa,
aklımın erdiğince anlatırım,gerisi karşıdakine kalmış.
 

genç

Üye
Katılım
21 Ağu 2007
Mesajlar
95
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
malatya
dostluk nickli yönetici arğadaşımız hemen tevhid arğadaşımızı tehdit etmiş.niye?
niye olsun zoruna gitmiş,sanki dersin boş böğrüne daş yemiş gibi hemen ateşlenmiş.ula arğadaş hergün saldırılar yapılıyor gıkınız çıkmıyor,nasıl nefsine doğununca sesin borazan gibi çıkıyorcasına lanse ediyorsun.

sizden yönetici de olmaz,objektiflikte beklenmez.
 
Üst