Dinler Arası Diyalog Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?

Dinler Arası Diyalog Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?

  • Bir Vatikan Projesi, Müslümanlar için uygun değil

    Oy: 31 73.8%
  • M.Fethullah Gülen'in Projesi.İnsanlık için faydalı

    Oy: 10 23.8%
  • Kararsızım

    Oy: 0 0.0%
  • Fikrim yok

    Oy: 1 2.4%

  • Kullanılan toplam oy
    42

SaddbinMuaz

Profesör
Katılım
14 Nis 2011
Mesajlar
943
Tepkime puanı
14
Puanları
0

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
gencakinci samimi degilki dikkatli olsun,adamin isi gücü iftira atmak,sisirme ve carpitma haberleri arastirmadan millete duyurmak,camur at izi kalsin misali,kac kere iftirala oldugunu kanitlandi.Gencakinci bunlari sahsi adina yapsa hadi neysede savundugu milli-görüs camiasi ve ismailaga camiasi adina yapmasi ayri bir suc,tam bir sorumsuzluk.
Yaptigi yanlisin farkina varir insaAllah.
 

SaddbinMuaz

Profesör
Katılım
14 Nis 2011
Mesajlar
943
Tepkime puanı
14
Puanları
0
gencakinci samimi degilki dikkatli olsun,adamin isi gücü iftira atmak,sisirme ve carpitma haberleri arastirmadan millete duyurmak,camur at izi kalsin misali,kac kere iftirala oldugunu kanitlandi.Bu salak bunlari sahsi adina yapsa hadi neysede savundugu milli-görüs camiasi ve ismailaga camiasi adina yapmasi ayri bir suc,tam bir sorumsuzluk.
Yaptigi yanlisin farkina varir insaAllah.

Öyle görünmekte... Lakin savunma psikolojisi ile savunan kardeşlerimizin taassublarıda buna azda olsa destek vermiyor diyebilirmiyiz ???
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Cübbeli Ahmet Hoca'nın dinlerarası dialogla ilgi çok önemli konuşmalarını mutlaka dinleyin... Müslümanların geleceği için çok elzem bir konudur...

 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Dinlerarası Diyalog'a İslam'ın cevabı

http://www.youtube.com/watch?v=QZtqE9SEHpM


Şimdiki sözde diyalogcular aslında monologculuk yapıyorlar. Daialogcu Gülenciler susuyor karşıdaki Batılılar emir veriyor.Bu apaçık monologluktur.

Doğru olan Diyalog anlayışında tebliğ yapmak, Hristiyanları ve Yahudileri hakka doğruya kısaca İslama davet etmektir.
 

ulvi

Doçent
Katılım
28 Ocak 2010
Mesajlar
522
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Adana


EFendimiz bile zaman zaman yanılabileceğini söylerken
beşer şaşar iken
tek haklı olan sen misin..
seni anlamak için önce kendini düzelt
başkalarına sataşmadan uyduruk videolarla kime hizmet ettiğini bilerek
gel
sataşmadan aç konunu bak seni dinleyen çok olur...
ama sataştığında
güya uyarmak istediğin kesim seni dinlemez ki:)
bu şuna benziyor dinle ey gafil:)
sen kafirsin
dinin kafir dini

anla artık bizi:)
demek gibi
adama kafir diyorsun seni niye dinlesin ki

Onun içinmi yanıldığınızı ve hataya düştüğünüzü kabul etmiyorsunuz, Müslümanlar içindeki Müslüman düşmanı gibisiniz

tek yahudi hırıstiyan ve din dümanına tek kötü lafınız yok ama sizi hatalı bulduğunu beyan edipte gördüğü hatalarınızı ortaya koyan her Müslüman 'a hakaret ve tehditiniz bol

Size altın bir sır

O çok sevdiğiniz hırıstiyanların şerri altında ömür boyu yaşamak be gelecek nesilleriniz hırıstiyanlara köle ve cariye olmasın istiyorsanız bir daha hırıstiyana ağzı dili lal olupta Müslümana hakaret eden olmayın

Dikkat edin bazıları sözü sevmez icraati sever ben gibi

Kılıç kından çıktımı hakkınızda karar ve hüküm verildimi ne fettullah kurtarabilir sizi nede saidi

İnanmayan varsa buna İstihare Yapsın Rab 'be
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
40
Web sitesi
www.herkul.org
Ancak ehli kitabın bazılarının bu doğruları tarif ve tavsif ederken yanlışa düştüklerini de görüyor, Allah'a babalık, peygambere de oğulluk ve krallık sıfatını isnat etmeleri gibi yanılgılarına da şahit oluyoruz. Onlardan bazılarının bu gibi yanlış tarif ve tavsiflerinin doğrusunu anlatma görevi de yine bize düşüyor. Uzaktan seyirci kalma yerine yaklaşıp kendi doğrularımızı anlatma imkanı aramamız icap ediyor(El-Cevaz)


EL-cevazın naklettiği yukarıdaki iktibastan , özellikle ''Ehli kitabdn bazıları'' tabiri sureti katiyetle, son derece yanlış bir cümledir...Ehli Kitabdan, müslümanlar hariç, bütün ehli kitabın, el-an küfürde olduğu hususu itikadi bir husustur...Bu önemli husususn buharlaşmasına vesile teşkil eden bu gibi saakat anlayışların tavzih edilmesi gerekir...Maattessüf diyalog süreci buna hizmet etmektedir...

Vacip Tealâ Yehûd üzerine züllü meskenet nazil olduğunu beyanettiği gibi ehl-i kitabın cümlesi salâh ve fesadda müsavi ol­mayıp aralarında fark olduğunu dahî beyanetmek üzere buyuruyor.
[Ehl-i kitabın cümlesi bir mertebede müsavi olmadı. Zira; ehl-i kitaptan bazıları cemaat-i âdile ve ümmet-i müstakimedir. Çünkü; onlar gecenin saatlerinde secde eder ve teheccüd namazı kılar oldukları halde Allah'ın âyetlerini okurlar.]
[Ehl-i kitaptan adaletle kaim olanların evsaf-ı âliyeleri; onlar Allah'a ve yevm-i âhirete iman ederler ve emr-i bilma'ruf ve nehy-i anilmünkerle meşgul olurlar ve enva-ı hayrata müsaraat ederler ve şu sıfatlarla muttasıf olanlar salihîn zümresindendirler.]
[Onların hayrolarak işledikleri şeyler asla zayi' olmadığı gibi sevabı dahî noksan olmaz. Halbuki AHahü Taelâ müttekileri bilir ve amellerinin muktezasına göre sevap verir.]
Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile âyette icaz ve mukadder vardır. Zira takdir-i kelâm 'dir. Yani! «Ehl-i kitaptan bazıları adalet üzere
kaim ve ibadetle meşgul olurlar ve bazıları da ümmet-i mezmume olup adalet üzere kâim olmazlar.» demektir ki, bundan evvel ehl-i kitabın bazılarının mü'min ve ekserisinin fasık olduklarını Vacip Tealâ bu âyetle ispat etmiştir.
Vacip Tealâ ehl-i kitabın iman edenlerini sekiz sıfatla sena buyurmuştur:
Birincisi; ümmet-i kaime olmala­rıdır. Çünkü bu âyette ümmet-i kâime demek; geceyle teheccüd namazında kaim ve din-i İslama yapışmakta sabit ve mü­davim ve her işinde adalet üzere hareket eder demektir. Şu halde ümmet-i kâime sıfatı onlar hakkında evsaf-ı memduhadandır.
İkin­cisi; gecenin saatlerinde tilâvet-i Kur'ân'la meşgul olmalarıdır. Zi­ra; tilâvet-i Kur'ân'da her kelimesine ve belki her harfine sevap verileceği ehadis-i nebevîyeyle sabit olduğundan Kur'ân okumak ayn-ı ibadet olduğu cihetle onlar hakkında sıfat-ı memduhadandır.
Tilâvetlerinin devamlı olduğuna işaret için devam ve istimrara delâlet eden muzari' lâfzı üzere gelmiştir.
Üçüncüsü; en mühim ibadet olan secdeyle meşgul olmalarıdır. Yani; onlar adalet üzere kıyam ve tilâvet-i Kur'ân'la meşgul olmakla beraber huşu' ve huzu' üzere yüzlerini türab-ı mezellete sürmekle dahi ubudiyetlerini izhar ederler demektir.
Dördüncüsü; Allahü Tealâ'-ya ve yevm-i âhirete iman etmeleridir. Allahü Tealâ'ya iman, me­leklere, kitaplara ve enbiyaya imanı müstelzim olduğundan Allahü Tealâ'ya imanı zikirle diğerlerini zikirden iktifa olunmuştur.
Be­şincisi; emr-i bilma'ruf, altıncısı; nehy~i anilmünkerdir. Çünkü in­san için her şeyden evvel vazife; iman ve amel ve tehzib-i ahlâk cihetinden nefsinin nevakısını ikmal etmektir. Badehu ebna-yı cin­sinden sairlerinin nevakısını ikmaldir. Aharın nevakısını ikmal yukarıda beyanolunduğu veçhile hayrolan şeylere irşad ve şer olan şeylerden men'etmekle olacağından Cenab-ı Hak bu âyette kemâl sıfatlarını beyanettiği gibi ikmal sıfatlarım dahi beyanetmiştir.
Yedincisi; hayrata müsaraat etmeleridir. Yani ölüm sebebiyle yetişememiş olmak korkusuna binaen hayratı acele işler ve sakîl ad­detmezler demektir. Sürat; umur-u dinde lâyık olan şeye ikdamdan ibaret olduğu cihetle lâyık olmayan şeyi işlemeye ikdam mânâsına olan acele gibi mezmum değildir.
Sekizincisi; sulaha zümresinden olmalarıdır. Gerçi bunlar ehl-i kitaptan iman eden­leri meth için varîd olmuşsa da bu sıfatlar her kimde bulunursa memduh olacağında şüphe yoktur. Binaenaleyh herkesin, bu sıfat­ların kendisinde bulunmasına çalışması lâzımdır. Zira Cenab-ı Hakkın kitabında bunları zikirle bir sınıfı sena etmesi; herkesi bu gibi sıfatlara terğib içindir.
Vacip Tealâ bu âyette ehl-i kitaptan iman edenlerin, mera-tib-i insaniyenin en âlâsını iktisabettiklerini beyanetmiştir. Zira; onların iktisabettikleri kuvve-i nazariye olan itikadiyat ki, Allah'a ve âhirete imandır ve kuvve-i ameliye ki, adaletle kıyam, tilâvet-i Kur'ân, secde ve gayrın nevakısını ikmal hususunda emr-i bilma'-ruftur. İşte bu âyet; bunların cümlesini cami' olduğundan kema-lât-ı insaniyenin en yükseğidir.
Tefsir-i Taberî'de beyanolunduğu veçhile gecede tiIâvetle murad; akşamla yatsı arasında ve gece teheccüt nama­zında ve yatsı namazında tilâvete şâmil olduğu gibi esahhı akval yatsı namazında tilâvettir. Zira; ehl-i kitabın kâfir olanlarında yatsı namazı olmadığından onlardan iman edenleri Cenab-ı Hak yatsı namazında tilâvet-i Kur'ân'la sena buyurmuştur. Şu halde yatsı namazını, devam üzere edâ eden kimse bu âyetle sena olu­nanlar cümlesinde dahildir.
Cenâb-ı Hak bu âyetle hayrolarak işledikleri ef'âlin cümlesi­nin sevabından mahrum olmayacaklarını beyanla dini İslama ta'neden Yahudileri reddetmiştir. Çünkü; (Abdullah b. Selâm) ve etba'ı iman edince Yahudilerin süfeha güruhu «Siz dininizi terkle hâib ve hâsir oldunuz. Binaenaleyh; siz Yehûdun şerrarısınız. Eğer şerrar olmasanız dininizi terketmezdiniz» demeleri üzerine bu âye­tin nüzulüyle Yahudilerin sözlerinin reddolunduğu mervidir, Şu halde iman edenlerin şerrardan olduklarını iddia edenlere karşı onların en hayırlı adamlar oldukları beyan olunmuştur.
Hulâsa; ehl-i kitabın cümlesi mertebede müsavi olmadığı, zi­ra; onlardan bazıları Allah'a ve yevm-i âhirete iman ettikleri ve gecenin saatlerinde tilâvetle ve secdeyle vakit geçirdikleri ve emr-i bilma'ruf ye nehy-i anilmünker gibi mezaya-yı âliyeyle meşgul oldukları ve enva-ı hayrata müsaraat edip suleha zümresinden bu­lundukları ve işledikleri amelleri zayi' olmayıp ecre nail olacak­ları ve Allahü Tealâ'nın müttekilerin hallerini bilip ittikalanna göre sevap vereceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.[98]
Büyük Kur'an Tefsiri
Konyalı Mehmed Vehbi
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
40
Web sitesi
www.herkul.org
[video]http://www.kure.tv/webtv/801-dini/ikindi-sohbetleri-mu’minlere-asla-kirilmam/14-Bolum/76314/[/video]
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Herşey anlaşılmıştır.Artık başka bir söz söylemeye gerek te yoktur.Demek ki insan bir kimseyi sevince onun hatasını ve kusurunu görmüyor göremiyormuş.Bugüne kadar biz neyin peşindeyiz ne yapıyoruz.Gavura İslam'ı mı anlatıyorsunuz yoksa, "biz sizin dediklerinize razıyız, yeter ki ılımlı müslüman olalım bizden korkmayın, biz mücahid olmayı pek uygun görmüyoruz " mu demek istiyorsunuz?

Allah'ım bu ne gaflet bir uyku ki bu kardeşlerimizi sen gaflet uykusundan uyandır!

FETHULLAH GÜLEN'E GÖRE 3 DİNLİ OLAN, SÖZ DE KENDİSİNİ HIRİSTİYAN MÜSLÜMAN GÖRENLERİN HALİNE İBRETLE BAKIYORUZ.
ASIRLARDIR HAÇLI SEFERLERİ DEMEK Kİ HIRİSTİYANLAR BİZE KARŞI SAVAŞLARI BOŞA YAPMIŞ BOŞA CAN VERMİŞLER.BİZ KATİL OLMUŞUZ,ONLAR İSE MÜSLÜMAN OLMUŞLARDA BİZİM HABERİMİZ YOKMUŞ.BREH BREH BREH SEVSİNLER SİZİN MÜSLÜMANCIKLARINIZI.

DİNLERARASI DİALOGCULAR BİLSİNLER Kİ KAFİRLERİ CENNETLİKTEN SAYANLARI ALLAH'A HAVALE EDİYORUZ.

EY DİALOGCULAR, BU CEHENNEMİ SİZİN SAYENİZDE BOŞ BIRAKILACAK ÖYLE Mİ?YANİ MÜŞRİK VE KAFİR HAİN, NECİS GAVURLARI CENNETLİK ETMEK TEVHİD İNANCINDA VAR ÖYLE Mİ?

AŞAĞIDA Kİ VİDEOYA CEVAP VERİN HADİ DURMAYIN BU NE HAL BU NE REZALET, BU NE GAFLET!.DİNLERARASI DİALOĞUN MEYVELERİ BUNLAR DEĞİL Mİ?
BUNLARI FETHULAH GÜLEN GÖRMÜYOR MU ?
BÜYÜKLER YETMİYORMUŞ GİBİ KÜÇÜK ÇOCUKLAR BİLE ALDATILMIŞ. ALAYINIZA YAZIKLAR OLSUN DİYORUZ.

SİZİN ÇALIŞMALARIZIN MEYVELERİNİ ALIN ÇOK SEVAPLAR İŞLEDİNİZ ALLAH SİZDEN ÇOK RAZI OLACAK.DREKT CENNETE GİDECEKSİNİZ BU HIRİSTİYANLIĞA DÖNENLERLE BERABER.BİZ İSE SİZİN İNANDIĞINIZI YAPMADIĞIMIZ İÇİN CEHEMNNEME GİDECEĞİZ VAH BİZİM HALİMİZE VAH Kİ NE VAH!...


 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Gazaba Uğrayanlar ve Sapıklar


Sahabiler den Adiy b. Hatem (Sahabi'nin büyüklerinden olan Adîy bin Hâtem'in asıl adı, Adî bin Hâtem bin Abdullah bin Sa'd El-Tâîd'ir. Câhiliye döneminde iyilik ve cömertliğiyle ünlüydü. H. 10. Yılında müslüman oldu. Câhiliye döneminde de Müslüman olduktan sonra da kabilesin in lideriydi . Riddet günü, -İslamdan dönmelerin olduğu dönem müslüman kaldı. Irak ve diğer ülkelerin fethinde bulundu. Daha sonra Kûfe'de yaşamını sürdürdü. Sıfiîyn olayında Hz. Ali'nin yanında yer aldı. H. 68'de 120 yaşında öldü. Bkz. El-İsâbe, Fî Temyiz El-Sahabe, c. 2, sh. 468-469.) -Allah ondan razı olsun diyor ki:

“Bir gün Rasûlüllah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) yanına girdim. O sırada mescidde oturuyordu. Yanındakiler kendisine “Bu Adiy b. Hatim'dir” dediler. Elimde ne emannâme ve nede bir tavsiye mektubu vardı.

Yanına götürüldüğümde elimi tuttu. -Daha önce bir defasında benim için “Allahdan onun elini benim elime koymasını dilerim” demişti- Elimi tutarak ayağa kalktı, birlikte Mescidden çıktık. Yolda önüne bir kadınla bir çocuk çıktı. Kadın:

“Sen'den bir dileğimiz var” dedi. Bunun üzerine elimi bırakıp onların yanına gitti ve dilekleri ni yerine getirdi.

Arkasından yine elimden tutarak beni evine götürdü. Cariyesi Velide'nin getirdiği bir yer minderi üzerine oturdu. Ben de karşısında oturdum. Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra bana:

“Lâilahe illallah (Allahdan başka ibadete layık ilâh yoktur) demekten mi kaçınıyorsun? Yoksa Allah'dan başka ibadete layık ilâh olduğuna dair bir bildiğin mi var?” diye sordu.

Kendisine “Hayır, yok” diye cevap verdim. Bu cevabım üzerine bir süre konuştuktan sonra bir ara yine bana dönerek:

“Allahüekber (Allah en büyüktür) demekten mi kaçmıyorsun? Yoksa Allah'dan daha büyük bir şey olduğuna dair bir bildiğin mi var?” diye sordu.

Ben kendisine yine “Hayır, böyle bir bilgim yok” diye karşılık verince sözlerine:

“Yahudiler, gazaba uğramışlar ve hristiyanlar da sapıklardır” diye devam etti. Ben kendisine “Ben dosdoğru yolu benimsemiş (Hanif) bir müslümanım” deyince yüzünün sevinçle parladığını gördüm.”

Daha da uzun olan bu hadis Tirmizî'de yer almış ve “Hasen” ve “Garib” olarak nitelenmiştir. (Sünen El-Tirmîzi, Kitab'u Tefsir El-Kur'an, Fatiha Sûresinin Açıklaması Babı, H. No: 2953, c. 5, s. 202, 203,204. Tirmizî, hadisin “Hasen” ve “Garip” olduğunu, Simak bin Harb'den başkasının rivayet ettiğim bilmediğini söylüyor. Hadisin başka tanıkları ve çoğu kısaltılmış diğer bir takım rivayet yollan da vardır. Bkz. Ahmed'in Müsned'i, c. 4, s. 378.)

Bu hadisin anlamını pekiştiren Kur'an-ı Kerim'in bir yerinde şöyle buyuruluy or:

“De ki, Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın kendileri ne lanet ve gazab eylediği ve aralarından bir kısmını maymun, domuz veya tağut tapıcısı yaptığı kimselerdir. ..” (Mâide: 60)

Ayetin daha öncesinden kolayca anlaşılabileceği üzere burada yahudiler kasdedilmektir.

Yine Cenab-ı Allah (c.c.) başka bir ayette şöyle buyuruyor:

“Allah'ın gazabına uğramış bir kavmi dost edinenleri görmüyor musun? Onlar ne sizdendirler ve ne de onlardan” (Mücâdele: 14.)

Burada sözü edilenlerin yahudileri dost edinen münafıklar olduğu tefsir alimlerin in sözbirliği ve bu ayetin daha öncesinin işareti ile sabittir.

Başka bir ayette de şöyle buyuruluy or:

“Nerede olurlarsa olsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Ancak Allah'dan ve insanlardan eman alarak bu zilletten kurtulabilirler. Onlar Allah'ın gazabına uğramışlardır” (Âl-i İmrân: 112)

Aynı ifade Bakara sûresinde “Onlar Allah'ın gazabına uğramışlardır” ve “Onlar gazab üstüne gazaba uğradılar” (Bakara: 61, 90.) şeklinde iki yerde tekrar edilmiştir.

Bu ayetler yahudilerin “gazaba uğramışlar” olduklarını açıkça belirtmek tedirler. Öte yandan Cenab-ı Allah (c.c.) hristiyanlar hakkında da şöyle buyuruyor:

“Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa, tek ilâhdan başka hiç bir ilâh yoktur. Onlar bu dediklerinden vazgeçmedikleri takdirde aralarındaki kâfirler kesinlikle acı bir azaba çarpılacaklardır.

Onlar hâla tevbe edip Allah'ın mağfiretine sığınmayacaklar mı? Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Mesih oğlu İsa sadece bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de doğru yolda idi. Her ikisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz da sonra onlar nasıl iftiralar düzüyorlar.?

De ki, Allah'ı bırakıp ne fayda ve ne de zarar verme gücü olmayan nesnelere mi tapıyorsunuz? Hiç şüphesiz Allah işiten ve bilendir.

De ki, ey kitaplılar (ehl-i kitab) dininizde hiç bir haklı gerekçeye dayanmaksızın aşırılığa düşmeyiniz; daha önceleri sapmış, bir çoklarını saptırmış ve doğru yolu kaybetmiş bir kavmin keyfine uymayınız.” (Mâide: 73-77)


Bu ayetler sözün gelişinden kolayca anlaşılacağı üzere hristiyanlara sesleniyor. Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah onları aşırılıktan, yani sınırı aşmaktan sakınmaya çağırıyor. Nitekim aynı çağın şu ayette de tekrarlanıyor:

“Ey kitaplılar, sakın dininizde aşırılığa düşüp, Allah hakkında aslı olmayan sözler söylemeyiniz. Meryem oğlu İsa Mesih sadece Allah'ın rasûlü, Meryem'e sunulmuş kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhtur.” (Nisa: 171)


Buna göre yahudiler hakkın (gerçeğin) gerisinde, berisinde kalanlar, hristiyan lar da gerçek çizgisini aşanlar,ötesine taşanlardır.

Bu arada yahudiler in “gazaba uğramışlık” ve hristiyanların “sapıtmışlık” damgaları ile damgalanm alarının gerek kolayca anlaşılabilecek (zahirî) ve gerekse derinliğine düşünmeyi gerektire n (batini) bir çok sebebi vardır ki, ele alınmalarının yeri burası değildir.

Sözün kısası, “yahudiler in kâfirliği”, bildiklerini uygulamamalarından ileri gelir. Onlar gerçeği bildikleri halde kimi zaman ya söz ya da davranışları ile kimi zaman da ne söz ve ne de davranışları ile buna uymamaktadırlar.

Bunun yanında “hristiyan ların kâfirliği” ilme dayalı olmayan amelleri yüzündendir. Çünkü onlar, Allah katından gelen bir şeriatın kılavuzluğuna bağlı olmaksızın bir çok ibadetler yapıyor ve Allah ile ilgili aslını bilmedikleri çeşitli iddialar ileri sürüyorlar.

Bu yüzdendir ki, aralarında Süfyan b. Uyeyne'nin de bulunduğu bazı İslâm büyükleri şöyle demişlerdir: (Selef imamlarından olan Süfyan bin Uyeyne'nin asıl adı, Süfyan bin Uyeyne bin Ebi İmran'dır. Benî Hilalin dostudur. Künyesi, Ebû Muhammed'dir. 107 h.'de Kûfe'de doğdu. Rivayet ettiği hadisleri n bir çoğu delil olabileceği kanıtlanmış Sika (sağlam) bir ravidir. Mekke'de yaşadığı dönemde Hicaz'ın Muhaddisi (hadisçisi)ydi. İmam Şafiî hakkında, “Eğer İmam Mâlik ve Süfyan olmasaydı Hicaz'da ilim yok olurdu.” der. Mekke'de yaşadı ve orada vefat etti. (198. H). Bkz. El-Tabakat El-Kübrâ, İbn Sa'd, c. 5, s. 497; ayrıca, Zerkelî El- Âlâm, c. 3, s. 105.)

“Alimlerimiz arasında kim yoldan çıkarsa bazı bakımlardan yahudilere benzemiş, buna karşılık ibadetle uğraşanlarımız arasında yoldan çıkanlar da kısmen hristiyanlara benzemiş demektir.”

Cenab-ı Allah (c.c.) bizleri yahudilerle hristiyanlara özenmeyelim, onların peşlerine takılmayalım diye uyardığı halde bu konudaki takdiri geçerli olmaktan geri kalmamış ve ezeli bilgisinin kavramış olduğu bu takdiri vaktiyle Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) bildirmiştir.

Nitekim Ebu Said-i Hudrî'nin -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiğine göre Rasûlüllah bir gün sahabilere:

“Sizden öncekilerin geleneklerine kılı kılına kesinlikle uyacaksınız. Öyle ki, onlar kertenkele deliğine girse siz de (mutlaka bir hikmeti vardır) diyerek oraya gireceksiniz.” buyurunca sahabiler:

“Ya Rasûlüllah, bizden öncekilerden kasdınız yahudilerle hristiyanlar mıdır?” diye sordular. Peygamberimiz de kendileri ne:

“Başka kimler olabilir” diye karşılık vermiştir. (Bu hadis, yaygın sahih hadis kitaplarında (Buhâri Müslim) Sünenlerde (Süneni Ebû Davud, S. Tirmizi, S. Nesâi S. İbn Mâce) ve Müsned'lerde (Ahmed İbn Hanbel'in müsnedi) nakledilmiştir.
Buhari, Müslim, hadisi bir takım yollardan rivayet ediyorlar . Ne ki, orada “Hazvel kuzaeti bil-kuzze” ibaresine rastlanılmadı. Sahihayn'in (Buhâri -Müslim) söz birliğiyle rivayet ettikleri sözcükler Ebu Said El-Hudri'nin rivayetid ir. O da “Le tetbe 'anne sünene men kâne kableküm şibran bi şibrin ve zira'an bi zira in...” -Yani, (Sizden öncekilerin gelenekle rine karış karış adım adım uyacaksınız- kelimeler ini içeren rivayetti r.

Bkz. Sahih el Buhârî, Kitab el-İ'tisam, Peygamberin:

“Sizden öncekilerin geleneklerine mutlaka uyacaksınız” hadisi Babı, H.No: 7320, Feth El-Bâri, c. 3, s. 200. Müslim, Kitab El-İlim, Yahudi Ve Hıristiyanların Yollarına Uyma Babı. H. No: 2669, c. 4, s. 2054.

Hadisi yukarıda geçen metniyle Ahmed bin Hanbel Müsned'inde c. 4, s. 125'de tahriç etti. Ayni sözcüklerle İbn el Esir, Cami El-usûl isimli eseri, c. 10, s. 34'de anlatmış.)

Diğer yandan Buharî'nin Ebu Hureyre'de (Büyük Sahabiler den olan Ebû Hureyre'nin asıl adı, Abdurrahm an bin Sahra El-Dûsî'dir. Hicretin yedinci yılında müslüman oldu. Çoğunlukla Rasûlüllah'la birlikte olduğu ve onun hizmetinde bulunduğu için çok hadis rivayet etti. Ayrıca Ashab-i Suffa'dandı. Rasûlüllah'a (salât ve selâm üzerine olsun) unutkanlığından yakındı. Rasûlüllah gömleğini yaymasını emretti. O da yaydı sonra topladı. Ebû Hureyre bu olaydan sonra hiçbir hadisi unutmadığını söyledi. Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) onu Bahreyn'e gönderdi. Oradan döndükten sonra Medine'de yaşadı ve orada öldü. (H. 59). Bkz. El-Bidaye Ve El-Nihâye, İbn Kesir, c. 9, s. 103-114; Esed El-Ğâbe, c. 5, s. 315-316.) -Allah ondan razı olsun, rivayet ederek kaydettiği bir hadise göre Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir defasında:

“Ümmetim karış karış ve kulaç kulaç eski devirlerin adet ve geleneklerini benimsemedikçe kıyamet kopmayacaktır.” buyurmuş ve sahabiler in:

“Ya Rasûlüllah, Bizans ve Pers, devirleri ni mi kasdediyo rsunuz” şeklindeki sorularına

“Onlardan başka kim olabilir ki?” diye cevap vermiştir. (Sahih El-Buhâri, Kitab El-İtisam, “Sizden öncekilerin Yollarına Mutlaka Uyacaksınız” Bölümü, H. No: 7319, Feth El-Bâri, c. 3, s. 300.)


Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) hem ehl-i kitap olan yahudiler ile hristiyan lara ve hem de Bizanslılar ile eski İranlılara benzeyece klerini, onların yaşama tarzlarına özeneceklerini vaktiyle açık açık bildirmiştir. Bu yüzden Peygamber imiz hayatı boyunca müslümanlara hem berikiler e ve hem de ötekilere benzemeye kalkışmayı kesinlikl e yasaklamıştır.

Yalnız Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) çok önceden haber verdiği bu tehlike ümmetin tümünü kapsamaz. Çünkü bu hadisler yanında O'nun şöyle buyurduğunu da biliyoruz:

“Kıyamet gününe kadar ümmetim arasında hakkı tutup destekleyenler her zaman varolacaktır.”

(Bu hadis, ünlü hadis kitaplarının hemen hepsinde naklediliyor. Biz burada sadece Sahihaynin -Yani, Buhari ve Müslimin rivayetlerine değinmekle yetineceğiz. Buhârî hadisi, Kitab El-Menakib, bab, 27, H. No: 3640'da tahriç ediyor. Bkz. Feth El-Bârî, c.6, s. 632 H. No: 7311: Aynı hadis 7459 numara ile Muğîre bin Şu'be'den rivayet ediyor. Muaviye'den de başka sözcüklerle tahriç etmektedi r. Feth El-Bârî, H. No: 3641. Müslim bu hadisi Kitab El-İmâre, Peygamber in “Ümmetimden Bir Topluluk. ..” sözü babında naklediyo r. Hadis numaraları, 1920, Sevban'dan, 1921. Mugîre'den, 1037, Muaviye'den.)

Şu hadisler de aynı anlamdadır:

“Hiç şüphesiz Allah bu ümmeti sapıklıkta birleştirmez.”

(Hadisi Tirmizî İbn Ömer'den naklediyo r. (Allah onlardan razı olsun) Cenabı Rasûl (salât ve selâm üzerine olsun) buyurdu: “Kuşkusuz Allah ümmetimi -Ya da Muhammed ümmetini sapıklık üzerine birleştirmez. Allah'ın eli toplulukla birliktedir. Kim topluluktan (cemaat) ayrılırsa ateşe yaklaşır.” Bkz. Tirmizî, Kitap El-Fiten, Cemaatin Gerekliliği babı, H. No: 2167, c. 4, s. 466. Tirmizî, hadis bu yönüyle “gariptir” diyor. Hâkim'in Müstedrek'inde hadisin başka râvileri de vardır. Bkz. c. 1, s. 115-116. ibn Ebî Âsım'ın Sünne'sinde hadis şu numaralar la nakledili yor. 80, 82, 83, 84, 85, s. 39,41,42; Aynı hadisi Süyûtî, Cami El-Sağîr isimli eserinde -Allah'ın eli cemaat üzerindedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe yaklaşır- fazlalığıyla anlatıyor. Ve hadisin “Hasen” olduğunu söylüyor. El-Câmi El-Sağîr, c. 1, s. 278, H. No: 1818; Hadis Müsned'de başka ravi'den nakledili yor. Ebû Zer şöyle anlatıyor Peygamber'den “Kuşkusuz Allah azze ve celi kesinlikl e ümmetimi hidayette n başka bir şeyde toplamaz.” Müsned, c. 5, s. 145. Sünen El-Dâremî, c. 1, s. 29. Giriş kısmında, Peygamber e Verilen Üstünlükler Babı. Burada “Onlar sapıklık üzerine birleşmezler” ibaresi kaydedilm iş.)

“Hiç şüphesiz Allah her dönemde bu dinin toprağına yeni fidanlar diker ve onları kendisine ibadet etmeye, yöneltir.”

(İbn Mâce hadisi, eserine giriş kısmında tahriç ediyor. Bkz. S. ibn Mâce, Rasûlüllah'm Sünnetine Uyma Babı, H. No: 8, c. 1, s. 5. Ebi Unbe El-Havlânî (Allah ondan razı olsun) anlatıyor: Rasûlüllah'dan şöyle duydum. Diyordu: “Allah her zaman bu dinin toprağında, kendisine itaatte kullanacağı fidanlar diker. (Yetiştirir). Ahmed'in Müsned'inde aynı raviden, buna benzer bir şekilde rivayet ediliyor. El-Müsned, c. 4, s. 200. Hadisten söz eden imamlara rastlanılmadı. Ancak hadisin râvileri, hadisi reddedecek ölçüde zayıf değillerdir.)

Demek ki, Peygamberimizin verdiği doğruluğu kesin bu haberlerden açıkça anlaşılıyor ki, bu ümmetin bir kesimi O'nun katıksız İslâm dini demek olan rehberliğine sımsıkı bağlı kalırken, diğer bir kesimi “yahudi dininin” bazı unsurlarına başka bir kesimi de “hristiyan dininin” bazı geleneklerine sapacaktır.

Her ne kadar kimi durumlarda insan bu sapma yüzünden kâfir, hatta fasık (günahkâr mümin) olmasa bile, bazan bu sapma, sahibini kâfirlik veya fasıklığa sürükler. Bazan bu sapma günah ve bazan da hata niteliği taşır.

Bu sapma insan tabiatının hoşuna giden ve şeytan tarafından göze alımlı gösterilen bir hastalıktır. Bu yüzdendir ki, Cenab-ı Allah (c.c.) kullarından bizleri ne yahudiliğe ve ne de hristiyanlığa hiç bir şekilde sapmayan dosdoğru yola iletmesi için kendisine dua etmemizi istemiştir.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0

Bu video yalansa bu siteyi tamamen terketmezsem namerdim.Dinlerarası dialogculara duyurulur...

Dinlerarası dialoğun meyveleri alınmaya başladı.Gözünüz aydın.

Dinlerarası dialogla 2 hıristiyanı belki müslüman edebilirsiniz ama onların yerine 70 kişi müslümanı dininden etmiş oluyorsunuz.Bunun vebalini;


Her gece tehecüd namazına kalksanız,

Hergün 50 vakit namaz kılsanız,

Ömürboyu hiç ara vermeden oruç tutsanız,

Her sene hacca gitseniz,

Hergün gün , gece ve gündüz 10 hatimlik Kur'an okusanız,

Vallahi, Tellahi, Billahi, bu ağır vebal altından kalkamayacaksınız.Ancak sırat-ı müstekimden ayrılmadığınız zaman kurtulursunuz.Bir müslümanı haksız yere öldürmüş olsanız, bu günahınızın tevbesiyle belki kurtulabilirsiniz ammaa, ne zaman ki bir müslümanı,gayri müslimlerden olmaya ve yapmaya sebep olursanız Allah sizi kesinlikle cehenneme atacaktır.Çünkü müslümanın gavur olmasına sebebiyet vermek en büyük günahlardandır.Onun için ben bunu size söylemek mecburiyetinde kaldım.Allah sizi islah etsin.Bu büyük gafletten uyandırsın.Size, düşmanlarınızı tanımayı nasip etsin.Bu saplantılarınızdan ve taassuplarınızdan halas eylesin diyorum...Bu yanlış ve büyük hatalarınızın yüzünden kahrımdan öleceğim.Unutmayınız ki yeryüzünde bir müslümana atılan tek bir kurşunu da Allah sizden soracaktır.Çünkü bu zulümler için gavurlara ultimatom göndermediğiniz içindir.

ZULME RIZA YİNE ZULÜMDÜR,SİZLER GAVURLARA DEĞİL MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZEKUCAK AÇIN ONLARI ZULÜMLERDEN KURTARMAYA ÇALIŞIN!
DİNLERARASI DİALOGCULAR!.YERYÜZÜNDE BİR TEK GAYRİ MÜSLÜMÜN BURNU KANIYOR MU?ONLARMÜSLÜMANALR TARAFINDAN HİÇ ZULÜM GÖRÜYORLAR MI?

BELKİ BU MESAJIM SİLİNECEK VEYA BUNDAN SONRA BANLANACAĞIMDAN EMİN GİBİYİM.BELKİ BU MESAJIM SON OLABİLİR.BEN TEBLİĞİMİ YAPTIM.DAHA EVVELDE DEFALARCA UYARMIŞTIM, HEP İNAT ETTİNİZ.KENDİNİZİ DOSDOĞRU YOLDA SANDINIZ.SİZİ ALLAHA HAVLE EDİYORUM.BENİM DİYECEKLERİM BU KADAR...

ALLAH HEPİNİZE SELAMET VERSİN GÖZÜNÜZÜ GÖNLÜNÜZÜ AÇSIN DİYE DUA EDİYORUM.

SELAMETLE...

 
Katılım
5 Ocak 2011
Mesajlar
52
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ve bihi nesteinu

Risale-i nurlarda, Bediüzzaman said nursi (r.a)hın, kur'an ve sünnete, ehl-i sünnet velcemaat itikadi ve ameli ölçülerine ters tek kelam yoktur..!

mesela: 1940 ların karanlıklı devrinde bazı fetret şartlarına sahib olanları anlatır,yoksa bu günün her imkanına sahib islamı duyupta kabul etmeyenlere fetret noktasından bakmaz baktırmaz..!

mesela: islam aleminin birlik ve beraberliği içi 20. lem'ada 9 emir gösterir..! Orda müslümanlarla niza etmeden, şimdilik ittifak noktalarında ittifak ile,islam alemini muzaffer etmekten bahseder..! Yoksa islama saldıran müslümanlara kan kusturan,islamı ve müslümanı küöük düşürmek için her yolu mubah sayanları göstermez..!

mesela: islam aleminin ittihadı ile HİLAFET-İ MUHAMMEDİ(A.S.M) ÜNVANI ALTINDA GALİBANE HÜKMETTİĞİ zamanlarda ve şartlarda..! MAĞLUB durumlda olan ve dinsizliğe karşı İSLAM ALEMİNE SIĞINAN TABİ OLAN,olacak olan ve tasfiye gördükten sonraki hristiyanlarla ittifakı dinsizliğe karşı,İSLAM ALEMİNİN TEBASINA VE SIĞINMASINA GİRMİŞ HRİSTİYANLAR İLE yapılmasın gerekliliği gösterilmiştir..! Yoksa, MÜSLÜMANLAR MAĞLUB, hristiyanlar GALİB, islam alemi zulum ve işgal altında inlerken denmemiştir..!

Yani: MÜSLÜMAN OLAN: Hoş görüleckse müslümanlarI hoş görülmeli hatalarını görülmemeli, ittifak edilecekse müslümanlar ile ittifak etmeli , övecekse sevecekse müslümanları sevmeli övmeli, taraf olacaksa İSLAMA VE MÜSLÜMANA TARAF Olmalı, diyalog kuracaksa İSLAMİ CEMAATLER İLE LİDERLERİ İLE KURMALI.. yaptığı islamdan olmalı, islam adına olmalı , islam olanlarla birlikte yapılıyor olmalı..!
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
40
Web sitesi
www.herkul.org
Herşey anlaşılmıştır.Artık başka bir söz söylemeye gerek te yoktur.Demek ki insan bir kimseyi sevince onun hatasını ve kusurunu görmüyor göremiyormuş.Bugüne kadar biz neyin peşindeyiz ne yapıyoruz.Gavura İslam'ı mı anlatıyorsunuz yoksa, "biz sizin dediklerinize razıyız, yeter ki ılımlı müslüman olalım bizden korkmayın, biz mücahid olmayı pek uygun görmüyoruz " mu demek istiyorsunuz?

Allah'ım bu ne gaflet bir uyku ki bu kardeşlerimizi sen gaflet uykusundan uyandır!


Eyyüh-el Muhterem
Evvelen taassubdan ve körü körüne taklidden Allaha sığınırız.Bizi taassubla ittiham etmişsiniz halbuki biz Hocaefendinin sözlerini Kuran ve Sünnete muvafakatı nisbetinde kabul ediyoruz ki kendisi bu konunun Şeriat-ı Garraya muvafık olduğunu şöyle izah ediyor:
Soru: Özellikle Türkiye'de diyalogun öncüsü olarak siz gösteriliyorsıınuz. Diyalogun sizinle başladığına kabul ediyormusunuz?

Hoşgörü
virguli.gif
diyalog veya bizim kullandığımız ıstılah ile 'herkesi kendi konumunda kabul etme' düşüncesi ve bunun hayata intikali İslam Tarihînde bizimle ortaya çıkmış bir şey değildir. Sadece Medine Vesikası'nı bu gözle incelemeye alın; insanın hangi din
virguli.gif
hangi ırk
virguli.gif
hangi milletten olursa olsun din
virguli.gif
hayat
virguli.gif
seyahat
virguli.gif
teşebbüs ve mülk edinme hakkının olduğunu "İnsanlığın İftihar Tablosu" o mübarek sesini yükselterek âleme duyuruyor mu duyurmuyor mu? Bu hakların dokunulmaz ve aynı zamanda mukaddes okluğu Vesika'da var mı yok mu? Aynı hakikatler başka bir dille
virguli.gif
farklı bir anlatma üslubu ile Veda Hutbesi'nde tekrar ediliyor mu
virguli.gif
edilmiyor mu? Medine Vesikası ile Veda Hutbesi arasında yaklaşık on yıl var. Demek bu on yıl içinde herhangi bir çizgi değişikliği yok; aksine aynı konuda tahşidat var
virguli.gif
tahkim var.

Bu kabuller ne Medine Vesikası'nda
virguli.gif
ne de Veda Hutbesi'nde zikredilmekle kalmamış
virguli.gif
sadece edebiyat tarihine edebi bir risale olarak tevdi edilmemiştir; bu hakikatler aynı zamanda hayat olmuştur. Evet
virguli.gif
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunları bizzat yaşadığı gibi takip eden dönemlerde Raşit Halifeler de yaşamış
virguli.gif
tâbiîn de yaşamış
virguli.gif
tebe-i tabiin de yaşamıştır. Bakın hâkimiyet dönemlerine
virguli.gif
Müslümanlar nerede kilise ve havraları yıkmışlar? Nerede azınlıkların haklarına dokunmuşlar? Nerede vicdan hürriyetine kısıtlama getirmişler? Ve nerede düşünce hürriyetini tahdit etmişler? Tarihte Müslümanların vesayeti altında yaşayan azınlıklar
virguli.gif
kendilerine tanınan bu hakların
virguli.gif
başka işgal güçleri tarafından ellerinden alındıkları zaman ancak anlamışlar Müslümanların kendilerine neler bahşettiklerini. Demek bizim mazimizin özü
virguli.gif
usaresi bu. Öyleyse diyalog
virguli.gif
bizimle başlayan bir süreç değil.

Fakat şunu da kabullenmek gerekir ki bu hakikatler on beş asırlık İslam Tarihinde her zaman Efendimizin (salallahü aleyhi ve sellem) ve "Raşid Halifelerdin gözettiği hassasiyet içinde uygulanmamış; uygulanmamış
virguli.gif
çünkü bazen işin özünü hazmedemeyen ve içine sindiremeyen nâehil kimseler üst makamları tutmuş. İslam ile bağdaştırmayacağımız dünyevî düşünceler ön plana çıkmış. Makam sevdası
virguli.gif
menfaat duygusu
virguli.gif
kabile taassubu ve benzeri nice menfilikler zuhur etmiş. Dahası
virguli.gif
buna bağlı olarak gün gelmiş nasslar farklı yorumlamalara konu edilmiş. Zamanla bu farklı yorumlar pratiğe yansımış. Dolayısıyla
virguli.gif
halk tabiriyle ifade edelim
virguli.gif
İslam adına nice kabalıklar yapılmış. Ne var ki
virguli.gif
bunların hiçbiri esasında İslam'a ait değil. Müslümanlığı hazmedememiş insanların tavırlarına ait kabalıklardır.

Bu zaviyeden
virguli.gif
biz hoşgörü
virguli.gif
diyalog
virguli.gif
herkese saygı
virguli.gif
herkesi kendi konumunda kabullenme diyorsak Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) "Medine Vesikası"nı seslendiriyoruz.Veda hutbesi'nde beyan buyurduğu hakikatleri haykırıyoruz. Böylece vazifemizi ve vecibemizi yerine getiriyoruz.


Soru: Diyalogun dinî temellerine dair Kur'ân'dan delil göstermek mümkün müdür?

Kurân-ı Kerim'e o nazarla bakacak olursanız
virguli.gif
diyaloga çağıran pek çok ayet bulabilirsiniz. Bilhassa Ehl-i Kitaba karşı yumuşak olmak Kuran'ın emridir. Değil sadece Ehl-i Kitap. Cenâb-ı Allah
virguli.gif
Hazreti Musa'yı
virguli.gif
Firavun'a gönderirken dahi "Ona yumuşak söz söyle; olur ki
virguli.gif
öğüt alır
virguli.gif
kendine gelir ve Allah tan Korkar' (Tâhâ Sûresi
virguli.gif
. 20/44) diye mülâyemeti emreder. Muhatapları
virguli.gif
Firavun. Nemrut
virguli.gif
Şeddad gibi kalb ve kafaları imana kapalı
virguli.gif
küfre programlanmış insanlar bile olsa
virguli.gif
Müslüman anlatacağı şeyleri yine "kavl-i leyyin" ile anlatmalıdır. Galiz sözlerin
virguli.gif
insanları kınamanın ve onlara karşı kaba davranmanın İslam'da hiç mi hiç yeri yoktur.

Bakara sûre-i celilesinin hemen başında Allah Tealâ şöyle buyurur: "Kuran müttakileri hidayete ulaştırır." Daha sonra da bu müttakilerin kim olduğunu açıklar: "Gaybe iman eden
virguli.gif
namazı dosdoğru kılan ve rızık olarak verdiklerimizden infakta bulunanlar. Ve aynı zamanda sana ve senden önceki (Peygamberlere) indirilenlere iman edenler. Ve onlar ahirete de kesin bir yakın içindedirler." Kur'ân bu âyetleriyle bizi
virguli.gif
çok yumuşak ve biraz da kapalı bir üslûp kullanarak
virguli.gif
geçmiş peygamberleri ve adlarıyla onlara indirileni kabule çağırır. Daha Kur'ân'ın başında
virguli.gif
ondan istifade için böyle bir şartın getirilmesi
virguli.gif
bana Ehl-i Kitap ile diyalog adına çok önemli geliyor.

Diyalog denince ilk akla gelen âyet-i kerimelerden biri de
virguli.gif
"De ki: -Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz
virguli.gif
müşterek ve âdi! şu sözde karar kılalım: "Allah'tan başkasınaibadet etmeyelim. O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım
virguli.gif
kimimiz kimimizi Allah'la beraber rab edinmesin." (ÂH İmrân Sûresi
virguli.gif
2/64) mealindeki ilahi beyandır. Evet
virguli.gif
İslam'ı bütün bir kale ve hududullah ile çevrilmiş geniş bir kasr-ı muallâ olarak düşünecek olursak
virguli.gif
bu sarayın müteaddit giriş kapıları olduğu gibi
virguli.gif
bu kapılara ulaştıran ve içeri girmeyi sağlayan mahlukatm nefesleri adedince yolların var olduğunu da unutmamak icab eder. İslam
virguli.gif
kendine has üslubuyla insanları bu yollardan herhangi birinde ve yine yolun herhangi bir noktasında kucaklar ve usulüne göre onu kapılarından birinden içeriye çeker. Zannediyorum
virguli.gif
böyle bir husus ve tedririlîğin anlaşılamamış olması ya da tam idrak edilememesi
virguli.gif
dün olduğu gibi
virguli.gif
bugün de bazılarım belli yanlışlıklara sürüklemektedir. İşte bu âyet
virguli.gif
Ehli Kitabı
virguli.gif
sözü edilen yollardan veya noktalardan birinde yakalıyor; onlara güler bir yüz ve tatlı bir dille yaklaşıp
virguli.gif
"gelin" diyor. Bu "gelin'' deyişte
virguli.gif
"Sizi çağırdığım
virguli.gif
davet ettiğim şeyler
virguli.gif
sizin bilmediğiniz şeyler değil; tam tersine
virguli.gif
bildiğiniz
virguli.gif
ünsiyet ettiğiniz ve bizden çok önce karşılaşıp da
virguli.gif
şimdi unutmuş olabileceğiniz veya yanlış hatırladığınız şeyler türündendir.” diyor ki
virguli.gif
bu da Kur'ân'nın
virguli.gif
Ehl-i Kitapla aramıza bir köprü kurarak onları gayet yumuşak bir şekilde
virguli.gif
sıcak baktıkları bir noktadan yakalaması demektir.

Allah Teâla bir başka âyette şöyle buyurur. "Zulmedenleri hariç
virguli.gif
Ehl-i Kitap ile en güzel olan şeklin dışında hir tarzda
virguli.gif
münazara
virguli.gif
mücadele etmeyin!” (Ankebut Sûresi. 29/46) Kuran
virguli.gif
bu ây eriyle de bize
virguli.gif
üslubda takınacağımız tavrı ve sergilememiz gereken edebi salıklar. İslam'da münazara şekil ve üslûbu konusunda Bediüzzaman'ın söyledikleri de son derece dikkat çekicidir: O
virguli.gif
"Münazarada karşıdakinin mağlubiyetiyle memnun olan insan
virguli.gif
insafsızdır." der ve bunun sebebini de şöyle açıklar: "Onun mağlûp olmasıyla siz bir şey kazanmazsınız; siz mağlûp olup da
virguli.gif
o kazanmış olsaydı
virguli.gif
o takdirde bir yanlışınızı düzeltmiş olacaktınız." Evet
virguli.gif
münazarayı
virguli.gif
nefsi adına değil de
virguli.gif
gerçeğin ortaya çıkması adına yapan insanın tavrı başka değil bu olmalıdır. Buna karşılık
virguli.gif
siyaset meydanlarında
virguli.gif
sadece hasmı mağlûp etme düşüncesiyle yapılan münakaşalara baktığımızda
virguli.gif
o tartışmalardan olumlu hiçbir netice çıkmadığı da açıktır. Öyleyse
virguli.gif
müsâdeme-i efkârdan
virguli.gif
yani fikirlerin çarpışmasından hakikatin ortaya çıkması için
virguli.gif
karşılıklı anlayış
virguli.gif
saygı
virguli.gif
hakperestlik gibi düsturlar katiyen kulakardı edilmemelidir. Bu ise
virguli.gif
Kur'ânî bir düstur olarak ancak iyi bir diyalog ortamında gerçekleşebilir.

Söz konusu âyetin devamında Cenâb-ı Hak
virguli.gif
"Onlara şöyle deyin: Biz
virguli.gif
hem bize indirilen kitaba
virguli.gif
hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da bir ve aynı ilâhtır ve biz O'na gönülden teslim olduk." (Ankebût Sûresi. 29/46) buyurarak
virguli.gif
Müslümanlara ortak noktalan öne çıkarmak suretiyle kendilerini anlatabilmek İçin bir zemin oluşturmayı tavsiye etmektedir. Dolayısıyla
virguli.gif
Ehl-i Kitabın zalim olmayan kesimiyle münasebetlerimizde
virguli.gif
şiddetli davranma ve onları tahrik etme düşüncesi İslamî bir düşünce ve davranış değildir. Böyle bir düşünce ve davranış İslamî olmaktan da öte
virguli.gif
İslamî kaide ve prensiplere aykırı bir çarpıklık demektir.

Bir başka yerde
virguli.gif
"Dininizden Ötürü sizinle savaşmayan
virguli.gif
sizi yerinizden
virguli.gif
yurdunuzdan etmeyen inançsızlara gelince
virguli.gif
Allah sizi
virguli.gif
onlara iyilik etmekten
virguli.gif
adalet ve insafı gözetmekten menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever." (Mümtehine Süresi
virguli.gif
60/8) buyrulmaktadır. Bu âyetin inmesiyle alakalı olarak
virguli.gif
Hazreti Esma validemizin müşrike olan annesinin
virguli.gif
Mekke'den Medine'ye gelip validemizle görüşmek istemesini naklederler. Hazreti Esma
virguli.gif
Allah Resulü'ne gelir ve müşrik annesiyle görüşüp görüşemeyeceğini sorar. Bunun üzerine bu âyet nazil olur ve görüşmenin de ötesinde
virguli.gif
ona iyilikte bulunmanın dahi herhangi bir mahzuru olmadığı ifade edilir (Buhari
virguli.gif
Hibe 28.. Edeb 8; Müslim
virguli.gif
Zekat 50). Evet
virguli.gif
bahse konu olan bu kadın bir müşrikedir. Ayrıca
virguli.gif
bu âyet Müslümanlarla Mekke müşriklerinin aralarının son derece gergin olduğu bir sırada nazil olmuştur. Buna rağmen iyiliği
virguli.gif
insaf ve adaleti emretmesi bize göre oldukça manidardır.

Evet
virguli.gif
Kur'ân-ı Kerim'e bu zaviyeden bakınca
virguli.gif
konuyla alâkalı daha pek çok âyet bulmak mümkündür. Kaldı ki zaten "İslâm" da ismi
virguli.gif
menşei itibarıyla silini
virguli.gif
emniyeti ve güveni ifade etmektedir.

Diyaloğun Dini ve Tarihi Temelleri
Işık Yayınları
İzmir-2006

Saniyen Hocaefendi cihadı herzaman teşvik etmiş ve farzlar üstü farz olarak nitelendirmiştir:
İ'lâ-yı Kelimetullah
Şartlara göre mücahede-i maddiye veya her zaman yapılması gereken mücahede-i mâneviye şeklinde ortaya çıkan i'lâ-yı kelimetullah vazifesi ise sağlam bir iman ve İslâm anlayışının bir gereği, bir sonucu olarak mütalâa edilebilir. Bilindiği üzere maddî cihad, kural ve kanunlarına uygun olarak ancak şartların gerektirmesine göre yapılır. Temsil ve tebliğle hak ve hakikati dünyanın dört bir tarafına duyurma diyebileceğimiz mânevî mücahede veya emr-i bi'l-mâruf nehy-i ani'l-münker vazifesi ise her zaman için söz konusudur. Evet, sağlam bir inançla gönlünü İslâm'a bağlamış bir mü'min, ya insanları mârufa çağırıp sinelerde iyilik ve güzellik çerağları tutuşturur veya kötü ve çirkin şeylerden sakındırıp insanları onlardan uzaklaştırmaya çalışır; ama her hâlükârda bu istikamatte bir cehd ve gayret içinde bulunur.
Gerçi insanlık tarihi boyunca bu hususların hiçbirine hiçbir şekilde müsaade edilmediği dönemler de olmuştur. Öyle ki, ifade hürriyetine tahdit konulup insanların kendi inançlarına göre, güzel gördüklerine "güzel", çirkin gördüklerine "çirkin" demelerine, bu ölçüde dahi olsa, duygu ve düşüncelerini dile getirmelerine fırsat verilmediği zamanlar yaşanmıştır. Böyle bir duruma maruz kalındığında mârufu emir, münkeri nehiy vazifesi adına geriye sadece kalbî muamele, kalben tavır alma ameliyesi kalır. Kalbî muamele ve kalbî tavır, irtikâp edilen mekarihin tasvip edilip hoş karşılanmadığını şöyle böyle ortaya koymaya çalışmak, bunu hissettirme adına belki o münkeratı irtikâp edenlerle kat'-ı alâka etmek şeklinde anlaşılabileceği gibi kötülük yapanların, yaptıkları o kötülüklerden kurtulmaları için onlara dua etmek şeklinde de anlaşılabilir. Hâsılı, en olumsuz şartlar altında dahi olsa mutlaka i'lâ-yı kelimetullah için yapılması gereken bir kısım vazife ve sorumluluklar söz konusudur.
Farzlar Üstü Bir Farz
Asrımıza gelinceye kadar mârufu emir, münkerden nehiy vazifesi umumiyet itibarıyla farz-ı kifaye olarak telakki edilmiştir. Ancak Üstad Hazretleri, boyunduruğun yere konduğu böyle bir dönemde bu işe sahip çıkılmasına farzlar üstü bir farz nazarıyla bakmıştır. Çünkü günümüzde bu vazife terk edilmiş, ihmale uğramıştır. Hâlbuki onda âmmenin hukuku, umum Müslümanlığın hukuku ve Allah hukuku vardır ve bu sebeple farklı bir önem arz etmektedir. İşte böyle ulvî ve mukaddes bir vazifenin şöyle böyle de olsa bir ucundan tutmak ve ona sahip çıkmak elbette ki bizim için çok büyük bir lütuf ve mazhariyettir; ama sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz üzere bu mazhariyetin de beraberinde getirmiş olduğu bir kısım sorumluluklar vardır.
Bu sorumlulukların en başta geleni, böyle bir mazhariyetin farkına varmak, şuurunda olmak ve onu hamd ü şükür duyguları içinde karşılamaktır zannediyorum. Evet, yüreğimiz minnet hisleriyle dopdolu; "
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى دِينِ اْلإِسْلاَمِ، وَاْلإِحْسَانِ، وَالْقُرْآنِ، وَإِعْلاَءِ كَلِمَةِ اللَّهِ
Allah'ım! Bizi hak din olan İslâm'la şereflendirdiğin, ihsan şuuruyla serfiraz kıldığın, Kur'ân hakikatlerine gönlümüzü açtığın ve dinine hizmet etme gibi bir lütfa mazhar kıldığından dolayı kâinatın zerreleri adedince Sana hamd ü senâ olsun!" demeli ve böyle bir mazhariyetin kıymetini bilmeliyiz. İsterseniz bu hususa Yirmi dördüncü Söz'de geçen "Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır." açısından da bakabilirsiniz. Çünkü Allah'ın (celle celâluhu) bize olan ihsanları kitaplara sığmayacak kadar çoktur. Evet O'nun lütuf ve nimetlerini detayına girmeden sadece madde başlıklarıyla yazmaya kalksak, o lütuf ve ihsanların cilt cilt kitaplara sığmadığını göreceğiz. Bundan dolayı insanın da, en azından niyet noktasında kitaplara sığmayacak bir azim, kararlılık ve Cenâb-ı Hakk'a karşı minnet duygusu içinde bulunması gerekir.
http://tr.fgulen.com/content/view/17080/9/




 
Üst