röportajbeyan araştırma ekibi
Yolumuz RASULULLAH'ın yoludur
Cübbeli Hoca: Hamd olsun iyiyiz. Şikayet etme durumunda değilim. Uzun yıllardır şeker hastalığı ile mücadele etmekteyim. Son yıllarda şeker hastalığımın yanında kolesterol, Behçet hastalığı gibi başka hastalıklar da baş göstermeye başladı. Beni üzen ve sıkıntıya düşüren hastalıkların olması değil. Allah'tan gelene hamd etmek durumundayız. Üzüldüğümüz şey hastalıklar hizmetlerimizin aksamasına neden oluyor. Bizi üzen budur, başka bir şey değil.
beyan: Sağlığınızın bozulmasında son yıllarda yaşadığınız olaylar ve özellikle de cezaevi ortamının rolü var mıdır?
Cübbeli Hoca: Şüphesiz vardır. Özellikle bizim gibi bir anı bile boş geçmeyen, sürekli hareket halinde olan insanların bir anda iki duvar arasına tıkılması yapımızı olumsuz yönde etkilemiştir.
beyan: Hocam! Son yıllarda ülkemiz büyük badireler atlattı. Bir çok hukuksuz işler yapıldı, insan hakları ihlal edildi, bu hukuksuzluktan onbinler, yüz binler, hatta milyonlar etkilendi, ki etkilenen mağdur olanlardan biri de sizsiniz. Geçmiş ile bugünü kıyasladığınızda ülke olarak neredeyiz? Ya da geçmişe baktığınızda bugün için müspet yönde gelişmeler görebiliyor musunuz?
Cübbeli Hoca: İyi gelişmeler olmuyor desek, doğru olmaz. Bugünü bundan beş yıl öncesiyle kıyasladığımızda elbette ki o günlerle bugün arasında dağlar kadar fark var. Düşünebiliyor musunuz; bizi seven bir kardeşimizin üzerinde bir adet vaaz kasetimiz bulunuyor. Bu kasetten dolayı bu kardeşimiz iki gün gözaltında tutuluyor. Bir başka yerde şikayet üzere aranan evde yine benim vaaz kasetlerim bulunuyor ve sadece bu kasetlerden dolayı ev sahipleri birkaç gün sorgulanıyor. Bunun gibi bir çok olay yaşadık. Bunlar yaşandı, bir daha inşallah yaşamayız. İşte buradan bakınca elbette ki çok olumlu gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz.
beyan: Hocam! Malum olduğu üzere sizi gündeme taşıyan "meşhur deprem vaazınız" yani deprem kasetinizdi. Zaten o deprem vaazınızdan dolayı cezaya çarptırıldınız. Geçmişe dönüp baktığınızda "Şurada hata yaptım veya bugün olsaydı şurasını yapmazdım" dediğiniz bir yer var mıdır?[/CENTER]
Cübbeli Hoca: "İki günü müsavi olan zarardadır" ilkesini koyan bir dinin mensubu olarak, geçmişte şunu şöyle yapsaydım daha iyi olurdu dediğim olayların olmasından daha doğal ne olabilir. Bundan sonra da olacaktır. Bu insan fıtratının, insan olmanın bir gereğidir. Ancak bir şeyin altını özellikle çizmek isterim. Kurt ile kuzunun hikayesinin bilirsiniz. Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuş, bahane arıyor örneğinde olduğu gibi, birileri birlerini yiyecek bahane aranıyor. Bizde de depremi bahane ettiler, o olmasaydı başka bir şey bulacaklardı. Benimle aynı dönemde deprem ile ilgili sözlerinden ceza alan bir gazete sahibinin bir cümlelik sözü "Deprem ilahi bir ikazdır". Bu sözden dolayı iki sene ceza aldı. İnanan bir insan için, "Ben Müslümanım" diyen bir insan için başa gelen her bela, musibet, kaza vs. Allah tarafından gönderilen bir ilahi ikazdır, bir uyarıdır. Bir Müslüman buna böyle inanmalı, buna hayır diyen insan zaten Müslüman da değildir.
Ne buyuruyor Rabbimiz "… başınıza gelen her şey işlediğiniz günahlardan dolayıdır…" demek ki insan başıboş değildir. Başımıza gelen her şey Mevla'nın takdiri, bilgisi dahilinde olmaktadır.
Bir İslam alimi olarak ne demeliydim? Elbette ki, Kur'an ve Sünnet ışığında vaaz u nasihatlerimi edecektim. Kur'an ve Sünnet sadece deprem değil, başa gelen bütün kaza, bela ve musibetleri, müminler için bir uyarı, ikaz olarak bildirir.
beyan: Sözünüzü kestik, malum süreçte yaşananlar ve size atfedilen suç sadece deprem ikazı ile ilgili değildi, devlet düşmanlığı, irticai faaliyet vesaire gibi iddialarla da yargılandınız. Bu konuyu biraz açar mısınız?[/CENTER]
Cübbeli Hoca: Evet! Tespitiniz doğru, bize cezayı deprem vaazımızla ilgili verdiler ancak, suçlamalarda sizin de bahsettiğiniz gibi devlet düşmanlığı, irticai faaliyet, vatan hainliği gibi suçlamalarla karşı karşıya kaldım. Ne yazık ki işi bu derece edepsizleştiren medyadan başkası değildir. Bizim bin yıllık geleneğimizde devlete isyan etmek, ayaklanmak, devlete düşman olmak yoktur. Geçmiş meşayıhımızdan (yolunda gittiğimiz İslam alimleri) hiçbiri ne vatan haini olmuştur, ne devlete isyan etmiştir, ne de devletini satmıştır. Bize bu çamuru atanlar, asıl devlet–millet haini onlardır. Bu devlet bizim devletimizdir, her haliyle kurum ve kuruluşları ile insanlar fanidir, devletler baki. Şurası iyi bilinsin, bizim devlet veya devletin kurumları ile menfi manada hiçbir işimiz ve meselemiz olamaz.
Son yıllarda devleti yöneten üst düzey yöneticilerin bir sözüne atıfta bulunacağım, diyorlar ki: "Bu ülkede, devlet düşmanları var, sistemin düşmanları var, milletin düşmanları var, Kemalizm'in düşmanları var." Bu tespit doğru, biz de katılıyoruz ama bir eksiği var. Onu da biz ilave edelim "İslam düşmanları" da var. İşte bizim meselemiz ve mücadelemiz İslam dinine düşman olanlarladır. Yoksa başka kimseyle bir alış verişimiz, bir meselemiz yoktur ve de olamaz. Fakat bir İslam alimi olarak, "İslam düşmanları ile dün mücadelemiz vardı, bugün de var, yarın da olacak." Fakat bu mücadelemiz ilmi münazara ve fikri mücadele yoluyla kaba kuvvet ve zor kullanma şeklinde değildir. Bizim düsturumuz "Allah'ın öldürülen kulu olda, öldüren kulu olma" hadisi şerifidir. Bir Buharı hadisi şerifinde "Zımni öldüren cennetin kokusunu koklayamaz" buyurulmaktadır. Burada bahis geçen zımni bir İslam memleketinde ki gayrı muslim (Yahudi– Nasara) tebadır. Demek oluyor ki, Müslüman olmayan biri kasten öldürürse, bu işi yapan cennete giremez. Mesele bu kadar açık ve nettir.
beyan: Hocam! Konuyu siz açtınız, İslam düşmanları dediniz, özellikle son çeyrek yüzyılda uluslararası terörün önüne İslam sıfatı eklendi. İslam'ın terör, İslam dininin bir terör dini olduğu vurgusu özellikle yapılıyor. Yukarıda dediniz ki İslam dininin düşmanları var, İslamî terör, bu ne gibi bir çağrışım yapıyor yada İslamî terörü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cübbeli Hoca: İslamî terör tabirini şiddetle red ediyorum. Güzel dinimizin terörle adlandırılmasını, adlandıranları şiddetle kınıyorum. İslam dini insanları kurtarmayı hedeflemiştir, insanları yok etmeyi değil. Başta Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem olmak üzere onun ashabı, sonra gelmiş olan bütün İslam alimi ve din büyüklerinin hiçbiri insana zulmetmeyi, anarşi çıkarmayı ne kendileri uyguladı ne de böyle bir tavsiyede bulundular. Hangi birini anlatayım ki; Peygamber'in hayatının bir noktasında zulüm ve anarşi göremezsiniz. Onun ashabında da göremezsiniz. Sonra gelen din alimlerinin de, tarikat şeyhlerinin de, yaşadıkları devirlerde yüz binleri peşlerinde koşturan, milyonlarca insanın gönlünde taht kuran bu insanların da terör ve anarşi çağrıştıran bir tek sözlerini bulamazsınız.
Kim demiş İslamî terör var? İslamî terör demek İslam dinine yapılan en büyük hakaret ve saldırıdır.
beyan: Yakın zamanda bölge ülkelerinden Ürdün'e bir ziyaretiniz olmuş. Ürdün geziniz ve dolayısıyla bölgedeki son durumlarla ilgili tespitlerinizi alalım.
Cübbeli Hoca: Evet! Birkaç gün önce Ürdün'e bir seyahatte bulundum. Bu ziyaretten kastım, Allah rızası için bazı ziyaretler yapmaktı ki o niyetim de hamd olsun nasip oldu. Şöyle ki orada bulunan Şuayb, Yuşa, Carud, Hızzıl Aleyhimussalatü vesselam gibi bazı peygamberleri ziyaret ettim. Bir çok rivayet varsa da Yuşa Aleyhisselam'ın "Salt" isimli bölgede olduğu rivayeti kesin gibidir. Çünkü Musa Aleyhisselam'ın vefatından sonra arz–ı mukaddese yi fethetmek ona nasip olmuş ve sonra o bölgede bulunan evine dönüp orada vefat etmiştir. Orada bulunan türbedar bize şöyle nakletti. Dedemden beri ailece biz bu türbedeyiz. Dedem zamanında burada bulunan bazı zevat Yuşa Aleyhisselam'ın nerede metfun bulunduğunu hakkında tartıştılar. O zaman 90 yaşlarında olan ama bir Türk Şeyhi orada olduğunu savundu. Ondan delil istediklerinde dışarı çıkıp bir ezan okudu. 200 kişi kadar cemaat sese toplandılar. O zat "Es–Selamu aleyke Ya Yuşa İbni Nun İbni Efraim ibni İshak İbni Ya'kub İbni İbrahim!" diye selam verince, kabr–i şerif'ten "Ve aleykümüsselam" diye gür bir ses gelince sesin heybetinden millet kaçışmaya başladılar. İşte bu rivayet, kabri şerif'in tespiti açısından çok önemlidir. İstanbul Beykoz'daki ziyaretgah ise makam olsa gerekir.
Ashab–ı Kehf hakkında da Tarsus, Afşin, Suriye gibi bir çok rivayet varsa da Ürdün de olduğu rivayeti kesin gibidir. İncelemem vechiyle tam üzerinde mescit bulunması, yedi mezar bulunması, Kıtmır'in kafatasının dahi mevcut oluşu, güneşin doğarken ve batarkenki konumu ve bölgenin "Rakim" adıyla anılması da Kur'an–ı Kerim'deki tariflere çok uygun düşmektedir.
Yusuf Aleyhisselam'ın kardeşleri olan Cad (carud) nebi ile Hızzıl nebiyi de ziyaret nasıp oldu. Sahabe–i Kiram Hazaratından, "Eğvar" bölgesinde Dınar İbni Ezver, Şurahbil İbni Hasene, Aşere–i Mübeşşereden, bu ümmetin emini Ebu Ubeyde, Amir İbni Cerrah, Amir İbni Ebi Vakkas ve bu ümmetin helal ve haram hükümlerini en iyi bileni Muaz İbni Cebel ve oğlu Abdurrahman Rıdvanullahi Teala Aleyhim Ecma'in'ı teker teker ziyaret ettik ve bütün sevenlerimizi dualara ilhak ettik.
İbni Abdilberr'in "el–isti'ab" isimli eserinde mütalaam vechile; Amvas taununda salgın veba nedeniyle 26 bin sahabe o bölgede şehit düşmüşlerdi.
Ayrıca Müte muharebesinin yapıldığı "kerek" mevkiindeki harp alanını ziyaret ettik. Orada şehit olan 12 sahabeyi ve özellikle Hz. Ali Efendimizin kardeşi Cafer–i Tayyar'ı, Kur'an da adı geçen tek sahabı olma şerefine nail olan Zeyd İbni Harise'yi ve o muharebede de üçüncü sancaktar olan büyük İslam Şairi Abdullah bin Ravaha Rıdvanullahı Aleyhim ecmain'ı ziyaret şerefine nail olduk. Allahu Teala bütün okuyucularımıza da nasip eylesin. Bu vesileyle bütün okurlarımız ruhlarına birer Fatiha–i şerife ile 3 İhlas–ı Şerif hediye eylesin.
beyan: Yıllar önce Kudüs'e yaptığınız bir ziyaret sonrasında yine sizinle röportaj yapmış, Kudüs izlenimlerinizi alarak yayınlamıştık. O röportajda, Filistin halkının Osmanlı hasreti çektiğine bizzat şahit olduğunuzu söylemiştiniz. Aynı şeyi Ürdün için de söyleyebilir misiniz?
Cübbeli Hoca: Sadece Ürdün için mi? Bütün İslam coğrafyasında yaşayan halklarda bir Osmanlı hasreti, hayranlığı ve beklentisi bulunmaktadır. Bunu Kudüs'te müşahede etmiştik, şimdi Ürdün'de de müşahede ettik, gittiğimiz diğer İslam ülkelerinde de. Zaten şu an dünyayı idare etmekte olan güçlerin korkuları bu. Türk devleti uykusundan uyanır, İslam coğrafyasındaki Osmanlı sevgisini harekete geçirir ve bu doğrultuda siyasetler uygularsa, bizim sonumuz gelir endişesi vardır. Bunun için de ellerinden gelen her formülü uyguluyorlar. Bu zamana kadar da uyguladıkları formüllerle, uykumuz devam ediyor. İslam ülkelerindeki sempati alanımızı kullanacak siyaset uygulatmıyorlar veya uygulamıyoruz.
beyan: Son birkaç soru daha sorup söyleşiye nokta koyalım. Şu an itibariyle ne yapıyorsunuz, nelerle meşgulsünüz, bu konuda bilgi verir misiniz?
Cübbeli Hoca: Sevgi halkamız içinde bulunan kardeşlerimiz ile sohbetlerimiz, istişarelerimiz devam etmektedir. Davet edildiğimiz seminer ve konferanslara katılıyor, gönül dostlarımızla birlikte oluyoruz. Ayrıca kitap çalışmalarım hızla devam ediyor. Cezaevinden çıktıktan sonra "Rabıta" isimli eseri çıkardım. Bir çok tartışma konusu olan İslam'da rabıta var mıdır, yok mudur, bunun cevabının delilleri ile açıklandığı çok değerli bir eser meydana geldi.
Rutin olarak yaptığımız ve cezaevinden dolayı iki yılı aşkın bir zamandır ara verdiğimiz tefsir çalışmamıza hız verdik. Ruhul Furkan tefsirinin dokuz cildini hazırlamış ve çıkarmıştık. Şimdi onuncu cildi tamamlanmak üzere, çok yakın bir zamanda bitirip okuyucuya sunacağız, inşaallah. Ayrıca birkaç kitap çalışmam daha var, onları da en kısa zamanda bitireceğim.
beyan: Son olarak kamuoyuna, sevenlerinize ve Beyan okurlarına vermek istediğiniz bir mesaj veya söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Cübbeli Hoca: Kamuoyuna diyeceğim şudur ki, çok ağır ve hak etmediğimiz bir iftira ve hakaret kampanyasına uğradık. Bizi yanlış anlattılar ve yanlış tanıtma gayreti içinde oldular. Görüyorum ki, onların bu gayretleri tutmadı, fakat az sayıda da olsa bizim ulaşamadığımız ve bize iftira kampanyası başlatan kesimlerin rüzgârından etkilenenler olmuştur. Özellikle onlara ve tüm kamuoyuna deriz ki: "Bizim yolumuz Resulullah'ın, ashabının ve onların yolundan gidenlerin yoludur. Bizim yolumuz Şah–ı Nakşibend'lerin, Yunusların, Mevlanaların, İmam–ı Rabbanilerin, Emir Sultanların, Aziz Mahmud Hudai'lerin yoludur. Sevgi ve kardeşlik yoludur. Kin ve husumet, anarşi ve terör, nefret ve buğz yolu değildir. İnsanlığı karanlığa değil aydınlığa ve ebedi kurtuluşa erdirme yoludur. Bizim dergahımızda nefrete yer yok, sevgi ve kardeşlik üzerine kurulmuştur.
Sevenlerimize sevgi ve saygılarımı özellikle arz ederim ki, en zor zamanlarda bile bizi yalnız bırakmadılar. Desteklerini bizden esirgemediler, her türlü karşı propaganda ve reklama rağmen bize olan sevgi ve desteklerinde bir değişiklik olmadı. Biz de onları seviyoruz, her an dualarımıza ortak etmekteyiz. Umudum odur ki onlar da dualarında bizleri unutmuyorlar.
Beyan okurlarına gelince, gerek yayın çizgisi olarak, içeriğinden tasarımına her konuda çok güzel bir yayınla muhatabız. Çıktığı günden bugüne hem yazılarımla hem de maddi manevi desteğimizle her zaman Beyan'ın yanında oldum ve bundan böyle de olmaya devam edeceğim. Kültür hayatımızı zenginleştiren ve emri bil maruf nehyi anil münkeri imkanlar dahilinde yapmaya çalışan bir dergi, tüm inananlar tarafından desteklenmeli inancındayım. Yayın hayatında başarılar temenni ederim.
beyan: Bize zamanınızı ayırdığınız için ve verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Cübbeli Hoca: Ben teşekkür eder, bu söyleşimizin tüm inananlara hayırlar getirmesini temenni eder, tüm kardeşlerimi gönül dolusu muhabbetlerimle selamlarım. Rabbimin selamı sizlerin ve tüm inananların üzerine olsun…
Yolumuz RASULULLAH'ın yoludur
beyan: Geçmiş dönemlerde sizinle röportajlar yapmış, okuyucularımızın merak ettiği ve öğrenmek istediği konuları biz sormuş siz de cevaplandırmıştınız. Şimdi daha farklı ve değişik konularda sizlerin görüşlerini okuyucularımız ve tüm kamuoyuna duyurmak amacıyla bu söyleşiyi yapıyoruz. Bunun için ilk sorumuz sağlığınızla ilgili olsun. İleri derecede şeker hastası olduğunuz biliniyor, genel olarak sağlık durumunuz nasıl?
Cübbeli Hoca: Hamd olsun iyiyiz. Şikayet etme durumunda değilim. Uzun yıllardır şeker hastalığı ile mücadele etmekteyim. Son yıllarda şeker hastalığımın yanında kolesterol, Behçet hastalığı gibi başka hastalıklar da baş göstermeye başladı. Beni üzen ve sıkıntıya düşüren hastalıkların olması değil. Allah'tan gelene hamd etmek durumundayız. Üzüldüğümüz şey hastalıklar hizmetlerimizin aksamasına neden oluyor. Bizi üzen budur, başka bir şey değil.
beyan: Sağlığınızın bozulmasında son yıllarda yaşadığınız olaylar ve özellikle de cezaevi ortamının rolü var mıdır?
Cübbeli Hoca: Şüphesiz vardır. Özellikle bizim gibi bir anı bile boş geçmeyen, sürekli hareket halinde olan insanların bir anda iki duvar arasına tıkılması yapımızı olumsuz yönde etkilemiştir.
beyan: Hocam! Son yıllarda ülkemiz büyük badireler atlattı. Bir çok hukuksuz işler yapıldı, insan hakları ihlal edildi, bu hukuksuzluktan onbinler, yüz binler, hatta milyonlar etkilendi, ki etkilenen mağdur olanlardan biri de sizsiniz. Geçmiş ile bugünü kıyasladığınızda ülke olarak neredeyiz? Ya da geçmişe baktığınızda bugün için müspet yönde gelişmeler görebiliyor musunuz?
Cübbeli Hoca: İyi gelişmeler olmuyor desek, doğru olmaz. Bugünü bundan beş yıl öncesiyle kıyasladığımızda elbette ki o günlerle bugün arasında dağlar kadar fark var. Düşünebiliyor musunuz; bizi seven bir kardeşimizin üzerinde bir adet vaaz kasetimiz bulunuyor. Bu kasetten dolayı bu kardeşimiz iki gün gözaltında tutuluyor. Bir başka yerde şikayet üzere aranan evde yine benim vaaz kasetlerim bulunuyor ve sadece bu kasetlerden dolayı ev sahipleri birkaç gün sorgulanıyor. Bunun gibi bir çok olay yaşadık. Bunlar yaşandı, bir daha inşallah yaşamayız. İşte buradan bakınca elbette ki çok olumlu gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz.
beyan: Hocam! Malum olduğu üzere sizi gündeme taşıyan "meşhur deprem vaazınız" yani deprem kasetinizdi. Zaten o deprem vaazınızdan dolayı cezaya çarptırıldınız. Geçmişe dönüp baktığınızda "Şurada hata yaptım veya bugün olsaydı şurasını yapmazdım" dediğiniz bir yer var mıdır?[/CENTER]
Cübbeli Hoca: "İki günü müsavi olan zarardadır" ilkesini koyan bir dinin mensubu olarak, geçmişte şunu şöyle yapsaydım daha iyi olurdu dediğim olayların olmasından daha doğal ne olabilir. Bundan sonra da olacaktır. Bu insan fıtratının, insan olmanın bir gereğidir. Ancak bir şeyin altını özellikle çizmek isterim. Kurt ile kuzunun hikayesinin bilirsiniz. Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuş, bahane arıyor örneğinde olduğu gibi, birileri birlerini yiyecek bahane aranıyor. Bizde de depremi bahane ettiler, o olmasaydı başka bir şey bulacaklardı. Benimle aynı dönemde deprem ile ilgili sözlerinden ceza alan bir gazete sahibinin bir cümlelik sözü "Deprem ilahi bir ikazdır". Bu sözden dolayı iki sene ceza aldı. İnanan bir insan için, "Ben Müslümanım" diyen bir insan için başa gelen her bela, musibet, kaza vs. Allah tarafından gönderilen bir ilahi ikazdır, bir uyarıdır. Bir Müslüman buna böyle inanmalı, buna hayır diyen insan zaten Müslüman da değildir.
Ne buyuruyor Rabbimiz "… başınıza gelen her şey işlediğiniz günahlardan dolayıdır…" demek ki insan başıboş değildir. Başımıza gelen her şey Mevla'nın takdiri, bilgisi dahilinde olmaktadır.
Bir İslam alimi olarak ne demeliydim? Elbette ki, Kur'an ve Sünnet ışığında vaaz u nasihatlerimi edecektim. Kur'an ve Sünnet sadece deprem değil, başa gelen bütün kaza, bela ve musibetleri, müminler için bir uyarı, ikaz olarak bildirir.
beyan: Sözünüzü kestik, malum süreçte yaşananlar ve size atfedilen suç sadece deprem ikazı ile ilgili değildi, devlet düşmanlığı, irticai faaliyet vesaire gibi iddialarla da yargılandınız. Bu konuyu biraz açar mısınız?[/CENTER]
Cübbeli Hoca: Evet! Tespitiniz doğru, bize cezayı deprem vaazımızla ilgili verdiler ancak, suçlamalarda sizin de bahsettiğiniz gibi devlet düşmanlığı, irticai faaliyet, vatan hainliği gibi suçlamalarla karşı karşıya kaldım. Ne yazık ki işi bu derece edepsizleştiren medyadan başkası değildir. Bizim bin yıllık geleneğimizde devlete isyan etmek, ayaklanmak, devlete düşman olmak yoktur. Geçmiş meşayıhımızdan (yolunda gittiğimiz İslam alimleri) hiçbiri ne vatan haini olmuştur, ne devlete isyan etmiştir, ne de devletini satmıştır. Bize bu çamuru atanlar, asıl devlet–millet haini onlardır. Bu devlet bizim devletimizdir, her haliyle kurum ve kuruluşları ile insanlar fanidir, devletler baki. Şurası iyi bilinsin, bizim devlet veya devletin kurumları ile menfi manada hiçbir işimiz ve meselemiz olamaz.
Son yıllarda devleti yöneten üst düzey yöneticilerin bir sözüne atıfta bulunacağım, diyorlar ki: "Bu ülkede, devlet düşmanları var, sistemin düşmanları var, milletin düşmanları var, Kemalizm'in düşmanları var." Bu tespit doğru, biz de katılıyoruz ama bir eksiği var. Onu da biz ilave edelim "İslam düşmanları" da var. İşte bizim meselemiz ve mücadelemiz İslam dinine düşman olanlarladır. Yoksa başka kimseyle bir alış verişimiz, bir meselemiz yoktur ve de olamaz. Fakat bir İslam alimi olarak, "İslam düşmanları ile dün mücadelemiz vardı, bugün de var, yarın da olacak." Fakat bu mücadelemiz ilmi münazara ve fikri mücadele yoluyla kaba kuvvet ve zor kullanma şeklinde değildir. Bizim düsturumuz "Allah'ın öldürülen kulu olda, öldüren kulu olma" hadisi şerifidir. Bir Buharı hadisi şerifinde "Zımni öldüren cennetin kokusunu koklayamaz" buyurulmaktadır. Burada bahis geçen zımni bir İslam memleketinde ki gayrı muslim (Yahudi– Nasara) tebadır. Demek oluyor ki, Müslüman olmayan biri kasten öldürürse, bu işi yapan cennete giremez. Mesele bu kadar açık ve nettir.
beyan: Hocam! Konuyu siz açtınız, İslam düşmanları dediniz, özellikle son çeyrek yüzyılda uluslararası terörün önüne İslam sıfatı eklendi. İslam'ın terör, İslam dininin bir terör dini olduğu vurgusu özellikle yapılıyor. Yukarıda dediniz ki İslam dininin düşmanları var, İslamî terör, bu ne gibi bir çağrışım yapıyor yada İslamî terörü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cübbeli Hoca: İslamî terör tabirini şiddetle red ediyorum. Güzel dinimizin terörle adlandırılmasını, adlandıranları şiddetle kınıyorum. İslam dini insanları kurtarmayı hedeflemiştir, insanları yok etmeyi değil. Başta Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem olmak üzere onun ashabı, sonra gelmiş olan bütün İslam alimi ve din büyüklerinin hiçbiri insana zulmetmeyi, anarşi çıkarmayı ne kendileri uyguladı ne de böyle bir tavsiyede bulundular. Hangi birini anlatayım ki; Peygamber'in hayatının bir noktasında zulüm ve anarşi göremezsiniz. Onun ashabında da göremezsiniz. Sonra gelen din alimlerinin de, tarikat şeyhlerinin de, yaşadıkları devirlerde yüz binleri peşlerinde koşturan, milyonlarca insanın gönlünde taht kuran bu insanların da terör ve anarşi çağrıştıran bir tek sözlerini bulamazsınız.
Kim demiş İslamî terör var? İslamî terör demek İslam dinine yapılan en büyük hakaret ve saldırıdır.
beyan: Yakın zamanda bölge ülkelerinden Ürdün'e bir ziyaretiniz olmuş. Ürdün geziniz ve dolayısıyla bölgedeki son durumlarla ilgili tespitlerinizi alalım.
Cübbeli Hoca: Evet! Birkaç gün önce Ürdün'e bir seyahatte bulundum. Bu ziyaretten kastım, Allah rızası için bazı ziyaretler yapmaktı ki o niyetim de hamd olsun nasip oldu. Şöyle ki orada bulunan Şuayb, Yuşa, Carud, Hızzıl Aleyhimussalatü vesselam gibi bazı peygamberleri ziyaret ettim. Bir çok rivayet varsa da Yuşa Aleyhisselam'ın "Salt" isimli bölgede olduğu rivayeti kesin gibidir. Çünkü Musa Aleyhisselam'ın vefatından sonra arz–ı mukaddese yi fethetmek ona nasip olmuş ve sonra o bölgede bulunan evine dönüp orada vefat etmiştir. Orada bulunan türbedar bize şöyle nakletti. Dedemden beri ailece biz bu türbedeyiz. Dedem zamanında burada bulunan bazı zevat Yuşa Aleyhisselam'ın nerede metfun bulunduğunu hakkında tartıştılar. O zaman 90 yaşlarında olan ama bir Türk Şeyhi orada olduğunu savundu. Ondan delil istediklerinde dışarı çıkıp bir ezan okudu. 200 kişi kadar cemaat sese toplandılar. O zat "Es–Selamu aleyke Ya Yuşa İbni Nun İbni Efraim ibni İshak İbni Ya'kub İbni İbrahim!" diye selam verince, kabr–i şerif'ten "Ve aleykümüsselam" diye gür bir ses gelince sesin heybetinden millet kaçışmaya başladılar. İşte bu rivayet, kabri şerif'in tespiti açısından çok önemlidir. İstanbul Beykoz'daki ziyaretgah ise makam olsa gerekir.
Ashab–ı Kehf hakkında da Tarsus, Afşin, Suriye gibi bir çok rivayet varsa da Ürdün de olduğu rivayeti kesin gibidir. İncelemem vechiyle tam üzerinde mescit bulunması, yedi mezar bulunması, Kıtmır'in kafatasının dahi mevcut oluşu, güneşin doğarken ve batarkenki konumu ve bölgenin "Rakim" adıyla anılması da Kur'an–ı Kerim'deki tariflere çok uygun düşmektedir.
Yusuf Aleyhisselam'ın kardeşleri olan Cad (carud) nebi ile Hızzıl nebiyi de ziyaret nasıp oldu. Sahabe–i Kiram Hazaratından, "Eğvar" bölgesinde Dınar İbni Ezver, Şurahbil İbni Hasene, Aşere–i Mübeşşereden, bu ümmetin emini Ebu Ubeyde, Amir İbni Cerrah, Amir İbni Ebi Vakkas ve bu ümmetin helal ve haram hükümlerini en iyi bileni Muaz İbni Cebel ve oğlu Abdurrahman Rıdvanullahi Teala Aleyhim Ecma'in'ı teker teker ziyaret ettik ve bütün sevenlerimizi dualara ilhak ettik.
İbni Abdilberr'in "el–isti'ab" isimli eserinde mütalaam vechile; Amvas taununda salgın veba nedeniyle 26 bin sahabe o bölgede şehit düşmüşlerdi.
Ayrıca Müte muharebesinin yapıldığı "kerek" mevkiindeki harp alanını ziyaret ettik. Orada şehit olan 12 sahabeyi ve özellikle Hz. Ali Efendimizin kardeşi Cafer–i Tayyar'ı, Kur'an da adı geçen tek sahabı olma şerefine nail olan Zeyd İbni Harise'yi ve o muharebede de üçüncü sancaktar olan büyük İslam Şairi Abdullah bin Ravaha Rıdvanullahı Aleyhim ecmain'ı ziyaret şerefine nail olduk. Allahu Teala bütün okuyucularımıza da nasip eylesin. Bu vesileyle bütün okurlarımız ruhlarına birer Fatiha–i şerife ile 3 İhlas–ı Şerif hediye eylesin.
beyan: Yıllar önce Kudüs'e yaptığınız bir ziyaret sonrasında yine sizinle röportaj yapmış, Kudüs izlenimlerinizi alarak yayınlamıştık. O röportajda, Filistin halkının Osmanlı hasreti çektiğine bizzat şahit olduğunuzu söylemiştiniz. Aynı şeyi Ürdün için de söyleyebilir misiniz?
Cübbeli Hoca: Sadece Ürdün için mi? Bütün İslam coğrafyasında yaşayan halklarda bir Osmanlı hasreti, hayranlığı ve beklentisi bulunmaktadır. Bunu Kudüs'te müşahede etmiştik, şimdi Ürdün'de de müşahede ettik, gittiğimiz diğer İslam ülkelerinde de. Zaten şu an dünyayı idare etmekte olan güçlerin korkuları bu. Türk devleti uykusundan uyanır, İslam coğrafyasındaki Osmanlı sevgisini harekete geçirir ve bu doğrultuda siyasetler uygularsa, bizim sonumuz gelir endişesi vardır. Bunun için de ellerinden gelen her formülü uyguluyorlar. Bu zamana kadar da uyguladıkları formüllerle, uykumuz devam ediyor. İslam ülkelerindeki sempati alanımızı kullanacak siyaset uygulatmıyorlar veya uygulamıyoruz.
beyan: Son birkaç soru daha sorup söyleşiye nokta koyalım. Şu an itibariyle ne yapıyorsunuz, nelerle meşgulsünüz, bu konuda bilgi verir misiniz?
Cübbeli Hoca: Sevgi halkamız içinde bulunan kardeşlerimiz ile sohbetlerimiz, istişarelerimiz devam etmektedir. Davet edildiğimiz seminer ve konferanslara katılıyor, gönül dostlarımızla birlikte oluyoruz. Ayrıca kitap çalışmalarım hızla devam ediyor. Cezaevinden çıktıktan sonra "Rabıta" isimli eseri çıkardım. Bir çok tartışma konusu olan İslam'da rabıta var mıdır, yok mudur, bunun cevabının delilleri ile açıklandığı çok değerli bir eser meydana geldi.
Rutin olarak yaptığımız ve cezaevinden dolayı iki yılı aşkın bir zamandır ara verdiğimiz tefsir çalışmamıza hız verdik. Ruhul Furkan tefsirinin dokuz cildini hazırlamış ve çıkarmıştık. Şimdi onuncu cildi tamamlanmak üzere, çok yakın bir zamanda bitirip okuyucuya sunacağız, inşaallah. Ayrıca birkaç kitap çalışmam daha var, onları da en kısa zamanda bitireceğim.
beyan: Son olarak kamuoyuna, sevenlerinize ve Beyan okurlarına vermek istediğiniz bir mesaj veya söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Cübbeli Hoca: Kamuoyuna diyeceğim şudur ki, çok ağır ve hak etmediğimiz bir iftira ve hakaret kampanyasına uğradık. Bizi yanlış anlattılar ve yanlış tanıtma gayreti içinde oldular. Görüyorum ki, onların bu gayretleri tutmadı, fakat az sayıda da olsa bizim ulaşamadığımız ve bize iftira kampanyası başlatan kesimlerin rüzgârından etkilenenler olmuştur. Özellikle onlara ve tüm kamuoyuna deriz ki: "Bizim yolumuz Resulullah'ın, ashabının ve onların yolundan gidenlerin yoludur. Bizim yolumuz Şah–ı Nakşibend'lerin, Yunusların, Mevlanaların, İmam–ı Rabbanilerin, Emir Sultanların, Aziz Mahmud Hudai'lerin yoludur. Sevgi ve kardeşlik yoludur. Kin ve husumet, anarşi ve terör, nefret ve buğz yolu değildir. İnsanlığı karanlığa değil aydınlığa ve ebedi kurtuluşa erdirme yoludur. Bizim dergahımızda nefrete yer yok, sevgi ve kardeşlik üzerine kurulmuştur.
Sevenlerimize sevgi ve saygılarımı özellikle arz ederim ki, en zor zamanlarda bile bizi yalnız bırakmadılar. Desteklerini bizden esirgemediler, her türlü karşı propaganda ve reklama rağmen bize olan sevgi ve desteklerinde bir değişiklik olmadı. Biz de onları seviyoruz, her an dualarımıza ortak etmekteyiz. Umudum odur ki onlar da dualarında bizleri unutmuyorlar.
Beyan okurlarına gelince, gerek yayın çizgisi olarak, içeriğinden tasarımına her konuda çok güzel bir yayınla muhatabız. Çıktığı günden bugüne hem yazılarımla hem de maddi manevi desteğimizle her zaman Beyan'ın yanında oldum ve bundan böyle de olmaya devam edeceğim. Kültür hayatımızı zenginleştiren ve emri bil maruf nehyi anil münkeri imkanlar dahilinde yapmaya çalışan bir dergi, tüm inananlar tarafından desteklenmeli inancındayım. Yayın hayatında başarılar temenni ederim.
beyan: Bize zamanınızı ayırdığınız için ve verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Cübbeli Hoca: Ben teşekkür eder, bu söyleşimizin tüm inananlara hayırlar getirmesini temenni eder, tüm kardeşlerimi gönül dolusu muhabbetlerimle selamlarım. Rabbimin selamı sizlerin ve tüm inananların üzerine olsun…