İddia:
Risale-i Nur talebesi olan bazı muhterem ağabeylerin, “Bediüzzaman'ın, eserlerinde inandığı şeylerin tam aksine bilgiler vererek bazı gerçekleri gizlemiş olduğu ve bunları özel bir sohbet esnasında yalnızca iki üç kişiye açıkladığı” şeklinde birtakım iddialarda bulunmaları son derece yanlıştır.
Cevap:
İddia değil gerçektir. Evet Bediüzzaman Hazretleri has talebelerine bazı sırlarını açmıştır.. Sizin iddia olduğunu iddia etmeniz hakiki bir yaklaşım değildir zira o beyanatlar ve sahipleri bilinmektedir..
İddia:
Böyle bir yaklaşım, Bediüzzaman'ın yüzlerce sayfa boyunca yaptığı açıklamaların “yalan” olduğunu söylemek olur ki, bu da böylesine değerli bir İslam alimine karşı yapılan çok büyük bir bühtan ve iftiradır.
Cevap:
Bu neticeye varmanıza sebep nedir acaba?.. Siz bu hatıralardaki hakikatle Risale i Nurda nazara verilen hakikatları mezc edip beraber düşünemiyorsanız bunun kabahati size aittir.. Yahut başka maksad ve niyetle hareket ettiğinize işarettir..
İddia:
Bediüzzaman'ın, ahir zamanda İslam ahlakının dünya hakimiyetine vesile olacağı müjdelenen Hz. Mehdi ile ilgili açıklamaları son derece anlaşılır, açık ve nettir.
Cevap:
Burada durmalısınız.. yine yanlışsınız.. Mehdi meselesi gibi ahir zaman hadisatı ile alakalı mevzularda umumun istifadesi murad olduğundan umuma göre söz söylemek icab eder.. O halde öyle beyan edecek ki müteşabih hadisler gibi farklı şekillerde anlaşılması mümkün olsun. Eğer bir tarzda anlaşılsa idi maslahat ı umumiye zail olurdu.. Yani herkes onlar olmak zannıyla islama hizmet edilmesi manası.. Hem ondandır ki ahir zamandan haber veren hadisler müteşabih olup te'vile muhtaçtırlar..
24.sözde de şu hakikat nazara verilir..
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi, ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuâtı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhûl kalsın, ne de bedihî olup, herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyârı elinden almayacak. Zîrâ, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyâmet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyi olur..
İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıd hükümler olmuş..
..Hem şu sırdandır ki Mehdî, Süfyan gibi, âhir zamanda gelecek eşhasları çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bâzı ehl-i velâyet, "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, Kıyâmet gibi, hikmet-i İlâhiye iktizâ eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü, her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medâr olacak ve yeisten kurtaracak "Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır..
Demek Ahir zamanın eşhas ı harikaları nur u imanın dikkatiyle tanınır. Yoksa bedahet tarzında herkes onları tanımayacaktır..Hem La Ya'lemül Gayba İllallah düsturuna ittibaen ehl i hakikat umur u gaybiyeden sarahaten haber vermemişler belki işari ve remzi bir tarzda beyan etmişler.. Gaybı gizlemekte büyük bir maslahat ve faide olduğu cihetinden gizlemişler. Ta ki herkes ve her taife o kudsi nurani zatlar olmaya çalışsınlar. İslamiyete külli ve her cihetle hizmet edilsin..
Cevap:
"... HEM MEHDİLİK İSNADINI HİÇ KABUL ETMEDİĞİMİ BÜTÜN KARDEŞLERİM ŞEHADET EDERLER. Hatta Denizli’deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: “BEN SEYYİD DEĞİLİM MEHDİ SEYYİD OLACAK” DİYE ONLARI REDDETMİŞ...." (Tenvir, Şualar, s. 365)
"… Ben de onlara demiştim: "BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. HALBUKİ ÂHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, ÂL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR." (Emirdağ Lâhikası, s. 267)
yukardaki parçaların daha geniş metni ise şöyledir..
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki:
"Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirtleri kabul edecekler."
Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Al-i Beytten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamil olmasından, ben de Al-i Beytten sayılabilirim.
Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlasa tam muhalif olmasından, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf sustu..
Demek ehli vukufu susturacak bir müdafaa lazımdı.. Şimdi deseniz ki Üstad öyle hakkı gizlemezdi?.. Ben de size derim ki Üstadımız hakkı gizlememiş Risale i Nurda ehil olanlara Mehdi manası dahil pek çok meseleyi izah etmiştir..
Mahkemedeki hal ise Nur talebelerini mahkum etmeye çalışan zalimlere karşı takınılmış bir tavırdır.. İşarat ül icazda geçtiği gibi gayrı sarih bir kelime ile söylenilen yalan kizbden sayılmaz esası ile o dehşetli vaziyette onları aldatmak için bu tarz konuşmuş olduğu anlaşılıyor.Yoksa mahkemedeki ifadeleri seyyid olmadığına kanaati şeklinde anlaşılırsa sonra da seyyidim demekle kendisiyle çelişirdi. Demek ki Üstad hazretlerine yanlış ittihamda bulunan bizler değiliz belki bu hakikatleri bilmeyen zevata mahsustur.. İyice bilmediğiniz mevzularda konuşmayınız zira nakzolunur..
Yoksa Üstadımız serbest ve Nurlara ve Nur talebelerine hücum yokken bu tarz bir izahat hiç birzaman yapmamış hatta seyyid olduğuna dair Salih Özcan ağabeye konuşmuş, Ahmed Feyzi ağabeyin bu husustaki sohbetlerini de tasdik etmiştir..
Yukarda bahsi geçen pek çok hikmetten dolayı Mehdilik isnadını kabul etmemek başkadır reddetmek bütün bütün başkadır..İşte yanlış gitmemek için her vakit külliyata bütün olarak bakmak lazımdır. Yoksa yalnız bazı yerleri ve hususi cümleleri nazara vermekle galat eder yanlışa düşer..
Risale-i Nur’un herbir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitapa baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor. (Emirdağ Lahikası, s. 159)
Bu cümlelerin bu mevzuda zikri ise bütün bütün gösteriyor ki Üstadımızı bazı makamatın dışında görmeye göstermeye çalışan zihniyetin maksad ı mahsusuna matufen yazılmış olduğu anlaşılıyor. Güya Risale i Nur onları tasdik ediyor diye davalarına kuvvet vermek için zikrediliyor. Risale i Nura bu kadar kanaatiniz olsa onu ciddiyetle ve yalnız Mehdi manası için değil belki iman Kuran için okurdunuz da böyle meselelerde şüpheniz kalmazdı. Heyhat.. Kişinin niyeti ne ise eline geçecek odur bilmeliydiniz..
Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracağınız suallerin cevaplarını Risale-i Nur'da bulabilirsiniz. Ehl-i keşf (gözle görülmeyen gaybi hakikatleri Allah'ın lütfuyla keşfedip bilen evliyâlar) ve kalbden birisi, benim gibi âciz bir insandan Mehdi’yi soruyor. "Ne vakit gelecek..." Daha Mehdi’yi anlayamamış. Dâbbetü'l-Arz kimler olduğunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde birer bahis (söz, açıklama) vardır. Her müşkil suâlin (zor sorunun) cevabını o risalelerden arayınız, bulursunuz. (Mustafa Hulûsi, Barla Lahikası, 143)
Yahu kör mü oldunuz?.. alıntı yaptığınız mevzuda muhterem Hulusi ağabey " benim gibi âciz bir insandan Mehdi’yi soruyor. "Ne vakit gelecek..." Daha Mehdi’yi anlayamamış.." diye hayretini gösteriyor siz bunu kendi nakıs fikrinize delil olarak zikrediyorsunuz. Yahu Mehdiyi anlamasa böyle konuşur muydu o mübarek zat haydi söyleyin.. Hakikaten hayret.. Demek insafla hakikatı taharri için olmazsa insan bazen gözü önündeki hakikatı göremiyor..
İddia:
Bediüzzaman yine eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in bir hadisini hatırlatmış; “seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirterek, bu konudaki sözünün kesin olarak doğru olduğunu ifade etmiştir:
"Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır)." (Muhakemat, s. 52)
Cevap:
Risale i Nuru okuduysan Üstadın şu ifadelerini bilirsin.. Yani bir söz değerlendirilirken kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş ve ne makamda söylemişse bakılır. Yalnız söze bakılıp durulmaz.. Şimdi Üstadımızın mahkeme müdafatında kendini ve talebelerini idamla yargılayan mahkeme heyetine karşı kendimi seyyid bilemiyorum diye bahsetmesi şahsına verilmek istenen Mehdilik manasını kabul edemediğinden onların nazarını bu manadan çevirip ta ki Mehdi manasıyla siyasi bir cemiyet vehmi ile mahkumiyetlerine bir sebep teşkil etmesin diyedir.. Hem yukarda izah ettiğim üzere mahkemede ehli vukufu susturacak bir müdafaa lazımdı..
İddia:
Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu açıkça ifade eder, bu durumdan büyük onur duyardı..
Cevap:
Evet doğru söylemişsiniz Peygamber efendimizin neslinden olmak büyük bir şereftir lakin seyyidlik mevzusunun açıkça kabul edilmediği makam, Ağır ceza Mahkemesinde idamla yargılanan Bediüzzaman ve talebelerinin mahkeme müdafaalarında söyledikleridir.. dikkat ediniz rahat döşeğinde iken değil. İnsan her sözü doğru söylemelidir lakin her doğruyu her yerde demek doğru değildir bilirsiniz.. Gayrı sarih ifadeler ile zalimlerin nazarını kendinden çevirmek için bu tarz konuşması da onun Hakim isminin tecellisi ile hareket ettiğinin delilidir.. Ne demesini bekliyordunuz yani.. Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirtleri kabul edecekler diyerek onu ve talebelerini mahkum etmeye çalışan bir mahkeme heyetine karşı evet Mehdiyim beni asın mı deseydi?.. Mehdi seyyid olacak ben kendimi seyyid bilemiyorum demiş. Söz böyle kulllanılır işte belagat buna derler. Yani yerli yerinde söz söylemek sanatı. Hem nazarları üzerinizden çevireceksiniz hem yalan da söylememiş olacaksınız. Barekallah Üstadım.. Bu hal Bediüzzamana mahsustur zaten..
İddia:
Aynı şekilde eğer kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, milyonlarca kişinin okuduğu eserlerinde buna taban tabana zıt yüzlerce sayfa izah yapmaz; Hz. Mehdi'nin özelliklerinin kendisiyle uyuşmadığını ve bu mübarek zatın kendisinden sonraki dönemde geleceğini onlarca deliliyle birlikte açıklamazdı.
Cevap:
Bediüzzaman Hazretlerinin Hz. Mehdi ile ilgili izahatları farklı yorumlara sebep olabilir. Siz öyle anlamışsınız ancak bektaşi gibi neden namaz kılmıyorsun? dendiğinde Kuranda namaz kılmayın diyor demiş. Bunun devamını da oku yani içkili olduğunuz zaman.. demiş ki ben hafız değilim.. Şimdi Risale i Nurdan mehdi meselesi ile ilgili kısımları derleyip öyle hüküm vermek gerektir.. Yoksa yalnız kendi istediği gibi anlaşılan parçaları nazara vermek hakikatı saptırmaktır.. Sizi müvazeneye sevketmek için burada yalnız bir hakikatı beyan edelim.. Dikkatli okuyunuz. O gelecek zatın en mühim mevzusu ne imiş..İman meselesi ne kadar kıymettarmış hatta.. sükut lazım..
Aziz sıddık kardeşlerim
Sizin fevkalade sadakat ve uluvv-ü himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerh eden benim cevabımın hikmeti şudur ki:
Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum..
Hem, üç mesele var. Biri hayat, biri Şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, İmân meselesidir. Fakat, şimdi umumun nazarında ve hal-i alem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en azim meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak, ta ki imân hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında o hizmet başka hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin..
Hem de, yirmi seneden beri tahripkar eşedd-i zulüm altında o derece ahlak bozulmuş, o derece metanet ve sadakat kaybolmuş ki; ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib halata karşı çok fevkalade sebat ve metanet ve hamiyet-i İslamiye lazımdır. Yoksa akim kalır, zarar verir.
Demek, en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risaletün-Nur Şakirdlerinin çalıştıkları daire içindeki kudsi hizmettir.
Her ne ise, şimdilik bu meseleye bu kadar yeter.
Said Nursi
İddia:
Bediüzzaman, “bir Risale-i Nur talebesi olarak ben de bunlara uyuyorum” diyerek, hayatta olduğu süre içerisinde eserlerinde yazdıklarının doğruluğunu defalarca tasdik etmiştir. Risalelerin her biri, binlerce nüshası olan kitaplardır. Dolayısıyla eserlerinde açıkça “Ben kendimi seyyid bilmiyorum” diyorsa, Risale-i Nur talebesi bazı muhterem ağabeylerin “Bediüzzaman'ın bu açıklamaları doğru değildir; kendisi falanca gün bizi çağırmış, hem şerif, hem seyyid hem de Mehdi’yim demiştir” demeleri Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ne karşı çok galiz bir hakaret, büyük bir zulüm ve iftira olur. Zira bu, Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın bu konuda yazdıklarının “yalan” olduğunu iddia etmek anlamına gelir. Yüzlerce sayfa boyunca yazdıklarının aksine, Bediüzzaman'ın “-yalnızca iki üç kişiye- tüm yazdıklarının yalan olduğunu”söylediği şeklinde bir iddia, bu tür iddiaların sahiplerini töhmet altında bırakır. Bediüzzaman gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın vefatından yıllar sonra böyle bir iddia ile ortaya çıkmak, her ne kadar iyilik adına, Bediüzzaman'ı sevme adına yapılmış dahi olsa, Bediüzzaman adına çok büyük bir iftira olur. Onu yalancılıkla itham eden ve yüzlerce sayfa ile ümmeti aldattığını iddia eden böyle bir yaklaşım ise hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir davranıştır..
Cevap:
Bahsettiğiniz ifadeler iddia olmadığı belki aynı hakikat olarak Üstadın talebelerinden nakledildiği yukarda izah edilmekle beraber saydığınız yüzlerce sayfayı sizin anladığınız gibi anlamayan yüzbinlerce hakiki Nur talebelerini nazara alırsak, asıl vicdanların kabul etmeyeceği yanlış tavır bu tarz yaklaşımlarla Bediüüzamanın ve talebelerini nazardan düşürmeye çalışıp bazı mübarek zevatı onun yerine ikame etmeye çalışmakla olur. Fakat yanılmışsınız. Bizler Bediüzzamanın yerine kimseyi ikame etmeyiz, çabanız boşuna olduğunu biliniz bu tarz iddialardan vazgeçiniz.. Üstadımız şöyle bir misal verir..
..çok uzak bir mecliste, mütehassıs ve müdakkik âlimlerin okudukları ve tetkik ettikleri bir kitaba ve ders aldıkları bir zâta, pek uzak bir mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o âlimlerin aksine hüküm verip onları tenkit eden, divanece hezeyan eder..
Gerçi bu meselede konuşmak istemiyordum fakat bazıların ısrarla Bediüzzamanı nazardan düşürmeye çalışmalarına mukabil onları müvazeneye sevketmek fikriyle kısmen bunları yazdım bir kısmını da önceki yazılarımdan uyarladım.. Ne yapalım zaruret oldu kusura bakılmasın..
Umuma ve bilhassa Nurun hakiki talebelerine selam olsun..
Levent Bağ (aynı konu için daha evvel yazdılarından derledim)