Bediüzzaman said nursi hazretleri "mehdi" değildir.

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
yine parazit yapıyorsun veri. farkındamısın mesajlarımda seni ciddi olarak muhatap almıyorum. çocukça gibi geliyor yazdıkların ve de sanırım çocuksun. lütfen bana laf yetiştirmeye uğraşma. ben seni ciddiye almıyorum, seninde aynı hakkın var tabi...

artık çok önemli bir durum olmadığı sürece sana cevap yazmayacağım.

Allah beni de seni de ıslah etsin. Amin.

lütfen video ile alakalı mesajıma ne cevap yazdın
hadi onu geçtik adnancı olmadığını belirttin videon doğrudan onun kanalına bağlanıyor
hadi onu geçtik mihrali açtığın konunun adnancı lar tarafından kullanıldığını söylüyor

kardeşim birine üstad diyorsun. yeni üyesin madem
senin hakkında ne gibi olumlu düşünmemizi bekliyorsunki?
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
burada talip ve avanesi imam rabbani mektubatinda olmadığını iddia ettikleri cümleler yüzünden risale i nur da tahrifat yapıldığı üstadın yalan söylediğine kadar onlarca laf zırvaladılar.. Sırf onlar için iki sene boyunca mektubat i rabbani yi okudu araştırdı levent kardeşim onlara cevap hazırladı. Sonuç armutun sapı üzümün çöpü falan filan denilip çöpe atıldı o çalışma.. Onlarda senin gibi mert olsun bekleriz ayaklarına yatıyorlardı ben sizin gibi çok gördüm biliyorum yine aynı olsun ben bir zemin arıyordum ki efkar ımı beyan edeyim bakalım vakit bulursam hazırlayacağım insaallah..

mihrali kardes kendini üzme, yorulma. işin özü aşağıda tekrar soracağım soruda gizli;
mertçe cevap verebilirsen eyvallah deriz, kendi doğrumuuz sana kabul ettirmeye çalışmıyoruz.
soru:

"mihrali sana bir soru?

lütfen samimi cevap ver;

mehdinin mücadelesi süfyanla olacaktır. ve üstadın ifadesi ile "...süfyan büyük bir alim olacak, ilimle dalalete düşer. ve çok alimler ona tabi olacaklar.velilmu indallah..." (şualar, 5. şua)

şimdi sen diyeceksin ki süfyan m.k. dir.

sorum şu: m.k. alim midir? alim değilse süfyan kimdir?

m.k. nin "alim" olduğuna dair güvenilir bir kaynak getir yeter.

not: alim'in ne olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. m.k. nin siyasi bir deha, askeri bir deha olduğuna dair birçok delil getirebiirsin?"



yoksa tevili tevil ederek zorlama cevap oluyor... vesselam
 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
mihrali kardes kendini üzme, yorulma. işin özü aşağıda tekrar soracağım soruda gizli;
mertçe cevap verebilirsen eyvallah deriz, kendi doğrumuuz sana kabul ettirmeye çalışmıyoruz.
soru:

"mihrali sana bir soru?

lütfen samimi cevap ver;

mehdinin mücadelesi süfyanla olacaktır. ve üstadın ifadesi ile "...süfyan büyük bir alim olacak, ilimle dalalete düşer. ve çok alimler ona tabi olacaklar.velilmu indallah..." (şualar, 5. şua)

şimdi sen diyeceksin ki süfyan m.k. dir.

sorum şu: m.k. alim midir? alim değilse süfyan kimdir?

m.k. nin "alim" olduğuna dair güvenilir bir kaynak getir yeter.

not: alim'in ne olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. m.k. nin siyasi bir deha, askeri bir deha olduğuna dair birçok delil getirebiirsin?"

bak soruyusoruyor cevabını veriyorsun...
m.k. kim diye soruyorum ona da cevap yazmıyorsun.
mihrali m.k. mi dedi bir yerde:)
hayır soru sorup cevabını veriyor sonra da herkesinkabullenmesini bekliyorsun.
yaptığın yanlış yanlışını farketmeni niyaz ediyorum
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
tamam yormuyorum kendimi bütün mesele bitti sadece şu soruya mı takıldık.. üstad orada süfyan ın alim olmasını tevil ederken darwin demek istemiş sanırım.. şimdi oldu mu ?
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
yine parazit yapıyorsun veri. farkındamısın mesajlarımda seni ciddi olarak muhatap almıyorum. çocukça gibi geliyor yazdıkların ve de sanırım çocuksun. lütfen bana laf yetiştirmeye uğraşma. ben seni ciddiye almıyorum, seninde aynı hakkın var tabi...

artık çok önemli bir durum olmadığı sürece sana cevap yazmayacağım.

Allah beni de seni de ıslah etsin. Amin.

çucuk değil solcu ecevıtcı tıntın
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
tamam yormuyorum kendimi bütün mesele bitti sadece şu soruya mı takıldık.. üstad orada süfyan ın alim olmasını tevil ederken darwin demek istemiş sanırım.. şimdi oldu mu ?
ah musab ah hala boyle demek istemiş şöyle demek istemiş ya boyle demek istememişse ne olacak hiç düşündünmü
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
ben ne dediğimi biliyor muyum hacı ne diyeceğimi şaşırdım artık..
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
İddia:


Risale-i Nur talebesi olan bazı muhterem ağabeylerin, “Bediüzzaman'ın, eserlerinde inandığı şeylerin tam aksine bilgiler vererek bazı gerçekleri gizlemiş olduğu ve bunları özel bir sohbet esnasında yalnızca iki üç kişiye açıkladığı” şeklinde birtakım iddialarda bulunmaları son derece yanlıştır.



Cevap:


İddia değil gerçektir. Evet Bediüzzaman Hazretleri has talebelerine bazı sırlarını açmıştır.. Sizin iddia olduğunu iddia etmeniz hakiki bir yaklaşım değildir zira o beyanatlar ve sahipleri bilinmektedir..


İddia:


Böyle bir yaklaşım, Bediüzzaman'ın yüzlerce sayfa boyunca yaptığı açıklamaların “yalan” olduğunu söylemek olur ki, bu da böylesine değerli bir İslam alimine karşı yapılan çok büyük bir bühtan ve iftiradır.


Cevap:


Bu neticeye varmanıza sebep nedir acaba?.. Siz bu hatıralardaki hakikatle Risale i Nurda nazara verilen hakikatları mezc edip beraber düşünemiyorsanız bunun kabahati size aittir.. Yahut başka maksad ve niyetle hareket ettiğinize işarettir..
İddia:


Bediüzzaman'ın, ahir zamanda İslam ahlakının dünya hakimiyetine vesile olacağı müjdelenen Hz. Mehdi ile ilgili açıklamaları son derece anlaşılır, açık ve nettir.


Cevap:


Burada durmalısınız.. yine yanlışsınız.. Mehdi meselesi gibi ahir zaman hadisatı ile alakalı mevzularda umumun istifadesi murad olduğundan umuma göre söz söylemek icab eder.. O halde öyle beyan edecek ki müteşabih hadisler gibi farklı şekillerde anlaşılması mümkün olsun. Eğer bir tarzda anlaşılsa idi maslahat ı umumiye zail olurdu.. Yani herkes onlar olmak zannıyla islama hizmet edilmesi manası.. Hem ondandır ki ahir zamandan haber veren hadisler müteşabih olup te'vile muhtaçtırlar..


24.sözde de şu hakikat nazara verilir..



Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi, ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuâtı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhûl kalsın, ne de bedihî olup, herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyârı elinden almayacak. Zîrâ, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyâmet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyi olur..


İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıd hükümler olmuş..


..Hem şu sırdandır ki Mehdî, Süfyan gibi, âhir zamanda gelecek eşhasları çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bâzı ehl-i velâyet, "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, Kıyâmet gibi, hikmet-i İlâhiye iktizâ eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü, her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medâr olacak ve yeisten kurtaracak "Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır..





Demek Ahir zamanın eşhas ı harikaları nur u imanın dikkatiyle tanınır. Yoksa bedahet tarzında herkes onları tanımayacaktır..Hem La Ya'lemül Gayba İllallah düsturuna ittibaen ehl i hakikat umur u gaybiyeden sarahaten haber vermemişler belki işari ve remzi bir tarzda beyan etmişler.. Gaybı gizlemekte büyük bir maslahat ve faide olduğu cihetinden gizlemişler. Ta ki herkes ve her taife o kudsi nurani zatlar olmaya çalışsınlar. İslamiyete külli ve her cihetle hizmet edilsin..




Cevap:


"... HEM MEHDİLİK İSNADINI HİÇ KABUL ETMEDİĞİMİ BÜTÜN KARDEŞLERİM ŞEHADET EDERLER. Hatta Denizli’deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: “BEN SEYYİD DEĞİLİM MEHDİ SEYYİD OLACAK” DİYE ONLARI REDDETMİŞ...." (Tenvir, Şualar, s. 365)

"… Ben de onlara demiştim: "BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. HALBUKİ ÂHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, ÂL-İ BEYT’TEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR." (Emirdağ Lâhikası, s. 267)

yukardaki parçaların daha geniş metni ise şöyledir..



Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki:


"Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirtleri kabul edecekler."


Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Al-i Beytten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamil olmasından, ben de Al-i Beytten sayılabilirim.


Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlasa tam muhalif olmasından, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf sustu..





Demek ehli vukufu susturacak bir müdafaa lazımdı.. Şimdi deseniz ki Üstad öyle hakkı gizlemezdi?.. Ben de size derim ki Üstadımız hakkı gizlememiş Risale i Nurda ehil olanlara Mehdi manası dahil pek çok meseleyi izah etmiştir..

Mahkemedeki hal ise Nur talebelerini mahkum etmeye çalışan zalimlere karşı takınılmış bir tavırdır.. İşarat ül icazda geçtiği gibi gayrı sarih bir kelime ile söylenilen yalan kizbden sayılmaz esası ile o dehşetli vaziyette onları aldatmak için bu tarz konuşmuş olduğu anlaşılıyor.Yoksa mahkemedeki ifadeleri seyyid olmadığına kanaati şeklinde anlaşılırsa sonra da seyyidim demekle kendisiyle çelişirdi. Demek ki Üstad hazretlerine yanlış ittihamda bulunan bizler değiliz belki bu hakikatleri bilmeyen zevata mahsustur.. İyice bilmediğiniz mevzularda konuşmayınız zira nakzolunur..

Yoksa Üstadımız serbest ve Nurlara ve Nur talebelerine hücum yokken bu tarz bir izahat hiç birzaman yapmamış hatta seyyid olduğuna dair Salih Özcan ağabeye konuşmuş, Ahmed Feyzi ağabeyin bu husustaki sohbetlerini de tasdik etmiştir..

Yukarda bahsi geçen pek çok hikmetten dolayı Mehdilik isnadını kabul etmemek başkadır reddetmek bütün bütün başkadır..İşte yanlış gitmemek için her vakit külliyata bütün olarak bakmak lazımdır. Yoksa yalnız bazı yerleri ve hususi cümleleri nazara vermekle galat eder yanlışa düşer..




Risale-i Nur’un herbir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitapa baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor. (Emirdağ Lahikası, s. 159)





Bu cümlelerin bu mevzuda zikri ise bütün bütün gösteriyor ki Üstadımızı bazı makamatın dışında görmeye göstermeye çalışan zihniyetin maksad ı mahsusuna matufen yazılmış olduğu anlaşılıyor. Güya Risale i Nur onları tasdik ediyor diye davalarına kuvvet vermek için zikrediliyor. Risale i Nura bu kadar kanaatiniz olsa onu ciddiyetle ve yalnız Mehdi manası için değil belki iman Kuran için okurdunuz da böyle meselelerde şüpheniz kalmazdı. Heyhat.. Kişinin niyeti ne ise eline geçecek odur bilmeliydiniz..



Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracağınız suallerin cevaplarını Risale-i Nur'da bulabilirsiniz. Ehl-i keşf (gözle görülmeyen gaybi hakikatleri Allah'ın lütfuyla keşfedip bilen evliyâlar) ve kalbden birisi, benim gibi âciz bir insandan Mehdi’yi soruyor. "Ne vakit gelecek..." Daha Mehdi’yi anlayamamış. Dâbbetü'l-Arz kimler olduğunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde birer bahis (söz, açıklama) vardır. Her müşkil suâlin (zor sorunun) cevabını o risalelerden arayınız, bulursunuz. (Mustafa Hulûsi, Barla Lahikası, 143)





Yahu kör mü oldunuz?.. alıntı yaptığınız mevzuda muhterem Hulusi ağabey " benim gibi âciz bir insandan Mehdi’yi soruyor. "Ne vakit gelecek..." Daha Mehdi’yi anlayamamış.." diye hayretini gösteriyor siz bunu kendi nakıs fikrinize delil olarak zikrediyorsunuz. Yahu Mehdiyi anlamasa böyle konuşur muydu o mübarek zat haydi söyleyin.. Hakikaten hayret.. Demek insafla hakikatı taharri için olmazsa insan bazen gözü önündeki hakikatı göremiyor..




İddia:


Bediüzzaman yine eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in bir hadisini hatırlatmış; “seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirterek, bu konudaki sözünün kesin olarak doğru olduğunu ifade etmiştir:


"Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır)." (Muhakemat, s. 52)


Cevap:




Risale i Nuru okuduysan Üstadın şu ifadelerini bilirsin.. Yani bir söz değerlendirilirken kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş ve ne makamda söylemişse bakılır. Yalnız söze bakılıp durulmaz.. Şimdi Üstadımızın mahkeme müdafatında kendini ve talebelerini idamla yargılayan mahkeme heyetine karşı kendimi seyyid bilemiyorum diye bahsetmesi şahsına verilmek istenen Mehdilik manasını kabul edemediğinden onların nazarını bu manadan çevirip ta ki Mehdi manasıyla siyasi bir cemiyet vehmi ile mahkumiyetlerine bir sebep teşkil etmesin diyedir.. Hem yukarda izah ettiğim üzere mahkemede ehli vukufu susturacak bir müdafaa lazımdı..






İddia:


Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu açıkça ifade eder, bu durumdan büyük onur duyardı..


Cevap:




Evet doğru söylemişsiniz Peygamber efendimizin neslinden olmak büyük bir şereftir lakin seyyidlik mevzusunun açıkça kabul edilmediği makam, Ağır ceza Mahkemesinde idamla yargılanan Bediüzzaman ve talebelerinin mahkeme müdafaalarında söyledikleridir.. dikkat ediniz rahat döşeğinde iken değil. İnsan her sözü doğru söylemelidir lakin her doğruyu her yerde demek doğru değildir bilirsiniz.. Gayrı sarih ifadeler ile zalimlerin nazarını kendinden çevirmek için bu tarz konuşması da onun Hakim isminin tecellisi ile hareket ettiğinin delilidir.. Ne demesini bekliyordunuz yani.. Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirtleri kabul edecekler diyerek onu ve talebelerini mahkum etmeye çalışan bir mahkeme heyetine karşı evet Mehdiyim beni asın mı deseydi?.. Mehdi seyyid olacak ben kendimi seyyid bilemiyorum demiş. Söz böyle kulllanılır işte belagat buna derler. Yani yerli yerinde söz söylemek sanatı. Hem nazarları üzerinizden çevireceksiniz hem yalan da söylememiş olacaksınız. Barekallah Üstadım.. Bu hal Bediüzzamana mahsustur zaten..




İddia:


Aynı şekilde eğer kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, milyonlarca kişinin okuduğu eserlerinde buna taban tabana zıt yüzlerce sayfa izah yapmaz; Hz. Mehdi'nin özelliklerinin kendisiyle uyuşmadığını ve bu mübarek zatın kendisinden sonraki dönemde geleceğini onlarca deliliyle birlikte açıklamazdı.


Cevap:




Bediüzzaman Hazretlerinin Hz. Mehdi ile ilgili izahatları farklı yorumlara sebep olabilir. Siz öyle anlamışsınız ancak bektaşi gibi neden namaz kılmıyorsun? dendiğinde Kuranda namaz kılmayın diyor demiş. Bunun devamını da oku yani içkili olduğunuz zaman.. demiş ki ben hafız değilim.. Şimdi Risale i Nurdan mehdi meselesi ile ilgili kısımları derleyip öyle hüküm vermek gerektir.. Yoksa yalnız kendi istediği gibi anlaşılan parçaları nazara vermek hakikatı saptırmaktır.. Sizi müvazeneye sevketmek için burada yalnız bir hakikatı beyan edelim.. Dikkatli okuyunuz. O gelecek zatın en mühim mevzusu ne imiş..İman meselesi ne kadar kıymettarmış hatta.. sükut lazım..



Aziz sıddık kardeşlerim


Sizin fevkalade sadakat ve uluvv-ü himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerh eden benim cevabımın hikmeti şudur ki:


Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum..


Hem, üç mesele var. Biri hayat, biri Şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, İmân meselesidir. Fakat, şimdi umumun nazarında ve hal-i alem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en azim meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak, ta ki imân hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında o hizmet başka hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin..


Hem de, yirmi seneden beri tahripkar eşedd-i zulüm altında o derece ahlak bozulmuş, o derece metanet ve sadakat kaybolmuş ki; ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib halata karşı çok fevkalade sebat ve metanet ve hamiyet-i İslamiye lazımdır. Yoksa akim kalır, zarar verir.


Demek, en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risaletün-Nur Şakirdlerinin çalıştıkları daire içindeki kudsi hizmettir.
Her ne ise, şimdilik bu meseleye bu kadar yeter.
Said Nursi





İddia:


Bediüzzaman, “bir Risale-i Nur talebesi olarak ben de bunlara uyuyorum” diyerek, hayatta olduğu süre içerisinde eserlerinde yazdıklarının doğruluğunu defalarca tasdik etmiştir. Risalelerin her biri, binlerce nüshası olan kitaplardır. Dolayısıyla eserlerinde açıkça “Ben kendimi seyyid bilmiyorum” diyorsa, Risale-i Nur talebesi bazı muhterem ağabeylerin “Bediüzzaman'ın bu açıklamaları doğru değildir; kendisi falanca gün bizi çağırmış, hem şerif, hem seyyid hem de Mehdi’yim demiştir” demeleri Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ne karşı çok galiz bir hakaret, büyük bir zulüm ve iftira olur. Zira bu, Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın bu konuda yazdıklarının “yalan” olduğunu iddia etmek anlamına gelir. Yüzlerce sayfa boyunca yazdıklarının aksine, Bediüzzaman'ın “-yalnızca iki üç kişiye- tüm yazdıklarının yalan olduğunu”söylediği şeklinde bir iddia, bu tür iddiaların sahiplerini töhmet altında bırakır. Bediüzzaman gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın vefatından yıllar sonra böyle bir iddia ile ortaya çıkmak, her ne kadar iyilik adına, Bediüzzaman'ı sevme adına yapılmış dahi olsa, Bediüzzaman adına çok büyük bir iftira olur. Onu yalancılıkla itham eden ve yüzlerce sayfa ile ümmeti aldattığını iddia eden böyle bir yaklaşım ise hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir davranıştır..


Cevap:




Bahsettiğiniz ifadeler iddia olmadığı belki aynı hakikat olarak Üstadın talebelerinden nakledildiği yukarda izah edilmekle beraber saydığınız yüzlerce sayfayı sizin anladığınız gibi anlamayan yüzbinlerce hakiki Nur talebelerini nazara alırsak, asıl vicdanların kabul etmeyeceği yanlış tavır bu tarz yaklaşımlarla Bediüüzamanın ve talebelerini nazardan düşürmeye çalışıp bazı mübarek zevatı onun yerine ikame etmeye çalışmakla olur. Fakat yanılmışsınız. Bizler Bediüzzamanın yerine kimseyi ikame etmeyiz, çabanız boşuna olduğunu biliniz bu tarz iddialardan vazgeçiniz.. Üstadımız şöyle bir misal verir..

..çok uzak bir mecliste, mütehassıs ve müdakkik âlimlerin okudukları ve tetkik ettikleri bir kitaba ve ders aldıkları bir zâta, pek uzak bir mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o âlimlerin aksine hüküm verip onları tenkit eden, divanece hezeyan eder..





Gerçi bu meselede konuşmak istemiyordum fakat bazıların ısrarla Bediüzzamanı nazardan düşürmeye çalışmalarına mukabil onları müvazeneye sevketmek fikriyle kısmen bunları yazdım bir kısmını da önceki yazılarımdan uyarladım.. Ne yapalım zaruret oldu kusura bakılmasın..

Umuma ve bilhassa Nurun hakiki talebelerine selam olsun..


Levent Bağ (aynı konu için daha evvel yazdılarından derledim)
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
“Vallahi ezelden bunu ben eyledim ezber, Risale-i Nurdur vallah o son müceddid-i ekber. Yüzlerce sened, hem nice yüzlerce işaret, eyler bu mukaddes koca davaya şehadet.” (Sikke-i T.G. 222)
İşte bu kasideyi de Hazret-i Üstad, içindeki manaları kabul ederek neşretmiştir. Hem yine merhum Hasan Feyzi Efendi Sirac-ün Nurun arkasında neşrettirilen bir başka kasidesinde: “Kabe kavseynden alıp dersimi bildim ki ayan, o güzel nur-u bedi’ manevi sultan olacak.” O. Siracünnur s.373
  • İmam-ı Rabbanînin tabiriyle, (Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî, 228’ci Mektup) “Bir arif-i tamm-ül marifet lazımdır ki, o da son Mehdî’dir.” İşte zaman göstermiştir ki; o marifet-i tamme sahibi Hazret-i Üstad Bediüzzamandır.
  • 29. Mektubun Yedinci Kısmının sonundaki ikinci sualin birinci ve ikinci işaretlerinde biraz daha açarak izah eylemiştir. Birinci İşarette Mehdinin âlemi ıslah etmesinin imkanını hem Kudret-i İlahiye noktasından, hem esbab dairesi ve Hikmet-i Rabbaniye açısından ispat ettikten sonra, ikinci işarette:
“Hazret-i Mehdinin cem’iyet-i nuraniyesi süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’atkaranesini tamir edip, sünnet-i seniyyeyi ihya edecek. Yani Alem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle Şeriat-ı Ahmediyenin tahribine çalışan Süfyan Komitesi Hazret-i Mehdi Cemiyetinin mu’cizekar kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak…”


  • Üstadın müdakkik alim talebesi Ahmet Feyzi Kul , Hazinetül Bürhan adlı eserinde şöyle diyor : '' Hz. Bediüzzamanın adı yanlız '' said '' değil , '' Muhammed Said '' dir. Buna hemşehrileri şehadet ediyorlar.Lihikmeten göbek adını gizlemiş , belki kasdi olarak yanlız '' Said '' adı iştihar etmiştir.
  • Evet, Nur Talebelerinin ekseriyet-i mutlakasının kanaati aynen merhum Hasan Feyzinin kanaati gibidir. Ve mutlak ekseriyetli Nur Talebelerinin kanaati ise, (*) bir icma-ı azimi taşımaktadır, Feteemmel !
  • Bütün Nur Talebeleri merhum Hasan Feyzi gibi aynı kanaatı taşıdıklarını, lahikalarda Üstad tarafından neşrettirilen fıkraları ile sabittir. Hafız Ali, Muğlalı Halil İbrahim ve Nurun manevî avukatı Ahmet Feyzi Kul, Tahirî Mutlu, Mustafa Sungur, Zübeyr Gündüzalp ve saireleri gibi büyük âlim ve ferasetli zatlar bu kanatlarını çekinmeden hayatı boyunca izhar etmişlerdir. Hele merhum Ahmet Feyzi Kulun Maidet-ül Kur’anı bu kanaatı delilleriyle hem izhar hem ispat eylemiştir.Hakikatlı bir hatıra: 1955 yılı sonbaharında İsparta’da Üstadımızın yanında birkaç gün kalmıştım.. Orada iken, birgün Ahmet Feyzi Kul Ağabey Üstadımızın ziyaretine gelmişti. Beraberinde bir iki arkadaşı da vardı. Üstadımızın odasına ziyaret için girdiklerinde, yüksek sesle Üstadımıza karşı: “Bütün dünya reddetse, hiçbir kimse kabul etmezse ve sizde hep inkâr etseniz; ben daima sizi ahirzamanın Mehd-i A’zamı olarak bileceğim ve tanıyacağım” demesine karşılık, Hazret-i Üstadın mübarek gülmelerinin sesi odasının dışında işitiliyordu. Ben (Abdülkadir) bizzat bu hadiseye şahid oldum ve konuşmalarını aynen işittim. Elhamdülillah.
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
'' Hem, üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri îmandır. Hakîkat noktasında en mühimmi ve en âzamı, îman meselesidir. Fakat, şimdiki umûmun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvâfık gelmediğinden, her halde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; tâ ki îman hizmeti safvetini umûmun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabileri akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin '' Hizmet Rehberi | Üçüncü Bölüm




Evet üstad resmen burda kendi manevi-i şahsiyetini bizzat kendisi onaylamıştır. Evet , o zat şimdi olsa iman meselesini esas yapar demiş. Ve bu suretle O zattan; şuan gelse tezahür edecek hizmeti belirtmiş ; sonra bizzat kendisi o beklenilen hizmeti yaparak ilan etmişki '' Hali hazırda iman meselesini esas yapan biri var demekki o zat ' da var '' Mantıkta harikulade bir kıyas-ı istisnâî uygulaması . Güneş varsa gündüzdür , gündüzse güneş vardır :şuan O zat varsa iman meselesini esas yapacak ; iman meselesi esas yapılıyorsa şuan o zat var ...
b457.gif
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
"Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i imaniyeyi kemal-ivuzuhile beyan ve ispat edecek." Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, belki Risale-i Nur'dur. Ehl-i keşif, Risale-i Nur'u ehemmiyetsiz olan tercüman? suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, "bir adam" demişler.”
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaati gelmiş ki, "Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'alar zulümâtını dağıtacak." Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zatlara zemin ihzar ediyoruz.

Yani şark tarafından zuhur eden ve bid'alar zülumatını dağıtan bellidir.. Üstadımızın "ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum" demesi ise, eski hayatından beri bu manaya müteveccihen hayatını o yola vakfetmiş olmasıdır.



şimdi bence kat'iyet peydâ etmiştir ki, ekser hayatım ihtiyar ve iktidarımın, şuur ve tedbirimin haricinde öyle bir tarzda geçmiş ve öyle garip bir surette ona cereyan verilmiş, tâ Kur'ân-ı Hakîme hizmet edecek olan bu nevi risaleleri netice versin. Adeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddemât-ı ihzariye hükmüne geçmiş ve Sözlerle i'câz-ı Kur'ân'ın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur..


Bid'alar zülumatını dağıtanın ne olduğunu anlamak isteyenler, 1.Şua'ya dikkatle baksalar görürler. Her ne ise.. o risaleye ve Sikke i Tasdik ı Gaybi'deki hüccetlere iktifaen kısa kesiyoruz. Elhak onlar bu meleseyi kemal i vuzuhla göstermişlerdir. Daha yeni izaha ihtiyaç yok..

Hem şark tarafından zuhur eden nur'un ne olduğunu, Kastamonu Lahikasında şöylece ifade eder..



Kardeşlerim, Eskişehir hapishanesinde ahir zamanın hâdisatı hakkında gelen rivayetlerin te'villeri mutabık ve doğru çıktıkları halde, ehl-i ilim ve ehl-i imân onları bilmemelerinin ve görmemelerinin sırrını ve hikmetini beyan etmek niyetiyle başladım. Bir iki sayfa yazdım; perde kapandı, geri kaldı. Bu beş senede, beş-altı defa aynı meseleye müteveccih olup muvaffak olamıyorum. Yalnız o meselenin teferruatından bana ait bir hadiseyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:

Hürriyetin bidayetinde, Risale-i Nur'dan çok evvel, kuvvetli bir ümit ve itikadla, ehl-i imanın me'yusiyetlerini izale için, İstikbalde bir ışık var; bir nur görüyorum diye müjdeler veriyordum. Hatta hürriyetten evvel de talebelerime beşaret ederdim. Tarihçe-i Hayat'ımda merhum Abdurrahman'ın yazdığı gibi, Sünuhat misillü risalelerde dahi, ben bir ışık görüyorum diye, dehşetli hadisata karşı o ümitle dayanıp mukabele ederdim. Ben de herkes gibi, o ışığı siyaset âleminde ve hayat-ı içtimaiye-i İslamiyede ve çok geniş bir dairede tasavvur ederdim. Halbuki, hadisat-ı âlem beni o gaybî ihbarda ve beşarette bir derece tekzip edip ümidimi kırardı..

Birden bir ihtar-ı gaybîyle, kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi.. Denildi ki: "Ciddî bir alâkayla senin eskiden beri tekrar ettiğin bir ışık var, bir nur göreceğiz diye müjdelerin te'vili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki imân cihetiyle âlem-i İslam hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur'dur. Bu ışıktır, seni şiddetle alâkadar etmişti. Ve bu nurdur ki, eskide de tahayyül ve tahmininle geniş dairede, belki siyaset âleminde gelecek mesudâne ve dindarâne hâletlerin ve vaziyetlerin mukaddemesi ve müjdecisi iken, bu muaccel ışığı o müeccel saadet tasavvur ederek eski zamanda siyaset kapısıyla onu arıyordun..

Evet, otuz sene evvel bir hiss-i kablelvukuyla hissettin. Fakat nasıl kırmızı bir perdeyle siyah bir yere bakılsa, karayı kırmızı görür. Sen dahi doğru gördün, fakat yanlış tatbik ettin. Siyaset cazibesi seni aldattı..



Hem ..fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki bu hizmetimizle o nuranî zatlara zemin ihzar ediyoruz. demesinin hakikatı ise, Yirmi İkinci Sözde şöylece izah edilir..



İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihâta eden yeknesak unsurlar, mâdenler var. -Haşiye 14- Adeta memleketten çıkan her şey o maddelerden yapılıyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur; tarla kimin ise, mahsulat da onundur; deniz kimin ise, içindekiler de onundur..

Haşiye 14
Unsurlar, mâdenler ise; pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile her bir yere giren, meded veren ve hayatın levâzımâtını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe' ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziyâ, toprak unsurlarına işarettir..


Demek zemin ihzar etmek, yani toprağı serip çiçeklerin ve sair şeylerin nescine menşe olmak hakikatı ise daha mühim, daha ehemmiyetlidir. Sair hizmetler o zemini ihzar edenin namına geçer. Başkalar o hizmeti kendi üzerine alamaz. Zira "essebebü kel fail azim bir hakikattır.. Bütün o zeminden çıkan hizmetten o kudsi zatlara hisse çıkar. Başkaları onlara yetişemeyeceğini, 27 .Sözde kat'i bir surette isbat edilmiştir. En büyük bir veli dahi -hatta Mehdi i Azam dahi- en küçük bir Sahabenin makamına yetişememesi gibi. Zira onlar İslamiyetin evvellerinde, saff ı evvel muhatap olup bütün cihana meydan okumuşlardır. amenna..

Hem baharda gelir demesi ise, nev i beşerde cari olan bir kanuna işarettir ki, bir hakikat yavaş yavaş gelişir, kemalini bulur. Yani..



Hem üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en âzamı iman meselesidir.. Fakat, şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında, en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden, umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; ta ki imân hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin..

..demek en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakiyetli hizmet Risale-i Nur şakirtlerinin daireleri içindeki kudsi hizmettir. Her ne ise... Bu mesele şimdilik bu kadar yeter..


Demek o zat, üç vazifeyi birden -yukarda ta'dat edilen hikmetlerden dolayı- yapmayacak, belki en azam gördüğü imani vezaifi deruhte edecektir. Eğer sual edilse: o halde sair vazifeleri kimler yapacaktır?.. Onu da şöylece izah eder..



Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir..

Bu asırda, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur'un hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevisine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede, tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder...


..demek kendisi en azam meseleyi esas yapacak -yukarda izah ettiği üzere-fakat cemaatindeki şahs ı manevi, umum o vazifelere muvaffak olacak.Yoksa başkalar gelecek manası değil.. zira en azam meseleyi esas yapacak, diğerleriyle meşgul olamamasındaki hikmetleri ise, yukarda verilen parçalarda sarahaten beyan etmişti..



o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; ta ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin...


Bu manaya dair 16. Mektubta da şöyle geçer..



Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer'an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak. O ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için, o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih ettim..

Amma "Kur'ân ve imanın hizmeti ne için beni men ediyor?" dersen, ben de derim ki: Hakaik-i imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, "Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?" diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer..






O çiçeğin kim olduğu zannederim anlaşıldı.. zekilere ziyade izaha ihtiyaç olmadığından, Risale i Nurdan gösterilen bürhanlarla iktifa edildi..

Elhasıl:

Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı maneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir.
Umum kardeşlerimize birer birer selam
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
“İddianamede benim hakkımda Dört Esas Var
Birinci Esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum. Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdilik isnadını kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hatta Denizli’deki ehl-i vukuf, “Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirdleri kabul edecek.” Dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki; “Ben seyyid değilim, Mehdi seyyid olacak.” Diye onları reddetmiş ve hiçbir vakit hatırıma gelmemiş ve dememişim ki; benim mehdiliğim var. Yalnız bir defa bir risalede demişim ki, “Ahirzmanda gelecek Al-i Beytten Hazret-i Mehdi’nin çok vazifelerinden bir vazifesi olan iman-ı tahkiki ile ehl-i imanı kurtarmak vazifesi Risale-i Nur’da misli var. İnşallah o zat geldiği vakit Risale-i Nur’u o cihette bir program yapacak.” Dediğim; yoksa, ben seyyid olmadığım gibi hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hülyalarda bulunmadığım ve Risale-i Nur’un bazı hüsn-ü zanlı talebelerinin mübalağakarane, mahremce, Üstad’ına haddinden ziyade hüsn-ü zan edip Risale-i Nur’un hadimliği itibariyle bazı böyle müceddid gibi ünvanları verdikleri için onları reddedip hatırlarını kırmışımdır.”


Şualar, Ondördüncü Şua

Başka bir forumda bu konuyu izah etmiştim. Şimdi madem ihtiyaç oldu makam münasebetiyle tekrar ediyorum.. yalnız lüzumsuz bazı kısımları tayyederek hem o zaman yazmadığım birkaç hususu da ilave edip, bu meseleye dair birden bir ayine yapmaya çalışacağız..

..

Evvela: Risale i Nuru okuyan Üstadın şu ifadelerini bilir..


Yani bir söz değerlendirilirken kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş ve ne makamda söylemişse bakılır. Yalnız söze bakılıp durulmaz..

Şimdi Üstadımızın mahkeme müdafatında, kendini ve talebelerini idamla yargılayan mahkeme heyetine karşı kendimi seyyid bilemiyorum diye bahsetmesi, şahsına verilmek istenen Mehdilik manasını kabul edemediğinden onların nazarını bu manadan çevirip ta ki Mehdi manasıyla siyasi bir cemiyet vehmi ile mahkumiyetlerine bir sebep teşkil etmesin diyedir..



Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki:

"Eğer Mehdilik dava etse, bütün şakirtleri kabul edecekler."

Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Al-i Beytten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret-i Ali nin (r.a.) bir veled-i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Al-i Muhammed Aleyhisselam bir manada hakiki Nur şakirtlerine şamil olmasından, ben de Al-i Beytten sayılabilirim.

Fakat bu zaman şahs-ı manevi zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlasa tam muhalif olmasından, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsi ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf sustu..





Demek ehli vukufu susturacak bir müdafaa lazımdı.. Şimdi deseniz ki Üstad öyle hakkı gizlemezdi. Ben de size derim ki Üstadımız hakkı gizlememiş, Risale i Nurda ehil olanlara Mehdi manası dahil pek çok meseleyi izah etmiştir..

Mahkemedeki hal ise, Nur talebelerini mahkum etmeye çalışan zalimlere karşı takınılmış bir tavırdır..

İşarat ül İ'cazda geçtiği gibi, gayrı sarih bir kelime ile söylenilen yalan kizbden sayılmaz esası ile o dehşetli vaziyette onları aldatmak için bu tarz konuşmuş olduğu anlaşılıyor. Yoksa mahkemedeki ifadeleri seyyid olmadığına kanaati şeklinde anlaşılırsa sonra da seyyidim demekle kendisiyle çelişirdi. Demek ki Üstad hazretlerine yanlış ithamda bulunan bizler değiliz belki bu hakikatleri bilmeyen zevata mahsustur.. İyice bilmediğiniz mevzularda konuşmayınız zira nakzolunur..

Yoksa Üstadımız serbest ve Nurlara ve Nur talebelerine hücum yokken bu tarz bir izahat hiçbir zaman yapmamış, hatta seyyid olduğuna dair Salih Özcan ağabeyle konuşmuş, -hatta gizli tutmasını tenbih etmiş fakat Salih Özcan ağabey bizzat kayıt altına alınan görüntülü sohbetlerinde, Üstadın yanından çıkar çıkmaz ağabeylere söylediğini anlatıyor- Ahmed Feyzi ağabeyin bu husustaki sohbetlerini tasdik etmiş, Hulusi ağabey ve daha birkaç zatın hatıralarında da Üstadın seyyidliği kat'iyetle ifade edilmiştir.. Bunlardan yapılan bir derlemeyi, Abdülkadir Badıllı ağabeyin neşrettiği Mufassal Tarihçe isimli kitaptan naklediyoruz, ta ki bilmeyenler ve bilmediği halde laf sarfedenlere güzel bir cevap olsun..

Mufassal tarihçeden..

Üstad Hazretlerinin Seyyidliği ile ilgili, değişik kaynaklardan gelen rivayetlerin bir bölümünü aşağıda sunuyoruz..

1-Bediüzzaman’a hanedanıyla,efrad-ı ailesiyle her türlü tehlikeleri göze alarak hizmet eden,bağlılık gösteren,en yakın akrabadan çok daha yakın bir akrabalık hissi içerisinde sadakatla fedakarane talebelik eden Emirdağ’ın Çalışkanlar ailesinden merhum Mehmet Çalışkan ağabey anlatıyordu:

“Bir defa (yüksek bir alim,beliğ bir edip olan )merhum Ahmed Feyzi Kul Efendi Emirdağı’na gelmişti. Sohbet etti. Üstadımızın büyük evsafını,yüce makamlarını,riyazi ve cifri tevafuklarla açıklıyordu. Biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: “Biz Üstadımızı “Kürd” olarak biliyoruz. Ahmed Feyzi Efendi’nin anlattığı büyük müceddid ise, Al-i Beyt-i Nebevi’den olacaktır. Bu nasıl olabilir?”

Bu kalbi muhasebemden az sonra,Üstad Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler ,gittim. Üstad bana “Kardeşim, ben hem Hasaniyim hem de Hüseyniyim...ve Ahmet Feyzi’nin bütün söylediğini kabul ediyorum,haydi git! dediler.

2- Üstad Hazretlerinin vefatına kadar istikamet, ihlas,iffet ve sadakatin en bala vasıflarıyla Risale-i Nur’a hizmet eden , o nisbette de Üstad’ına karşı muhabbet ve bağlılığı olan merhum ve mağfur, Albay hacı Hulusi Yahyagil ağabey anlatmıştı: “Bir defa Üstadı ziyaretimde ,bir münasebetle Üstad:
“Kardeşim sen de,ben de sadattanız”
demişlerdi.

3-Urfalı Seyyid Salih (Salih Özcan) Bey anlattı: “Bir defa Üstad Hazretlerinin ziyaretine gitmiştim. Nesebimi Sordu. Ben de “Seyyidim” demiştim .Üstad : “Hasani misin,Hüseyni misin?” diye sordu. Ben :“Hüseyniyim” dedim. Bunun üzerine Üstad: “ Kardeşim ben hem Hasaniyim hem de Hüseyniyim” buyurmuşlardı.

4-Necmeddin Şahiner’in Son Şahitler kitabının birinci cildi sh.236’da,Erzincan’ın ilk devre milletvekillerinden Hüseyin Aksu Bey’den naklettiğine göre, bu zatın Üstad’la Kastamonu’da görüşmesinde ,Üstad Hazretleri kendisinden nesebini sormuş, O da “Asıllarının Zeynel-Abidin Hazretlerine dayandığını söylemiş” Bu defa o da Üstadın nesebini sorması üzerine “Benim annem Nuriye evlad-ı Rasuldendir. Hazret-i Hüseyine dayanmaktadır.” demiştir.

5-Eskişehirli saatçı Muhyiddin Yürüten: Halis bir Nur talebesi olan bu zat, Salih Özcan’ın Seyyidliği mevzuunda, Üstad Hazretleri’nin şu rivayetini nakleder: "Ziyaretlerimden birisinde,Üstad’ın yanında Salih Özcan da bulunuyordu.Üstad ona: Kardeşim,sen hakiki Seyyidsin, Nuriye de (üstad Hazretlerinin annesi) Seyyid, Mirza da (Üstad Hazretlerinin babası ) Seyyiddir dedi."

Mufassal Tarihçe-i Hayat
2. Baskı
Abdulkadir Badıllı

Üstadın hizmetinde ve Risale i Nurun neşrinde bulunmuş ağabeylerimizin Nurlarla ilgili hatıratları şüphesiz kıymettardır. Onlarda yanlışa mahal yoktur.. Üstadın talebeleri size kanaat vermiyor ise bu sizin bileceğiniz birşeydir ancak Nur talebeleri, Üstadın talebelerine hürmet ederler ve sözleri bizim nazarımızda makbuldür..

Bununla beraber Üstadımızın manevi bir makamda olduğunu hisseden bazı Nur talebelerinin kanaatlerine ilişmeye de kimsenin hakkı yoktur. Sizler kabul etmeyebilirsiniz.. hem kabul etmek zorunda da değilsiniz..

Başından buraya kadar ısrarla Üstadı bazı makamatın dışında göstermeye çalışanlara da derim ki, Allah size insaf versin! Yahu ille de Üstad Bediüzzamanın Mehdi olmadığını isbata çalışmak zorunda değilsiniz.. Hakkın hatırını, enaniyete feda etmeyiniz.. Meseleyi bir yerlere çekmeye çalışmayınız..

Bu kadar kati olarak Üstadı çürütmeye ve Mehdi manasının dışında göstermeye çalıştığınıza göre bari Mehdinin kim olduğunu açıklayın da biz de bilelim kim imiş.. Değilse susunuz! Böyle iddialı beyanlarla kimseyi gittiği ve inandığı değerlerden çeviremezsiniz.. Siz eğer hak namına hareket ediyorsanız, başkaların mesleklerine ve kanaatlerine ilişmeyiniz.. Belki yalnız kendi mesleğinizin muhabbetiyle hareket ediniz..

Bediüzzamanın Hz. Mehdi ile ilgili izahatları farklı yorumlara sebep olabilir. Sizler bir asır sonra gelmeyi öyle anlamışsınız, ben de derim ki bir asır sonra gelecek demek, eserleriyle ve icraatiyle umuma malum olup tezahür edecek demektir. Ne yapsın mübarek zat, acele etmiş kışta gelmiş, sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz diyor..

Zira nev i beşerde cari olan kanun tekamül üzerinedir. yani o kudsi hizmetlerin ifası ve nurani neşriyatın tamam ve kemalini bulması, ancak o zatın çekirdek misal hizmetiyle inkişaf edecektir hem etmiş.. ve öyle kudsi çiçeklerin gelmesine zemin ihzar etmek gerektir yani o nurani inkişaf ve İslamiyetin umum dünyaya hakim olması ancak bidayette o manaya muhatap olan ahir zamanda beklenen zatın gelmesiyle mümkündür. Bu mananın izahatı 31.Sözde Resul ü Ekrem ASM için sual edilen "O zât, nasıl şu kâinatın çekirdeğidir? Dersiniz, 'Kâinat, onun nurundan halk olunmuş. Hem, kâinatın en âhir ve en münevver meyvesidir.' Bu ne demektir?" cevabında izah edilmiştir..

Hem malumdur ki ateşi yakan kıvılcımdır sonrası kendiliğinden gelir -yani inayet i ilahiye ile vücud bulur- Esas olan, bütün cihan ı ilme meydan okuyup Risale i Nur gibi bir eserle umumun imanlarını kurtarmak meselesidir.. sair hizmetler ikinci, üçüncü, dördüncü derecededir diye Nurları dikkatle okuyanlar anlar. -kaldı ki Hz.Mehdi Risale i Nuru program yapacak diyor. Risale i Nuru, Üstaddan daha ziyade program yapan, bütün kalan ömrünü onun neşrine sarf eden Üstadımız değil midir?.. yahu kör mü oldunuzda göremiyorsunuz..

Evet bektaşi gibi neden namaz kılmıyorsun dendiğinde, Kur'anda namaz kılmayın diyor demiş. Bunun devamını da oku yani içkili olduğunuz zaman.. demiş ki ben hafız değilim.. Risale i Nurdan mehdi meselesi ile ilgili kısımları derleyip öyle hüküm vermek gerektir.. Yoksa yalnız kendi istediği gibi anlaşılan parçaları nazara vermek hakikatı saptırmaktır..

Halbuki Üstadımız daha önce nazara verdiğim üzere, o gelecek zatın en ehemmiyetli vazifesi iman olduğunu ve o zat şimdi gelse iman vazifesini esas yapacağını, öteki meseleleri esas yapmayacağını beyan etmiyor mu? Acaba sarahat derecesinde o zatı tarif etmemiş mi? Aciptir ki onun Mehdi olmadığını ve başkaları beklediğini söyleyenler de, onun eserlerinden meseleye delil getirmeye çalışyorlar. Hz. Mehdi'yi Risale i Nurdan anlamaya çalışıyorlar ve anlayamıyorlar.. hakikaten aciptir ne deseydi yani gizlemeyi iktiza eden pek çok esbab varken -aşağıda onların bir kısmını ta'dat edeceğiz- geldim mi diyecekti Allah insaf versin..

Ben burada yalnız sizi müvazeneye sevk edecek bir hakikatı beyan ederim.. Dikkatli okuyunuz. O gelecek zatın en mühim mevzusu ne imiş.. İman meselesi ne kadar kıymettarmış hatta.. sükut lazım..



Aziz sıddık kardeşlerim

Sizin fevkalade sadakat ve uluvv-ü himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerh eden benim cevabımın hikmeti şudur ki:

Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum..

Hem, üç mesele var. Biri hayat, biri Şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, İmân meselesidir. Fakat, şimdi umumun nazarında ve hal-i alem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan adetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en azim meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak ta ki imân hizmeti, safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında o hizmet başka hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin..

Hem de, yirmi seneden beri tahripkar eşedd-i zulüm altında o derece ahlak bozulmuş, o derece metanet ve sadakat kaybolmuş ki; ondan, belki yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib halata karşı çok fevkalade sebat ve metanet ve hamiyet-i İslamiye lazımdır. Yoksa akim kalır, zarar verir.

Demek en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risaletün-Nur Şakirdlerinin çalıştıkları daire içindeki kudsi hizmettir.
Her ne ise, şimdilik bu meseleye bu kadar yeter..
Said Nursi



Üstadım bu meseleye bu kadar yeter demişler.. Üstadım izin verseydi ve hakikat müsaade etseydi Mehdi manası hakkında gayet hakikatlı beyanlarla Risale i Nurdan daha pek çok bürhan gösterilebilirdi fakat Üstadımız ister ki maslahat ı umumi zayi olmasın.. Hem ehl i iman lüzumsuz birbirine söz sarfetmesin..

Yoksa Nurcular Risale i Nurun verdiği iman şuuruyla, ahir zaman meseleleri dahil pek çok meselede malumat sahibidirler.. Bu meselelerde söz sarfetmeye izin olsaydı da Nur Talebeleri ellerinde olan sermayeyi tam olarak ortaya koyabilselerdi, sizin gibi Üstadı bu tarzda göstermeye çalışanların ne vaziyette olduğunuz anlaşılırdı.. Fakat Üstadın izni yoktur..

Kardeş sana tavsiyem odur ki, kendi meslek ve meşrebinin taassubu ile hareket ederek sair mesleklere ilişme. Eğer böyle yaparsan hizmetin Lilllah için olmaz belki nefis hesabına olur. Üstadın şu sözü ne kadar manidardır. "zihniyet i inhisar hubb u nefisten geliyor.." Sen eğer hakka tabi isen, hakikata hizmet etmeye çalış.. İhlas hakkında Risale i Nurdan 20.Lemayı tavsiye ederim. Belki sana da ışık tutar..

Bazılar tarafından iddia edilen, ezcümle Harun Yahya tarzında bazı şahısların Üstadın yerine kendini ikameye çalışması yani öyle zanneden bazı biçareler gibi batıni tefsir vesaire iddialara karşı da deriz ki, batıni tefsir diyenler, zahire çok takılıyorsunuz da onun için hakikatı tam göremiyorsunuz.. Halbuki bir hakikat zahir ve batını ile birlikte tam inkişaf eder.. Ne deseydi yani manevi makamat iddia etmeye mani pek çok hikmetler varken açıkça kendisini ortaya mı koysaydı?.. Halbuki böyle yapmak maslahat ı umumiyeyi zayi etmektir.. Yani herkes onlar olmak zannıyla islama hizmet edilmesi manası..

Evvela: Ahir zamanın eşhas ı harikaları nur u imanın dikkatiyle tanınır. Yoksa bedahet tarzında herkes onları tanımayacaktır..

Saniyen: La Ya'lemül Gayba İllallah düsturuna ittibaen ehl i hakikat umur u gaybiyeden sarahaten haber vermemişler belki işari ve remzi bir tarzda beyan etmişler.. Gaybı gizlemekte büyük bir maslahat ve faide olduğu cihetinden gizlemişler. Ta ki herkes ve her taife o kudsi nurani zatlar olmaya çalışsınlar. İslamiyete külli ve her cihetle hizmet edilsin..

Salisen: İslamiyet dairesinde her taife kendi vazifesini yapmaya mükelleftir sair taifelere ilişmeye Üstadın rızası olmaz. İhlas düsturlarını hatırdan çıkarmayalım..

Rabian: Resul ü Ekrem A.S.M. vefatından sonra Sahabeler, İslamiyet tehlikededir diye hummalı bir surette çalışmışlar. Kimisi hadislerin muhafazasına, kimisi Kur'anın hıfzına, kimisi de hakaik ı imaniyenin muhafazasına hakeza her bir taife bir vazifeye el atmışlar hummalı bir surette çalışmışlar yarı yeri gülistana çevirmişler. Şimdi de öyle değil mi?..

Hamisen: Fıtratlar farklı farklı yaratılmış. 27. Sözde izah edildiği üzere mezahip de Kader i ilahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir hem hak olarak taadüd eder..

Sadisen: Vazifemizi yapıp vazife i ilahiye karışmamak iktiza eder. Kardeşlerim o nurani mübarek zatların tayinini, kader i ilahiye havale edip İslam dairesinde kemal i samimiyetle ittifak edelim.

Umuma selam..
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
"Bütün müdafaatımda ara-sıra görünen mülâyimane ve musalâhakârane tabirler ise; tevriye nev’inden olarak mahza masum kardeşlerimi kurtarmak içindir. Yoksa, masumiyetim ve mazlumiyetim beni çok şiddetli konuşturacaktı" 27.lema..
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
"Mahkemedeki hal ise Nur talebelerini mahkum etmeye çalışan zalimlere karşı takınılmış bir tavırdır.. İşarat ül icazda geçtiği gibi gayrı sarih bir kelime ile söylenilen yalan kizbden sayılmaz esası ile o dehşetli vaziyette onları aldatmak için bu tarz konuşmuş olduğu anlaşılıyor.Yoksa mahkemedeki ifadeleri seyyid olmadığına kanaati şeklinde anlaşılırsa sonra da seyyidim demekle kendisiyle çelişirdi. "

ifadenizde;

üstada iftira attiğinızın farkındamısınız. ayrıca böyle olsa bile üstad bunu neden külliyata koysun. çıkarıp atmazmıydı.


daha incelemeye devam ediyorum
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği "Mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin hemen hemen gelmesi" diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz.

Fakat biz Risale-i Nur şakirtleri ise vazifemiz hizmettir; vazife-i İlahiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil keyfiyete bakmak, hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden dehşetli esbap altında Risale-i Nur'un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mümin talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdıkın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaallah daha edecek..

Ve öyle kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu'nun sinesinden onu çıkaramaz. Tâ ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz.
Dikkatle bakılırsa, Muhbir-i Sâdıkın, yani Peygamber ASM ın ihbarını tasdik eden hadise, hayatın geniş dairesinde yapılacak icraatlar değil belki Risale i Nurun hizmet ettiği iman dairesine ait olduğunu yukarda koyu punto ile işaret ettiğim parçada Üstadımız sarahaten beyan ediyorlar. Şimdi hal böyle olduğu halde, hayatın geniş dairesindeki icraatları bekleyenler elbette ki Risale i Nur hizmetinin ehemmiyetini göremiyorlar.. Zira Üstadımız diyor ki,




Evet, bu zaman hem imân ve din için, hem hayat-ı içtimaî ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslamiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor..

Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslamiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.



İşte bu kardeşlerimizi ve onlar gibi düşünenleri aldatan budur başka bir şey değil.. Halbuki Risale i Nuru dikkatle okusalar görecekler ki, hayat-ı içtimaiye-i İslamiye ve siyaset-i diniye cihetleri, imani vezaifteki kudsiyet ve ehemmiyete nisbeten pek geridedirler. Onun için Üstadımız yukardaki parçada demiş ki " Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir."
Risale i Nurun pek çok yerlerinde bu hakikat izah edilmesine rağmen, bazı kardeşlerimiz ahir zamanda gelecek zatı, hala o dairelerde yapılacak hizmetlere göre değerlendirdiklerinden hakikatı görmekte zorlanıyorlar.. Onlardan yalnız bir ikisine işaret edip geçeceğiz. Tafsilatını ve sair numuneleri görmek isteyenler Risale i Nurun muhtelif yerlerinde hususan Sikke i Tasdik ı Gaybi'de çoklarını görebilirler..





Eskiden beri, "iman kurtarmak zamanıdır" dediğimiz ve ihtiyarım olmadan tekrarla erkân-ı imaniyeye dâir bürhanlardan tahşidat-ı azimeyi yaptığımız çok haklı ve lüzumlu olduğunu zaman gösterdi. Size, bir ay evvel manevi bir muhaverede Risale-i Nur'un azim tahşidatına dair gayptan gelen bir cevabı yazmıştım. Bazı zatlar o fıkrayı Âyetü'l-Kübrâ risalesinin ahirine ilhak ettiler..
Aziz kardeşlerim, çok defa kalbime geliyordu: "Neden İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Risaletü'n-Nur'a ve bihassa Ayetü'l-Kübra risalesine ehemmiyet vermiş?" diye sırrını beklerdim. Lillahilhamd, o sır ihtar edildi. İnkişaf eden o sırra yalnız kısa bir işaret ediyorum. Şöyle ki:

Risaletü'n-Nur'un mümtaz bir hasiyeti, imanın en son ve en külli istinad noktası kavi ve kati beyan edildiğinden, bu hasiyet Ayetü'l-Kübra risalesinde fevkalade parlak görünüyor. Bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada dayandığı için, en son istinad noktasını kuvvetli ve kati beyan olduğundan, bu hasiyet Ayetü'l-Kübra risalesinde fevkalade parlak görünüyor. Bu acib asırda, mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada sirayet ederek, ona dayandırıyor..



.Risalei'n-Nur (Risaletü'n-Nur) Hızır gibi imdada yetişti. Kainatı ihata eden son ordusunu gösterip ve ondan mukavemetsuz maddi ve manevi imdat getirmek hizmetinde harika bir emirber neferi olarak Ayetü'l-Kübra risalesini İmam-ı Ali Radıyallahü Anh keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş..



Hakaik-i imaniye herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur'la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lazım iken, şimdiki hâl-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi, hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı ilâhinin bir cilvesi olan Harb-i Umumînin tarafgirâne, damarları ve âsabları tehyîç edip bâtın-ı kalbe kadar, hatta hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş'um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki, Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cerayanların hükmüne tabi olarak, hemfikri olan münafıkları sever. Kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velayeti tenkit ve adâvet eder, hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tabi yaparlar.
İşte bu asrın bu acip tehlikesine karşı, Risale-i Nur'un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cerayanlarını o derece nazarımdan ıskat etmiş ki, bu Harb-i Umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım..
..madem bu zamanda herşeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir. Hem kemiyet ise, keyfiyete nispeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimi, sabit hidemat-ı imaniyeye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz.. Risale-i Nur'un hakikatıyla ve şakirtlerinin şahs-ı manevisiyle tezahür eden fevkalade imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını biçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avâmın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında imana nispeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslamiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin çalışmasına râcih gördüklerinden..



Risale-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz..


..evet daha pek çok var. Sözü fazla uzatmamak için kısa kesiyorum.. Şimdi gelelim kabrimizde seyreder, şükrederiz dediği meselenin hakikatına.. Şöyle ki,
Hem üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en âzamı, imân meselesidir.
Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da üç meseleyi birden umum rû-yi zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak,
ta ki imân hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin..

Demek en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakiyetli hizmet Risale-i Nur şakirtlerinin daireleri içindeki kudsi hizmettir. Her ne ise..
Madem "o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rû-yi zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak
.. O halde sair vazifeleri kimler yapacaktır bakalım..

Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir..


Bu tahkikattan sonra zannederim anlaşıldı ki, Hz.Mehdinin kendisi bizzat iman vazifesini yapacağını, fakat üç vazifeden hayat ve şeriat dairelerine ait vazifelerin Hz. Mehdinin cemaatindeki şahs-ı manevi tarafından görüleceğini, dolayısıyla hem üç vezaifin birden ifasının adetullah kanunlarına muvafık olmaması, hem iman hizmetinin başka maksadlara alet olmadığı umumun nazarında tahakkuk etmesi, hem üç vazifenin iktiza ettiği hal, birbirini cerh etmemesi pek uzak adeta kabil olmaması gibi yukarda Üstadımızın izah ettiği hikmetlerden dolayı, kendisi değil belki cemaatindeki şahs-ı manevi tarafından ikmal edilecek fakat imana nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalan sair vezaifin görülmesine mukabil, "tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz" demesi gayet makul ve mutabıktır..
Yani hayatın geniş dairesinin sahipleri -Hz.Mehdinin şakirdleri- ilerde yapacakları vezaifi, kabrimizde görüp şükrederiz diyor bundan daha makul ve açık bir ifade olabilir mi? Mehdinin gelmesinin hakikatını daha önceki yazılarımda da vurgulamıştım ki, eserleriyle ve icraatiyle umuma zahir olacaktır. Evet "çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir."

Bu mevzuda Üstadımızın kullandığı ifadelerin hakikatını başka tarzda anlayan kardeşlerimize gelince zannederim onları aldatan ve galat ı hisse sebebiyet veren, Risale i Nuru tefekkür ederken cüz'deki manayı küll'de göremediklerinden yani Risale i Nuru külliyat olarak değil belki cüzi kelimeler yahut cümleler üzerinde anlamaya çalışmalarıdır..

Halbuki daha önce de ifade etmiştik. Küll'de olan hassa cüz'de yoktur. Bir meseleyi anlamaya çalışırken, Risale i Nurun mecmuunu beraber nazara alıp söz sarfetmek gerektir.. Yoksa cüz'de kalır, bazen ondan geçemez boğulur. Zira hakikat ı mutlaka mukayyed enzarla ihata edilmez Kur'an gibi bir nazar ı külli lazım ki ihata etsin.. Bundan şahsıma bir hisse vermek değil belki Risale i Nuru, küll ve külli olarak tefekkür etmek gereklidir diye bir hakikata nazarları çevirmek istiyorum. Aksi halde insan bulduğu manayı asıl, sairlerin istifadesini tebei olarak kabul edip hakikatın keşfinde tam muvaffak olamayacağını 24.Sözün İkinci Dal'ında, hem 25.Sözdeki gavvas dalgıçlar meselinde izah etmişler..

Gerçi bir parça uzun oldu fakat ehemmiyetine nisbeten kısadır. Umuma selam..
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Mihrali bu kadar uzun alıntı yapmana gerek yok..Şu soruya net cevab verirsen mesele anlaşılır, soru net, cevabın da net olması gerekir,

''Mehdi Azam şahısmıdır, şahsi manevimidir?

saniyen Üstad , Mehdi azam mı?
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
"Mahkemedeki hal ise Nur talebelerini mahkum etmeye çalışan zalimlere karşı takınılmış bir tavırdır.. İşarat ül icazda geçtiği gibi gayrı sarih bir kelime ile söylenilen yalan kizbden sayılmaz esası ile o dehşetli vaziyette onları aldatmak için bu tarz konuşmuş olduğu anlaşılıyor.Yoksa mahkemedeki ifadeleri seyyid olmadığına kanaati şeklinde anlaşılırsa sonra da seyyidim demekle kendisiyle çelişirdi. "

ifadenizde;

üstada iftira attiğinızın farkındamısınız. ayrıca böyle olsa bile üstad bunu neden külliyata koysun. çıkarıp atmazmıydı.


daha incelemeye devam ediyorum

ben size cevap yazmıyorum lütfen incelemeye devam etmeyin siz kafanıza göre takılın.. ne maksadla okuduğunuz her halinizden belli oluyor sizinle boşa vakit harcayamam.. bana hitaben soru sormayın atın havaya kim kaparda cevap vermeye tenezzül ederse o uğraşsın..
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Üstadın seyyid olması= mehdi olmasını gerektirirmi? Bu kadar uzun alıntınız kimse tarafından okunmuyor ihtimaline nazaran kısa alıntılarla iktifa edin..
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Mihrali bu kadar uzun alıntı yapmana gerek yok..Şu soruya net cevab verirsen mesele anlaşılır, soru net, cevabın da net olması gerekir,

''Mehdi Azam şahısmıdır, şahsi manevimidir?

saniyen Üstad , Mehdi azam mı?
Bir hakikatın etrafını kazıyoruz kimseye bu budur diye kakalamaya çalıştığımız yok.. Yıllardır orada burada gezen bir düzmece alıntılar yığınına yıllardır orada burada verilmiş cevapları cem edip sunuyorum.. Konu risale-i nurlardan bektaşi usulü yapılmış alıntılar ile başlamış madem cevabımız da o surette olacak.. Ben Bediüzzamanın Mehdiliğinden ziyade o mehdi olamaz diyenlere cevap hazırlıyorum okuyanın kalbinde nasıl bir intibah oluşturursa her kes kendince cevabını versin..
 
Üst