rabbinsadikkulu
FETÖ nurcu değildir!
- Katılım
- 10 Ocak 2012
- Mesajlar
- 9,937
- Tepkime puanı
- 131
- Puanları
- 0
Birkaç kısa cevap vermek istiyoruz;
1- milliyetçilik fikri bizim ayaklarımızın altındadır. Her çeşit milliyetçiliğe karşıyız. İnsanı üstün yapan takvadır. Bizim için peygamberimizin ümmeti olmak yeter de artar bile. "Ey insanlar, şüphesiz biz sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır." (Hucurat 13)
2- İslam hoşgörü değil, rahmet dinidir.
3- savunduğunuz “İstanbul” kelimesi de yunan menşelidir. Bizim değişmesini talep ettiğimiz “konstantiniye” de yunan menşelidir. Ve bu isim Mustafa kemalin bir hediyesidir. Kimin icraatını savunduğunu bilin. Ayrıca haddinizi de.
http://www.net-yasam.com/i/istanbul-isminin-kokeni/
“Osmanlı İmparatorluğu, 1004 yıl “Byzantion”, 1116 yıl da “Konstantinopolis” olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isminin ne olacağı konusunda tartışmaya girmedi. Osmanlı döneminde “Konstantiniyye”, “Stanpolis”, “Dersaadet”, “Asitane”, “Darülhilafe” ve “Makarrı Saltanat” olarak da adlandırılan şehrin adı Cumhuriyet'in ilanından sonra “İstanbul” olarak kabul edildi.”
Kaynak:
http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/20172589.asp
“1920 yılında Mustafa Kemal şehirin ismini resmen "İstanbul" olarak belirlemesiyle isim tartışması sona erdi. Batı dünyasının bu ismi kabul etmesi ise bir kaç onyıl daha sürdü. 1960'lara kadar haritalarda sadece "Constantinople" kullanılırken daha sonra "İstanbul" ismi ve parantez içinde "Constantinople" kullanılmaya başlandı. Bugün bile Yunanlılar haritalarında ve yol tabelalarında Türkçe ismi değil "Konstantinopolis"i kullanırlar. “
Kaynak:
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/istanbul_isminin_kökeni
4- bizim hakiki vatanımız burası değildir. İnsanın hakiki vatanı cennettir ve inşallah hakiki vatanımıza gitmek nasip olur.
(aşağıda bir rüya tabirinin küçük bir kısmıdır. Hakiki vatanın ne olduğunu anlamamız açısından önemli)
“…
… Hem, kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahşet ve yalnızlık içinde, zindan-ı mezara ithal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmaya vesîledir. Hem, hakiki vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vâsıtadır. Hem, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil, ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem, ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur.” Sözler | Sekizinci Söz | 43
Kaynak:
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=33
5- '' Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç.'' |Albert Einstein|
6- insanların en tehlikelisi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olandır. Sözümüz inananadır.. Lütfen bilgi sahibi olmadan (yahu en azından araştırın… sunulan bilgileri okumaktan ve/veya izlemektn bile acizsiniz) fikir sahibi olmayın.
http://www.youtube.com/watch?v=I1q4v4-4WXo
7- yüzdeki nuru ancak, nur sahibi kişiler görebilir.
“İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden kainata meydan okuyabilir…” biz hepinize yeteriz, inşallah.
“"İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنوُا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsille beyan ederiz. Şöyle ki:"
"Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var, birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı, karanlık, kesif bir zulümat istilâ etmişti."
"Ben sağ tarafıma baktım, nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müthiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müthiş zulümâta karşı, sönük bir cep fenerim vardı, onu istimal ettim. Yarım yamalak ışığıyla baktım; pek müthiş bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müthiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki, “Keşke bu cep fenerim olmasaydı, bu dehşetleri görmeseydim!” dedim. O feneri hangi tarafa çevirdimse, öyle dehşetler aldım. “Eyvah, şu fener başıma belâdır” dedim."
"Ondan kızdım, o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi, birden o zulümat boşandı. Her taraf o lâmbanın nuruyla doldu, herşeyin hakikatini gösterdi. Baktım ki, o gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber, baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu fark ettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise, süslü, sevimli, cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müthiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahlûklar ise, mûnis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvânât-ı ehliye olduğunu gördüm. “Elhamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân” diyerek, âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım."
"İşte, o iki dağ mebde-i hayat, âhir-i hayat, yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise hayat yoludur. O sağ taraf ise geçmiş zamandır. Sol taraf ise istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semâvîyi dinlemeyen enâniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hâdisâtı ve acip mahlûkatıdır. İşte, enâniyetine itimad eden, zulümât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nâkıs ve dalâlet-âlûd malûmatla, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herbirisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir, وَالَّذِينَ كَفَرُوۤا اَوْلِيَاۤئُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ hükmüne mazhar eder."
"Eğer hidayet-i İlâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Âlem اَللهُ نوُرُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetini okur. O vakit, zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebînin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubûdiyeti ifa eden ervâh-ı sâfiye cemaatlerinin, vazife-i hayatlarını bitirmekle Allahu ekber diyerek makamât ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözüyle görür. Sol tarafına bakar ki, dağlar misal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, Cennetin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmâniyeyi, o nur-u imanla uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisâtı, sureten haşin, mânen çok lâtif hikmetlere medar görüyor. Hattâ, mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddimesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle; hakikati, temsile tatbik et."(1)
(1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz.
“
8- bizim putumuz yoktur. Söyleneni mihenge vururuz. Mihengimiz de kuran ve hadistir. O kadar! Biz başkaları gibi aklımızı kiraya vermedik, elhamdülillah.
bak kardeşim üstad ne diyor beraber istifade delim;
"...üstadınız lâyuhtî değil. o'nu hatasız zannetmek hatadır..." (barla lahikası, 131. mektup)
"..kardeşlerim ! ben bir söz söylediğim zaman, ben söylemişim diye alıp hemen koynunuzda saklamayın. alın sözlerimi mihenge vurun. mihenginiz Kur'an ve hadis olsun. eğer sözlerim altın çıkarsa alın koynunuzda saklayın, yok eğer bakır çıkarsa bin gıybeti de peşine takınız ve bana geri yollayınız. …" (münazarat)
9- söylenen hiçbir şeye cevap veremeyip, ağız dolusu hakaretle, ezberden konuşanlar! Bilin ki biz sizi Allah(cc) a havale ettik. Allah (cc) sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın inşallah. Amin.
1- milliyetçilik fikri bizim ayaklarımızın altındadır. Her çeşit milliyetçiliğe karşıyız. İnsanı üstün yapan takvadır. Bizim için peygamberimizin ümmeti olmak yeter de artar bile. "Ey insanlar, şüphesiz biz sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır." (Hucurat 13)
2- İslam hoşgörü değil, rahmet dinidir.
3- savunduğunuz “İstanbul” kelimesi de yunan menşelidir. Bizim değişmesini talep ettiğimiz “konstantiniye” de yunan menşelidir. Ve bu isim Mustafa kemalin bir hediyesidir. Kimin icraatını savunduğunu bilin. Ayrıca haddinizi de.
http://www.net-yasam.com/i/istanbul-isminin-kokeni/
“Osmanlı İmparatorluğu, 1004 yıl “Byzantion”, 1116 yıl da “Konstantinopolis” olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isminin ne olacağı konusunda tartışmaya girmedi. Osmanlı döneminde “Konstantiniyye”, “Stanpolis”, “Dersaadet”, “Asitane”, “Darülhilafe” ve “Makarrı Saltanat” olarak da adlandırılan şehrin adı Cumhuriyet'in ilanından sonra “İstanbul” olarak kabul edildi.”
Kaynak:
http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/20172589.asp
“1920 yılında Mustafa Kemal şehirin ismini resmen "İstanbul" olarak belirlemesiyle isim tartışması sona erdi. Batı dünyasının bu ismi kabul etmesi ise bir kaç onyıl daha sürdü. 1960'lara kadar haritalarda sadece "Constantinople" kullanılırken daha sonra "İstanbul" ismi ve parantez içinde "Constantinople" kullanılmaya başlandı. Bugün bile Yunanlılar haritalarında ve yol tabelalarında Türkçe ismi değil "Konstantinopolis"i kullanırlar. “
Kaynak:
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/istanbul_isminin_kökeni
4- bizim hakiki vatanımız burası değildir. İnsanın hakiki vatanı cennettir ve inşallah hakiki vatanımıza gitmek nasip olur.
(aşağıda bir rüya tabirinin küçük bir kısmıdır. Hakiki vatanın ne olduğunu anlamamız açısından önemli)
“…
… Hem, kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahşet ve yalnızlık içinde, zindan-ı mezara ithal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmaya vesîledir. Hem, hakiki vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vâsıtadır. Hem, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil, ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem, ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur.” Sözler | Sekizinci Söz | 43
Kaynak:
http://www.risaleara.com/oku.asp?id=33
5- '' Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç.'' |Albert Einstein|
6- insanların en tehlikelisi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olandır. Sözümüz inananadır.. Lütfen bilgi sahibi olmadan (yahu en azından araştırın… sunulan bilgileri okumaktan ve/veya izlemektn bile acizsiniz) fikir sahibi olmayın.
http://www.youtube.com/watch?v=I1q4v4-4WXo
7- yüzdeki nuru ancak, nur sahibi kişiler görebilir.
“İman hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden kainata meydan okuyabilir…” biz hepinize yeteriz, inşallah.
“"İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada اَللهُ وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنوُا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsille beyan ederiz. Şöyle ki:"
"Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var, birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı, karanlık, kesif bir zulümat istilâ etmişti."
"Ben sağ tarafıma baktım, nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müthiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müthiş zulümâta karşı, sönük bir cep fenerim vardı, onu istimal ettim. Yarım yamalak ışığıyla baktım; pek müthiş bir vaziyet bana göründü. Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müthiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki, “Keşke bu cep fenerim olmasaydı, bu dehşetleri görmeseydim!” dedim. O feneri hangi tarafa çevirdimse, öyle dehşetler aldım. “Eyvah, şu fener başıma belâdır” dedim."
"Ondan kızdım, o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi, birden o zulümat boşandı. Her taraf o lâmbanın nuruyla doldu, herşeyin hakikatini gösterdi. Baktım ki, o gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber, baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu fark ettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise, süslü, sevimli, cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müthiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahlûklar ise, mûnis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvânât-ı ehliye olduğunu gördüm. “Elhamdü lillâhi alâ nûri’l-îmân” diyerek, âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım."
"İşte, o iki dağ mebde-i hayat, âhir-i hayat, yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. O köprü ise hayat yoludur. O sağ taraf ise geçmiş zamandır. Sol taraf ise istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semâvîyi dinlemeyen enâniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise, âlemin hâdisâtı ve acip mahlûkatıdır. İşte, enâniyetine itimad eden, zulümât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nâkıs ve dalâlet-âlûd malûmatla, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herbirisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir, وَالَّذِينَ كَفَرُوۤا اَوْلِيَاۤئُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ hükmüne mazhar eder."
"Eğer hidayet-i İlâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, kitabullahı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlâhî ile dolar. Âlem اَللهُ نوُرُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetini okur. O vakit, zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebînin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubûdiyeti ifa eden ervâh-ı sâfiye cemaatlerinin, vazife-i hayatlarını bitirmekle Allahu ekber diyerek makamât ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözüyle görür. Sol tarafına bakar ki, dağlar misal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, Cennetin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmâniyeyi, o nur-u imanla uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisâtı, sureten haşin, mânen çok lâtif hikmetlere medar görüyor. Hattâ, mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddimesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle; hakikati, temsile tatbik et."(1)
(1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz.
“
8- bizim putumuz yoktur. Söyleneni mihenge vururuz. Mihengimiz de kuran ve hadistir. O kadar! Biz başkaları gibi aklımızı kiraya vermedik, elhamdülillah.
bak kardeşim üstad ne diyor beraber istifade delim;
"...üstadınız lâyuhtî değil. o'nu hatasız zannetmek hatadır..." (barla lahikası, 131. mektup)
"..kardeşlerim ! ben bir söz söylediğim zaman, ben söylemişim diye alıp hemen koynunuzda saklamayın. alın sözlerimi mihenge vurun. mihenginiz Kur'an ve hadis olsun. eğer sözlerim altın çıkarsa alın koynunuzda saklayın, yok eğer bakır çıkarsa bin gıybeti de peşine takınız ve bana geri yollayınız. …" (münazarat)
9- söylenen hiçbir şeye cevap veremeyip, ağız dolusu hakaretle, ezberden konuşanlar! Bilin ki biz sizi Allah(cc) a havale ettik. Allah (cc) sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın inşallah. Amin.