eylül
Veled-i kalbî
Dillerde dolaşan tavsiyeler:
“Zamanı yakala...”
“Değişime ayak uydur...”
“Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy!..”
“Çağın değerlerine sahip ol...”
Son asırlarda, fert ve toplum hayatında sürekli katlanarak hızlanan bir değişim rüzgârının yaşandığını inkâr etmek mümkün değil. Fakat değişimi, putlaştırmadan ve göz ardı etmeden;
«Değişen değerler / değişmeyen esaslar»,
«Her yerde değişen / belli bir bölgede değişen»,
«Hızlı değişen / yavaş değişen»,
«Tabiî, normal, insanlığa faydalı bir istikamette değişen / anormal, zararlı bir yolda değişen»...
şeklinde maddeler hâlinde tasnif ederek ele almakta fayda hattâ zaruret var.
Değişim, özellikle insan çerçevesinde tekâmül / evrim mevzuunu da akla getiriyor. İnsanın bir vazife için husûsen yaratılmış olduğunu kabul etmeyen; tek gözlü bir zâhirî bakışla, onu mutlu tesadüfler zincirinde tekâmül etmiş şanslı bir varlık olarak gören bâtıl felsefî anlayışın; değişimi hep güzellikler, insan varlığının lehine artılar getiren, müsbet bir gelişme sayması tabiîdir. Bu aşırı kendine güven; bilimin daha acemî ve daha küstah olduğu devirlerde daha da baskındı. Misal olarak, bir çocuk için ailenin, annenin, anne sütünün gerekli olmadığı, insanın lâboratuvar ortamında, anne değil doktor-hemşire nezâretinde, anne sütü değil, sun’î mama ile yetiştirilmesinin daha uygun olacağı iddia edilmiş ve bu düşünce fiiliyata dökülmüş, elim neticeler alınarak vazgeçilmişti. Pozitivizm akımına göre, insan ve cemiyet bilimleri, pozitif bilimler gibi esaslara oturtulacak, insanlık ahlâk, din gibi ilkel (!) kayıtlardan kurtularak aklın istikametinde mutlu yarınlara ilerleyecekti!
Yaratılıştaki hikmet ve fıtrat esasları üzerinden tefekkür eden bir kimse, değişimi; varlığının özüne, fıtratına uygun olup olmamak noktasında değerlendirecektir. Bu yaklaşım, değişim konusunda bir miktar çekingenlik getirecektir. Fakat yukarıda bahsettiğimiz ayırımlarla hareket edildiğinde, bu hassâsiyetin «pâ-bend-i terakkî» / ilerlemenin ayakbağı olmasının önüne geçilir. Nitekim Hazret-i Ali’ye nisbet edilen şu söz, müsbet çizgideki değişimlerin göz önünde bulundurulmasının önemini göstermekte:
“Evlâtlarınızı; yaşadığınız çağa değil, onların yaşayacakları çağa göre yetiştirin.”
“Zamanı yakala...”
“Değişime ayak uydur...”
“Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy!..”
“Çağın değerlerine sahip ol...”
Son asırlarda, fert ve toplum hayatında sürekli katlanarak hızlanan bir değişim rüzgârının yaşandığını inkâr etmek mümkün değil. Fakat değişimi, putlaştırmadan ve göz ardı etmeden;
«Değişen değerler / değişmeyen esaslar»,
«Her yerde değişen / belli bir bölgede değişen»,
«Hızlı değişen / yavaş değişen»,
«Tabiî, normal, insanlığa faydalı bir istikamette değişen / anormal, zararlı bir yolda değişen»...
şeklinde maddeler hâlinde tasnif ederek ele almakta fayda hattâ zaruret var.
Değişim, özellikle insan çerçevesinde tekâmül / evrim mevzuunu da akla getiriyor. İnsanın bir vazife için husûsen yaratılmış olduğunu kabul etmeyen; tek gözlü bir zâhirî bakışla, onu mutlu tesadüfler zincirinde tekâmül etmiş şanslı bir varlık olarak gören bâtıl felsefî anlayışın; değişimi hep güzellikler, insan varlığının lehine artılar getiren, müsbet bir gelişme sayması tabiîdir. Bu aşırı kendine güven; bilimin daha acemî ve daha küstah olduğu devirlerde daha da baskındı. Misal olarak, bir çocuk için ailenin, annenin, anne sütünün gerekli olmadığı, insanın lâboratuvar ortamında, anne değil doktor-hemşire nezâretinde, anne sütü değil, sun’î mama ile yetiştirilmesinin daha uygun olacağı iddia edilmiş ve bu düşünce fiiliyata dökülmüş, elim neticeler alınarak vazgeçilmişti. Pozitivizm akımına göre, insan ve cemiyet bilimleri, pozitif bilimler gibi esaslara oturtulacak, insanlık ahlâk, din gibi ilkel (!) kayıtlardan kurtularak aklın istikametinde mutlu yarınlara ilerleyecekti!
Yaratılıştaki hikmet ve fıtrat esasları üzerinden tefekkür eden bir kimse, değişimi; varlığının özüne, fıtratına uygun olup olmamak noktasında değerlendirecektir. Bu yaklaşım, değişim konusunda bir miktar çekingenlik getirecektir. Fakat yukarıda bahsettiğimiz ayırımlarla hareket edildiğinde, bu hassâsiyetin «pâ-bend-i terakkî» / ilerlemenin ayakbağı olmasının önüne geçilir. Nitekim Hazret-i Ali’ye nisbet edilen şu söz, müsbet çizgideki değişimlerin göz önünde bulundurulmasının önemini göstermekte:
“Evlâtlarınızı; yaşadığınız çağa değil, onların yaşayacakları çağa göre yetiştirin.”