'Atatürkçülük fetvası veren süper zekalılar'
Bir zamanlar Türkiye'de, kendini bilmez kimi "zibidiler"; ne denli Atatürkçü olduklarını ispat etmek için, tüm güçleriyle bana saldırırlardı.
Aslında, tam bir eleştiri bombardımanı altında idim. Şeriatçılar, Atatürk sevgim ve Atatürk ilkelerine bağlılığım nedeniyle eleştirirlerdi. Etnik ayrılıkçılar, üniter yapımıza olan bağlılığım nedeniyle eleştirirlerdi.
Fakat en ilginç ve (bence), haksız eleştiri; sadece kendilerini "Atatürkçü" sanan ve Atatürk'ü, sadece onların anladığı gibi anlayanların, Atatürkçü olabileceği paranoyasına kapılmış, birtakım "süper zekalılar" dile getirirdi. Bunların bir kısmı; hâlâ konuşup, yazıyor ve akıllarınca, "Atatürkçülük fetvası" vermeyi sürdürüyorlar. Bir kısmı da, bambaşka yerlere savruldu...
Benim Atatürkçülüğümü beğenmeyen (!), ya da yetersiz (!) bulanlar; ülkemizdeki muhafazakar çevrelerle ve kişilerle olan yakınlığımı ve ortak çalışmalar yapma gayretimi, bahane ederlerdi. Onların çoğuna göre; eğer bir insanı "gerici" olarak nitelendiriyorlarsa, o insana selam vermek bile caiz değildi. Hatta selam vermek, ortak çalışmalar yapmak bir yana, "gördükleri yerde tepelemeliydiler". Zira aksi taktirde, iktidarı ele geçirir ve laik devlet düzenimizi yıkarak bir şeriat devleti kurarlardı...
Bu görüşe itiraz ettiğiniz zaman, yanıt da hazırdı: "İran'a bak!", "Cezayir'e bak!"... Aslında, sadece İran ve Cezayir de değil, bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat böyle İslam şeriatı düzeni kurulan devletlerden hiçbirinin toplumsal yapısı, Türkiye'ye benzemez.
Bu ülkelerin hiçbirinin halkı, "vatandaş olmanın" hak ve nimetlerinden yararlanamamış; bu ülkelerden hiçbirinin halkı, kendi "egemenliğine" sahip olamamıştır. Ve halkı, bu egemenlik gücüne çok önem verir ve bunu kullanmayı çok iyi bilir. Birileriyle paylaşmaya da, asla razı olmaz. İstediği kadar dindar, hatta "sofu" derecesinde inançlı olsun, köşedeki caminin imamıyla paylaşmaya yanaşmaz. İşte bunu anlatamıyordum ve bugün de anlatamıyorum...
Peki günümüz Türk toplumunda, bir İslam şeriatı düzeni kurmak isteyenler yok mu? Bunların örgütlendiği siyasi partiler, görüşlerini aktardıkları dergi ve gazeteleri, mevcut değil mi? Elbette var. Zaten bunun aksini dile getirmek, saflık olur.
Fakat sorun, bunların oranı ve iktidar alternatifi olma konusundaki "kabiliyetleridir". Bu konuda, her kez kendince farklı bir oran veriyor. Belli bir araştırmaya dayanamadığımız için, bu türden farklılıklar kaçınılmaz. Ama bence bu oran; yüzde 7'yi, 8'i geçmez. Bunu söylerken, Refah Partisi'nin ve özellikle Saadet Partisi'nin, milletvekili genel seçimlerinde aldıkları oy oranına bakıyorum. Peki; AKP içinde, bu türden bir beklenti içinde olan yok mu? Sanıyorum var.
Fakat ben AKP'yi; "dinci" bir parti olarak değil, İslami duyarlılıkları olan, liberal bir parti olarak değerlendirme eğilimindeyim. Tanıdığım kadarıyla, AKP içindeki "dinci" diyebileceğimiz kişiler de, bir İslam şeriatı düzeni kurmanın kavgası içinde değiller. Bunların derdi; güvenceli bir yüksek gelir, çocuklarına iyi bir eğitim verme, düzenli bir sağlık hizmetine kavuşma, sağlıklı bir meskende yaşama, vb. gibi "dünyevi" talepler.
Sadece kendilerini "Atatürkçü" sayan, "keskin düşünceliler", çoğu kez öyle bir Atatürk tanımı yapıyorlar ki; Türk aydınlanmasının öncüsü olan, hümanist ve ulusal iradeye saygılı Atatürk gidiyor; bunun yerine, katı ve çatık kaşlı bir Atatürk geliyor. Atatürk'ün asla itibar etmediği bir görüş, Atatürkçülüğün ilkesi gibi sunulmak isteniyor: "Halk için, halka rağmen..." Atatürk yaptığı her şeyi "halk için", yaparken; aynı zamanda, "halkla beraber" yaptı. Atatürk'ün siyasal yaşamı kabaca incelendiği zaman bile, bu konudaki özeni görülür.
Peki Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar, potansiyel bir tehlike içermiyor mu? Elbette içeriyor. Fakat işin bu aşamasında, herhangi bir endişe duymuyorum. Peki ne zaman endişe duymamız gerekir? Doğrusunu isterseniz, burada bir sınır belirlemek kolay değil. Fakat eğer toplumdaki kimi kişiler; kendi inançları gereği sürdükleri yaşam biçimini, başkalarına da dayatırlarsa, o zaman "külahları değişiriz"...
Bir iç savaş, (Allah korusun), olabilecek en kötü şeydir. Böyle bir savaşın galibi olamaz. Fakat iş bu noktaya gelirse, "El mi yaman, bey mi yaman", görülür. Ama en doğrusu, kimsenin "yaman" olmaması...
toktamış ateş