Mahmud Sami Efendi Hazretlerini, Konya'da bulunduğum senelerden, 1930'lardan itibaren işitir idim. Gerek pederim ve gerekse diğer büyüklerim, ''Şeyh Es'ad Efendi'nin, halifeleri içinde yalnız Sami Efendi için, Şeyh Sami Efendi dediğini'' söylemişlerdir. Bu hâdise, Sami Efendi'nin uluvv-i kadrini ve Şeyh Efendi'nin gönlünde ihraz ettiği yüksek makamın derecesini gösterir.
Senelerce simasına, suret ve sîretine âşık olduğum bu zatı ilk defa 1949'da Mekke-i Mükerrime'de görmüştüm. O sene amcam da hacca gelmişti.
Kendisini ilk gördüğümde, Bâb-ı Ciyâd'dan Harem-i Şerif'e girmekte idi. Beyaz bir entari, beyaz bir takke, nârin, zayıf bir beden... Dünyanın kesafesini, yükünü üzerinden atmış; ruh olmuş, nur olmuş; zikrin aşkında, fikrin şevkinde, ruhun semalarında nur olmuş bir insan... Onu böyle gördüm.
O kadar sevimli bir sima, o kadar tatlı bir tebessüm, o kadar güzel, derin ve derûnî bir selâmlaşma... Elini öpmek istediğimde,
''Musafaha kâfidir, musafaha kâfidir.'' dediler, elini fakire vermediler.
Tam bir teslimiyet, edep, tavâzu, kibarlık...
Kendilerini ilk gördüğüm o anda, Resul-i Zîşan Efendimiz'in,
''Evliya nasıl olur? Veli kimdir?'' sualine verdikleri cevap gönlüme doğdu. Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdular:
''Evliya, yani Allah dostu olanlar, veliler; kendisini gördüğünüzde, size Allah'ı hatırlatan kimselerdir.''
Evet velilik alâmeti, ne taçtır, ne hırkadır, ne kisvedir, ne alkıştır, ne de şan ve şöhrettir. Veli, kendisini gördüğümüzde kalbimizdeki aksi, uyandırdığı intiba, duygu nedir, ona bakılacak...
Sami Efendi'yi ilk gördüğümde bu hadis-i şerifin mealin, aynen gönlüme doğdu.
''Veli, Allah dostu, kendisini gördüğünüzde, size Cenab-ı Hakk'ı hatırlatan kimsedir.''
Fakir, bunu merhum Şıh Sami Efendi'de gördüm.
[M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-3, sayfa 313-314]
Mülâkatımızın sonunda kerem buyurdular, bendenizi sokak kapısına kadar teşyi ettiler. O zaman kendilerine,
''Efendim, 1949'da hacca geldiğinizde sizi ziyaret ettiğimde, musafaha kâfidir buyurup, elinizi öptürmemiştiniz. Bugün müsaade edin de öpeyim.'' demiş ve elini öpmüştüm. O da benim yüzümü, gözlerimi öpüp,
''Her gün Ravza-i Tahire'ye, Şebeke-i Saadet'e bakan gözlerinden öpeyim.'' demişti.
Bundan sonraki yıllarda, artık Sami Efendi hazretleri hemen hemen her sene hacca geldiler. 1963'de fakirhanemizde kaldı. Birkaç defa da Arif Hikmet Kütüphanesi'nde Şıh Mahmud'a ait evde kaldılar. Beş vakit namazı Harem- Şerif'te kılar, akşamla yatsı arasında, her akşam Kütüphane'ye gelir abdest tazelerdi. Kütüphane'yi yaptıran, merhum Şeyhülislam Arif Hikmet Bey'e rahmet okur, beni de duasına dâhil ederdi.
Şıh Mahmud'a ait evde sohbetler yapardı. Sohbetlerini devamlı olarak yazılı yapar, kitaptan okurlardı.
1960'tan sonraki yıllarda Türkiye'ye gittiğimde, İstanbul'da kendisini ziyaret ettim; sohbetlerine katıldım. Gerek Ahmed Atasayar Bey'in evinde gerek Kayserili demir tüccarı Mustafa Dedeoğlu Bey'in evindeki sohbetlerinde, Şeyh Sünusi hazretlerinin en-Nûru'l-lâmi' ismindeki kitabından okuyup sohbet ettiklerini gördüm.
Kitap, âlem-i İslâm'ı birliğe kardeşliğe davet etmek üzere kaleme alınmış, çok mühim bir eserdi.
Müslümanların en önemli vasfının ''kardeşlik'' olduğu üzerinde duruyor; tevhid bayrağı altında toplanmaya muhtaç ve mecbur olduklarını anlatıyor; Müslümanların en mümeyyiz vasfının, onları diğer din, kavim, millet ve dernek mensuplarından ayıran en birinci özelliğin, aralarındaki ''kardeşlik bağı'' olduğunu ısrarla belirterek, onları birlik ve beraberliğe, birbirlerini sevmeye çağırıyordu.
Müslümanların bu vasfının, Kur'an-ı Kerim'de, Hucurat suresinde, ''İnneme'l mü'minûne ihvetun'' ayetiyle ilan edildiğini söyleyerek; buradaki ''inneme'l'' kelimesinin, Müslümanlar arasındaki ''kardeşlik'' bağının, ne kadar önemli, özel ve farklı olduğuna işaret ettiğine dikkati çekiyordu.
Çünkü bu kelime ''kardeşlik''i, ''ancak, sırf, yegâne'' olarak vasıflandırmakta idi.
Sami Efendi Hazretlerinin, bu eserle ilgili bir de kerametlerine şahid oldum:
O yıllarda bir sene böbreklerimde rahatsızlık vardı. Konya'ya geldiğimde, Doktor Ali Kemal Bey, Ankara'nın Ayaş'ında kum döken kaplıcalara gitmemi tavsiye etti. İçmeceler diyorlardı. Oraya gittim. Burada iken, üç gece üst üste Sami Efendi'yi rüyamda gördüm.
Efendi Hazretleri, rüyamda 'en- Nurû'l-lâmi'' kitabını fakire veriyor ve şöyle diyordu:
''Bu kitabı çok feyizli buldum, davamızı ele almış. Âlem-i İslâm'ın, bilhassa vatanımızın en çok muhtaç olduğu bir derdi teşhir ediyor, devasını gösteriyor, Müslümanlara birlik tavsiye ediyor. Binaenaleyh bu eseri, sevdiğim bu mübarek eseri, sizin tercüme etmenizi istiyorum.''
İlk günün sabahı kalktım, tuhafıma gitti. Ertesi gece yine aynı rüya ve aynı sözü söylüyorlar. Allah, Allah!.. Üçüncü geceki rüyamda şu cümleyi ilâve ettiler:
''Ben sizi bir taaşşuk hâlinde seviyorum.''
Bu rüyalar beni rüyamda mestetti. Teheccüd vakti imiş; manevi bir feyz deryası içinde yüzerek uyandım.
Konya'ya döndüğümde, rüyayı Ali Kemal Bey'e anlattım.
Doktor,
''Ömer Bey bugün geliyormuş. Kendisiyle görüşelim. Hem bu rüyayı söyleyelim.'' dedi.
Ömer Kirazoğlu Bey'e gittik. Hoş geldin dedik. Konuşurken, daha biz rüyadan bahsetmeden, şunları söyledi:
''Efendi Hazretlerinin selâmı var, duası var, himmetleri var. ''en- Nurû'l-lâmi''i tercüme etmenizi istiyor...''
Biz hayret içinde kaldık. Ali Kemal Bey, Ömer Bey'e,
''Ağabey, dedi, ağabeyimiz de üç gecedir, İçmeler'de bu rüyayı görmüş...'' ve hadiseyi anlattı.
İstanbul'a gidince, kendilerini Erenköy'deki evlerinde ziyaret ettim. Bizzat elleriyle istinsah ettikleri nüshadan, Konya'da oturdum tercüme ettim. 1963 yılında yayınlandı. Sonra iki kere daha basıldı.
[M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-3, s. 317,318,319]