“Allah gökte” demek küfürmüdür?

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
AL BIR GERZEK GERZEK KONUSAN DAHA

Allah var olduğuna gore nerde cevap ver.yoksa cevabın sus

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor. (2/67)

Bir filmdeki cansız resimler, aynen canlı gibi hareket etmektedir. Bir kimse hayal kursa, hayalinde çeşitli işler yapsa, (Bu kimse, hayalinin içindedir, dışındadır) denemez. Çünkü hayal gerçek değildir. Rüya da hayale benzer. Rüya gören kimse, rüyasının ne sağındadır, ne solundadır. Rüyasında gözsüz görür, kulaksız işitir, dilsiz konuşur, yer, içer, hatta rüyasında rüya bile görür. Allahü teâlânın kudreti ile hep devam etse, insan rüyayı gerçek bilir, rüyadan başka hayat yok zanneder. Bu dünya hayatı da bir rüyadan ibarettir. Demek ki; kâinat hayal mertebesinde yaratıldığı için bize var gibi görünmektedir. Ezeli ve ebedi var olan yalnız Allahü teâlâdır. O halde, Allah, hayal olan bu kâinatın içinde, dışında denemez. (Mektubat-ı Rabbani, Sefer-i Ahiret Risalesi)

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Arş, mahlûkların en şereflisidir. Her şeyden daha saf ve daha nurludur. Bunun için, ayna gibidir. Allahü teâlânın büyüklüğü orada görünür. Bunun içindir ki ona, Arşullah denir. Yoksa Allahü teâlâya göre, Arş da diğer eşya gibidir. Hepsi, Onun mahlûkudur. Yalnız Arş, ayna gibidir. Diğer eşyada bu kabiliyet yoktur. Aynada görünen bir insana, aynanın içindedir denilir mi? O insanın aynaya olan nispeti, karşısında bulunan diğer eşyaya olan nispeti gibidir. İnsanın, hepsine olan münasebeti aynıdır. Yalnız, ayna ile diğer eşya arasında fark vardır. Ayna, insanın suretini gösterebiliyor, diğer eşya ise göstermiyor. (2/67)
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Allah hakkında «nerede» sorusu sorulur mu?
îbn Küllâb yine şöyle dedi: Resûlullah (s.a.v.), Allah indinde yaratıkların en seçkini, en iyisi ve hepsinin en bilgini olmasına rağmen Allah hakkında «neredeliği» caiz görüyor, bunu söylüyor ve Allah'ın gökte olduğunu söyleyenin bu sözünü tasvip edip onun mü'-min olduğuna şehâdet ediyor, ama Cehm b. Safvan ve tabileri Allah hakkında «nerede» sorusunun sorulmasını caiz görmüyor ve nerede olduğunu söylemenin haram olduğunu söylüyorlar. Eğer bu bir hata olsaydı, öncelikle Resûlullah bunu reddederdi. Bunu söyleyen cariyeye: Böyle deme! Bu sözünle Allah'ın sınırlı olduğunu ve bir yerde olup başka yerde olmadığını vehmettiriyorsun. Allah her yerdedir demen gerekir. Dediğin yanlış, doğrusu budur demeliydi. Ne var ki, Resûlullah böyle bir şey demedi. Cariyenin bu sözünün ne anlama geldiğini hiç şüphesiz çok iyi biliyordu ve onu caiz gördü. Çünkü imanın doğrusu budur ve bunu söyleyenin imanına şahitlik etmek gerekir. Bu sebebledir ki bu sözü söylediği zaman Resûlullah o cariyenin imanına şahitlik etti. Hak, nasıl bunun aksi olur ki, Kur'-an da bunu söylemekte ve buna şahitlik etmektedir.
Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat mezhebinin doğruluğuna başka deliller şehâdet etmemiş olsaydı bile, şu zikrettiğimiz hususlar bu konuda yeterli olurdu. Haddizatında bu konuda insanların fıtrat ve bilgilerinde yerleştirilmiş bilgi, her şeyden daha açık ve sağlamdır. Arap olsun, acem olsun; hatta mü'min veya kâfir olsun, her kime «Rab-bin nerededir?» diye sorsan, mutlaka: Göktedir, karşılığını alırsın. Dili varsa, bunu açık açık söyleyecek, değilse eliyle veya gözüyle göğü işaret edecek, ama hiçbir zaman yere, ovaya veya dağlara işaret etmeyecektir.
Dua eden herkes, mutlaka ellerini göğe kaldırır. Cehmîlerin dışında Rabbini her yerde arayan kimseyi görmedik. Ama yine de onlar kendilerini insanların en üstünü görürler. Sanki herkes aklını yitirmiş de, sadece Cehm ve ona tâbi olan bir-iki kişi hak yolda: Fitnelerin saptırmalarından Allah'a sığınırız.
îbn Küllâb, Ebû'l-Hasen el - E ş ' a r î ve ona tâbi olanların söyledikleri bu. Haris el-Muhasibî de söylediklerini tbn Küllâb' tan almış. Onun «Fehmu'l-Kur'an» isimli eserinde ve başkaları başka yerlerde hep bunları söylemişlerdir. Selefin ve müctehidlerin buna dair pek çok sözleri vardır.
Allah en iyisini bilir.

 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
muadh ve bi husben bu yazıya itirazınız var mı?

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor. (2/67)

Bir filmdeki cansız resimler, aynen canlı gibi hareket etmektedir. Bir kimse hayal kursa, hayalinde çeşitli işler yapsa, (Bu kimse, hayalinin içindedir, dışındadır) denemez. Çünkü hayal gerçek değildir. Rüya da hayale benzer. Rüya gören kimse, rüyasının ne sağındadır, ne solundadır. Rüyasında gözsüz görür, kulaksız işitir, dilsiz konuşur, yer, içer, hatta rüyasında rüya bile görür. Allahü teâlânın kudreti ile hep devam etse, insan rüyayı gerçek bilir, rüyadan başka hayat yok zanneder. Bu dünya hayatı da bir rüyadan ibarettir. Demek ki; kâinat hayal mertebesinde yaratıldığı için bize var gibi görünmektedir. Ezeli ve ebedi var olan yalnız Allahü teâlâdır. O halde, Allah, hayal olan bu kâinatın içinde, dışında denemez. (Mektubat-ı Rabbani, Sefer-i Ahiret Risalesi)

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Arş, mahlûkların en şereflisidir. Her şeyden daha saf ve daha nurludur. Bunun için, ayna gibidir. Allahü teâlânın büyüklüğü orada görünür. Bunun içindir ki ona, Arşullah denir. Yoksa Allahü teâlâya göre, Arş da diğer eşya gibidir. Hepsi, Onun mahlûkudur. Yalnız Arş, ayna gibidir. Diğer eşyada bu kabiliyet yoktur. Aynada görünen bir insana, aynanın içindedir denilir mi? O insanın aynaya olan nispeti, karşısında bulunan diğer eşyaya olan nispeti gibidir. İnsanın, hepsine olan münasebeti aynıdır. Yalnız, ayna ile diğer eşya arasında fark vardır. Ayna, insanın suretini gösterebiliyor, diğer eşya ise göstermiyor. (2/67)
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
S

Nitekim, İbni Teymiyye bu hataya düşmüş, Arş'ın nevi itibariyle kadim (sonsuz) olduğunu söylemiştir.

Allah Teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, sonra Arş'a istiva ettiğini haber vermektedir. Yine göklerle yer yaratıl-mazdan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu haber vermiştir. Bu husus İmran b. Hu s ay n' in Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği ve Buhârî'nin «Sahih»inde rivayet ettiği bir hadîste de sabittir. Söz konusu hadîste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: «Allah vardı ve başka birşey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Allah «zikir»de (kader defterinde) herşeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı»(53). Oysa Arş daha önce yaratılmıştı. Ve Allah'ın daha önce de, daha sonra da Arş'a müstevli olduğu malûmdur. O halde genel anlamdaki istilâ'nın belli bir zamana ve Arş'a has olan bu istilâ olması mümkün değildir.

idaan bu delille çurumuş oldu iftiradan ne zaman vaz gececeksınız
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Hanefî mezhebi imamlarından, hadis ve kelâm âlimi Ömer Nesefî (vefatı m. 1143) rahimehullah diyor ki:

"Âlemi yoktan yaratan, Allahü teâlâdır. ...Allah, araz değildir, cisim değildir, cevher değildir, suret ve şekil değildir, mahdut değildir, bir şeyin parçası veya cüz'ü değildir, bileşik değildir, sınırlı değildir. Cins ve keyfiyet ile vasıflanmaz, mekân*dan münezzehtir, üzerinden zaman cereyan etmez. O'na hiç bir şey ben*zemez. İlminden, kudretinden hiç bir şey hariç değildir."
(Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri: Akaid, Bayrak Yayınları, İst.; s.79-81.)
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Kâdîzâde Ahmed efendi rahimehullah (vefatı m. 1783), İmam-ı Birgivî’nin kitabının şerhinde şöyle diyor:
“Gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehdir. ..Mekân ve zaman O’nun şanına muhaldir. ..Sağda, solda, önde, arkada, üstte ve altta değildir....Allahü teâlâ cisim ve cismanî olmakdan münezzehdir. Bir tarafda [cihette] olmaktan da münezzehdir. ..İbni Teymiyye ve yolundakiler, Allahü teâlâ üst taraftadır dediler.” (Birgivî Vasiyetnâmesi Şerhi, Bedir Yayınevi, s.24; aynı zamanda bkz. Birgivî Vasiyetnâmesi, Bedir yayınevi, s. 14).

Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî rahimehullah şu bilgileri naklediyor:
"Hazret-i Ali'ye radıyallahü anh (Allahü teâlâ Arş'ı yaratmadan önce nerede idi?) diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: (Nerede kelimesi mekân ifade eder, Allahü teâlâ mekândan münezzehdir.)

Câfer-i Sâdık, Allah'ı bilmek üç kelime ile olur diyerek, o kelimeleri şöyle sıralamaktadır:

1. Allah bir şeyden yaratılmadı.
2. Bir şeyin içinde de değildir.
3. Bir şeyin üzerinde de değildir. Çünkü bu sıfatlar, kulların sıfatlarıdır.


Bu hususlar Bahrü'l-Kelâm ve Hulâsa isimli kitaplardan nakledilmiştir."
(Camiu'l-Mütun, Bedir Yayınevi, 7. Baskı, İstanbul 1996; s.48.)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Allah Teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, sonra Arş'a istiva ettiğini haber vermektedir. Yine göklerle yer yaratıl-mazdan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu haber vermiştir. Bu husus İmran b. Hu s ay n' in Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği ve Buhârî'nin «Sahih»inde rivayet ettiği bir hadîste de sabittir. Söz konusu hadîste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: «Allah vardı ve başka birşey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Allah «zikir»de (kader defterinde) herşeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı»(53). Oysa Arş daha önce yaratılmıştı. Ve Allah'ın daha önce de, daha sonra da Arş'a müstevli olduğu malûmdur. O halde genel anlamdaki istilâ'nın belli bir zamana ve Arş'a has olan bu istilâ olması mümkün değildir.

idaan bu delille çurumuş oldu iftiradan ne zaman vaz gececeksınız
Hangi iddia çürümüş? Sen neden bahsediyorsun? Düzgün Türkçe cümleler kurmayı becerebilirsen, belki söylediklerinden bir şeyler anlaşılır. İktibas ettiğin yazımda, şunu söylemiştim: "Nitekim, İbni Teymiyye bu hataya düşmüş, Arş'ın nevi itibariyle kadim (sonsuz) olduğunu söylemiştir." Sen bunu nasıl çürüttün? Bu konuyla ilgili daha evvel aktardığım bilgiler şöyleydi:

İbni Teymiyye diyor ki:

"Arş'ı istiva, keyfiyetsiz bir şekilde Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kişinin buna iman etmesi ve bunun bilgisini Allah'a havale etmesi gerekir." (Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 400)

İbni Teymiyye'nin kitaplarını tedkik edenler, mesela Dr. Ebubekir Sifil diyor ki:

"İbni Teymiyye sözü bu noktada bırakmış ve tevile sapmamış olsaydı, hem kendisiyle çelişmemiş olur, hem de itiraza muhatab olmaktan kurtulurdu. Ne var ki böyle yapmamış ve tevile bizzat kendisi başvurmuştur." (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 74)

Mesela, istiva konusunu işlediği yerlerden birisinde, bu kelimenin ["istevâ alâ" ifadesinin] bir tek mânâsı bulunduğunu söyler ve şöyle der:

"Hz. Peygamber [aleyhisselam], üzerine binmek için hayvanın yanına geldi; ayağını üzengiye koyduğu zaman 'Bismillah' dedi. Hayvanın sırtına oturduğu ["istevâ alâ zahrinâ"] zaman 'Elhamdülillah' dedi. İbni Ömer de şöyle demiştir: Resulullah [aleyhisselam] bineğine bindiği zaman... ["istevâ alâ ba'îrihî] Bu mânâ, iki hususu ihtiva eder: İstiva edenin, istiva ettiği şeyden yüksekte olması ve onunla aynı seviyede olması. Bir şeyden aşağı seviyede olanın durumu hakkında 'istevâ aleyhi' denmez." (Mecmu'u'l-Fetava, XVII, 375)

İbni Teymiyye'ye göre, Allahü teâlânın Arş'ı istivası onun üzerinde bulunması mânâsında olduğunu göre, burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır: Allahü teâlânın varlığı ezelî olduğuna göre, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?

İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu konuda şunları söylemektedir:

"Allahü teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. O, Arş'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer (Arş'a ve bir yerde yerleşip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir." (İmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye, 73.)

"Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?" sorusuna İbni Teymiyye'nin bulduğu cevabın "Arş'ın nev'î kıdemi" olduğunu görüyoruz:

Selefî ekol, Allahü Teâlâ'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur. Allahü Teâlâ'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allahü Teâlâ olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allahü Teâlâ bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allahü Teâlâ ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allahü Teâlâ dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...(Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ağustos 2004)

"Muhammed Abduh da bu ifade üzerine yazdığı ta'likte şunları söyler: (Bunun sebebi İbni Teymiyye'nin, ayet ve hadislerin zahiri ifadelerini esas alan ve Allahü Teâlânın Arş'a oturmak suretiyle istiva ettiğini söyleyen Hanbelilerden olmasıdır. Kendisine, Allahü Teâlâ ezeli olduğu için O'nun mekanının da ezeli olması gerektiği için bu görüşün Arş'ın ezeli olmasını icabettirdiği, Arş'ın ezeli olmasının ise onun görüşüne aykırı olduğu söylenerek itiraz edilince, "Arş nev' olarak kadimdir" demiştir. Bu şu demektir: Allahü Teâlâ, ezelden ebede kadar bir Arş'ı yok ederken diğerini yaratır ki, Allahü Teâlânın istivası ezeli ve ebedi olsun....)" (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 76.)
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Yusuf-i Nebhanî de bu açıklamayı nakletmektedir:
"Bir kimse, "Allah'ın yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum" derse, kâfir olur. Zira bu söz, Allahü teâlâ için bir mekân var da o kimse bunda şüphede imiş vehmini verir." (Şevahidü'l-Hakk, s.218)
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
İmam-ı Birgivî rahimehullah diyor ki:
"Bir kimse (Allahü Teâlâ gökte benim şahidimdir) dese kâfir olur. Zira [Allahü teâlâya mekân isnad etmiş olur] Allahü Teâlâ mekândan berîdir." (Birgivi Vasiyetnamesi, Bedir Yay., s.52)
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0

Enes
(Radiyallahu Anh)’ın bildirdiğine göre Zeynep binti Cahş (Radiyallahu Anha), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarına karşı da övünür ve şöyle derdi:


“Sizleri velileriniz evlendirdi. Halbuki beni yedi kat semanın üstünden Allah-u Teâlâ evlendirdi.”
Buhari 7290, Tirmizi 3427
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
"lafons7275" rumuzuyla yazan kardeşime yaptığı iktibaslardan dolayı teşekkür ederim. Ben bugün seyahate çıkacağım; Perşembe günü inşaAllahü Teâlâ dönmüş olurum.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Hangi iddia çürümüş? Sen neden bahsediyorsun? Düzgün Türkçe cümleler kurmayı becerebilirsen, belki söylediklerinden bir şeyler anlaşılır. İktibas ettiğin yazımda, şunu söylemiştim: "Nitekim, İbni Teymiyye bu hataya düşmüş, Arş'ın nevi itibariyle kadim (sonsuz) olduğunu söylemiştir." Sen bunu nasıl çürüttün? Bu konuyla ilgili daha evvel aktardığım bilgiler şöyleydi:

İbni Teymiyye diyor ki:

"Arş'ı istiva, keyfiyetsiz bir şekilde Allahü teâlânın bir sıfatıdır. Kişinin buna iman etmesi ve bunun bilgisini Allah'a havale etmesi gerekir." (Mecmu'u'l-Fetava, XVI, 400)

İbni Teymiyye'nin kitaplarını tedkik edenler, mesela Dr. Ebubekir Sifil diyor ki:

"İbni Teymiyye sözü bu noktada bırakmış ve tevile sapmamış olsaydı, hem kendisiyle çelişmemiş olur, hem de itiraza muhatab olmaktan kurtulurdu. Ne var ki böyle yapmamış ve tevile bizzat kendisi başvurmuştur." (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 74)

Mesela, istiva konusunu işlediği yerlerden birisinde, bu kelimenin ["istevâ alâ" ifadesinin] bir tek mânâsı bulunduğunu söyler ve şöyle der:

"Hz. Peygamber [aleyhisselam], üzerine binmek için hayvanın yanına geldi; ayağını üzengiye koyduğu zaman 'Bismillah' dedi. Hayvanın sırtına oturduğu ["istevâ alâ zahrinâ"] zaman 'Elhamdülillah' dedi. İbni Ömer de şöyle demiştir: Resulullah [aleyhisselam] bineğine bindiği zaman... ["istevâ alâ ba'îrihî] Bu mânâ, iki hususu ihtiva eder: İstiva edenin, istiva ettiği şeyden yüksekte olması ve onunla aynı seviyede olması. Bir şeyden aşağı seviyede olanın durumu hakkında 'istevâ aleyhi' denmez." (Mecmu'u'l-Fetava, XVII, 375)

İbni Teymiyye'ye göre, Allahü teâlânın Arş'ı istivası onun üzerinde bulunması mânâsında olduğunu göre, burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır: Allahü teâlânın varlığı ezelî olduğuna göre, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?

İmam-ı a'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu konuda şunları söylemektedir:

"Allahü teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. O, Arş'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer (Arş'a ve bir yerde yerleşip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir." (İmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye, 73.)

"Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?" sorusuna İbni Teymiyye'nin bulduğu cevabın "Arş'ın nev'î kıdemi" olduğunu görüyoruz:

Selefî ekol, Allahü Teâlâ'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur. Allahü Teâlâ'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allahü Teâlâ olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allahü Teâlâ bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allahü Teâlâ ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allahü Teâlâ dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...(Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ağustos 2004)

"Muhammed Abduh da bu ifade üzerine yazdığı ta'likte şunları söyler: (Bunun sebebi İbni Teymiyye'nin, ayet ve hadislerin zahiri ifadelerini esas alan ve Allahü Teâlânın Arş'a oturmak suretiyle istiva ettiğini söyleyen Hanbelilerden olmasıdır. Kendisine, Allahü Teâlâ ezeli olduğu için O'nun mekanının da ezeli olması gerektiği için bu görüşün Arş'ın ezeli olmasını icabettirdiği, Arş'ın ezeli olmasının ise onun görüşüne aykırı olduğu söylenerek itiraz edilince, "Arş nev' olarak kadimdir" demiştir. Bu şu demektir: Allahü Teâlâ, ezelden ebede kadar bir Arş'ı yok ederken diğerini yaratır ki, Allahü Teâlânın istivası ezeli ve ebedi olsun....)" (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 76.)

İdaan çürüdü halen neyin peşindesin
Allah Teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, sonra Arş'a istiva ettiğini haber vermektedir. Yine göklerle yer yaratıl-mazdan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu haber vermiştir. Bu husus İmran b. Hu s ay n' in Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği ve Buhârî'nin «Sahih»inde rivayet ettiği bir hadîste de sabittir. Söz konusu hadîste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: «Allah vardı ve başka birşey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Allah «zikir»de (kader defterinde) herşeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı»(53). Oysa Arş daha önce yaratılmıştı. Ve Allah'ın daha önce de, daha sonra da Arş'a müstevli olduğu malûmdur. O halde genel anlamdaki istilâ'nın belli bir zamana ve Arş'a has olan bu istilâ olması mümkün değildir.

Arşsın yaratılmış olduğunu ibni teymiye eserinde belirtmiştir . idaan çürüdü kendini zorlamanın manası yok murat yazıcı
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
"lafons7275" rumuzuyla yazan kardeşime yaptığı iktibaslardan dolayı teşekkür ederim. Ben bugün seyahate çıkacağım; Perşembe günü inşaAllahü Teâlâ dönmüş olurum.

Senin gibi ehli sünnet bir kardeşim olduğu için Allah'a hamdolsun. Benim için dua etmeni istiyorum, hayırlı yolculuk kardeşim.
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
İbn Mes’ûd radiyallâhu anh’ın rivayet ettiği hadis: Dedi ki: “Arş suyun üstünde, Allah da Arşın üstündedir. Amellerinizden hiçbir şey O’na gizli kalmaz.”
Bu hadisi es-Sünne adlı eserinde İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, Ebû Bekir b. el-Munzir, Ebû Ahmed el-Assâl, Ebû Kâsım et-Taberânî, Ebû Şeyh, Ebu’l-Kasım el-Lâlekâî, Ebû Ömer et-Talemenkî ve Ebû Bekr el-Beyhakî,73 Ebû Ömer b. Abdulberr telif ettikleri eserlerinde rivayet etmişlerdir. Hadisin senedi sahihtir.(uluv risalesi)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0

Enes
(Radiyallahu Anh)’ın bildirdiğine göre Zeynep binti Cahş (Radiyallahu Anha), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in diğer hanımlarına karşı da övünür ve şöyle derdi:


“Sizleri velileriniz evlendirdi. Halbuki beni yedi kat semanın üstünden Allah-u Teâlâ evlendirdi.”
Buhari 7290, Tirmizi 3427
Tekrar edeyim: hadis-i şerifler Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarıyla beraber okunmalıdır. Eğer, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri herkes doğru anlayabilseydi, sapık ve mülhid fırkalar ortaya çıkmazdı. Kadı İbni Cehbel rahimehullah (vefatı m.1333) şöyle der (takribi tercüme):
"Bu rivayette Hz. Zeyneb'in "Allahü teala yedi kat üzerindedir" dediğine dair hiç bir delil yoktur. Yedi kat üzerinde gerçekleşen, onun Allahü teala tarafından evlendirilmesidir."
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Hakaret edip duruyorsun ("gerzek" gibi kelimelerle), hem de hakaret fiilini bana atfederek yalan söylüyorsun. Seni nasıl ciddiye alalım? Sen bir hadis-i şerif nakletmedin; bir tercüme aktardın. Hadis-i şerifin Arapça orijinalini, âlimlerin bu hadisin sıhhati hakkındaki sözlerini ve -sahih veya değil- âlimlerin bu hadisi nasıl açıkladıklarını aktarmadıkça, bir yere varamazsın. (Bir ipucu vereyim: Dr. Haddad'ın aktardığına göre, Vehhabilerin çok itibar ettiği el-Albani bu -bir evvelki mesajda Türkçe tercümesi yazılı- hadise "zayıf" demiştir.)

dikkat ediyorumda sizin idaalarınızı çürüten her şeyi ya değiştirilmiştir ya zayıftır yada sihhatsızdır deyıp işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz.ama nafile bu şekilde bir yere varamassın murat yazıcı
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
İdaan çürüdü halen neyin peşindesin

Arşsın yaratılmış olduğunu ibni teymiye eserinde belirtmiştir . idaan çürüdü kendini zorlamanın manası yok murat yazıcı
Gerçekten, sen yazılanların birçoğunu okumuyorsun (ya da anlamıyorsun) anlaşılan. İbni Teymiyye'nin görüşleri sabit kalmamıştır; meselâ, önceleri Cehennem sonsuzdur derken, hatta bu konuda icma vardır derken, sonra Cehennem'in sona ereceğini söylemiştir. Hüseyin Avni Kansızoğlu şöyle der:

Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, muğalata ve benzeri sebeblerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir. Tenâkuz ve tekrarları çizildiği takdirde yazdıklarının neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktır. Kitablarını aklı havada bir kara sevdalı edasıyla değil de, bir ilim adamı ciddiyeti ile okuyacak olan herkes bu hakikati görebilecektir. “İktizâ”sı, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ı, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitabları, Fetâvâ’sının akîdeyle alakalı kısımları, birindeki cümleleri diğerinde biraz değiştirilen, zaman zaman da hiç değiştirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir. (İnkişaf Dergisi, No: 7)

Bir iktibas daha yapayım. İbni Teymiyye'ye karşı çok "yumuşak" ve "temkinli" bir yaklaşım sergileyen âlimlerden olan Yusuf Nebhanî rahimehullah bile Şevahidü'l-Hakk'da diyor ki:

"İbni Teymiyye'nin kelamındaki çekişme ve çelişmeye delalet eden şeylerden birisi de, kitaplarından bir kısmında söylediğinin, diğer eserlerinde ifade ettiğini nakzeder mahıyette olmasıdır. Bu, ya inançlarında hata edip dönüş yapmasından veya ilminin geniş ve eserlerinin çok olup fetvalarını ve ibarelerini yayıp dağıtması sebebiyle, daha evvelki kitaplarında yazdığını unutmasından meydana gelmektedir." (s.222)
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Gerçekten, sen yazılanların birçoğunu okumuyorsun (ya da anlamıyorsun) anlaşılan. İbni Teymiyye'nin görüşleri sabit kalmamıştır; meselâ, önceleri Cehennem sonsuzdur derken, hatta bu konuda icma vardır derken, sonra Cehennem'in sona ereceğini söylemiştir. Hüseyin Avni Kansızoğlu şöyle der:

Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, muğalata ve benzeri sebeblerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir. Tenâkuz ve tekrarları çizildiği takdirde yazdıklarının neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktır. Kitablarını aklı havada bir kara sevdalı edasıyla değil de, bir ilim adamı ciddiyeti ile okuyacak olan herkes bu hakikati görebilecektir. “İktizâ”sı, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ı, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitabları, Fetâvâ’sının akîdeyle alakalı kısımları, birindeki cümleleri diğerinde biraz değiştirilen, zaman zaman da hiç değiştirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir. (İnkişaf Dergisi, No: 7)

Bir iktibas daha yapayım. İbni Teymiyye'ye karşı çok "yumuşak" ve "temkinli" bir yaklaşım sergileyen âlimlerden olan Yusuf Nebhanî rahimehullah bile Şevahidü'l-Hakk'da diyor ki:

"İbni Teymiyye'nin kelamındaki çekişme ve çelişmeye delalet eden şeylerden birisi de, kitaplarından bir kısmında söylediğinin, diğer eserlerinde ifade ettiğini nakzeder mahıyette olmasıdır. Bu, ya inançlarında hata edip dönüş yapmasından veya ilminin geniş ve eserlerinin çok olup fetvalarını ve ibarelerini yayıp dağıtması sebebiyle, daha evvelki kitaplarında yazdığını unutmasından meydana gelmektedir." (s.222)

Sonuçta idaan çürümüş bulunmaktadır
 
Üst