“Allah gökte” demek küfürmüdür?

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
imam malik:"İstiva malumdur keyfiyeti meçhuldur"

istiva malumdur demek ne demek ?istivanın manası bliniyor demektir.istiva manasız demek değildir

İstivanın manası istila etmek demektir. Keyfiyeti meçhuldur. Var mı bir itirazın?
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Bu zat bazı sözleri doğru söylesede özellikle şu cümlesi kendisinin İbni Teymiyeden>(veya ona uyanlardan) etkilendiğini ve mücessime mezhebine meylettiğini açıkca gösteriyor:'' Allah Teala zatıyla arşın üzerindedir''..

Gerçi bu sözünü ayete dayandırsada ayetin nasıl anlaşılması gerektiğini ehli sünnetin büyük alimleri tefsir etmişlerdir..Kendisi ''Allah her yerde ilimiyle hazır ve nazırdır'' demesine rağmen 'arş üzerinde'' meselesinide böyle anlamaması bzie göre garib dir...:)

Size garib gelebilir elbetteki ama ehli sünnet imamlarına garip gelmemiştir

siz imamı ahmed bin hanbelin Allah arsın uzerındedir sozunude garip karşılıyormusunuz ?
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
şimdi karar verin. istiva istila mı demek yoksa suyutinin dediği gibi manasız bir kelime mi.


İbn Teymiyye, hapishane mektupları 3

İstiva'nın İstila Manasına Geldiği İddiasının Çürütülmesi :


Onlar, istivanın istila manasına geldiğine, aşağıdaki şiiri delil getirirler:
Büşr, Irak'ı istiva etti.
Kılıçsız ve kan akıtmadan
Buna şu şekilde cevap veririz:

Öncelikle bu şiir insan yapısıdır, bu yüzden onunla delil getirilmez. Sonra da; 'ALLAH'ın (c.c.) istilası, Büşr'ün Irak'ı istilası gibidir' demek bizatihi teşbihin kendisidir. Halbuki ALLAH'ın istilası kendisine layık bir şekilde ve özel olarak gerçekleşmektedir. Büşr'ün istilası da böyledir.

İbn Kayyım şiirinde şöyle diyor:

Kim azamet sahibi ALLAH'ı yaratıklarına benzetirse
O, Müşrik Hristiyanlara nispet edilir.
Ya da kim Rahman'ı O'nun sıfatlarından ta'til ederse
O da, imanı olmayan kafir kimsedir.

Şimdi istivanın hakikatini belirtmeye çalışalım:

Tevilciler istiva kelimesinin istevla manasına geldiğini iddia etmektedirler. Buna delil olarak da, istivanın istevla manasına geldiğim ifade eden bir şiiri getirirler. Şair şöyle diyor:
Büşr, Irak'ı istila etti (istiva).
Kılıçsız ve kan akıtmadan.
Bu münasebetle bizde tevillerinde delillerin takibinde yanlışlığa düştüklerini, yani isitvanın istevla manasında olmadığını tesbit etmeye çalışalım.

1. Hafız İbn Kayyım, bu şiirin tahrif edildiğini iddia etmektedir. Çünkü şiirdeki ifade "istiva" değil de "istevla" şeklindedir. Ayrıca şairin kim olduğuda belli değildir. Bu şiirin şairi belli de olsa durum aynıdır. Halbuki bu şiir, Arapların şiir divanlarının hiç birinde bulunmamaktadır. Ayrıca bu, Arapça hususunda delil olabilecek şiirlerin hiç birisinden değildir.

2. Şayet bu şiir doğru olsa yani istiva kelimesi kullanılmış ve tahrif edilmemiş olsa bile yine de delil olmaz. Belki tevilcilerin aleyhine bir delil olur. Şöyle ki istiva burada (şiirde) gerçek manasında kullanılmıştır. Çünkü bu şiirin konusu olan "Büşr" Abdulmelik b. Mervan'ın kardeşidir. Kendisi Irak'ın emiri idi. Saltanat tahtında oturmak kral ve kral vekillerinin adetidir. İşte bu, lafzın lügat manasına uygun olarak yapılmış bir tevildir.
Nitekim Cenab-ı Hak:
"Onların sırtlarında istiva edesiniz diye" ve başka bir ayette "...ekin kökünün üzerinde istiva etti" buyuruyor.

3- Eğer şiirde kastedilen, cebren ve saltanat yoluyla istila etmek ise, o zaman Irak'ı istila eden Abdulmelik b. Mervan'dır, onun kardeşi Büşr değildir. Çünkü Büşr hiçbir zaman krallık hususunda kardeşiyle mücadele etmemiş ve kral olmamıştır. Ancak Irak'ta onun vekili ve onun tayin ettiği bir vali idi. Bu sebeple, Irak'ı istila eden Büşr değil de Abdulmelik'tir. Ama hakiki istiva onun aksinedir. Bu Irak'ta yerleşmesi ve Irak'ın saltanat tahtına oturmasıdır.

4- Bir memleketi istila edip de o memlekete giremeyen, oraya yerleşmeyen kendisiyle o memleket arasında uzun bir mesafe bulunan bir hükümdar veya bir kimse için bu zat, falan memleketi istiva etti denilmez. Mesela Ebu Bekir-i Sıddık için 'Ebu Bekir Şam'ı istiva etti.' Ömer için 'Ömer Mısır'ı istiva etti, Irak'ı istiva etti' denilmez. Rasulü Ekrem (s.a.v.) Yemeni istila ettiği halde onun için hiç kimse "Yemeni istiva etti" dememiştir. Ondan sonra halifeleri Şam'ı, Mısır'ı ve Irak'ı istila etmişlerdir. Şairler şiirlerinde, istiarelerinde kral ve halifeleri fetihlerle övüp dururlar; bunlara geniş geniş yer verirler. Fakat ister cahiliye dönemindeki, ister İslami dönemdeki, isterse sonradan İslam'a giren şairlerden olsun, hiç birinin herhangi bir kral yada halifenin fethettiği bir memleket için 'falan memleketi istiva etti' dediğini göremezsin. Buna mevcut divanlarında rastlamak mümkün değildir.

5- İstila ile istiva zıt anlamlı iki kelimedir. Onları eşanlamlı kabul etmek vaz yoluyla mümkündür. Araplar, istiva lafzını hiçbir zaman istila manasında kullanmamışlardır. Eğer 'pratik kullanımda böyledir' denilirse, bu da yalandır. Buna onların nazım ve nesirleri delildir. Ayrıca Kur'an ve Sünnette istiva kelimesinin geçtiği yerlere bakıldığında, istila manasına kullanılmadığı görülür. Bu kelimelerin anlamca aynı değerlendirilerek kullanımları sadece bu şiirde söz konusudur. Eğer istivayı mecazi kıyas yoluyla istila manasına alacak olursak, bu sadece bunu yapana has bir kullanım olur ve başkasına genellenemez. Bu yapılamayacağına göre ALLAH'ın Rasulüne ait olan kelamın buna hamledilmesi hiç mümkün değildir.

6- Onlar: "ALLAH mahlukatı yarattıktan sonra ister Arş'a olsun ister başkasına olsun, bütün mahlukatına istiva etmektedir" diyorlar. O zaman istivayı istila (mal edinme, kahretme, galebe çalma) ya tevil etmelerinin hiçbir anlamı yoktur. İstivanın hakiki manası üzerinde bulunduğu "söz bakımından ALLAH'tan daha doğru kim olabilir?" ayetiyle açıklamaktadır.
Hakikat şudur ki: yüce ALLAH, zattyla Arşının üzerindedir; ancak Arşın üzerinde olması keyfiyetsizdir Cenab-ı Hak, bütün yaratıklardan ayrıdır ve ALLAH (c.c.), yarattığı bütün mekanlarda zatıyla değil ilmiyle hazırdır. Çünkü sınırlı olan mekanlar, O'nun sınırsız zatını kapsayamazlar. Ayrıca O'nun zatı, bütün mekanlardan daha büyüktür.
Cenab-i Hakkın:
"Siz nerede olursanız olun o sizinle beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ilmi beraberliktir.
"Şüphesiz ALLAH, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir" ayetindeki beraberlikten maksat ise; onlara yardım etmesi, onları desteklemesidir ve onları takviye etmesidir.



Özetle;
gerek Kur'an nasları, gerek Sünnetteki hadisler gerekse selefi salihinin konuşmaları, yüce ALLAH'ın göklerde, Arş üzerinde celal ve kemaline yaraşır şekilde istiva ettiğinde ittifak halindedir.
Yine Kur'an, Sünnet ve selefi salihinin konuşmaları, bu sıfatı inkar etmenin çok açık ve çirkin bir bid'at ve sapıklık olduğunda birleşmişlerdir. Böyle bir sıfatı inkar etmenin İslam diniyle bağdaşmayacağını, İslam'ın zaruri meselelerine ve bir çok nasslarına ters düştüğünü de ittifakla belirtmişlerdir.
Kitap, Sünnet ve selefi salihinin sözlerinde bu sıfatın inkarını gerekli kılacak tek bir delil yoktur. Araştıran böyle bir delile rastlayamaz. Ne ALLAH'ın Kitabında, ne de Peygamberinin Sünnetinde bu sıfatın yokluğuna delalet edebilecek bir tek lafız yoktur ki, Cenab-ı Hakkın bu sıfatla sıfatlanmasının doğru olmadığını açıklasın ve yine hiçbir zaman, ne selefin kelamında, ne de Kur'an ve Sünnetin durduğu noktada duran, meşhur imamların kelamından bir tek kelime yoktur ki, Yüce ALLAH'ın semada olmadığına ve Arş üzerinde istiva etmediğine delalet etsin.
Bu sıfatı ALLAH'a (c.c.) izafe etmenin teşbih ve tecsim (cisimlendirmek) olduğunu söyleyen de olmamıştır. Bu imamların hiç birisinden, bu hususta varit olan nassları, te'vil etmek ve zahirinin hilafıyla tefsir etmek gibi bir durum vaki olmadığı gibi, fasih insanların kelamında da böyle bir şey yoktur.

Kitap, Sahih Sünnet veya sahabi, tabiin, tebei tabiin ya da selef kelamından, sıfatı tevil ettiklerine veya bu ispatı noksanlığa veya ALLAH'ın (c.c.) teşbih veya tecsimine (cisimleştirilmesine) delalet eden bir tek harf delil getirsinler. Yüce ALLAH onların söylediklerinden yüce ve büyüktür. ALLAH'a yemin ederim ki, onlar göklere yükselip, yedi kat yerin dibine inseler de kendilerini destekleyecek bir delil bulamazlar. Ancak bozuk teviller, Cehmiyye ve Mutezile'nin batıl sözleri hariçtir. Ve ben anlayamıyorum, onlar nasıl düşünemiyorlar ki Kur'an ve Sünnet; abdest, taharet, hayız, hela adabı ve haram çeşitlerini açık seçik hükme bağlarken, nasıl olur da onlarda ALLAH'ın (c.c.) semada olmadığına işaret eden bir tek lafız zikredilmez ve onların tevilinin doğruluğuna delalet edecek bir delil bulunmasın.
İşte ben hitabımı İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari'ye tabi olduklarını iddia edenlere yöneltiyorum; eğer gerçekten ve hakkıyla Eş'ari iseler, İmam Eş'ari El-Mücez, Makalatu'l-İslamiyyin ve selefi salih akidesi üzerine yazılmış son eseri El-İbane’de kesinlikle istiva, vech, yedeyn gibi sıfatları ispat ettiğini bilirler. O, bu eserlerinde Kitap ve Sünnetle gelen sıfatları, keyfiyetsiz ve temsilsiz olarak nassan belirtmekte ve kendisinin İmam Ahmed b. Hanbel akidesi üzerine olduğunu bildirmektedir.
Vakıf olanlara ve okuyanlara İmam Ebu'I-Hasan'ın istiva hakkında İbane adlı kitabında söylediklerini tebliğ ediyorum.

Eş'ari'ye Göre İstiva:


AlIah'u Teala Arş üzerine istiva etmiştir.
ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rahman Arş üzerine istiva etti."
İmam bu konudaki delilleri sıraladıktan sonra şöyle dedi:
"Mutezile, Cehmiyye ve Haruriyye'nin görüşlerine katılanlardan bazılarına göre, bu ayetin manası; istila etti, malik oldu, egemen oldu, kesinlikle kendi tasarrufu altına aldı demektir. Bu gruplar, ALLAH'ın (c.c.) Arş üzerine istiva ettiğini inkar ederek, istiva'nın kudret anlamına geldiğini iddia ettiler. Eğer istiva, onların dediği gibi kudret anlamına gelseydi, Arş ile yedi katlı süfli yer arasında fark olmazdı. Çünkü yüce ALLAH her şeye kadirdir; yer yüzü, gökler ve alemde olan her şey ALLAH'ın kudreti altındadır. Eğer ALLAH (c.c.) Arş'a istila ve kudret anlamında istiva etmiş olsaydı, bu mana ile yeryüzünün üstünde de istivası vardır. Hatta bu anlamda (ALLAH'ı tenzih ediyoruz) pis koku veren nesnelere, kazurata da istivası söz konusu olurdu. Çünkü ALLAH (c.c.) bütün eşya üzerine kadirdir. Bunlar da eşya'dan sayılır. Oysa biz, 'ALLAH pisliklere istiva etmiştir 'diyen bir müslüman görmedik. Binaenaleyh, Arş üzerine istiva ayetinin manasını, bütün eşyada genel olan bir mana olarak almak caiz değildir. İstiva'yı, sadece arş'a mahsus bir mana olarak almak vaciptir."

Bu konuda Zehebi'nin El-İstiva fî'i-Uluvv, İbn Kayyım'ın El-Cüyuşu'1-İslamiyye isimli eserleriyle, El Akaidu's-Selefiy" adlı kitabımdan yararlanılabilir. Bu kitapta istiva konusunda hiçbir kitapta bulunmayan bazı araştırmaları derleyerek karşı görüş taşıyanların akli ve nakli delillerini çürüttüm. Bundan dolayı hamd, sadece ve sadece ALLAH'a (c.c.) mahsustur.
Bu çeşit teviller insanı küfre götürür, bu batıl yıkıcıların elinde şeriati de oyuncak haline getirir, akideyi veya şeriatı yıkmak istemeseler ve öyle bir niyetleri olmasa bile, tevil kapısından girmek suretiyle bu korkunç tehlikeye yol açmış olmaları söz konusudur.
Rasulullah'ın (s.a.v.) asr-ı saadeti öyle geçmiş, sahabeler, tabiinler ve onlara tabi olan büyük imamlardan, İmam Ebu Hanife, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed b. Hanbel ve Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, Sevri, İbn-i Uyeyne ve diğer muhaddisler, büyük fakihler, muhakkık (şeriata uygun) mutavasavvıflar Cüneyd, Geylani ve Ebu Naim gibi, Halil b. Ahmed ve Sa'leb gibi kuvvetli lügatçiler ve başkaları. (ALLAH cümlesinden razı olsun.) ALLAHu Teala’nın, Kur'an'ı Kerim'de kendisinin vasfettiği ve Rasulullah'ın (s.a.v.) sahih hadislerinde sabit olan sıfatlarını, temsil, tekyif (keyfiyet vermek) veya ta'til etmeden, olduğu gibi alarak itikad etmişlerdir. Bütün bunlar aynı itikadı muhafaza etmiş ve bu itikad üzere vefat etmişlerdir.

Bizim son duamız alemlerin Rabbi olan ALLAHu Teala'yadır. ALLAHu Teala'dan bu risalemizi, ALLAH (c.c.) katında bizim için faydalı ve müslüman kardeşlerimizin de faydalanacağı bir hayra vesile kılmasını diliyorum. O, yakındır işiten ve cevap verendir. Salat ve selam efendimiz Muhammed'e (s.a.v.), onun ali ashabına ve tabiileri üzerine olsun...
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
İstiva'nın te'vil edilmesi:
«îstivâ»yı «istilâ» ile te'vil etmek birçok yönden yanlıştır. Şöyle ki:
1 — Selefin sair müslümanlarından; ne sahabeden, ne Tabiin den hiç kimse «istivâ»yı «istilâ» ile tefsir etmemiştir. Bu konuda hiçbir sahih rivayet yoktur. Aksine, Ebû'l-Hasen el-Eş'arî'-nin de belirttiği gibi, böyle bir tefsire ilk sapan, Cehmiyye ile bazı Mutezilîlerdir.
2 — Bu kelimenin anlamı meşhur olup bilinmektedir. Bu sebeb-le Râbia b. Ebi Abdirrahman'a ve Mâlik b. Enes'e «O Rahman Arş'a istiva etti»(51) âyeti sorulduğunda şöyle demişlerdir: «îstivâ malûmdur, keyfiyeti meçhuldür, buna iman etmek vâcib ve hakkında soru sormak ise bid'attir». Onlar bu sözleriyle, «îstivâ'nın dildeki anlamı bilinmekte, ama âyetteki anlamı bilinmemektedir» demek istemiyorlardı. Çünkü soru, âyette geçen «istiva» ile ilgiliydi.
3 — Anlamı, Kur'an'nı indiği dilde malûm olduğuna göre, Kur'-an'daki anlamı da malûmdu.
4 — Âyette geçen «istivâ»nın anlamı malûm olmasaydı, «keyfiyeti meçhuldür» deme ihtiyacı duyulmazdı. Çünkü ancak aslı malûm olan şeyin keyfiyet bilgisi reddedilebilir. Nitekim şöyle deriz: Biz Allah'ı ikrar ediyor ve O'na inanıyoruz, ama O'nun nasıl olduğunu bilmiyoruz.
5 — İstilâ, ister kudret anlamında olsun, ister galip gelme anlamında olsun, tıpkı rubûbiyet gibi bütün yaratıklar için geçerlidir. Arş ise, yaratıkların en büyüğü olmasına rağmen, rubûbiyetin ona nisbet edilmesi, başkasına nisbet edilmesine engel değildir. «De ki:
Kim o yedi göğün rabbi ve o büyük Arş'ın Rabbi?»(52) âyetinde olduğu gibi. Yine sıkıntıyla ilgili duada olduğu gibi. Eğer «istiva» -tüm varlıklar hakkında geçerli olan- «istilâ» anlamında olsaydı, Arş'a izafe edilmesi gibi, bütün yaratıklara izafe edilmesi: Göğe istiva etti, havaya istiva etti, denizlere, yere, yerin üzerine, aşağısına v.s. şeylere istiva etti demek caiz olurdu. Nasıl, Arş'a istiva ediyorsa, bunlara da istiva ederdi. Müslümanlar: «Arş'a istiva etti» demenin caiz, ama sair şeylere istiva etti demenin caiz olmadığında birleştiklerine göre - oysa hem Arş'a istilâ etti denildiği gibi sair şeylere istilâ etti, demek de caizdir - îstivâ'nın Ars'a has olduğu ve herşey hakkında geçerli olmadığı anlaşılmış olmaktadır.,
6 — Allah Teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattığını, sonra Arş'a istiva ettiğini haber vermektedir. Yine göklerle yer yaratıl-mazdan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu haber vermiştir. Bu husus İmran b. Hu s ay n' in Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği ve Buhârî'nin «Sahih»inde rivayet ettiği bir hadîste de sabittir. Söz konusu hadîste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: «Allah vardı ve başka birşey yoktu. Arş'ı da su üzerinde idi. Allah «zikir»de (kader defterinde) herşeyi yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı»(53). Oysa Arş daha önce yaratılmıştı. Ve Allah'ın daha önce de, daha sonra da Arş'a müstevli olduğu malûmdur. O halde genel anlamdaki istilâ'nın belli bir zamana ve Arş'a has olan bu istilâ olması mümkün değildir.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Ebû Bekr El-Eribârî (328/939) Acâibu Ulûmi'l-Kur'ân Muhammed b. Kasım Muhammed b. Beşşâr Ebû Bekr el-Eribârî, bir çok şiir ve haberleri ezberlemiş, devrinde dil ve edebiyat alanında ün yapmış en büyük âlimdir. Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini açıklamak için 300 bin şiiri (şevahid) ezberlediği söylenmiştir. Fırat üzerindeki En-bâr'da doğmuş, Bağdat'da vefat etmiştir (328/940). Abbasî halifesi er-Razî billâh'ın çocuklarına da hocalık yapmıştır. Tefsir usûlüne ilişkin "Acâibu Ulûmi'l-Kur'ân" dışındaki eserleri şunlardır:
1- ez-Zâhir (Yazma, lügatle ilgili) 2- Şerhu Mualtâkât-ı Züheyr (Basılmıştır) 3- İzâhu'l'Vakf ve'l-İbtidâFi KitâbÜlâh (Yazma) 4- el-Hâat (yazma) 5- Şerhu Muallaka Antere (Basılmıştır) 6- el-Emsâl 7- ez-Ezdâd (Yazma) 8- Ğarîbu'l-Hadis 9- el-Emâlî
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Ayetleri yorumlamada eski Arap şiirinden faydalanma: Şiirden isti*fade etmek suretiyle ayetleri tefsir etme, Abdullah b. Abbas'ın dile hakim olduğunun da ispatıdır. Ona Kur'an'dan bir şey sorulduğunda kadim Arap şiirlerinden bir şiir okuması.[41]

Kur'an'daki kapalı sözcükleri açıklama bakımından ehemmiyetlidir. "Çünkü sözcükler o toplumun kültürünü, insanlar arasındaki davranış biçimlerini, tepki tarzlarını ve hitap yollarını göstermektedir.[42] Sözcüklerin böyle önemli bir görevi yerine getirmesinden dolayı O, bilinmeyen Kur'an sözcüklerinin şiirde aran*masını tavsiye etmiştir. Çünkü şiir Arab'ın divanıdır.[43] Bu tavsiyeyi yaptıktan sonra bir bedeviyi çağırmış ve "Haraç" nedir, demiştir. Bedevi de, "darlık-güçlük" cevabını vermiştir.[44] İbn Abbas, "Fatır" sözcüğünün anlamım, evinin yakınında bir kuyunun kazılmasıyla ilgili bedevilerin münakaşasını duyana kadar yeterince kavrayamadığım belirtmiştir. Biri diğerine "Ene fatartuha" dey*ince O, "fatara" kelimesinin "İlk defa yapmak, yaratmak" anlamına geldiğini öğrenmiştir.
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
müteşabih ayetlerin tevili selef e aykırı değildir...Bu konuda ibnu teymiyenin ifratı konunun yanlış anlaşılmasını sağlamıştır

İbn-i Teymiyye'nin âdeti şudur; kendine göre doğru gördüğü her meseleyi selefe atfediyor, Ahmed İbn-i Hanbel'e atfediyor. Kendi görüşüdür, ama selef mezhebi gibi gösteriyor, Ahmed bin Hanbel'e aitmiş gibi gösteriyor. Hâlbuki bu atıfların bazılarının yanlış olduğunu İmam Eş'ari ile alakalı kitabımızda tespit ettik.
Mesela onun mezhebinde bel kemiği mesabesinde olan "Allahu Teâlâ yekûnu mahallen lil havadisi" "Hâdis olan, sonradan yaratılan şeyler Cenab-ı Hakk'ın zatına kaim oluyor."

Hâlbuki selef böyle bir şey söylememiştir. Bilakis bu görüşü red etmişlerdir. Zaten ilk selef döneminde böyle bir mesele hiç yoktu. Ehl-i Sünnet'e göre Cenab-ı Hakk'ın tüm sıfatları kadimdir. Zatına yeni bir şey kaim olmaz. İbn-i Teymiye mezhebi ise olur diyor. Bir de bu hususu selefe nispet ediyor. Bu doğru değildir. Bu görüş Selef'in küçük bir gurubunun akidesidir.
Ehl-i hadisin çoğu akidenin inceliklerini bilmezlerdi. Zahirini biliyor, ince meselelere inmiyorlardı. İşte onlardan küçük bir gurup yukarıda bahsettiğimiz görüşe inanmışlardı. İbn-i Teymiyye onlara tabi olmuştur. Bir de Kerramiyye mezhebine tabi olmuştur.

Bu akide İbn-i Teymiyye akidesinin temelidir. Bunu da bazen selefe, bazen bazı selefe, bazen ehl-i hadis'e, bazen ehl-i hadisten bir fırkaya nispet ediyor ki, nispetinde çelişki(ıstırap) vardır. Alaküllihal Kerramiyye mezhebine tabi olmuştur.

İkinci mesele: İbn-i Teymiyye diyor ki Kelamullahi kadimün nev hâdisun efrad; Allahu Teâlâ'nın kelamı nev'en kadimdir, efradları hâdistir. Bu sözü ise Seleften hiçbir zat söylememiştir. Bilakis selef imamları ittifaken "Kelamullah kadimdir. Her şekilde kadimdir. Nasıl olsa da kadimdir" demişlerdir. İmam Ahmed bin Hanbel zaten açıkça söylüyor; "Keyfe tasarrafe fehüve kadimin" "Nasıl olursa olsun, kelamullah kadimdir" diyor, şiddetle Kelamullah'ın kadim olduğunu söylüyor.
Bahusus böyle bir sözü onun devrinde biri söylese belki de Ahmed bin Hanbel onu tekfir ederdi. En azından tebdi ederdi.(Bidatçılıkla suçlardı) İbn-i Teymiyye'nin bu görüşü, selefe muhalif bir görüştür.

Üçüncü mesele; "Âlem kadimdir" diyor. Bu da selefin görüşüne aykırıdır. Selef müttefiktir ki, âlem hâdistir.
İbn-i Teymiyye'nin selefe muhalefet ettiği en önemli üç mesele bunlardır. Ki bunlar akidede çok önemli meselelerdir. İbn-i Teymiyye bütün bu meselelerde selefe muhalefet etmektedir.

Bir de tevil meselesi vardır. İbn-i Teymiyye ekolü tevili kabul etmiyorlar. Hâlbuki tevil selefin mezhebinden birisidir. Bunu âlimler açıkça beyan ediyorlar.
Tevil meselesinin aslı bidat değildir. Yalnız, tevil iki çeşittir;

Tevil fil cümle
Tevil fil müfred.
Mutezilelerin tevilleri tevil fil müfreddir. Selefin tevilleri ise, Tevil fil cümledir. Yani kelamın tümündedir. Aynı zamanda tamamen Arapça diline uyuyor, ayetin siyakına, akışına uyuyor. Mutezilelerin tevilleri ise uymuyor.

Bundan dolayı, seleften birçoğu (İmam Ahmed gibi, Ebu Hanife gibi) Mutezilelerin te'villerini red etmişler, ama kendileri bazı meseleleri tevil etmişlerdir. İbn-i Abbas'ın bazı tevilleri gibi.
İmam Ahmed de tevil etmiştir. O meselelerden birisi şudur; Mutezileler ona dediler ki "Cenab-ı Hak Kur'an'da;
م
َا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ
"Rablarından kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlak eğlenerek dinliyorlar"(Enbiya: 21:2)
"Bak Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim için muhdes demiştir. Siz niçin kadimdir diyorsunuz? İmam Ahmed cevaben; "Nuzülü muhdestir, inmesi muhdestir, kendisi muhdes değildir" dedi.

Demek dinde tevil vardır. Ama yanlış tevil var, doğru tevil var. Şartları yerinde ise o sahih tevil olur. Şartları yerinde değil ise sahih bir tevil olmuyor.
En önemli şartlar nedir? Tamamen Arapçaya muvafık olması ve mevzuya tamamen uygun olmasıdır.
-İbn-i Abbas'ın "Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsin diye yarattım" (Zariyat, 51/56) ayetindeki "Liyâ'büdûn; bana ibadet etsinler" ibaresini, "Liyârifûn; beni bilsinler" şeklinde tevil etmesi gibi..
-Evet, bu bir misaldir.

İbn-i Teymiye'nin önemli hilaflarından birisi de tevili tamamen red etmesidir. Bu doğru değildir. Tevil de selefin mezheplerinden bir tanesidir/Muhammed salih ekinci
 

erdemceerdem

Profesör
Katılım
29 Eyl 2006
Mesajlar
2,700
Tepkime puanı
394
Puanları
83
Yaş
41
Konum
Garb'ın Âfâk
Okullarımızın din kültürü kitabına baktığımız zaman;

Din'i 2 kategoreye ayırır...

1 Batıl Dinler, 2 Hak dinler.

Batılı geçiyoruz...!!!

2 Hak Din diyorlar ve bunu da 3'e ayırıyorlar

1- Yahudilik,
2-Hristiyanlık,

Hikaye, hikaye, hikaye, Hikaye, Hikaye.....

3- Müslümanlık,
Kitapların içinde de bu bölüm terane şeklinde.:)

Din de, Hak Din de TEKTİR!! ve Adı İslamiyettir. Müslümanlıktır.

İsa'ya, Musa'ya, İbrahim'e, Nuh'a, Davut'a, Harun'a, Zekeriya'ya, Yusuf'a, Süleyman'a, İdris'e.... ve hatta Adem a.s.'a indirilen 10 sahifenin de tümünün Din ismiyle adı İslamiyetttir, Müslümanlıktır...:)

demiyorlar...:):):)

sonra bizde arıyoruz işte Din Ne ola ki, kimi müslümanlarımız var ki, Hristiyanları ve Yahudileri de cennete gönderme telaşında:):)
 

muadh

Yasaklı
Katılım
1 Ara 2012
Mesajlar
434
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Ayetleri yorumlamada eski Arap şiirinden faydalanma: Şiirden isti*fade etmek suretiyle ayetleri tefsir etme, Abdullah b. Abbas'ın dile hakim olduğunun da ispatıdır. Ona Kur'an'dan bir şey sorulduğunda kadim Arap şiirlerinden bir şiir okuması.[41]

Kur'an'daki kapalı sözcükleri açıklama bakımından ehemmiyetlidir. "Çünkü sözcükler o toplumun kültürünü, insanlar arasındaki davranış biçimlerini, tepki tarzlarını ve hitap yollarını göstermektedir.[42] Sözcüklerin böyle önemli bir görevi yerine getirmesinden dolayı O, bilinmeyen Kur'an sözcüklerinin şiirde aran*masını tavsiye etmiştir. Çünkü şiir Arab'ın divanıdır.[43] Bu tavsiyeyi yaptıktan sonra bir bedeviyi çağırmış ve "Haraç" nedir, demiştir. Bedevi de, "darlık-güçlük" cevabını vermiştir.[44] İbn Abbas, "Fatır" sözcüğünün anlamım, evinin yakınında bir kuyunun kazılmasıyla ilgili bedevilerin münakaşasını duyana kadar yeterince kavrayamadığım belirtmiştir. Biri diğerine "Ene fatartuha" dey*ince O, "fatara" kelimesinin "İlk defa yapmak, yaratmak" anlamına geldiğini öğrenmiştir.

lafons anlamıyorsun.Bütün Kur'an da sünnette ve arap şiirinde istiva ala ile kullanıldığında yükselmek manasında kullanılıyor.Elinizdeki tek delil yukarda zikredilen beyit.Onu da çürütünce elinizde bir şey kalmıyor
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
müteşabih ayetlerin tevili selef e aykırı değildir...Bu konuda ibnu teymiyenin ifratı konunun yanlış anlaşılmasını sağlamıştır

İbn-i Teymiyye'nin âdeti şudur; kendine göre doğru gördüğü her meseleyi selefe atfediyor, Ahmed İbn-i Hanbel'e atfediyor. Kendi görüşüdür, ama selef mezhebi gibi gösteriyor, Ahmed bin Hanbel'e aitmiş gibi gösteriyor. Hâlbuki bu atıfların bazılarının yanlış olduğunu İmam Eş'ari ile alakalı kitabımızda tespit ettik.
Mesela onun mezhebinde bel kemiği mesabesinde olan "Allahu Teâlâ yekûnu mahallen lil havadisi" "Hâdis olan, sonradan yaratılan şeyler Cenab-ı Hakk'ın zatına kaim oluyor."

Hâlbuki selef böyle bir şey söylememiştir. Bilakis bu görüşü red etmişlerdir. Zaten ilk selef döneminde böyle bir mesele hiç yoktu. Ehl-i Sünnet'e göre Cenab-ı Hakk'ın tüm sıfatları kadimdir. Zatına yeni bir şey kaim olmaz. İbn-i Teymiye mezhebi ise olur diyor. Bir de bu hususu selefe nispet ediyor. Bu doğru değildir. Bu görüş Selef'in küçük bir gurubunun akidesidir.
Ehl-i hadisin çoğu akidenin inceliklerini bilmezlerdi. Zahirini biliyor, ince meselelere inmiyorlardı. İşte onlardan küçük bir gurup yukarıda bahsettiğimiz görüşe inanmışlardı. İbn-i Teymiyye onlara tabi olmuştur. Bir de Kerramiyye mezhebine tabi olmuştur.

Bu akide İbn-i Teymiyye akidesinin temelidir. Bunu da bazen selefe, bazen bazı selefe, bazen ehl-i hadis'e, bazen ehl-i hadisten bir fırkaya nispet ediyor ki, nispetinde çelişki(ıstırap) vardır. Alaküllihal Kerramiyye mezhebine tabi olmuştur.

İkinci mesele: İbn-i Teymiyye diyor ki Kelamullahi kadimün nev hâdisun efrad; Allahu Teâlâ'nın kelamı nev'en kadimdir, efradları hâdistir. Bu sözü ise Seleften hiçbir zat söylememiştir. Bilakis selef imamları ittifaken "Kelamullah kadimdir. Her şekilde kadimdir. Nasıl olsa da kadimdir" demişlerdir. İmam Ahmed bin Hanbel zaten açıkça söylüyor; "Keyfe tasarrafe fehüve kadimin" "Nasıl olursa olsun, kelamullah kadimdir" diyor, şiddetle Kelamullah'ın kadim olduğunu söylüyor.
Bahusus böyle bir sözü onun devrinde biri söylese belki de Ahmed bin Hanbel onu tekfir ederdi. En azından tebdi ederdi.(Bidatçılıkla suçlardı) İbn-i Teymiyye'nin bu görüşü, selefe muhalif bir görüştür.

Üçüncü mesele; "Âlem kadimdir" diyor. Bu da selefin görüşüne aykırıdır. Selef müttefiktir ki, âlem hâdistir.
İbn-i Teymiyye'nin selefe muhalefet ettiği en önemli üç mesele bunlardır. Ki bunlar akidede çok önemli meselelerdir. İbn-i Teymiyye bütün bu meselelerde selefe muhalefet etmektedir.

Bir de tevil meselesi vardır. İbn-i Teymiyye ekolü tevili kabul etmiyorlar. Hâlbuki tevil selefin mezhebinden birisidir. Bunu âlimler açıkça beyan ediyorlar.
Tevil meselesinin aslı bidat değildir. Yalnız, tevil iki çeşittir;

Tevil fil cümle
Tevil fil müfred.
Mutezilelerin tevilleri tevil fil müfreddir. Selefin tevilleri ise, Tevil fil cümledir. Yani kelamın tümündedir. Aynı zamanda tamamen Arapça diline uyuyor, ayetin siyakına, akışına uyuyor. Mutezilelerin tevilleri ise uymuyor.

Bundan dolayı, seleften birçoğu (İmam Ahmed gibi, Ebu Hanife gibi) Mutezilelerin te'villerini red etmişler, ama kendileri bazı meseleleri tevil etmişlerdir. İbn-i Abbas'ın bazı tevilleri gibi.
İmam Ahmed de tevil etmiştir. O meselelerden birisi şudur; Mutezileler ona dediler ki "Cenab-ı Hak Kur'an'da;
م
َا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ
"Rablarından kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlak eğlenerek dinliyorlar"(Enbiya: 21:2)
"Bak Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim için muhdes demiştir. Siz niçin kadimdir diyorsunuz? İmam Ahmed cevaben; "Nuzülü muhdestir, inmesi muhdestir, kendisi muhdes değildir" dedi.

Demek dinde tevil vardır. Ama yanlış tevil var, doğru tevil var. Şartları yerinde ise o sahih tevil olur. Şartları yerinde değil ise sahih bir tevil olmuyor.
En önemli şartlar nedir? Tamamen Arapçaya muvafık olması ve mevzuya tamamen uygun olmasıdır.
-İbn-i Abbas'ın "Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsin diye yarattım" (Zariyat, 51/56) ayetindeki "Liyâ'büdûn; bana ibadet etsinler" ibaresini, "Liyârifûn; beni bilsinler" şeklinde tevil etmesi gibi..
-Evet, bu bir misaldir.

İbn-i Teymiye'nin önemli hilaflarından birisi de tevili tamamen red etmesidir. Bu doğru değildir. Tevil de selefin mezheplerinden bir tanesidir/Muhammed salih ekinci

ya ahter bırakın bu ucuz numaraları Allah aşkına
imam ahmed Allah arşın üzerindedir demiştir imam malik ve imam şafiide , eşaride demiştir.varmı aksi deliliniz varsa sunun yoksada ucuz yollara başvurmayın
arkadaşlar siz bişeyi anlayamıyorsunuz galiba konumu ibni teymiye değildir ne diye ikide bir ibni teymiyeyi dile getiriyorsunuz
basit bir döngiü içinde donup dolaşıp ibni teymiyeye geliyorsunuz.
ben diyorumki imam ahmet bın hambel Allah arşın üzerindedir demiştir diyorum buna karşı siz ahter olarak varmı reddiyeniz buyrun sunun yoksa ibni teymiyeyi gündem etmeyin
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
lafons anlamıyorsun.Bütün Kur'an da sünnette ve arap şiirinde istiva ala ile kullanıldığında yükselmek manasında kullanılıyor.Elinizdeki tek delil yukarda zikredilen beyit.Onu da çürütünce elinizde bir şey kalmıyor

Arşa yükseldi diyen kim?
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Allah'a bir mekân izafe etmek mümkün müdür?
Soru; İnançta iki adam ihtilâf etti. Birisi, Allah'ın gökte olduğuna inanmayanın dalâlette olduğunu söyledi. Diğeri de, Allah hiçbir yerle sınırlı değildir, dedi Bu adamların ikisi de Şafii mezhebinde-dir. Bu konuda Şafiî' nin uyacağımız inancını ve işin doğrusunu bîze açıklar mısınız?
Cevap : Allah'a hamdolsun. Şafiî' nin inancı - Allah ondan razı olsun - Mâlik, Sevri, Evzâî, İbn Mübarek- Ahmed ibn~Hanbel ve îshak îbn Rahuye gibi selef imamlarının inancıdır. Yine Fudayl ibn İyâd Ebû Süleyman ed-Dârâni, Seni İbn Abdillah el-Tüsteri ve başkaları gibi peşlerinden gidilen mutasavvıf imamların inancıdır. Bu imamlar arasında dinde ve dinin esaslarında anlaşmazlık yoktur.
Ebû Hanîfe de böyledir.
Bu kopyalanıp buraya yapıştırılan yazıların yazarı kimdir? Kaynak gösterilmeden bir sürü yazı ekleniyor. Bazılarının yazarı anlaşılan İbni Teymiyye'dir. Ama biz bu zatın nasıl birisi olduğunu delilleriyle ortaya koyduk. Öyleyse bu ısrar niye? Bu yazıları bu şekilde buraya taşıyanlar orijinal kaynaklara bakmışlar mıdır? Çoğunun bakmadıkları anlaşılıyor.

İmam Ebû Hanîfe'nin rahimehullah eserlerinin Arapça orijinalleri, birden fazla Türkçe tercümeleri ve şerhleri kütüphanemde mevcuttur. Bunlara dikkatle ve tek tek baktım. Yukarıda bu kitaplardan bazı nakiller yaptım. Hepsini tekrar etmem herhalde gerekmez. Nitekim, İmam Ebû Hanîfe'nin rahimehullah kitabının şerhini yazan Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:

"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.... Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir." (Fıkh-ı Ekber Şerhi)

Şunu da söyleyelim ki, kitaplarda (mesela, İmam-ı Gazalî'nin rahimehullah Kimya-yı Saadet kitabında) mevcut "Allahü teâlâ Arşın üstündedir" ifadesi asla mekân, yön veya fizikî olarak üstünde olmak ma'nâsında değildir. Nitekim, Gümüşhânevî rahimehullah şöyle nakleder: "Bu üzerinde olmak, O'nu Arş ve semâ üzerine yaklaştırıp, yerden uzaklaştırmak manâsına değildir." (Câmiu'l-Mütûn tercümesi, s. 48).
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Bu kopyalanıp buraya yapıştırılan yazıların yazarı kimdir? Kaynak gösterilmeden bir sürü yazı ekleniyor. Bazılarının yazarı anlaşılan İbni Teymiyye'dir. Ama biz bu zatın nasıl birisi olduğunu delilleriyle ortaya koyduk. Öyleyse bu ısrar niye? Bu yazıları bu şekilde buraya taşıyanlar orijinal kaynaklara bakmışlar mıdır? Çoğunun bakmadıkları anlaşılıyor.

İmam Ebû Hanîfe'nin rahimehullah eserlerinin Arapça orijinalleri, birden fazla Türkçe tercümeleri ve şerhleri kütüphanemde mevcuttur. Bunlara dikkatle ve tek tek baktım. Yukarıda bu kitaplardan bazı nakiller yaptım. Hepsini tekrar etmem herhalde gerekmez. Nitekim, İmam Ebû Hanîfe'nin rahimehullah kitabının şerhini yazan Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:

"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır.... Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir." (Fıkh-ı Ekber Şerhi)

Sen b oş ver teymıyeyı alı kariyi

Allah varmı? var
Allah varolduğuna gore bri yerde olması lazım değilmi?
lazım değil diyorsan olmayan bir yermi olmayan yer nasıl olur
olması lazımsa bu yer neresi
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
şimdi karar verin. istiva istila mı demek yoksa suyutinin dediği gibi manasız bir kelime mi.


İbn Teymiyye, hapishane mektupları 3

Sen basit Türkçe ifadeleri anlayamıyorsun; Kur'an-ı kerimi nasıl anlayacaksın. Hâfız Celâleddîn Süyûtî "istiva manasızdır" demiyor, "murad edilen ma'nâları Allah'a bırakır"ız diyor. Buna "tefviz" denir ki, Selef-i salihinin yoludur. Buyuruyor ki:

"Fevk [üst] kelimesi de müteşâbih kelimelerdendir. (O kullarının fevkınde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir) (En'am, 18), (Fevklerinde olan Rablerinden korkarlar) (Nahl, 50) meâlindeki âyet-i kerîmelerindeki fevkaniyet, bir cihet [yön] ifade etmeksizin yükseklik ma'nâsındadır. (...biz onların üstünde kâhir kimseleriz) (Araf, 127) meâlindeki âyetdeki Firavn'ın sözüyle, mekân yüksekliği kasdetmediği açıkça ortadadır." (el-İtkan, Madve Yayınları, c.2, s.20)

"[(Rahmân Arş üzerine istivâ etdi) meâlindeki] Tâhâ/5, [ve meâlleri muteber tefsirlerden okunabilecek] Kasas/88, Rahmân/27, Tâhâ/39, Fetih/10, Zümer/67 gibi âyetler Allahü teâlânın sıfatıyla ilgili müteşâbih âyetlerden bazılarıdır. Selef uleması ve ehli hadis dahil, Ehli sünnetin cumhuru bu âyetlere iman eder, murad edilen ma'nâları Allah'a bırakır, bunların zahiri ma'nâlarından Allah'ı tenzih ederek tefsirinden kaçınır." (el-İtkan, Madve Yayınları, c.2, s.15)

Diğer Ehl-i sünnet âlimleri de böyle söylüyorlar. Meselâ, İmam-ı Gazalî rahime-hullahü teâlâ buyuruyor ki:

"Bu konuda hak, doğru olan Allahü teâlânın ve Resûlünün “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduklarıdır. Allahü teâlâ Tâhâ sûresi beşinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Rahmân Arş üzerine istivâ etdi) buyurmuş ve doğru söylemişdir. Kat’î olarak bilinmelidir ki, istivâ, cisme mahsûs olan oturma ve karâr kılma değildir. İstivâ kelimesi ile Allahü teâlânın murâdının ne olduğunu bilmeyiz ve bilmekle de mükellef değiliz. Allahü teâlâ, En’âm sûresi, onsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (O kullarının fevkınde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir) buyurmuşdur. Bu da doğrudur. Burada mekân olarak fevkıyyet, üstde olmak muhâldir. Çünki, O mekândan önce vardı, şimdi de dahâ önce olduğu gibi vardır. Fevk ile ne murâd etdiğini biz bilmeyiz. Ey suâl soran, bu ma’nâyı bilmek senin de bizim de üzerimize lâzım değildir." (İlcâm-ül avâm an ilm-il kelâm)

"Manası bilinir" diyen sadece Haşviyye taifesidir, yani İbni Teymiyye ve takipçileridir.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Sen b oş ver teymıyeyı alı kariyi

Allah varmı? var
Allah varolduğuna gore bri yerde olması lazım değilmi?
lazım değil diyorsan olmayan bir yermi olmayan yer nasıl olur
olması lazımsa bu yer neresi
Buyrunuz, buradan yakınız.

Muhatabımız, Allahü teâlânın var olmak için bir "yere" ihtiyacı olduğunu söyledi. Tekrar ediyorum, İmam Ebû Hanîfe rahimehullah diyor ki:

"Eğer Allahü teâlâ nerededir, diye sorulursa, o kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle." (el-Fıkhu'l-Ebsat)

Bütün yerler, dünya, gökler, Arş mahluktur, yaratılmıştır. Bunlardan birinin kadim olduğunu söyleyen şirke girer.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Buyrunuz, buradan yakınız.

Muhatabımız, Allahü teâlânın var olmak için bir "yere" ihtiyacı olduğunu söyledi. Tekrar ediyorum, İmam Ebû Hanîfe rahimehullah diyor ki:

"Eğer Allahü teâlâ nerededir, diye sorulursa, o kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle." (el-Fıkhu'l-Ebsat)

Bütün yerler, dünya, gökler, Arş mahluktur, yaratılmıştır. Bunlardan birinin kadim olduğunu söyleyen şirke girer.

AL BIR GERZEK GERZEK KONUSAN DAHA

Allah var olduğuna gore nerde cevap ver.yoksa cevabın sus
Allah her seyı yaratmadan oncede vardı
peygamber bunu acıklamıstır.

3109- Ebû Rezîn (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasûlü dedim. Allah mahlukatını yaratmadan önce nerede idi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Altında ve üstünde hava bulunmayan, bizce meçhul ve karanlık bir yerdeydi. Arşını su üzerinde yaratmıştı.” Ahmed b. Meni’ diyor ki: Yezîd b. Harun şöyle demiştir: “Ama” kendisiyle beraber hiçbir varlık yok demektir. (İbn Mâce, Mukaddime: 19)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Buyrunuz, buradan yakınız.

Muhatabımız, Allahü teâlânın var olmak için bir "yere" ihtiyacı olduğunu söyledi. Tekrar ediyorum, İmam Ebû Hanîfe rahimehullah diyor ki:

"Eğer Allahü teâlâ nerededir, diye sorulursa, o kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle." (el-Fıkhu'l-Ebsat)

Bütün yerler, dünya, gökler, Arş mahluktur, yaratılmıştır. Bunlardan birinin kadim olduğunu söyleyen şirke girer.

Kendi şahsî görüşümü değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarını aktarıyorum. Naklettiğim yazıları bizzat okudum, kütüphanemde mevcut kitaplardan naklediyorum. Eğer bir web sitesinden veya bir yazardan nakledersem, bu kaynağı mutlaka bildirmeye gayret ediyorum. Bu hususu biraz daha açıklamak için bir iktibas daha yapacağım. İskilibli Âtıf Efendi (şehid edilişi m. 1926) rahimehullah Mir’atü’l-İslam risalesinde şöyle diyor:

“Mekândan, sağ, sol, arka, ön, alt, üst gibi cihetten ve yerlerde, göklerde bulunmaktan münezzehdir. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hak her yerde hâzır ve nâzırdır demek, ilm-i ilahisi her şeyi ihata edicidir, demektir. Yoksa zat ve vücudu her yerde hâzır ve nâzırdır, demek değildir. Çünkü buna itikad küfürdür. Cenâb-ı Hakkın mekândan münezzeh olduğunu isbat için deriz ki: Mekân, duracak mahal demektir. Bu dünyanın maddesi ve kendisi yaratıldıktan sonra mekân da vücuda gelmiştir. Halbuki dünyanın kendisi ve maddesi [ve yıldızlar ve gökler] ve mekân yokken Cenâb-ı Hak mekânsız olarak vardı. Madem ki mekân yaratılmazdan evvel Cenâb-ı Hak mekâna muhtaç değildi, mekânsız olarak var idi. Mekân yaratıldıktan sonra da ona ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh, mekândan münezzehdir.” (bkz. Çile Yayınevi'nin "Frenk Mukallitliği ve İslam" kitabı, s. 154)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Allah varmı? var
Allah varolduğuna gore bri yerde olması lazım değilmi?
lazım değil diyorsan olmayan bir yermi olmayan yer nasıl olur
olması lazımsa bu yer neresi
Söylenen budur. Herhangi bir çarpıtma söz konusu değildir. Allahü teâlânın var olmak için bir "yere" veya herhangi bir şeye İHTİYACI YOKTUR. Tekrar ediyorum, İmam Ebû Hanîfe rahimehullah diyor ki:

"Eğer Allahü teâlâ nerededir, diye sorulursa, o kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle." (el-Fıkhu'l-Ebsat)

Bütün yerler, dünya, gökler, Arş mahluktur, yaratılmıştır. Bunlardan birinin kadim olduğunu söyleyen şirke girer.

Nitekim, İbni Teymiyye bu hataya düşmüş, Arş'ın nevi itibariyle kadim (sonsuz) olduğunu söylemiştir.
 
Üst