Zeynul Abidin

  • Konbuyu başlatan SaLtan
  • Başlangıç tarihi
S

SaLtan

Guest
Zeynül Abidin deyip Ağlayan, şöyle sesleniyordu 25 Şubat 1990 tarihinde Şadırvan Camiinde; "Zeynül Abidin; kimsenin haberi olmadan muhtaç oldukları şeyleri götürüp kapılarının önüne koyan Zeynül Abidin.

70 yaşına kadar ibadet-ü taatla, hem de zulüm cenderesi içinde hayatını sürdüren Ehl-i Beytin Hasan ve Hüseyin'den sonra sertacı, sevtacı iftihacı Zeynül Abidin.

Bütün evliyaya rehberlik yapan, ışık tutan Zeynül Abidin. Hulasa-yı Fatıma; Zeynül Abidin, Hulasa-yı Mevcudat Efendimiz; Zeynül Abidin ve Hazreti Ali'nin özü Zeynül Abidin (radıyallahu anh). Yazmış, çizmiş, ibadet etmiş, anlatmış. Ama hayatının pek çoğunu, kah Emevi zulmünde, kah başkalarının zulmünde hep zindanlarda geçirmiş.

Birisinin dediği gibi, memleket memleket sürgüne gönderilmiş, divan-ı harplerde bir cani gibi muamele görmüş, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne gönderilmiş.

Zaman gelmiş hayatından elli defa bıkmış usanmış. Fakat dişini sıkmış dayanmış. Ondört asır evvel dayanmış, ondört asır sonra yine dayanmış bir Zeynül Abidin, bir başka Zeynül Abidin. Abidlerin ibadet edenlerin ziyası, ışığı, ziyneti, süsü demektir.

O başta Zeynül Abidin, bu başta Zeynül Abidin. Allah sizi Zeynül Abidin eylesin. Zeynül Abidin'in hususiyeti var, dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz. Kimse onu tutmamış, kimse başına tac yapmamıştı. Kimse bağrına basıp aziz kabul etmemişti.

O mihnet çanağı içinde kaynıyor, mihnet teknesi içinde durmadan yoğruluyordu. Yoğruluyordu ama diyordu ki "Darılma dünyası değil bu dünya, bu dünya dayanma dünyasıdır. Dişini sıkıp dayanacaksın, kime darılıyorsun? Bunlardan ALLAH haberdarsa başkalarına darılman senin, zulüm değil midir?” diyor dişini sıkıyor ve dayanıyordu.”

Diye sesleniyordu, kürsüden gönüllere. Zeynül Abidin'in özelliği idi, görünmemek ve bilinmemek. O final gecesi de bu öğrencileri yetiştirip kapımızın önüne bırakan Zeynül Abidinlerden hiçbirini göremedik.

Onların şiarı idi gaybubet etmek. Ve öyle de oldu. Aysbergi gördük ama suyun altında kalan kısmını göremedik. Bu aysberg gibi yükün altına girenleri, bu aysbergi sırtında gezdirenleri bilemedik.

Onlar adeta lisan-ı halleri ile suyun altında görünmeden, bilinmeden duruyor ve dünyadaki ve ahiretteki ateşleri söndürmek için yola çıkan bu buzdağını sonuna kadar götüreceğiz diyorlardı.

Aysbergin altında bildiğim hayatlar var. Zeynül Abidin misal dişini sıkıp dayananlar, bin kişiyi yüzbin defa darıltacak hadiseleri diken yutar gibi yutup darılmayıp dayananlar var.

Dokuz sene attan inmeyen Yavuz gibi, dokuz yıldır uçaktan inmeyen Abimiz, Nesibe Hatun'un seksen senede çektikleri gibisini, yirmisekiz yıla sığdıran Ablamız var. Varları var eyleyen var, ve tabi ki “biyedihil hayr-Her hayır, O'nun elindedir.” Her yaptığınız hayrat, onun defterine geçer. Her işlediğiniz a'mal-i sâliha, yanında kaydedilir. İşte şu kelime, cin ve inse nidâ edip müjde veriyor. Diyor ki:

Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, "Eyvah! Malımız harab olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik." demeyiniz, feryad edip me'yus olmayınız... Çünkü sizin herşeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır.

Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz.

Evet geçen baharın defter-i a'mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden.. ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir." (Yirminci Mektup)

Hiç şüphemiz yok ki “ve Hüve ala külli şey'in kadir”. Sahabe efendilerimiz için kullandığımız şu dua ifadelerini onlar için de kullanma gereğini hissediyorum "Radıyallahü anhüm ecmain" M. Fethullah Gülen-herkul.org
 
S

SaLtan

Guest
Hz.İmâm Zeynel Âbidin, Hicret’in 38. yılında Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Künyeleri “Ebû Muhammed”, lâkapları “Zeynel Âbidin (İbâdet edenlerin bezentisi), Seyyid’üs Sâcidin (Secde edenlerin ulusu)” ve “Zü’s-Sefenât”tır. Fazla secde etmeleri dolayısıyla mübarek alınlarında, dizlerinde meydana gelen sertlik yüzünden bu lâkapla anılmışlardır. “Seccâd” yani çok secde eden sözü de lâkaplarındandır. Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in 11 erkek, 4 kız olmak üzere, 15 evlâtları olduğu rivâyet edilmiştir. Soyları oğlu Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır’dan yürümüştür.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in oğlu Hz.İmâm Muhammed Bâkır, babası hakkında naklettiği bir rivâyette söyle buyurmuştur:
“Babam İmâm Zeynel Âbidin hep iyilik yapmaktan zevk alırdı. Allah’a karşı şükranını ifade etmek için; bir iyilik gördüğü zaman, Kur’ân-ı Kerîm okurken «Secde» âyeti gelince, bir kötülükten kurtulunca, iki kişinin arasını bulunca, bir zorluğu atlatınca, mutlaka şükran secdesine kapanırdı. Bunun için kendisine «Seccad» adı verilmiştir.”

Hz.İmâm Zeynel Âbidin, babası Hz.İmâm Hüseyin’in Kerbelâ’da şehâdetlerinde çocuk yaşta ve hasta olduklarından dolayı, Hz.İmâm Hüseyin onun savaşa girmelerine müsâade buyurmamışlardı, çünkü nesilleri oradan devam edecekti.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin son derece iyi yürekli, sakin yaratılışlı idi. İlim sahasında ise, erişilmez bir derecesi vardı. Hayatını iyilikler yapmak, okumak ve ibâdetle geçirmiştir.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin, sık sık Kerbelâ hadisesini hatırlar ve kendini tutamaz uzun uzun ağlardı. Böyle kendisini harap edercesine ağlamamasını söyleyenlere şu cevâbı verirdi:
“Hz.Yakup, oniki oğlundan birini kaybedince ağlamaktan gözlerine ak düştü. Görmez oldu. Halbuki kaybolan oğlu Yusuf sağ idi. Ben ise «Ehl-i Beyt»ten bütün yakınlarımın şehit düştüklerini gördüm. Bunların acısını yüreğimden nasıl çıkarabilirim?”

Hz.İmâm Zeynel Âbidin de, ataları Emîr’ül-mü’minîn gibi, geceleri taşıyabildikleri kadar yiyecek, odun v.s. yüklenirler, kapı kapı dolaşıp yoksulların evlerine giderler, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Bu arada yüzlerine nikab vurunurlar, kendilerini tanıtmazlardı. Yoksullar kendilerine yardım edenin Hz.İmâm Zeynel Âbidin olduğunu, ancak onun Hak’ka yürümesinden sonra anlamışlardı.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin ailesine; “Kendilerine başvuran herkese mutlak suretle yardım etmelerini” emretmişti. Halbuki kapıya gelerek sadaka isteyenler arasında, böyle bir yardıma hakikaten müstehak olanlar olduğu gibi, pek tabii olarak müstehak olmayanlar da vardı. Fakat Hz.İmâm böyle bir ayırım yapılmasına râzı olmuyordu; “Kapıya gelerek el açan herkese mutlak suretle yardım yapılmasını” istiyordu.

Birgün ailesinden biri; Hz.İmâm Zeynel Âbidin’e;
“Belki de bu gelenler arasında yardım görmeğe hiçbir şekilde hak kazanmamış kimseler de vardır. Bunlara yardım etmekle, asıl yardıma muhtaç kimselere yardım yapmamak veya daha az yardım yapabilmek zorunda kalıyoruz. Acaba her başvurana mutlaka yardım etmemiz yolundaki emrinizi geri alamaz mısınız?” dediler.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin şu cevâbı verdi:
“Kapımıza gelerek el açan herkese mutlaka elimizde olanı vermeliyiz. Müstehak olmadığını sandığımız kişilere de bir şeyler vermek lâzım gelir. Onun sadakaya muhtaç olup olmadığını siz nereden bileceksiniz? Olabilir ki; boş çevireceğiniz bir kimse, hakikaten sadakaya muhtaçtır.”

Bir çok kimseler halledemedikleri meseleleri halledebilmek için Hz.İmâm’a gelirler, çeşitli sorular sorarlardı. Hz.İmâm Zeynel Âbidin, bunların hiçbirini tatmin olmamış bir halde geri göndermezdi. Sorularına mutlaka tatmin edici cevaplar verir, onları aydınlatırdı.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin “Edeb”e fevkalâde riâyet ederlerdi; yemeklerini yetimlerle yoksullarla yerler, çocuklara kendi elleriyle lokma sunarlar, yoksullara bir şey vermeden, onları doyurmadan yemek yemezlerdi. Halk, kendilerine büyük bir saygı gösterirdi; düşmanları, “Ehl-i Beyt’e” muhalif olanlar bile, karşılarında saygı göstermek zorunda kalırlardı.

Kerbelâ faciasından sonra “Ehl-i Beyt” ile Şam’a götürülen Hz.İmâm Zeynel Âbidin; mescidde, hatibin Ebû Sufyan soyunu övüp Hz.Ali ve Hz.İmâm Hüseyin hakkında kötü sözler söylemesi üzerine Yezîd’e; “Benim de minberde Allah’ın rızâsını elde edecek, meclis ehline ecir vermesine sebep olacak, birkaç söz söylememe müsâade eder misin?” buyurmuşlardı.

Yezîd, müsâade etmek istememiş, fakat meclistekiler Hicaz ehlinin fesâhatini duymak istediklerini söyleyip ısrar edince, müsâade etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine Hz.İmâm Zeynel Âbidin, minberi teşrif buyurup Allah’a hamd-ü senâdan, Hz.Resûlullah’a ve “Ehl-i Beyt’i”ne salat-ü selâmdan sonra şu hutbeyi beyân buyurmuşlardır:

“Ey insanlar, bize altı şey verildi ve yedi şeyle üstün edildik: İlim, hilim, cömertlik, fesâhat, yiğitlik verildi ve mü’minlerin gönüllerine sevgimiz ihsân edildi. Seçilmiş Peygamber Muhammed bizdendir; onu ilk gerçekleyen, îmanını ilk izhâr eden Ali, Cafer Tayyâr, Allah’ın ve Resûl’ünün Arslanı Hamza ve bu ümmetin, iki torunu (Resûlullah’ın iki torunu soyunu sürdüren iki hayırlı ümmet mesâbesinde olan oğulları) ve Deccal’ı öldürecek Mehdî bizdendir; bunlarla da herkesten üstün bir makam ihsân edildi bize.

Beni tanıyan tanır; tanımayana da soyumu-sopumu haber vereyim:
Ey insanlar! Benim, Mekke’yle Medine’nin oğlu. Benim, Zemzem’le Safâ’nın oğlu. Benim, abâsının eteğinde Hacer’ül-Esved’i taşıyanın oğlu. Benim, herkesten daha iyi, daha güzel bir tarzda Hac törenini edâ edenin oğlu. Benim, en hayırlı ve gerçek tavâf edip sa’yi îfâ edenin oğlu. Benim, en hayırlı ve gerçek Haccedip «Lebbeyk» diyenin oğlu. Benim, burâka binip göğe ağanın oğlu. Benim, geceleyin Mescid’ül-Harâm’dan Mescid’ül-Aksa’ya varanın oğlu. Benim, Cebrâil’le Sidret’ül-Müntehâ’ya varan zâtın oğlu. Benim, hakkında, «Yaklaştı, yakınlaştı; iki yay kadar kaldı, yâhut daha da yakın» denen zâtın oğlu. Benim, gökte meleklerle namaz kılanın oğlu. Benim, Allah’ın dilediği, kendisine vahyedilenin oğlu. Benim, Muhammed Mustafa’nın oğlu. Benim, Aliyy’ül Mürteza’nın oğlu. Benim, Allah’tan başka yoktur tapacak deyinceye kadar halkla savaşanın oğlu. Benim, Resûlullah’ın huzûrunda iki kılıçla savaşanın, düşmana iki mızrakla vuranın, iki kere göçenin, iki bey’atte de bey’at edenin, Bedir’de, Huneyn’de dövüşenin, göz ucuyla bakıncaya kadar bile Allah’a şirk koşmayanın, Mü’minlerin Sâlihi, Peygamberlerin vârisi olanın, dîne bid’at katanların köklerini kazıyanın, Müslümanların sevgilisi kesilenin, savaşların nûrunun, ibâdet edenlerin zînetinin, ağlayanlara baştacı olanın sabırlıların en sabırlısının, Âlemler Rabbinin Resûlü Yâsîn’in (Muhammed’in) soyundan olan, gecelerini ibâdetle geçirenlerin en üstünü bulunanın, Cebrâil’le güçlendirilen, Mikâil’le yardım görenin oğluyum. Müslümanların haremini koruyanların oğluyum; dinden çıkanları gerçekten sapıp zulmedenleri, bey’atten dönüp ahdını bozanları öldürenin oğlu. Benim, Fatımâ’tüz Zehrâ’nın oğlu; Benim, kadınların ulusunun oğlu….”

Bu hutbe; hem Yezîd’in yaptığını, hem Hz.Hüseyin’in kıyâmını, hem dînin esasını, hem de îmanın kudretini gerçeğin azametini göstermiş ve Yezîd’e uyanları hayrete düşürmüş, çoğunu ağlatmış, mescidde bir isyân havası estirmişti.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin yalnız dostlarına değil, düşmanlarına da vakti gelince iyilik yapmaktan çekinmezdi. Emevi hükümdarları ve bunların Vâlileri, kendisine zaman zaman çok kötülükler yapmış oldukları halde, birinden bile şikâyet etmiş değildir.

Medine emiri Hişâm bin İsmail, dâima Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in aleyhinde bulunduğu, rastladıkça sözleriyle Hz.İmâm’ı incittiği hâlde, emirlikten azledilince herkes ona hakaret ederken, Hz.İmâm kendilerine uyanlara; “Ona bir şey söylememelerini, incitmemelerini” emir buyurmuş ve ona rastlayınca da kendisine selâm verip gönlünü almıştı.

Emevi hükümdarları, casusları vasıtasıyla Hz.İmâm Zeynel Âbidin’i adım adım takip ettiriyorlar, yaptığı her şeyi öğreniyorlardı. Bunun sebebi korkuları idi. Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in bir işaret verdiği anda bütün Hicâz ile Irak’ın ayaklanabileceğini biliyorlardı. Halbuki Hz.İmâm, kendisini her çeşit dünya işlerinden çoktan çekmiş bulunuyordu. O kendisini olduğu gibi ilim ve ibâdete vermişti. Yapılan aksi telkin ve teklifleri kabul etmiyordu.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin, kendilerine söven birisine;
“Eğer ben” buyurmuşlardı; “Dediğin gibiysem Allah’ın beni yargılamasını dilerim; ama dediğin gibi değilsem, dilerim Allah seni bağışlasın.”

Hz.İmâm Cafer-i Sâdık zamanında bir gün, Hz.İmâm Zeynel Âbidin’den bahsedildi. O zaman Hz.İmâm Cafer-i Sâdık:
“Yemin ederim ki o, hayatı boyunca aslâ haram bir şey yemiş değildir” dedi; “Ömrü boyunca hak yolunda, hak için çalışıp çabalamıştır. Karşısına çıkan güçlüklerden hiçbiri kendisini yıldırmamıştır.”

Yine tanınmış Arap ülemâsından Tavus Yemâmî şu olayı anlatmıştır:
“Bir yıl hac mevsiminde Mekke’ye gitmiştim. Herkes ibâdetle meşguldü. Baktım Kâbe’nin yanında Hz.İmâm Zeynel Âbidin namaz kılıyor. Hemen ona yaklaştım ve kendisini seyre başladım. Kendisinden tamamiyle geçmiş, bütün varlığını ibâdete vermişti.

Namazdan sonra da niyâza başladı. O zaman ben, Peygamber soyundan gelen bu zatın duâ ve niyâz ederken neler söylediğini merak ederek kendisine iyice yaklaştım. Hz.İmâm’dan kulağıma şu sözler geldi; «Yâ Rabbî! Ufak bir kulun kapına geldi. Bir zavallı kul sana sığındı. Muhtaç bir kulun kapındadır. Senden lûtuf ve inâyet dileniyor.»

Bu sözler bana öylesine dokundu ki; ömrüm boyunca bu sözler, hiçbir vakit hatırımdan çıkmadı. Ne zaman bir zorlukla karşılaşsam ben de aynen bu şekilde duâ ve niyâza başladım. Ve hemen her seferinde Cenâb-ı Hak’ka, Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in dili ile yaptığım bu duâ, nezdi ilâhi de makbul olmuş ve beni de sıkıntıdan kurtarmıştır.”

Bu sözler de; Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in, ne mertebelere kadar yükselmiş bulunduğunu açıkça gösterir.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin, babaları Hz.İmâm Hüseyin’in şehâdetinin, şehâmetinin bir timsali, lûtuf ve ihsânın bir mümessili olmak, Peygamber-i Ekrem’in bir yadigârı bulunmak ve aynı zamanda bilgide de eşi bulunmamak dolayısıyla herkesin saygısına mazhar olmuşlar, çevrelerini ilim ve edeb âşıklarıyla doldurmuşlardı.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in ibâdette bulundukları Mescid-i Nebî, âdeta bir medrese hâlini almıştı. Hicaz’daki bilginler, kendilerine mürâcaatla bilgilerini ilerletiyorlar, hac mevsimlerinde uzak illerden gelenler de kendilerinden faydalanıyorlardı.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in tedvin edilmiş eserlerinden biri “E’s-Sahifet’ül-Kâmile”dir. “Sahife-i Seccâdiyye” de denilen bu kitapta, ellidört duâ mevcuttur. Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in bir de “Risâlet’ül-Hukuk”u vardır. Bu risâlede; İslâmi hukuk esaslarının insanî vecheleri, bütün incelikleriyle izâh edilmektedir.

Hz.İmâm Zeynel Âbidin, Hicret’in 75. yılı (Milâdi 693) Muharrem ayınının 12. günü Ümeyye oğullarından Abdülmelik oğlu Velid’in saltanatı zamanında, Hişâm bin Abdülmelik’in iğvasıyla zehirletilerek, şehâdet mertebesine ermişlerdir.

Ömürlerinin müddeti, 37 yıldır. Kabri, Medine-i Tayyibe’deki Baki mezarlığında, Hz.İmâm Hasan’ın medfun bulundukları yerdedir.

Kendilerinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır’a intikal etmiştir.
En doğrusunu Allah bilir.


Vecîzelerinin Bir Kısmı

Hayrın hepsi de, insanın kendisini koruması içindir.
Her isteyene hayırla muamelede ihsânda bulun. O buna lâyıksa yaptığın yerini bulmuştur. Değilse sen bunu yapmağa lâyıksın ya!
Îman sahibinin, îman sahibinin yüzüne sevgi ile bakması ibâdettir.
Ne Kureyş için asâlet, ne Arap için asâlet vardır. Asâlet ancak gönül alçaklığı iledir. Kerem de ancak Allah’tan çekinmekledir.
Sana ilim ve nasîhat vereni sen de yüceltmeli, ağırlamalısın. Sözünü iyi dinlemelisin. Kendisini dinlerken ona doğru dönmeli, aklından başka şeyleri çıkarmalı, bütün anlayışını ona hasretmelisin. Kalbini ona karşı temiz tutmalı, gözünü dört açmalısın. O sana nasıl bilmediğin şeyleri öğretiyorsa, senin de ondan öğrendiklerini bilmeyenlere öğretmen, onun hakkını en iyi şekilde ödemen demektir. Onun yanında, onunla konuşurken sesini yükseltme! Ondan birisi bir şey sordu mu sen cevap vermeğe kalkışma! Mecliste kimse ile konuşma! Kimsenin aleyhinde bulunma ve biri onun aleyhinde bulunacak olursa reddet! Ayıbı varsa ört, iyiliklerini herkese duyur. Düşmanları ile düşüp kalkma, görüşme! Dostlarından biri ile düşman olma! Böyle davranacak olursan, Allah’ın melekleri de, senin ilmi kullar için değil de, Allah için tahsil ettiğine şehâdet ederler.
Şükür de, aczini itiraf da, şükürdür.
Yalandan sakının! Ne olursa olsun, şaka için bile yalan söylemeyin! Az yalan söyleyen cesaretlenir de yalanın çoğunu da söyler.


Sahife-i Seccadiye’den Bir Duâsı

Yâ Rabbî! Muhammed’e ve soyuna rahmet eyle! Îmanımı en yüce îman eyle! Niyetimi, niyetlerin en güzeline ulaştır. Amelimi, amellerin en güzeline vardır. Yâ Rabbî! Lûtfunla niyetimi tam bir hâle ilet! Mertebende olan şeylere karşı îmanımı düzelt! Bende bir kötülük, bir yanlışlık olursa bunu kudretinle ıslâh et!
Yâ Rabbî! Giriştiğim işde de bana yardım et de başarıya ulaşayım. Dileğimi yapmada sen yardım et! Beni niçin yarattınsa o işde kullan! Beni zenginleştir! Rızkımı artır! Sana kulluk ettir! Kulluğumu benlik ile bozma! İnsanlara elimden hayır gelsin, fakat hayrımı hiç etme! Bana iyi hûylar ver; fakat beni öğünmekten koru!
Yâ Rabbî! İçimde bir gönül alçaklığı ver ve sonra insanlar arasında derecemi yükselt!

Yâ Rabbî! Benliğimde bir gönül alçaklığı meydana getir de sonra görünüşte bir üstünlük ver! Hem bu gönül alçaklığım, yüksekliğim, üstünlüğüm kadar olsun!
Yâ Rabbî! Bana asla değiştirmeyeceğim tertemiz bir hidâyet ver! Beni, ayağımın kaymayacağı bir doğru yola götür. Dosdoğru bir niyet ver bana! Ömrümü itâatine sarfet! Eğer ömrüm şeytana oyuncak olacaksa, azâbın gelmeden, gazabın beni bulmadan beni al!
Yâ Rabbî! Bende ayıplanacak hûy bırakma! Varsa ıslâh et! Güzelleştir! Bir iyiliğim varsa, bunu tamamla, olgunlaştır.

Yâ Rabbî! Kötülere düşmanlık etmek yerine sevgi ver! Doğru yoldan sapanlardan, nefret yerine güzellik ver! İyi kişilere karşı muhabbet ver!
Yakınlarına isyân yerine, görüp gözetme ver! Yakınlarını kötü ve aşağı görmek yerine, onlara yardım etmeyi nasîb et! Sevilenlere karşı güzel bir sevgi ver! Şüphe edenlere karşı iyi niyet ver! Zalimlerden korku acısı yerine, emniyet tatlılığı ver!
Yâ Rabbî! Bana zulûm edenlere karşı kuvvet ver! Benimle düşmanlığa kalkışanlar karşısında, kendimi korumam için bana söz kudreti ver! Bana inâd gösterenlere karşı, bana zafer ihsân et! Aleyhimde tertipler hazırlayanlara karşı, bana bir tertip ilham et! Beni kahretmek isteyenlere karşı, bana kuvvet ve kudret ver! Bana iftira edenleri, yalanlayacak bir kudret ver bana! Benden ayrılana selâmet nasîb et! Beni doğrulukla destekleyenlere itâat etmemi nasîb eyle!
Yâ Rabbî! Bana o kudreti ver ki; Beni aldatana, öğüt verebileyim! Beni terk edene, iyilik edebileyim! Bana vermeyene, ben ihsânda bulunabileyim. Beni tavaf etmeyeni, ben tavaf edeyim. Aleyhimde bulunan kişiyi, ben iyilikle anayım. Bana biri bir iyilik edince ona şükredeyim de, bana kötülük edene karşı da, kendimi koruyabileyim!

Yâ Rabbî! Muhammed’e ve onun soyuna rahmet et! Ondan önce yarattıklarından birine, ondan sonra yarattıklarından birine ettiğin, edeceğin rahmetten üstün bir rahmet eyle! Dünyada da, âhirette de, iyilik ve güzellik ver bize! Cehennem azâbından da koru bizi!
 
Üst