mostar
Profesör
- Katılım
- 6 Ara 2009
- Mesajlar
- 1,011
- Tepkime puanı
- 244
- Puanları
- 0
ZARİF SÖZ : KESKİN KILIÇ
Bir de 'Söz Sultanları'nı görün
Bir zamanların göz ucuyla dahi bakılamayan adamlarını, el- etek öpmeden seyretmek..
09 Aralık 2010 Perşembe 08:00
Damarlarında kablo değil kan var
Derlermiş ki; “Sultanların sözü, sözlerin sultanıdır!” Peki, bu ne derece doğru? Ya da sultan olmak mıdır sultanlık, sultan bilinmek midir? Tarihimizi okkayla satan millet olarak anılan bizler, Peygamberi anlatırken 3 savaştan; Osmanlı gibi derinlemesine incelenmesi gereken beşeri bir yapıdan bahsederken de yine aynı kolaycılıkla, ucundan kan akan kılıçlardan bahsediyoruz. Biliyorum onlar kılıçları keskin adamlar, hatta kadınlarının dahi kılıcı epey keskin ki bir sözleri tek ve tekrarsız.
Bugün yapılan çalışmalarsa belki sadece onların terminatör değil; insan olduğunu ispat etmeye yönelik. Bu çalışmaların bir örneği de 4 Aralık akşamı Divan Edebiyatı Vakfı’nda gerçekleşti. Şiirin Sultanları başlığıyla bir sergi açıldı.
Sultanlarla baş başa
Doğrusunu söylemek gerekirse sultanların izine değil; Hüseyin Kutlu’nun peşine takıldım. Zira bence o bir işin içinde varsa, o iş son damla mürekkebine kadar, inceden inceye dokunmuştur. Gülbün Mesara ismini de tabi ki yok sayamazdım. Neticede ufak bir saat anlaşmazlığının dışında, belki de ilk davetlilerden biri olarak bu sergiye katıldım. Erken demeyeceğim, çünkü İskender Pala “Neden erken olsun? Size söylenen buysa, siz vaktinde gelmişsiniz.” dedi. Bir şey daha eklemeliyim ki o da şu: Kimse olmayınca bol bol işlere baktım, çat pat hecelerle şiirleri okumaya çalıştım; yani eserlerle daha yakından, kalabalığın ve patlayan flaşların olmadığı bir muhabbet kurduk.
Kıla-tüye takılın
Kıl- tüy takıntım yoktur; ama minyatürde beni en çok yeni taranmış izlenimi veren sakallar her zaman fazlaca meşgul eder. Sultanlar da zaten “Ne bekliyordun, bunca gözün önüne darmadağın çıkacak halimiz yok!” der gibi süzdüler beni. Tamam dedim; incecik motiflere, parlayan altınlara baktım. Kendimce, sultanların gözlerindeki manalarla, devletin durumunu kıyasladım. Hepsi kendinden oldukça emin ve kılıçtan çok kalem erbabı olduğu hissi veren sultanlardan, Sultan I. Selim’in dışında “Seferden geldim bir nefesleneyim de açın haritayı neresi kaldı?” diyen yoktu. Zaten koskoca Fatih elindeki gülün kokusuyla mest olmuş bir aşk meclisinde haykırıyordu:
“Aşk nakdi bir hazinedir ana yoktur zeval
Malik olan Avniyâ bir gence gencur istemez”
(Ey Avni! Aşk, yok olmayan bir hazinedir. Ona sahip olan, hazinelere sahip bir hazinedar olmayı istemez.)
Ve gençlik iksiri bulmuş padişah olarak, yıllara meydan okuyan “Genç Osman”. Elinde yayı ve oku, yüzünde taze bir tebessüm, ölmeden evvel kendini hesaba çekme derdiyle yazdıkları ve sanki onun bu haline tercüman olan hat ve tezhip. Masum, taze ve kırılgan bir talik yazı:
Şah oldun ise de kuru toprak değil misin
Bay oldun ise katre-i nâ-pak değil misin
Dünya evinde zevk ü safa hoştur veli
Rûz-ı cezada Farisî mes’ul değil misin
“Hesap gününe ne kaldı?” dedim, çıktım ve yürüdüm.
Fadime Türkölmez sergi salonlarından haber verdi
Bir de 'Söz Sultanları'nı görün
Bir zamanların göz ucuyla dahi bakılamayan adamlarını, el- etek öpmeden seyretmek..
09 Aralık 2010 Perşembe 08:00
Damarlarında kablo değil kan var
Bugün yapılan çalışmalarsa belki sadece onların terminatör değil; insan olduğunu ispat etmeye yönelik. Bu çalışmaların bir örneği de 4 Aralık akşamı Divan Edebiyatı Vakfı’nda gerçekleşti. Şiirin Sultanları başlığıyla bir sergi açıldı.
Sultanlarla baş başa
Doğrusunu söylemek gerekirse sultanların izine değil; Hüseyin Kutlu’nun peşine takıldım. Zira bence o bir işin içinde varsa, o iş son damla mürekkebine kadar, inceden inceye dokunmuştur. Gülbün Mesara ismini de tabi ki yok sayamazdım. Neticede ufak bir saat anlaşmazlığının dışında, belki de ilk davetlilerden biri olarak bu sergiye katıldım. Erken demeyeceğim, çünkü İskender Pala “Neden erken olsun? Size söylenen buysa, siz vaktinde gelmişsiniz.” dedi. Bir şey daha eklemeliyim ki o da şu: Kimse olmayınca bol bol işlere baktım, çat pat hecelerle şiirleri okumaya çalıştım; yani eserlerle daha yakından, kalabalığın ve patlayan flaşların olmadığı bir muhabbet kurduk.
Kıl- tüy takıntım yoktur; ama minyatürde beni en çok yeni taranmış izlenimi veren sakallar her zaman fazlaca meşgul eder. Sultanlar da zaten “Ne bekliyordun, bunca gözün önüne darmadağın çıkacak halimiz yok!” der gibi süzdüler beni. Tamam dedim; incecik motiflere, parlayan altınlara baktım. Kendimce, sultanların gözlerindeki manalarla, devletin durumunu kıyasladım. Hepsi kendinden oldukça emin ve kılıçtan çok kalem erbabı olduğu hissi veren sultanlardan, Sultan I. Selim’in dışında “Seferden geldim bir nefesleneyim de açın haritayı neresi kaldı?” diyen yoktu. Zaten koskoca Fatih elindeki gülün kokusuyla mest olmuş bir aşk meclisinde haykırıyordu:
“Aşk nakdi bir hazinedir ana yoktur zeval
Malik olan Avniyâ bir gence gencur istemez”
(Ey Avni! Aşk, yok olmayan bir hazinedir. Ona sahip olan, hazinelere sahip bir hazinedar olmayı istemez.)
Resimleri büyütmek için üzerini tıklayın
Yıllara meydan okuyan gençlikVe gençlik iksiri bulmuş padişah olarak, yıllara meydan okuyan “Genç Osman”. Elinde yayı ve oku, yüzünde taze bir tebessüm, ölmeden evvel kendini hesaba çekme derdiyle yazdıkları ve sanki onun bu haline tercüman olan hat ve tezhip. Masum, taze ve kırılgan bir talik yazı:
Şah oldun ise de kuru toprak değil misin
Bay oldun ise katre-i nâ-pak değil misin
Dünya evinde zevk ü safa hoştur veli
Rûz-ı cezada Farisî mes’ul değil misin
“Hesap gününe ne kaldı?” dedim, çıktım ve yürüdüm.
Fadime Türkölmez sergi salonlarından haber verdi