Gülen, neden 'evlere ateş salsın' dedi?
Fotoğrafların siyah beyazlı olduğu günlerde aile resimleri olurdu.
Uzun zaman önce Asr-ı Saadet'ten bir olayı okurken, Peygamber Efendimizle ilgili böyle bir aile tablosu gelmişti aklıma.
Yaşanmış bir olay...
Resulullah (sas) Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'yi de arkasına almış, tam da o dakikalar için randevulaştığı birilerinin gelmesini bekliyor...
Bu arada, Ehli Beytim dediği ailesine de, 'Ben biraz sonra dua edince siz de Amîn dersiniz' diye tenbihte bulunuyor. Yani, Peygamber Efendimiz'in az sonra yapacağı duaya 'amin'leri ile şahitlik etmek ve katılmak için yanına almış Ehl-i Beytini.
Tüm hazırlıklar tamam bir şekilde bekleme faslı başlıyor...
İşte tam bu nokta, Sayın Fethullah Gülen'in son sohbetinde, kamuoyunda beddua olarak algılanan 'evlere ateş salsın' diye başlayan cümleleleri neden sarf ettiğine cevap teşkil eden kritik noktadır.
Konu tam bu noktada biraz bekleye dursun, meselenin önce güncel mevzuyla bağlantısını bir sağlayalım.
AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik, 'Fethullah Gülen Hocaefendi'nin beddua ettiğini ilk defa duyuyorum' dedi.
Sadece Sayın Çelik mi? Hepimiz ilk defa duyuyoruz.
Kaldı ki Sayın Gülen de bahsi geçen sohbetinde 'daha evvel dememiştim' diyor ve kamuoyunda büyük ses getiren duasına ondan sonra başlıyor.
Yani bu bir ilk...
Pekala, Sayın Gülen bu sözleri neden sarf etti? Üstelik tüm sohbetlerinde olabildiğince rahmet ve merhamet esintileri ile kitlelerle iletişim kuran bir din adamının dinleyenlerde hayret uyandıran bu üslubunu nasıl değerlendirmeli? Sohbetin hepimizi şaşırtan bu bölümünün İslami kaynaklarda bir karşılığı var mı?
Mevzuya girmeden önce şunun da altını çizelim. Sayın Fethullah Gülen'in sayıları 100'ü aşan eserlerinin büyük bölümü vaaz, hutbe ve sohbetlerinin kitaplaştırılmış halinden oluşuyor. Kasetlerden çözülen konuşma metinleri önce konularına göre tasnif ediliyor. Ardından o konunun akademik uzmanlarına verilerek konuşmalardaki cümlelerin temel kitaplardaki kaynakça ve dipnotları çıkarılıyor. Sayın Gülen her cümlesinde kitap ve kaynakça beyan etse, haliyle yapılan sohbet genel kitleler açısından sıkıcı olurdu.
Sohbeti yapan Sayın Gülen ama, aktardıkları sohbetin içine serpiştirilmiş başta ayet ve hadisler olmak üzere temel kaynaklardan yapılan alıntılardan oluşuyor. Cemaat açısından sohbeti çekici kılan ve etkilenmelerine neden olan da belki de o... Konuyu aktaran Sayın Gülen, dinlediğimiz ise temel kaynakların verdiği mesajlar.
Nerden mi biliyorum?
Sayın Gülen'in 'Enginliğiyle Bizim Dünyamız -İktisadi Mülahazalar-' başlıklı kitabının hazırlanışına tanıklık ettim. 1970'li yıllarda cami kürsülerinde verdiği vaazların kendi kontrolünden geçmiş olan çözümlerinin ve sonraki dönemlerde farklı zamanlarda yazılmış bazı makalelerinin bir araya getirilmesinden oluşan bu kitap, ekseriyetle Sayın Gülen'in iktisadi görüşlerinden oluşunca, kasetlerin çözülmüş hali, üzerinde çalışması için iktisat profesörü ağabeyim İsmail Özsoy'a verilmişti. Kendisi kitap üzerinde 3-4 yıl çalıştı. Hangi cümlenin hangi kaynağa ait olduğunun tasnifini yaptı, takdim yazısını yazdı.
Şimdi gelelim Sayın Gülen'in kamuoyunda beddua şeklinde algılanan sözlerini Asr-ı Saadet'te yaşanmış bir olayla birlikte hatırlamaya...
Hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında liderleri de olarak Medine'ye gelirler ve Peygamber Efendimiz ile görüşürler. Görüşme sırasında Hz. İsa Aleyhisselam hakkında tartışma yaşanır. Tartışma bir çözümsüzlüğe gidince, Allah'ü Teala, Al-i İmran Süresi'nin 61. Ayeti'ni indirir.
Ayet-i Kerime mealen şöyledir;
'Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: 'Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.'
Peygamber Efendimiz ayetin işaret ettiği bu çözüm formülünü konuklarıyla paylaşır ve aynısını yapmayı önerir. Ayet, hangi taraf yalancı ise tüm aile fertleriyle birlikte Allah'ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemeyi teklif etmektedir. Bunun üzerine konuklar düşünmek için mühlet isterler.
Ertesi günü belirlenen saatte bu teklifi kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamber'in yanına geldiklerinde bakarlar ki, Resulullah (sas) Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'yi arkasına almış, 'Ben dua edince siz de Amîn dersiniz' diyor. Yani edilen yeminin ortaya çıkaracağı sonuca, birinci derece aile yakınları da dahil ediliyor, karşı tarafa da aynı şey teklif ediliyor.
Nitekim heyet başkanı Hz. Peygamber'in yaptığı teklifi kabul etmez. Cizye vergisi vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirir. Hz. Peygamber de onlara bir emânnâme yazarak yolcu eder.
Kaynaklarda 'Mülâane' olarak geçen ve kilitlenmiş konularda çözüm olarak önerilen bu formül, yani karşılıklı lanetleşerek meseleyi vüzuha kavuşturma yöntemi, kocanın sadece kendisinin şâhit olduğu bir zina olayında başka şâhit bulunamadığı zamanlarda da hukuken uygulanmaktadır. Nur Suresi 7,8,9. ayetlerde bu durum detaylı bir şekilde anlatılır.
Ülke gündemini uzun süredir meşgul eden, kamuoyunun zihin karışıklığı yaşadığı son tartışmalara, bir akademisyen olarak bir nebze de olsa ancak bu şekilde katkıda bulunmuş olalım.
Sayın Gülen'in 'beddua etti' şeklinde kamuoyuna yansıyan sohbetinde işin içine aileler ve evler de dahil edilerek hepimizi şaşırtan bir dua söz konusu olmuşsa, hatta orada yapılan duaya o sırada yanında bulunanlar ve dünyanın dört bir yanındaki insanlar da amin demişlerse, artık konunun nihai hakemi olarak Cenab-ı Allah belirlenmiş demektir.
Hakem Allah olmuş ise, adaletinden kim şüphe edebilir ki...Bu dünyada da, ahirette de... Allah hepimizin sonunu hayreylesin.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/osmanozsoy/gulen-neden-evlere-ates-salsin-dedi/44894