TakVa
Ordinaryus
- Katılım
- 13 Nis 2007
- Mesajlar
- 2,868
- Tepkime puanı
- 79
- Puanları
- 0
Çok değil daha 20 sene öncesinde, bir Türk uçaktan inip Batılı bir ülkenin topraklarına ayak bastığında, insanların aklında Türkiye ile ilgili üç şey olduğunu görürdü:
Cezaevi işkenceleri, insan hakları ihlalleri ve hukuk tanımaz bir devlet.
Bunlar Batı kamuoyunun doğrusuyla yanlışıyla Türkiye hakkındaki baskın kanaati ve algısıydı. Özellikle Batı’nın temel direklerinden biri kabul edilen Anglosakson medeniyetinin beşiği İngiltere, üniversite kürsülerinden televizyon ekranlarına, parlamento tartışmalarından gazete köşelerine kadar genellikle Türkiye ile ilgili bu tür olumsuz tartışmalara yer verirdi.
Türkiye sadece insan hakları, özgürlükler ve kötü muamele konusunda kırık not alan bir ülke değil, aynı zamanda yolsuzluğun diz boyu olduğu ve kötü yönetişimin her on senede bir askeri darbelere davet çıkardığı bir ülkeydi. Türkiye’ye dair olumsuz algılar listesi böylece uzar giderdi.
Ancak zaman tünelinde geçen 20 yılın ardından, bir Türk olarak Londra’da 9 Kasım tarihli The Times gazetesini elime aldığımda çok şaşırdığımı itiraf etmek isterim. Gazete, iki ülkeye ve onların devlet başkanlarına sayfalar ayırmıştı.
Gazetenin konu aldığı ülkelerden biri, küresel güç Amerika Birleşik Devletleri ve iki sene önce koltuğunu bırakmış George Bush’tu; bir diğeri ise dünyanın yükselen yeni gücü olarak tanımlanan Türkiye ve onun devlet başkanı Abdullah Gül’dü.
The Times’ın editörü, Türkiye ve ABD ile ilgili bazı sonuçlara varmamızı sağlayan bu haberleri bilinçli olarak mı kayda geçirdi bilinmez. Ancak gazetenin söz konusu ülkelerle ilgili verdiği ilginç veriler ve gerçeklikler, insan hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme konusunda bu iki ülkenin geldiği noktayı okurun gözleri önüne seriyor.
Amerika ve Türkiye’yle ilgili sayfaları okurken ister istemez bir karşılaştırma yapıyorsunuz. Türkiye’nin lehine olan bu karşılaştırma yüzünüzü güldürüyor, Amerika’yla ilgili vardığınız sonuca ise biraz şaşkınlık ve karamsarlıkla bakakalıyorsunuz. “Bir iyi, bir de kötü haber” denir ya, önce ikincisinden başlayalım.
Amerika Gerildikçe Geriliyor!
ABD’nin 43. Başkanı George Bush’un kitabı “Decision Points” (Karar Noktaları), Başkan’ın hayatıyla ilgili gerçekleri gözler önüne serdi. Bush’un son zamanlarda Irak Savaşı ve işkence uygulamaları konusunda yaptığı açıklamalar gündeme bomba gibi düştü. Bush, The Times Gazetesi editörü James Harding ile yaptığı röportajda, Irak’ta kitle imha silahları bulamadıklarından dolayı şaşkınlık yaşadığını ve savaştan pişmanlık duyduğunu söyledi, ancak özür dilemedi.
Bush röportajında “Irak’ta yanlışlar yaptık, ancak gerekçemiz, savunduğumuz şey sonuna kadar haklıydı… Silah bulamadığımızda kimse benim kadar şaşırmış ve öfkelenmiş olamaz. Bunu her düşündüğümde berbat bir duygu belirir içimde. Hala öyle hissederim… Ancak yine da Saddam Hüseyin iktidarının yıkılmasının doğru karar olduğuna çok güçlü bir şekilde inanıyorum” diyor.
Afganistan’da yürütülen operasyonlarla ilgili, Taliban ve El-Kaide’nin ülkeyi ele geçirmesi için tek yolun Amerika’nın ülkeyi terk etmesi olduğunu belirtiyor ve “Radikallerin güçlerini ilan etmelerine izin vermek, son 9 yılın bütün kazanımlarına ihanet etmek olurdu” diyor.
The Times Gazetesi ile yaptığı röportajda, Bush, basınçlı su ile sorgulamanın (waterboarding) -suyun şüphelinin yüzüne akıtıldığı ve şüphelinin nefes almasını engelleyerek boğulma hissi veren bir işkence türü- “ahlaki anlamda savunulabilir, yasal ve etkin” bir sorgulama tekniği olduğunu ve bu tür işkenceye maruz bırakılan şüpheli teröristlerden alınan bilgilerin, birçok yaşamı kurtardığını öne sürüyor.
“Eğer CIA bu gibi geliştirilmiş sorgulama tekniklerini kullanmamış olsaydı, ABD’de başka saldırılar da olabilirdi” diyor. Gelecekteki Amerikan başkanlarının, şüpheli teröristlerden bilgi almak amacıyla su işkencesi ve diğer güçlü sorgulama araçlarını kullanmalarına hak tanıyan bir yasayı geçirmiş olmaktan gurur duyduğunu da sözlerine ekliyor.
Türkiye’nin Yeni Yüzü
George Bush’un işkenceyi savunan açıklamalarının gazete sayfalarına manşet olduğu sıralarda, bir Türk Devlet Başkanı, ülkesinde ve dünyada demokrasi, barış ve istikrara katkılarından dolayı Chatham House Ödülü’nü almaya hazırlanıyordu.
George Bush’un röportajlarının yer aldığı The Times gazetesi aynı gün Kraliyet Ödülü’nün, her yıl uluslararası ilişkilerin gelişimine en önemli katkılar sunan devlet adamına gittiğini belirtiyor ve bu seneki Chatham House Ödülü’nü Kraliçe’nin Abdullah Gül’e takdim ettiğini yazıyordu.
The Times ilerleyen sayfalarda Türkiye’den övgüyle bahsediyor. Gazete, Türkiye turuna “Türkiye’nin Yeni Reformistleri” başlığıyla başlıyor. Türkiye’nin yeni demokratik hak ve özgürlüklere ve Çin’den daha hızlı büyüyen bir ekonomiye sahip olduğunu vurguluyor. 2001 yılında yaşadığı finansal krizden öğrendiği dersler sayesinde, Türkiye’nin küresel finansal krizde nasıl Avrupalı komşularından çok daha iyi bir şekilde durumu yönetebildiğine dikkat çekiyor.
Gazetede, Türkiye’de anayasa reformundan, eğitim sistemi reformuna, temel insan hakları yasasından dil, medya vb. birçok konuda Kürtlere tanınan hak ve özgürlüklere ve silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolüne kadar birçok konuda önemli adımlar atıldığından bahsediliyor. Türkiye’nin demokratik ve seküler bir devlet olmasından dolayı İngiliz Başbakanı tarafından AB’ye üyeliğinin desteklendiği hatırlatılıyor.
Ayrıca, geçen ay New York kaynaklı Global Finance dergisinin, Türkiye Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ı 2010 yılında dünyada başarılı yedi Merkez Bankası yöneticisinden biri seçtiği haberi veriliyor. Türkiye’nin İslami bankacılıkta dünya çapında önemli bir rol oynadığından da bahsediliyor.
Gazetede ayrıca Osmanlı’nın çok kültürlüğü ve dinler-kültürler arası hoşgörüyü teşvik eden politikalarına yer verilerek, Osmanlı tarihinin yeniden keşfinin, hem Türkiye’ye hem de Avrupa’ya çok kültürlülükten korkmamayı, aksine ondan güç almayı öğretebileceğine değiniliyor.
Türkiye’ye ayrılan sayfalarda, Türkiye’nin çok az ülkede bulunan tarihi, kültürel ve tabii güzelliklere sahip olduğunun ve bunların turistlerin ilgisini çektiğinin altı çiziliyor. Turistlerin rağbet ettiği bir ülke olarak Türkiye’nin popülaritesinin yükseldiğine vurgu yapılıyor, dünyada en çok ziyaret edilen yedinci ülke olduğu bilgisi veriliyor.
“Tüm Zamanların Mimarı” olarak gösterilen Mimar Sinan ve eserlerine de geniş yer verilen haberde, Mimar Sinan’la ilgili bir belgesel serginin Londra’da açıldığı bildiriliyor. Ayrıca bu yıl, İstanbul’un “Avrupa Kültür Şehri” kabul edildiği hatırlatılıyor. UNESCO’nun 2010 yılını, ölümünün yüzüncü yılını anmak adına ressam, arkeolog ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu olan “Osman Hamdi Bey Yılı” olarak ilan ettiğine değiniliyor. 2011 yılının da ünlü Türk gezgininin doğumunun 400. yılını anmak amacıyla “Evliya Çelebi Yılı” ilan edildiği belirtiliyor.
Sonuç Yerine…
The Times gazetesi, ABD Eski Başkanı Bush’un işkenceyi savunan açıklamalarının hemen birkaç sayfa ötesinde, Türkiye’nin yerleşen demokrasisi, gelişen ekonomisi, dünyanın ilgisini çeken kültürel ve tarihi mirası ve umut vaat eden geleceği hakkında önemli bilgiler veriyor.
Kuşkusuz bugünkü haliyle Türkiye’nin Amerika’yı yakaladığını iddia etmiyoruz. Ancak dünyanın önde gelen gazetelerinden birinde aynı gün yan yana koyulan iki ülke profilinin nasıl farklı bir yönelim içerisinde olduğunu da görmezden gelemeyiz.
Türkiye, demokrasisini güçlendirdikçe, ekonomisini istikrarlı bir şekilde geliştirdikçe bölgesel barış ve istikrara büyük katkılar sunan ve küresel barışında tesisinde önemli rol oynayan bir ülke haline dönüşüyor.
Bu yüzdendir ki Cumhurbaşkanı Gül, Chatham House ödülünü alırken kendisine yöneltilen her soruda hukuktan, insan haklarından ve bunun yılmaz savunuculuğundan bahsetti. Bu yüzdendir ki Oxford Üniversitesi’ndeki konuşmasında Gül, ülkelerin içe dönük kritik yapma erdemini şevkle savundu, Müslüman ülkelerin kendi evlerine çeki düzen vermesi gerektiğini yüksek sesle haykırdı, komplo teorilerinin hafifletici rahatlığına, esaretine kapılmaksızın başkalarını suçlama alışkanlığı yerine kendi sorumluluklarımızla yüzleşmemiz gerektiğinin altını ısrarla çizdi.
Artık ancak kötü haberlerle gündeme gelen, birçok suçlamaya maruz kalan bir Türkiye’den değil, tam tersine başarılarıyla konuşulan bir ülkeden bahsediyoruz. The Times gazetesinin sayfalarında dolaşırken, Londra ve Oxford çevrelerindeki Türkiye havasını koklarken, Türk olmanın çarpıcı ve gurur verici hissini yaşadığımı, dahası gelecek tasarımını daha verimli halde yapabilmeme olanak tanıyan bir ülkenin yurttaşı olmaktan büyük keyif aldığımı söyleyebilirim.
Artık başımızı önümüze eğmemiz gerekmiyor. “Gözüm açık gitmez” ve “ölsem de gam yemem” demeye de gerek yok. Çünkü The Times da bunu da gördüm ya, Nobel Barış Ödülü alan bir Türk Devlet Başkanı’nın törenine katılmak, artık kulağıma şaşırtıcı gelmiyor, aksine çoktan gerçekçi bir beklenti haline dönüşmüş durumda.
Nereye gittiğimizi sorup duranlara ve bize neler oluyor diye endişe edenlere, bize gerçekten neler olduğunu bir de bu pencereden bakıp görmelerini öneririm.
ihsan bal
Cezaevi işkenceleri, insan hakları ihlalleri ve hukuk tanımaz bir devlet.
Bunlar Batı kamuoyunun doğrusuyla yanlışıyla Türkiye hakkındaki baskın kanaati ve algısıydı. Özellikle Batı’nın temel direklerinden biri kabul edilen Anglosakson medeniyetinin beşiği İngiltere, üniversite kürsülerinden televizyon ekranlarına, parlamento tartışmalarından gazete köşelerine kadar genellikle Türkiye ile ilgili bu tür olumsuz tartışmalara yer verirdi.
Türkiye sadece insan hakları, özgürlükler ve kötü muamele konusunda kırık not alan bir ülke değil, aynı zamanda yolsuzluğun diz boyu olduğu ve kötü yönetişimin her on senede bir askeri darbelere davet çıkardığı bir ülkeydi. Türkiye’ye dair olumsuz algılar listesi böylece uzar giderdi.
Ancak zaman tünelinde geçen 20 yılın ardından, bir Türk olarak Londra’da 9 Kasım tarihli The Times gazetesini elime aldığımda çok şaşırdığımı itiraf etmek isterim. Gazete, iki ülkeye ve onların devlet başkanlarına sayfalar ayırmıştı.
Gazetenin konu aldığı ülkelerden biri, küresel güç Amerika Birleşik Devletleri ve iki sene önce koltuğunu bırakmış George Bush’tu; bir diğeri ise dünyanın yükselen yeni gücü olarak tanımlanan Türkiye ve onun devlet başkanı Abdullah Gül’dü.
The Times’ın editörü, Türkiye ve ABD ile ilgili bazı sonuçlara varmamızı sağlayan bu haberleri bilinçli olarak mı kayda geçirdi bilinmez. Ancak gazetenin söz konusu ülkelerle ilgili verdiği ilginç veriler ve gerçeklikler, insan hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü ve demokratikleşme konusunda bu iki ülkenin geldiği noktayı okurun gözleri önüne seriyor.
Amerika ve Türkiye’yle ilgili sayfaları okurken ister istemez bir karşılaştırma yapıyorsunuz. Türkiye’nin lehine olan bu karşılaştırma yüzünüzü güldürüyor, Amerika’yla ilgili vardığınız sonuca ise biraz şaşkınlık ve karamsarlıkla bakakalıyorsunuz. “Bir iyi, bir de kötü haber” denir ya, önce ikincisinden başlayalım.
Amerika Gerildikçe Geriliyor!
ABD’nin 43. Başkanı George Bush’un kitabı “Decision Points” (Karar Noktaları), Başkan’ın hayatıyla ilgili gerçekleri gözler önüne serdi. Bush’un son zamanlarda Irak Savaşı ve işkence uygulamaları konusunda yaptığı açıklamalar gündeme bomba gibi düştü. Bush, The Times Gazetesi editörü James Harding ile yaptığı röportajda, Irak’ta kitle imha silahları bulamadıklarından dolayı şaşkınlık yaşadığını ve savaştan pişmanlık duyduğunu söyledi, ancak özür dilemedi.
Bush röportajında “Irak’ta yanlışlar yaptık, ancak gerekçemiz, savunduğumuz şey sonuna kadar haklıydı… Silah bulamadığımızda kimse benim kadar şaşırmış ve öfkelenmiş olamaz. Bunu her düşündüğümde berbat bir duygu belirir içimde. Hala öyle hissederim… Ancak yine da Saddam Hüseyin iktidarının yıkılmasının doğru karar olduğuna çok güçlü bir şekilde inanıyorum” diyor.
Afganistan’da yürütülen operasyonlarla ilgili, Taliban ve El-Kaide’nin ülkeyi ele geçirmesi için tek yolun Amerika’nın ülkeyi terk etmesi olduğunu belirtiyor ve “Radikallerin güçlerini ilan etmelerine izin vermek, son 9 yılın bütün kazanımlarına ihanet etmek olurdu” diyor.
The Times Gazetesi ile yaptığı röportajda, Bush, basınçlı su ile sorgulamanın (waterboarding) -suyun şüphelinin yüzüne akıtıldığı ve şüphelinin nefes almasını engelleyerek boğulma hissi veren bir işkence türü- “ahlaki anlamda savunulabilir, yasal ve etkin” bir sorgulama tekniği olduğunu ve bu tür işkenceye maruz bırakılan şüpheli teröristlerden alınan bilgilerin, birçok yaşamı kurtardığını öne sürüyor.
“Eğer CIA bu gibi geliştirilmiş sorgulama tekniklerini kullanmamış olsaydı, ABD’de başka saldırılar da olabilirdi” diyor. Gelecekteki Amerikan başkanlarının, şüpheli teröristlerden bilgi almak amacıyla su işkencesi ve diğer güçlü sorgulama araçlarını kullanmalarına hak tanıyan bir yasayı geçirmiş olmaktan gurur duyduğunu da sözlerine ekliyor.
Türkiye’nin Yeni Yüzü
George Bush’un işkenceyi savunan açıklamalarının gazete sayfalarına manşet olduğu sıralarda, bir Türk Devlet Başkanı, ülkesinde ve dünyada demokrasi, barış ve istikrara katkılarından dolayı Chatham House Ödülü’nü almaya hazırlanıyordu.
George Bush’un röportajlarının yer aldığı The Times gazetesi aynı gün Kraliyet Ödülü’nün, her yıl uluslararası ilişkilerin gelişimine en önemli katkılar sunan devlet adamına gittiğini belirtiyor ve bu seneki Chatham House Ödülü’nü Kraliçe’nin Abdullah Gül’e takdim ettiğini yazıyordu.
The Times ilerleyen sayfalarda Türkiye’den övgüyle bahsediyor. Gazete, Türkiye turuna “Türkiye’nin Yeni Reformistleri” başlığıyla başlıyor. Türkiye’nin yeni demokratik hak ve özgürlüklere ve Çin’den daha hızlı büyüyen bir ekonomiye sahip olduğunu vurguluyor. 2001 yılında yaşadığı finansal krizden öğrendiği dersler sayesinde, Türkiye’nin küresel finansal krizde nasıl Avrupalı komşularından çok daha iyi bir şekilde durumu yönetebildiğine dikkat çekiyor.
Gazetede, Türkiye’de anayasa reformundan, eğitim sistemi reformuna, temel insan hakları yasasından dil, medya vb. birçok konuda Kürtlere tanınan hak ve özgürlüklere ve silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolüne kadar birçok konuda önemli adımlar atıldığından bahsediliyor. Türkiye’nin demokratik ve seküler bir devlet olmasından dolayı İngiliz Başbakanı tarafından AB’ye üyeliğinin desteklendiği hatırlatılıyor.
Ayrıca, geçen ay New York kaynaklı Global Finance dergisinin, Türkiye Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ı 2010 yılında dünyada başarılı yedi Merkez Bankası yöneticisinden biri seçtiği haberi veriliyor. Türkiye’nin İslami bankacılıkta dünya çapında önemli bir rol oynadığından da bahsediliyor.
Gazetede ayrıca Osmanlı’nın çok kültürlüğü ve dinler-kültürler arası hoşgörüyü teşvik eden politikalarına yer verilerek, Osmanlı tarihinin yeniden keşfinin, hem Türkiye’ye hem de Avrupa’ya çok kültürlülükten korkmamayı, aksine ondan güç almayı öğretebileceğine değiniliyor.
Türkiye’ye ayrılan sayfalarda, Türkiye’nin çok az ülkede bulunan tarihi, kültürel ve tabii güzelliklere sahip olduğunun ve bunların turistlerin ilgisini çektiğinin altı çiziliyor. Turistlerin rağbet ettiği bir ülke olarak Türkiye’nin popülaritesinin yükseldiğine vurgu yapılıyor, dünyada en çok ziyaret edilen yedinci ülke olduğu bilgisi veriliyor.
“Tüm Zamanların Mimarı” olarak gösterilen Mimar Sinan ve eserlerine de geniş yer verilen haberde, Mimar Sinan’la ilgili bir belgesel serginin Londra’da açıldığı bildiriliyor. Ayrıca bu yıl, İstanbul’un “Avrupa Kültür Şehri” kabul edildiği hatırlatılıyor. UNESCO’nun 2010 yılını, ölümünün yüzüncü yılını anmak adına ressam, arkeolog ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu olan “Osman Hamdi Bey Yılı” olarak ilan ettiğine değiniliyor. 2011 yılının da ünlü Türk gezgininin doğumunun 400. yılını anmak amacıyla “Evliya Çelebi Yılı” ilan edildiği belirtiliyor.
Sonuç Yerine…
The Times gazetesi, ABD Eski Başkanı Bush’un işkenceyi savunan açıklamalarının hemen birkaç sayfa ötesinde, Türkiye’nin yerleşen demokrasisi, gelişen ekonomisi, dünyanın ilgisini çeken kültürel ve tarihi mirası ve umut vaat eden geleceği hakkında önemli bilgiler veriyor.
Kuşkusuz bugünkü haliyle Türkiye’nin Amerika’yı yakaladığını iddia etmiyoruz. Ancak dünyanın önde gelen gazetelerinden birinde aynı gün yan yana koyulan iki ülke profilinin nasıl farklı bir yönelim içerisinde olduğunu da görmezden gelemeyiz.
Türkiye, demokrasisini güçlendirdikçe, ekonomisini istikrarlı bir şekilde geliştirdikçe bölgesel barış ve istikrara büyük katkılar sunan ve küresel barışında tesisinde önemli rol oynayan bir ülke haline dönüşüyor.
Bu yüzdendir ki Cumhurbaşkanı Gül, Chatham House ödülünü alırken kendisine yöneltilen her soruda hukuktan, insan haklarından ve bunun yılmaz savunuculuğundan bahsetti. Bu yüzdendir ki Oxford Üniversitesi’ndeki konuşmasında Gül, ülkelerin içe dönük kritik yapma erdemini şevkle savundu, Müslüman ülkelerin kendi evlerine çeki düzen vermesi gerektiğini yüksek sesle haykırdı, komplo teorilerinin hafifletici rahatlığına, esaretine kapılmaksızın başkalarını suçlama alışkanlığı yerine kendi sorumluluklarımızla yüzleşmemiz gerektiğinin altını ısrarla çizdi.
Artık ancak kötü haberlerle gündeme gelen, birçok suçlamaya maruz kalan bir Türkiye’den değil, tam tersine başarılarıyla konuşulan bir ülkeden bahsediyoruz. The Times gazetesinin sayfalarında dolaşırken, Londra ve Oxford çevrelerindeki Türkiye havasını koklarken, Türk olmanın çarpıcı ve gurur verici hissini yaşadığımı, dahası gelecek tasarımını daha verimli halde yapabilmeme olanak tanıyan bir ülkenin yurttaşı olmaktan büyük keyif aldığımı söyleyebilirim.
Artık başımızı önümüze eğmemiz gerekmiyor. “Gözüm açık gitmez” ve “ölsem de gam yemem” demeye de gerek yok. Çünkü The Times da bunu da gördüm ya, Nobel Barış Ödülü alan bir Türk Devlet Başkanı’nın törenine katılmak, artık kulağıma şaşırtıcı gelmiyor, aksine çoktan gerçekçi bir beklenti haline dönüşmüş durumda.
Nereye gittiğimizi sorup duranlara ve bize neler oluyor diye endişe edenlere, bize gerçekten neler olduğunu bir de bu pencereden bakıp görmelerini öneririm.
ihsan bal