Vahdet Ul Vucud Hk.

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
Gullât-ı Şiiyye ve tasavvuf iddiasında bulunan birçoklarının, hulul ve ittihada inanıp, Vahdet-ul-Vücud'a, kulun Allah'la birleşmesi olarak inanmaları sapkınlıktır. Onların ibarelerini görenler, sofilerin hepsinin o itikadda olduğunu zannederler. Gerçek öyle değildir.

İslama maledilmiş Gullat-ı şiiyye ve bazı şeriat düşmanları; tasavvuf ilmini işrakiyye mezhebine dayandırarak, neticede, tasavvufu sadece fikirden veyahud hissiyat-ı felsefiyeden yahud mücerred akılcılık veyahud istidracdan ibaret bilmişlerdir.

Şeyh Muhyiddin Arabi, Mevlana Cami ve benzerlerinin meşrebleri, kitablarına nazaran haşa batıl gibi görünür, lakin hak ve gerçektir. Aslında onlara, birçok iftira da yapılmıştır. Bunlarda hulul-ittihad meseleleri asla yoktur. İfadede ibare bulamamışlar.

Ne fayda ki şaşı kimseler onların kitablarını okuyunca, hristiyanların İşrakiyye mezhebinden alınma zannederler. Şaşkınlık okuyucunun zihnindedir. Fakat idrakte değiller. Hulul ve ittihad onlarda yoktur.

Burada hak iki meşreb vardır. Şöyleki:

Birinci meşreb: Muhakkak saliklerin sulukü ( yolu ) biterken, Tevhid ve irfan denizinde ve ilminde istiğrak bulurlar, muzmahil olurlar. Şöyleki zatları O'nun zatında ve sıfatları O'nun Sıfatında yok olur. Kendileriyle birlikte bütün masivayı kaybederler. O zaman " La mevcud " makamında masivayı görmezler. Buna fena fitTevhid ( Fenafillah) diye isim verirler.

Zatları O'nun zatında ve sıfatları O'nun Sıfatında yok olur demeleri hulul ve ittihad ifadesi değildir. Âlî bir mesele, âdi bir misalle anlatılmak istenilirse, şöyle denilir:

Bir genç oğlan, bir kızı sever ve ondan uzaklaşırsa; haliyle aşk ve sevgisinden tahammülsüz dereceye gelir; arar, arar... Ansızın tenha bir yerde korku ve utanç olmaksızın karşı karşıya gelir. Acaba o anda kızın istek ve arzuları, bedeni ve güzelliğinden başka bir şey aklında kalır mı?.. Elbette kalmaz.. Kalmayınca, titrer mi?.. Titrer.. Birleştik der mi?.. Der.. Yahud düşüp bayılır mı?.. Bayılır.. İşte bunu gören: " Şu genç, bu kıza meftûn olmuş. " der. Ayılınca, gençten sorsan: Nedir bu senin halin?. " Canım onun canı için feda olmuş; istek ve buyruklarına hazırım. Onun isteği, benim isteğimdir; ben yoğum o var.. " demez mi?.. der.. Bundan daha âlî ünsiyet makamı... Bu " O benim içime.. Ben de onun içine girdim." demek değildir.

Adamın belinde bir silah var. Cebinde kaçak bir eşya var. Ansızın polisler etrafını sarar.. O anda, polislerin korkusundan titrer mi? Titrer.. Şok geçirir mi?.. Geçirir.. Polisin zatından ve silahından , bir de merhametinden başka, hiçbir şey aklına gelir mi?.. Gelmez.. Korkusu ümidine galebe çalar mı?.. Çalar.. İşte bu adam, polisten meftun oldu mu?.. Oldu.. Hele hele, kendisini takatsız ve mukavemet edemeyecek derecede görürse.. Ve bundan âlî, mahcubiyet makamı...

İşte kızı sevdiğimiz kadar Allah Teâlâ'yı seversek; arzusu için arzumuzu terk edersek; yahud polisten korktuğumuz kadar Allah'tan korkarsak, yasaları için yasaklardan kaçınırsak, fânî olmuş oluruz.
Bu fenâyı bulanlardan kimisi soğukkanlı olur: " Emrinde yok oldum" der. " Aşkında yok oldum" der. " Sanatına hayran oldum" der. Kimisi de heyecanlanır: Zâtım O'nun Zât'ında ve sıfatım O'nun Sıfatında yok oldu der. Soğukkanlı, ehli temkin.. bu ise ehli sekirdir..

Teftezânî , Şerh-ul Mekâsıd'da bu meşrebi kabul edip der ki: Biz bu fenanın kenarında itikad ederiz ki bu fenanın yolu ayan ve beyan. "


İbnu Kesîr'in naklettiği Ebî Seleme ve Ebî Hureyre'den gelen sahih bir rivayette, Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.

" Sözün en doğrusu, şair Lebîd'in söylemiş olduğu: ' Dikkat, Allah'tan başka herşey zeval halinde, helaktedir.' sözüdür. "

İbnu Kesir diyor ki: Bunun muktezası şudur: Gerçekte Allah teâlâ'dan başka her şey, bütünüyle fanidir, zevaldedir. Bârî Teâlâ'nın Zât'ı, herşeyden önce ilk.. ve herşeyden sonra sondur.
Kâdı Beydâvi El-Kasas sûresinin son ayetinin tefsirinde: " Gerçekte Allah Teâlâ'nın Zât'ından başka her şey mümkündür; haddi zatında zevalde ve ma'dumdur." Er-Rahman sûresinin " Yeryüzünde her şey fânîdir. İkram ve Celal sahibi Rabb'inin Zât'ı bâkî kalacaktır." meâlindeki 26-27'nci ayetinin tefsirinde de " Eğer sen mevcudatın cihetlerini araştırsan ve zatlarını teftiş etsen, Allah Teala'nın Zat'ından başkasının, haddi zatında zevalde olduğunu görürsün; Rabb'inin rızasının ciheti müstesna.. " demektedir.

Mercânî bunu naklettikten sonra diyor ki: Ariflerin ittifakıyla, mümkinatın hepsi; helak, zeval ve fenâ halindedir. Hakiki vucudları yoktur. Ancak hakiki mevcud, doğrusu vücud, Allah Teala'dır. Bir şahs-ı vâhid, muhtelif bir çok aynalarda zuhur ettiği gibi, Allah Teâlâ'da mümkünlerde tecelli eder. Bu tecelli ve zuhurdan başka, mümkünlerin hiçbir vucudu yoktur.

Tarif edilen istiğrakı, ruhen, kalben ve aklen müşahade etmek; bu müşahade esnasında sarhoşluktan dolayı varlığını unutmak, Fenâ.. Kendi varlığını idrak etmek, Bekâ... İki varlık arasında fark etmek ve mümkinata da bir nev'î vucud payını vermeye hükmetmek, Vahdet-i şuhud ve Bekâ... İşte İmam Rabbânî Mektubat'ında bu makamı tercih ederek, Vahdet-ul-Vucud'u inkar etmektedir. Ounun inkarı, Vahdet-ul-Vucud meselesinin yokluğu veya geçersizliği için değildir. Daha mükemmel makâmâtı idrak etmek içindir.

Hâlık'a inanıp, O'nun emriyle nefsî arzularını yok eden yok mu, işte o kimse, O'nda yok olur. Kısa tabirle, nehiyleri terk etmek ve emrleri yapmak.. Yani O'nun için her yasakları terk eden, O'nun için alçak nefsi öldüren ve muhalefet eden sâlik yükselir; doğrusu başkalaşır.
Rûhen de bütün emrleri yerine getirerek Kur'an'ın ahlakıyla başbaşa kalırsa, Bekabillah olur. Doğrusu iki insan olur.

Hakikatte Vahdet-ul-Vücud'a kail olanlar, Arif-i Billah ve hakiki müslümanlardır. Mişkat-ul Envar kitabının tabiriyle " Ehli Vahdet-ul-Vücud"; Üstad Hazretlerinin tabiriyle " Ehli Vahdet-uş-Şuhud"; mecazın en derin çukurundan çıkıp, hakikatin zirvesine... İmam Şa'ranî'nin tabiriyle; ayn-ul-yakîn mertebesindeki hakikatlere varmışlardır.

Hakikatte onlarca, tek bir varlık vardır. O da Allah.. Lâ mevcûde filhakîkati İllallah demişlerdir. Kainat hayalidir; veyahud ayna gibidir. Var görülür, hakikatte yoktur. Bu meşreb, Vacib-ul-Vücud'un Zat'ını değil, masivayı yok bilirler; "masiva yokluğa mahkumdur" demezler. Kâdı Beydâvî, Er-Rahman sûresinin 27 ve 287inci ayetlerinin tefsirinde bu meşrebi muteber görmüştür.


Bu tarifler islam'ın bizzat özünden halelenip çıkmış nadide, özlü, iştiyak ile sırlarına erişilmek istenen ve bizzat takva ile yaşamadan da ancak firak getiren mefhumlardır.

Dolayısıyla tasavvuf hristiyanlıktan islama geçmemiştir. Bizzat islam'da özünü ve manasını bulmuş Asr-ı Saadet devrinden beri de sürekli yaşanılan, halleri ile zühdleri ile İslamlıkları tevatür derecesine ulaşmış nice evliyanın yol olarak tutmuş oldukları geniş bir hazinedir.

Hal böyle iken nice Gazâlî, İmam Rabbânî ve bu zatların ardınca giden, milyarlarca körü körüne değil aklî ve naklî delillerle giden bunca din alimini tekfir etmek, onları onlara yakışmayan ithamlarla anmak, Ümmetin en büyüklerini tekfir etmek demektir. Halbuki İslamiyeti sahih olan müslümanlara kafir demek, onları kafir görmek küfrün ta kendisidir.

Vahabiler, ecdadları Hariciler gibi, halen salihlerin türbelerine, mürşid ve ehli Beyte ve dört mezhebin tabilerine, tarikatlarına kin bağlarlar. Her birisi de ictihad davası peşindedir. Görüşüm diye sapık fikirlerini koskocaman müctehidlerin fikirlerine mukayase ederler...

Özellikle şu üzerinde yaşadığımız topraklarda gençlerimizin beyinlerini yıkamak için gayret gösteren Vahabi, Şii ve reformcuların fikirlerine kapılmamak için öncelikle tashih-i itikad şarttır. Tashih-i itikad herşeyden önce farz olduğu için, Ehli Sünnet velcemaatin fikirlerini ölçü alan eserleri okumak lazımdır...

Kişi bilmediği noktanın düşmanıdır.

Vesselâmu alâ külli abdin mustafâ
 
Üst