Toprağa Düşen Tohum (ahmet Alp Altay)

ahze21

Yasaklı
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
550
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
46
1
Sessizce yatırmışlardı yatağa. Dışarıda bırakmış oldukları ambulansın vermiş olduğu rahatsızlık onunla beraber kapı dışındaydı artık. İçerideki yoğunluğun ve meşgalelerin çıkarmış olduklarını saymazsak tabii. Herkes bir tarafa koşuşturuyor fakat kendisi olan bitene tamamıyla kayıtsızdı. Bilinci bir gelip bir gidiyordu. Hemşirelerin yüksek sesle konuşmaları, içeriye girmeye çalışan bir sürü sakallı ve cübbeli adamın içeriye girmelerini engellemeye çalışan hasta bakıcıların bağrışmaları. Hepsi hayal dünyasında gerçekleşiyor gibiydi. Yattığı yerde, örümceklerin ağ örüşleri gibi, vücudunu hemen teller sarmalamaları ve kalp makinesinden gelen çok yavaş sesler. Hepsi uzaklaşıyordu şu an ondan.

Gözünü bir ara tamamıyla açtı. Yemyeşil çayır gibi bir ovadaydı. Etraf envai çiçekle döşenmişti. Her adım atışında ayaklarının altında boyun eğip ona yumuşak bir halı hissi veren çimenler öyle ipeksiydiler ki. Alabildiğine uzanan ova çeşit çeşit renk içerisinde sadece yeşili biraz ön plana çıkarıyordu. Gökyüzü mavinin en sevimli tonunu almış ve onun gözüne yorgunluk verdirtmiyordu. Gayesizce ilerledi. Neden sonra nereye gittiğini düşündü. Burada yapayalnızdı. Çevresine bakındı, kendisine hedef edineceği bir yön yoktu. Ufak bir heyecandan sonra yüreğinin çarpışlarına kulak verdi. Hala sevdasıyla çarpıyordu. Bu ona O’nu hatırlatmaya yetmişti. Bulunduğu yere çöktü ve içinde zikirden dolayı sarmış olan hissiyatı en ince kılcal damarlarına kadar gönderdi. Tamamıyla rahatlık hâsıl olmuştu zihninde. Bir bismillah çekip bir ayağını destek yapıp ayağa kalktı. Rabbim, dedi. ‘Neredeyim demeyeceğim, çünkü biliyorum ki bunda da bir hayır var ama buradan beni çekip al.’
Biran uzaktan ışık huzmesi içerisinde küçük oğlunu görmüştü sanki ama görmesiyle her yerin kararması bir olmuştu.
2
Dostlarıyla beraber oturan şeyh hazretleri yine her günkü virtlerini çekerlerken bir aralık gönlüne gelen cezbeye hâkim olamamış onun etkisiyle ayağa zıplayıp ‘Allah’ diye haykırmıştı. Onun sesiyle âleme misale dalmış olan müritleri de cezbeye tutulmuşlar ve hepsi birden hareketlenmişlerdi. Kendine gelen şeyh hazretleri müritlerinin hepsine nazar etmiş, gönüllerini sakinleştirmişti. Ama içinde oluşan ve bir anda haykırmasına sebep olan cezbeye neyin yol açtığını anlayamamıştı. Sessizce iç murakabesine başladı. Duygularını tek tek sorguladı. En son dünyevi hisleri olan aile bağına geldiğinde şeyh hazretlerini uzaktan bir el çekip çıkardı derinlerden. Yanındaki kişi en sevdiği, değer verdiği talebesi ve dostu olan Emin’di. Endişeli hali yüzünün buz gibi bembeyaz ve soğuk olmasına sebep olmuştu. Sesi soluğu çıkmıyordu. Yalnızca bakıyordu ama ne korku dolu bir bakış.
Ne olduğunu sordu şeyh hazretleri. Emin bir iki yutkundu ve mürşidinin yüzündeki nuru temaşa edip, biraz olsun rahatlayarak ağzını açabilmeye muvaffak olabilmişti. Ama yine de böyle bir şeyi nasıl derim diye düşündükten sonra şeyh hazretlerine kendisiyle gelmesi gerektiğini söyleyebildi sadece. Birlikte tez adımlarla yakınlarda bulunan tren istasyonunun raylarına doğru ilerliyorlardı. Şeyh hazretlerinin dikkatini bir bölgedeki rayların etrafında toplanmış insanlar çekmişti. Hepsi de yerde, raylar üzerinde yatan bir şeye bakıyorlardı. Merakı artmış, Emini arkada bırakmıştı. Ray üzerinde ona tanıdık gelen bir kumaş parçası vardı ve bu raylara biran önce varmasına yetmişti de artmıştı bile.
O koca şeyh diz çökmüş, yakınlarda oynamak için çıkmış olan ama şu an ayakları gibinde tren altında parçalanan biricik oğluna bakıyordu. Bembeyaz, nur gibi yüzü kanlar içersindeydi. Boğazına kadar gelen hüznü yutkunarak boğdu içinde. Gözlerindeki bulutu güneşle sildi. Sabitlemeye çalıştı bakışlarını. Elleri titriyordu ve sadece ona bir çare bulamıyordu. Nafile, birazdan bütün vücudunu saracaktı, şiddetli depremler misali.
Hemen kendine hâkim olmalıydı. Çömeldiği yerden kalktı ve herkesin bakışları altında yakınlardan bir yerden çuval kaptı. Elleriyle okşar gibi topladı bütün parçaları. Minik yatağına yatırır gibi koydu çuvala, tek tek.
Çuvalı kucağına aldı ve hanesine doğru yönelmişti ki bir ayağı sendeledi. Onu düzelteyim derken diğeri sendeledi ve ellerindeki kan bir anda ayaklarına indi ve bütün vücudunun kas sistemi devre dışı kaldı. Yığılıvermişti, elindeki çuvalla, yere.
3
Sevenleri kaldırmışlardı yerden ve ambulans çağırmışlardı. Hastanedeydi. Ve bilinci yerine geliyordu artık. Yürüyen iki insanın ayak sesleriydi ilk duyduğu. Gözlerini yavaşça araladı. Etrafını süzdü ve yanı başına doğru gelen hemşireyle uzun boylu bir doktoru gördü. ‘Hastamız kendine geliyor.’ Dedi doktor. Dedi ve kalp makinesinden gelen ‘’Allah, Allah’’ sesleriyle irkildi. Nutku tutulmuştu. Tek kelime etmedi ve hemşireyle çıktı odadan. Birazdan sevenleri ve biricik çocukları doldurmuştu hastane odasını.
Hanelerine teşrifleri uzun zaman almıştı. İyice iyileşmeden çıkarmadılar hastaneden. Çıktığında hemen zikir meclisine teşrif etmişti bile. Hayat durmamış devam ediyordu. Hizmetler her yanda çiçekler açarken bir tohumun toprağa düşmesi hüzünlendirmiş ama bitirmemişti onu. Toprağın bağrından çıkacak yeni çiçekleri bekliyordu ümidi. Kim bilir o çiçekler daha ne tohumlar verecekti? Ve o tohumlar kimlerin ümidi olacaktı?

Ahmet Alp Altay
 
Üst