dedekorkut1
Doçent
TEFEKKÜR MÜ EYLEM Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
Eylem; daha çok provokatif diyebileceğimiz bir takım iç ve dış mihrakların kışkırtmaları neticesinde ortaya çıkan fiili bir durumdur. Eylemci ise bu fiili duruma bilerek ya da bilmeyerek alet olan ruh hastası tiplerdir. Aslında aklı başında bir insan rüzgar nereden eserse essin olaylar karşısında marjinal akımların ne gazına gelir ne de tahriklerine kapılır, bilakis toplumun temel dinamikleriyle birlikte hareket eder. Toplumun temel dinamiklerinin aksine yapılacak olan her türlü eylem hareketleri toplum nezdinde hiçbir şekilde karşılık bulmaz.
Peki, ya tefekkür? Adı üzerinde tefekkür, yani ismiyle müsemma deruni düşünce içeren bir faaliyet olduğu içindir her daim toplum tarafından kabul görüp hürmet görür de. Ancak ne var ki tefekkür dünyamızdan uzaklaşalı üzerinden epey bir zaman geçti, öyle ki bir daha içimize almayacak şekilde göç ettirdik. Sanki bir daha bizim olan topraklara hiç uğramayacak gibisine bir çırpıda silip attık da. Zira ortada kendi öz yurdunda parya edilen kayıp nesil söz konusudur, derken o kayıp nesille birlikte her bir tefekkür abidevi şahsiyetlerimiz kimi kabına çekiliverdi kimi de göçüverdi. Şimdi gel de onca kayıplarımızdan sonra kısa zamanda bir çırpıda ilim-irfan-tefekkür nesli yetişiversin. Kısa vadede ancak geçmişin yaralarını sarabiliriz. Çünkü ilim-irfan-tefekkür neslin yetişmesi büyük emek ve büyük çaba gerektireceği gibi meyvelerini toplamak içinde uzun vadede sabır gerektirir. Ne de olsa her on yılda bir darbe yapılan ülke olmaktan kurtulduk, şimdi tam da fırsat bu fırsat deyip kendi kültür kodlarımızla buluşacak nesli yetiştirme vaktidir. Öyle ya, madem ortada artık aba altında sopa gösterecek vesayet odakları kalmadığına göre göç ettirdiğimiz tefekkür dünyamızla yeniden buluşmak pekâlâ mümkün.
Düşünsenize bir zamanlar enbiya, ulema ve evliyanın tüttürdüğü ilim irfan ocaklarında yetişen adeta tefekkür abidesi diyebileceğimiz altın nesil sayesinde cihanşümul devlet olmuştuk. Derken geldiğimiz noktada bizde o kayıp nesilden elimize ulaşan kaynaklar sayesinde ilim, irfan ve medeniyet nedir öğrenmiş olduk. Dikkat edin tefekkür nesli oluverdik demedik, öğrenmiş olduk dedik. Yani bizler yaşayarak değil kaynak eserlere başvuraraktan kendi kültür kodlarımızı öğrenmiş nesiliz. Şayet öğrenmiş nesilde kayıplara karışırsa biliniz ki, Allah korusun bu bizim için tam manasıyla felaket bir durum olur. Zira tabiat boşluk kabul etmez. Bizler bir takım kaynaklara başvuraraktan öğrenmiş nesiller olarak ister adına 68 kuşağı deyin ister kayıp kuşak deyin her ne kadar tefekkür hayatı yaşamasalar da o kuşağında kendi içinde doğru-yanlış eksik fazla en azından inandıkları idealleri vardı, davaları vardı, okuyacakları kitapları vardı.
Peki ya şimdi? Maalesef şimdilerde kayıp ya da hayatın çilesinden geçip öğrenmiş diyebileceğimiz nesilden arda kalan içi boş nesil kaldı. Öyle ki etrafımıza şöyle baktığımızda ortada artık ne dava adamı ne idealizm kaldı ne de hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için diyecek bir adam kaldı. Ortada böylesi idealist adam kalmayınca da ister istemez kayıp nesilden bize ulaşan kitaplarımızın ve kütüphanelerimizin sessizliğe bürünmesi kaçınılmazdır. Gerçektende öyle değil mi, bakın şöyle etrafımıza kaynak kitaplarımızı kütüphanelerimizin tozlu raflarında indirecek pek az insan gözüküyor. Onlarda olmasa vay halimize, her halükarda biçare haldeyiz dersek yeridir. Yeri geldiğinde İslam sosyal hayatın bütününü kuşatan âlem şümul bir dindir demesine deriz ama iş İslam’ın hizmetkârı olmamız gerektiği söz konusu olunca hiç bir çaba sarf etmeyiz. Hakeza İslam dini Allah Resulünün tebliğ ve irşadıyla insanlığın üzerine güneş gibi doğdu doğmasına deriz ama iş Allah Resulüne layık ümmet olmamız gerektiği söz konusu olunca sadece işin lafın güzafını yapıp teorik bir hayat sürdürürüz. Oysa bir zamanlar özü sözü bir olan ümmettik biz, yani içimiz neyse dışımızda o idi, asla tefekkür yoksunu cahiliye ümmeti değildik, Sonradan bize ne haller olduysa, o günlerimizi artık mumla arar olduk. Dahası şimdilerde İbn-i Haldun'un asırlar öncesinden ifade ettiği “İslam kavimleri bedevi idiler, İslam’dan sonra hadari umran ve medeniyete yönelmişlerdir” gerçeğinin tam aksine geriye doğru ve tıpkı İslam öncesi cahiliye dönemlerine evrilir bir eğilimimiz söz konusudur.
SELİM GÜRBÜZER
Eylem; daha çok provokatif diyebileceğimiz bir takım iç ve dış mihrakların kışkırtmaları neticesinde ortaya çıkan fiili bir durumdur. Eylemci ise bu fiili duruma bilerek ya da bilmeyerek alet olan ruh hastası tiplerdir. Aslında aklı başında bir insan rüzgar nereden eserse essin olaylar karşısında marjinal akımların ne gazına gelir ne de tahriklerine kapılır, bilakis toplumun temel dinamikleriyle birlikte hareket eder. Toplumun temel dinamiklerinin aksine yapılacak olan her türlü eylem hareketleri toplum nezdinde hiçbir şekilde karşılık bulmaz.
Peki, ya tefekkür? Adı üzerinde tefekkür, yani ismiyle müsemma deruni düşünce içeren bir faaliyet olduğu içindir her daim toplum tarafından kabul görüp hürmet görür de. Ancak ne var ki tefekkür dünyamızdan uzaklaşalı üzerinden epey bir zaman geçti, öyle ki bir daha içimize almayacak şekilde göç ettirdik. Sanki bir daha bizim olan topraklara hiç uğramayacak gibisine bir çırpıda silip attık da. Zira ortada kendi öz yurdunda parya edilen kayıp nesil söz konusudur, derken o kayıp nesille birlikte her bir tefekkür abidevi şahsiyetlerimiz kimi kabına çekiliverdi kimi de göçüverdi. Şimdi gel de onca kayıplarımızdan sonra kısa zamanda bir çırpıda ilim-irfan-tefekkür nesli yetişiversin. Kısa vadede ancak geçmişin yaralarını sarabiliriz. Çünkü ilim-irfan-tefekkür neslin yetişmesi büyük emek ve büyük çaba gerektireceği gibi meyvelerini toplamak içinde uzun vadede sabır gerektirir. Ne de olsa her on yılda bir darbe yapılan ülke olmaktan kurtulduk, şimdi tam da fırsat bu fırsat deyip kendi kültür kodlarımızla buluşacak nesli yetiştirme vaktidir. Öyle ya, madem ortada artık aba altında sopa gösterecek vesayet odakları kalmadığına göre göç ettirdiğimiz tefekkür dünyamızla yeniden buluşmak pekâlâ mümkün.
Düşünsenize bir zamanlar enbiya, ulema ve evliyanın tüttürdüğü ilim irfan ocaklarında yetişen adeta tefekkür abidesi diyebileceğimiz altın nesil sayesinde cihanşümul devlet olmuştuk. Derken geldiğimiz noktada bizde o kayıp nesilden elimize ulaşan kaynaklar sayesinde ilim, irfan ve medeniyet nedir öğrenmiş olduk. Dikkat edin tefekkür nesli oluverdik demedik, öğrenmiş olduk dedik. Yani bizler yaşayarak değil kaynak eserlere başvuraraktan kendi kültür kodlarımızı öğrenmiş nesiliz. Şayet öğrenmiş nesilde kayıplara karışırsa biliniz ki, Allah korusun bu bizim için tam manasıyla felaket bir durum olur. Zira tabiat boşluk kabul etmez. Bizler bir takım kaynaklara başvuraraktan öğrenmiş nesiller olarak ister adına 68 kuşağı deyin ister kayıp kuşak deyin her ne kadar tefekkür hayatı yaşamasalar da o kuşağında kendi içinde doğru-yanlış eksik fazla en azından inandıkları idealleri vardı, davaları vardı, okuyacakları kitapları vardı.
Peki ya şimdi? Maalesef şimdilerde kayıp ya da hayatın çilesinden geçip öğrenmiş diyebileceğimiz nesilden arda kalan içi boş nesil kaldı. Öyle ki etrafımıza şöyle baktığımızda ortada artık ne dava adamı ne idealizm kaldı ne de hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için diyecek bir adam kaldı. Ortada böylesi idealist adam kalmayınca da ister istemez kayıp nesilden bize ulaşan kitaplarımızın ve kütüphanelerimizin sessizliğe bürünmesi kaçınılmazdır. Gerçektende öyle değil mi, bakın şöyle etrafımıza kaynak kitaplarımızı kütüphanelerimizin tozlu raflarında indirecek pek az insan gözüküyor. Onlarda olmasa vay halimize, her halükarda biçare haldeyiz dersek yeridir. Yeri geldiğinde İslam sosyal hayatın bütününü kuşatan âlem şümul bir dindir demesine deriz ama iş İslam’ın hizmetkârı olmamız gerektiği söz konusu olunca hiç bir çaba sarf etmeyiz. Hakeza İslam dini Allah Resulünün tebliğ ve irşadıyla insanlığın üzerine güneş gibi doğdu doğmasına deriz ama iş Allah Resulüne layık ümmet olmamız gerektiği söz konusu olunca sadece işin lafın güzafını yapıp teorik bir hayat sürdürürüz. Oysa bir zamanlar özü sözü bir olan ümmettik biz, yani içimiz neyse dışımızda o idi, asla tefekkür yoksunu cahiliye ümmeti değildik, Sonradan bize ne haller olduysa, o günlerimizi artık mumla arar olduk. Dahası şimdilerde İbn-i Haldun'un asırlar öncesinden ifade ettiği “İslam kavimleri bedevi idiler, İslam’dan sonra hadari umran ve medeniyete yönelmişlerdir” gerçeğinin tam aksine geriye doğru ve tıpkı İslam öncesi cahiliye dönemlerine evrilir bir eğilimimiz söz konusudur.