Taraf'la nereye kadar?

  • Konbuyu başlatan Kaçak
  • Başlangıç tarihi
K

Kaçak

Guest
Hayalet ideoloji: Liberalizm
Andrew Vincent, Modern Politik İdeolojiler adlı eserinde liberalizmin en tehlikeli yanını, onun tam olarak anlaşılamamasında bulur. Zira onun radikal yaklaşımı ile ılımlısını ayırmak mümkün değildir. ‘Radikal’ bir sosyalist ya da faşist kendi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımamasıyla ‘ılımlı’ olanından ayrılır. Oysa aynı ayrımı bir liberal için yapmak çok da mümkün değildir. Bu haliyle liberalizm bir hayaleti anımsatmakta; nerede, nasıl karşınıza çıkacağını bilemediğiniz bir hayalet… Neoliberal demokrasinin Türkiye’de kendini hissettirmesinin ardından liberal demokrat bir gazeteyle karşılaştık: Taraf.
20041.jpg

Taraf’ın tarafı ve Müslümanlar
Taraf gazetesinin sloganıydı ‘düşünmek taraf olmaktır’. Yapılan iktidar mücadelesinde hiç kuşkusuz bîtaraf olan bertaraf olacaktır. Birkaç hafta önce yapılan referandum ve son birkaç yıldır radikal kemalizme karşı verilen mücadele bunu kanıtlar nitelikte. Ancak şunu kaydetmek gerekiyor ki, jakoben olan aydınlanmacı radikal kemalizme karşı olmakla liberalizme taraf olmak arasında fark var. Fakat tozu dumana katan tartışmalarda bu ince çizgi hep gözlerden ırak tutuldu.
Taraf, her ne kadar ‘düşünmek taraf olmaktır’ dese de daha isminin ikinci harfinden itibaren ‘araf’ta olduğunu kendisi söylüyor. Araf’ta yani iki arada bir derede ya da ne orada ne burada… 28 Şubat döneminde “ne şeriat ne darbe” diyen, devrimciliği içeride bırakmış solcu eskileri gibi, “cami ile kışla arasına karışmam” diyen de şimdi Taraf’ın başında olan zattır. Bu ucuz söylemiyle, güya, o dönemde iktidarın gösterdiği sert yüzüne de karşı olduğunu ima ediyordu. Oysa zulüm ile adalet karşı karşıya geldiğinde “ne oradayım ne de burada” demek yani ‘araf’ta olmak zımnen zulme ortak olmaktır. En azından ben bir Müslüman olarak inandığım bilgiden bunu öğrendim. Çünkü efendim, Efendimiz (aleyhisselam) zulüm karşısında susmayı ‘dilsiz şeytan’ olmakla itham etmişti, ister mümin olsun ister olmasın. Hal böyleyken birçok Müslüman Taraf’la aynı tarafta olduğu vehminden kurtulamamaktadır. Sanırım bunda en büyük etken kemalist oligarşiye karşı izlediği yayın politikası.
20042.jpg
Madımak ve Taraf’ın tarafı

Her ne kadar Taraf jakoben, seçkinci kemalist zihniyete karşı olduğunu söylese de yaptığı bazı yayınlarda bunun her zaman bir gerçekliğe tekabül etmediğini hatırlatmak gerek. Bence bunu en güzel Madımak olayına yönelik yaptığı yayınlarda görmek mümkün.
Ne zaman Madımak olayı (hadi katliam diyelim) gündeme gelse, geçmişten gelen kemalist solcu refleksiyle olsa gerek, hemen ‘şeriatçı’ların orada aydınları canlı canlı yaktığından dem vuruyor. Son yıllarda birçok olayda –haklı olarak- dedektif tecessüsüyle, eleştirel yaklaşarak kamuoyunun ezberini bozdu. Statükonun devamını istemeyenlerin yardımıyla da tertiplenen birçok oyunu deşifre etti, boşa çıkardı. Fakat ne zaman Madımak gündem olsa, her ne hikmetse, bu sevimli müfettişimiz birden iflah olmaz bir inatçıya dönüşüyor. Dönemin şartlarını, dönen dolapları unutuveriyor.
Madımak Oteli’nde üçü kurşun yarasıyla toplam otuz yedi insan hayatını kaybetti. Kurşunla öldürülen üç kişi dışındaki otuz dört insanın hepsi Adli Tıp raporuna göre ‘Karbon monoksit zehirlenmesi’yle hayatını kaybetti. İnsanın aklına raporu hazırlayanların taraflı bir rapor hazırladıkları şüphesi geliyor hemen. Ama çabuk hüküm vermeyin, çünkü o raporu hazırlatanlar bir sokakta bulunan panoya yazılan isimleri suçlu diye içeri almış ve otuz dört kişiyi idama mahkûm etmiştir.
Eğer Taraf bu insanların cayır cayır yanarak değil de, otel önünde ters çevrilmiş bir aracın dökülen benzininin tutuşarak içeriye dumanın dolması sonucu mahsur kaldıkları otelde hayatını kaybettiğini yazsaydı adaletli olduğunu söyleyebilirdim. Bununla da kalmayarak, o dönemi hatırlayın, kemalist oligarşinin tetikçisi Aydınlık gazetesinin yayınları sonucu bir sivil fişleme gerçekleştirenleri sorgulasaydı ciddiye alabilirdim. Ali Baba mahallesine konan ihbar tahtasına -kim ne amaçla yazarsa yazsın- adı yazılan insanların gerçek suçlularmış gibi gösterilerek alınıp yargılanmasını yazsaydı inanabilirdim. Olaydan önce bir tezgâh olacağını bilen birinin –ki sanırım bu bir emniyet müdürüydü, uyardığı kişi de eniştesi- uyarısı üzerine Sivas’a gitmeyen Rıza Zelyut’u haber yapsaydı gerçekçi bulabilirdim. Otelde yalnızca Arif Sağ’da ve Aziz Nesin’in korumalarında silah olduğunu sorgulasaydı bunları yazmazdım. Tüm bunlar varken hiç sorgulamadan suçluları bulan ve yargılayanın kimin tarafında olduğunu görebiliyorum.
Sıraladığım gerekçeleri eski defterleri yeniden açmak olarak okumamak lazım. Çünkü her Temmuz ayında Taraf bu olayı yukarıda bahsettiğim gibi objektiflikten uzak, ideolojik tetikçi edasıyla veriyor. Ve sanırım samimiyetini sorgulamaya hakkım var.
Gerçekten muhalif mi?
Kürt sorunu hakkında yaptığı yayınlarla da öne çıkan bu gazeteyi birçok Müslüman Kürt de takip ediyor. Çünkü söylenmeyen, söylenemeyen şeyleri çok pervasızca dile getirmesi insanın hoşuna gidiyor. Bir Müslüman olarak aynı şeyleri neden Müslümanlar da dillendirmiyor diye düşününce ‘örtük milliyetçilik’ kadar sistemin yapacağı baskılar zihnime hücum ediyor. Çünkü Taraf’ın yaptığı muhalefet eninde sonunda sistemin tıkanmış damarlarını açmaya yönelik ve onu rahatsız etmeyen –en azından postmodernleşememişleri dışında- bir muhalefet. Yoksa bambaşka ve bireysel-toplumsal iktidarı paylaşması teorik olarak bile mümkün olmayan bir dünya görüşünün/İslam’ın yapacağı benzer içerikli yayınlar aynı müsamahayı görmezdi/görmeyecektir hiç kuşkusuz.
Örtük milliyetçilik ve karşılaşılması muhtemel orantısız baskıya rağmen keşke Müslümanlar Kürt sorunu hakkında gereğini yerine getirebilse. Bu konuda en başta kendimi de sorumlu tutuyorum Müslüman bir Kürt olarak. Ama Taraf’la aynı tarafta olmadığımın da farkındayım.
Taraf’ın yaptığı muhalefet nihayetinde ‘sivil’ bir tavır. Yani modern de olsa postmodern de olsa aynı paradigmaya inanmışlar ve aynı dili konuşuyorlar. Ne demişlerdi: ‘Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak’ ve ‘göklerden geldiğine inanılan şeylerle değil bilimle hayata yön vermek’. Her ikisinin de nihai amacı bu.
20043.jpg

Müslümanlar ve modern sanat
Geçen gün Tophane’de yaşananlar sonrasında yaklaşık iki asırdır Müslümanların bu topraklarda yaşadığı gerilimi bir daha –o mide bulandıran ‘sınıf’ temelli öykünmeci tartışmalar dışında- düşünme gereği hissetti mi entelektüellerimiz, bilmem. Ama bunu gündem etmeden olay hakkında ileri geri konuşmak laf kalabalığından fazla bir şey değil, biliyorum.
Modernleşmenin ilk askerî alanda olduğu bir coğrafyada olanları anlamamak çok zor değil. Çünkü ‘form’a öncelik veren değişim özelde ve kamusalda ilk olarak fizikî değişimi dayatıyor. İnsanların elbiseleriyle uğraşan bir zihin tabii ki dinlediği müziğe ve sanat olarak icra ettiği ‘şey’e de müdahil olacaktır. Müdahale toplumda bir gerilimi, stresi ortaya çıkarıyor; bu gerilim ‘Felatun Bey ve Ragıp Efendi’ arasındaki bir gerilim, bu gerilim ‘Fatih-Harbiye’ arasındaki gerilim.
Modernitenin insan tanımını söz konusu etmeden onun sanatından bahsetmek birçok yönden eksik kalacaktır. Hümanizmin insan merkezli dünya görüşünün dışa vurumu olan modern sanat, İslam’ın yasakladığı ‘beden’ üzerinden felsefe yapmasıyla klasikten ayrılır. İslam’ın ‘beden’ veya daha basitçesi organizma üzerinden felsefe yapmayı yasaklaması iki şeyin önünü tıkamak içindir: Bunlardan ilki ‘Pornografi’dir, diğeri ise hani şu geçen asırda modern Avrupa’da milyonlarca insanın canın mal olan ‘Faşizm’. Bundaki başlıca neden bedenin ‘emanet’ oluşudur, yani beden üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunabilme iktidarının ‘insan’da bulunmayışı, böyle bir iktidarın insana verilmeyişidir. Oysa hümanizmin savunduğu insan tasavvuru, ‘kutsal’lığı kendinden menkul, bedeni üzerinde tasarrufta bulunma iktidarını içkin bir dünya görüşüdür.
Taraf’ın görmek istemediği
Geçen Perşembe günkü baskısında Taraf, Tophane konusunu/haberini uzun uzadıya tahlil etmiş, kendince. Kültür ve sanat sayfası özellikle bu konuya odaklanmış. Tophane’de galerileri olan insanların verdiği kısa bilgilerle hiç de yabancısı olmadığımız kemalist yaklaşım dile getirilmiş. Değişen sosyal ortamın sınıfsal bir mücadeleyi tetiklediğini dile getiren galeri sahipleri bunun beklendiğini, daha önce birkaç defa uyarıldıklarını söylemişler. Hemen hepsinin ortak kanaati sanatı, içkiyi, kadını istemeyen bu insanların bir başka gerekçeleri de Tophane’den çıkarılma korkusu.
O saldırıyı kimlerin ne için yaptıkları bu satırlar yazılırken açığa kavuşmamıştı. Fakat bu saldırının ertesinde Taraf’ın da içerisinde bulunduğu, topluma akıl veren modern-postmodern gazeteler şu yargıyı dermeyan ediyorlardı: Türkiye’de toplumun büyük bir kısmı sanattan anlamıyor. Bunu Kültür ve Sanat sayfasında yazan Sezayi Erken, yazısının son paragrafında bunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor: “Komşularım kadını, sanatı ve içkiyi ‘gayri ahlakî’ buluyor, ‘herkesin kendi çöplüğünü temizlemesi durumunda çöpçüye gerek kalmayacağını’ düşünüyor ve bunu yüksek sesle dile getirmekten çekinmiyor. Mahalleli, yaşanan bu ‘gayri ahlakî’ durumun sona ermesini istiyor. Sanatsız, mekânsız, kadınsız, turistsiz, alkolsüz bir hayat istedikleri [vurgu bana ait E.K.]. Anlamlar arasında onları boğmaya gerek yok.”
Bu cümleler modern kapitalist bir bireyin hayatını özetler nitelikte. Toplumların değişiminde yumuşak karın olan ‘kadın’ın gayri ahlakî kabul edildiğini iddia eden birey, acaba bu kabule sahip insanların kuluçka makinelerinde mi dünyaya geldiğini sanıyor? Yoksa leyleklerin onları getirdiğini mi? Ya da İslam öncesi cahiliye döneminde olduğunu mu? Ki bence dünyaya ‘kadın’ı seks objesi olarak sunan Batı uygarlığı cahiliye döneminden aşağı kalır durumda değil.
Müslüman zihin (Türkiye’de yaşayan insanların çoğu farkında olsun-olmasın yetiştikleri sosyal ortam/kültür İslam’dan bağımsız değil) kadının sanat adına bedeni üzerinde yürütülen seksist ideolojiye karşı konumlamaktadır kendini. Çünkü o, sanatı ahlaktan bağımsız düşünmemektedir. Fakat adı geçen yazar ‘kadın’sız bir hayat derken daha çok sanatta kadın bedeni üzerinden yürütülen politikayı kastediyor.
Kaldı ki modern sanat ve modern hayat ‘kadın’ı seks objesi olmanın ötesinde bir yere getiremedi. ‘Peki ya feminizm?’ diyecek olursanız, onun da sadece ‘eşit emeğe eşit ücret’ istemek dışında çok da fazla bir şey getirdiği söylenemez. Varsa koysunlar ortaya da bilelim.
20044.jpg
Sanatı “Güzel olan ne’dir?” sorusunu sormadan konuşamayız. Bu soruya İslam’ın verdiği cevap hiç kuşkusuz ahlaktan ve hukuktan bağımsız olmayacaktır. Aynen özgürlüğün bu nosyonlardan bağımsız olamayacağı gibi. Hal böyleyken Müslümanların eylemlerinin altında yatan (eylem derken kastım mevzu bahis olan saldırı değil çünkü kimin yaptığı daha ortaya çıkmadı, Müslümanların bu tarz sanata olan karşı duruşlarıdır) kabulü anlamak istemeyenler, ister jakoben kemalistler olsun ister liberal demokratlar, Müslüman halkı bu tercihlerinden dolayı aşağılama kolaycılığı ve seviyesizliğine düşüyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen insanlara, kurguladıkları hayatın anlamının ağır geleceğinden dem vuran birey keşke biraz daha kitap okusaydı da cehaletin verdiği serazatlığı görebilseydi.

Mekânsız, turistsiz, alkolsüz bir hayatın ne olduğunu da size bırakıyorum.
Evet, aynen sizin düşündüğünüz gibi…
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Onlara sevimli görüneceğiz telaşıyla onlar gibi oluverdi müslüman olmak varken...
 
Üst